ADALET her şeyi dengeli yapmak ve yerli yerine koymak, herkese hakkını vermek, her şeyi akıl ve mantığa, hikmet ve maslahata uygun olarak yapmaktır. Zulmün zıddıdır.
El-adl ism-i şerifi “adaletli olmak” anlamında olup çok âdil, asla zulmetmeyen, hakkaniyetle hükmeden, haktan başkasını söylemeyen ve yapmayan anlamına gelir.
El-Adl ismi hem Ali radıyallahu anh'ın hem de İmam-ı Azam rahmetullahı aleyhin İsm-i Azam olarak gördükleri isimler arasındadır.
“Adl” olan Allah’ın bütün işleri adalete uygun, sözleri de hakkaniyetin ta kendisidir. O’nun her yaptığı yerli yerinde olduğu gibi her söylediği de şeksiz şüphesiz doğrudur.
O’ndan başka adil yoktur. Çünkü her şeyi hakkıyla gören, işiten, her şeyin içini, dışını, önünü, sonunu bilen ve her şeye gücü yeten ancak O’dur. İnsan bazen hayatta olup bitenlere bakarak Allah’ın adaletinde bir nevi eksiklik vehmeder. Bu durum asıl hayat olan ahireti dikkate almayıp sınırlı akılla bunu çözmeye çalışmanın sonucudur. Allah’tan onu bunu ister ve bu isteklerinin kendileri için hayır olduğunu zannederler ve sonra istekleri olmayınca kendilerine adil davranılmadığını düşünürler.
Halbuki Allah’ın rahmetinin bolluğu ile verilen sayısız lütuflarını hak etmek için nasıl bir çaba sarfettiler kendilerine bir kez olsun sormazlar. O’na gereği gibi iman edip O’ndan gelen her şeye razı olanlar ise Rablerinin kullarını kendilerinden daha çok koruyup kolladığına bütün yürekleriyle inanırlar.
Biz Rabbimizin adaletinden hiç şüphe duymayız ancak O’ndan adalet değil af ve merhamet isteriz. Biliriz ki Allah Teala’nın affı, merhameti ve keremi olmasa; O bize sadece mutlak adaleti ile muamele edecek olsa azaba uğramayan kalmazdı. Bu yüzden Allah’ın adaletinin sonucu azap, lütfu kereminin tecellisi merhamet ve kime neye göre muamele edeceği de hikmettir, denmiştir.
İnsan olmak noksan olmak demektir. Bütün sıfatlarda olduğu gibi adalet konusunda da mükemmel olmak sadece Allah’a mahsustur. İnsanlar unutabilir, arzu ve zaaflarına uyabilir, duygusal davranabilir... Tüm eksiğimize rağmen Rabbimiz “Adl” ismiyle tecelli edince dünyaya bakışımız değişir. Artık dünyaya kendi duygu ve çıkarlarımızın penceresinden değil, hakkın, hakikatin penceresinden bakmaya başlarız. Bunun şartı ise insanlardan beklentiyi kesmek ve onların elindeki hiçbir şeye ihtiyaç duymamaktır. Bu bakış bizi ahlaki kemale ve ruhun denge haline ulaştırır. İslam ahlakçılarının itidal ve adalet kavramlarıyla ifade ettikleri bu denge ve kemalin oluşmasıyla davranışlarımız tüm aşırılıklardan korunmuş olur. Bakara suresinin 143. ayetinde geçen “vasat ümmet” tabiri de bu hâli ifade eder. Bu prensibe göre yaşayan insan yeme içmeden tutun da inanç, ibadet ve amellerine varıncaya kadar her konuda ifrat ve tefritten korunur, ailesini, işini, sosyal hayatını, ibadetlerini yerli yerine koyar. Çalışmanın, dinlenmenin, eğlenmenin, gezmenin, sorumluluklarının birbirinin yerini işgal ederek hayatının bir karmaşaya dönüşmesine izin vermez. Çünkü adalet sadece başkalarına karşı değil, bizzat kendimize karşı da göstermemiz gereken temel bir ihtiyaçtır. Kendinde hiç hata görmemek kadar her konuda kendini suçlamak, öz saygısını kaybedecek şekilde kendini eleştirmek de aşırılıktır. Bedenle ruhun ihtiyaçları, kendi gelişimiyle ailevi ve sosyal sorumlulukları, haklarıyla ödevleri arasında dengeyi gözetmek kendisiyle ve diğerleri arasındaki ilişkileri düzenlemek konusunda adalet anahtar kavramdır. Unutmamak lazım ki kendine hayrı dokunmayanın çevresine de bir iyiliği olmaz.
Adalet öğrenilen bir davranıştır ve öncelikle aile içinde öğrenilir. Ailede her yaş ve cinsiyetteki kişinin kendi durumuna göre ihtiyaçları ve hakları vardır. Bunların hepsinin adaletle gözetilmesi gerekir. Çocukluğunda yakın çevresinde şiddetli haksızlıklar görmüş olanların yetişkinliklerinde çoğunlukla zalim bireylere dönüşmesi bugün psikolojinin üzerinde durduğu konulardan biridir. Peygamberimizin çocuklara adil davranma konusuna bilhassa dikkat çekmiş olması, sevgi ve ilgiden tutun da mali konulara varıncaya kadar çocuklar arasında ayırım yapılmamasını emretmesi bu açıdan manidardır.
Efendimizin şu müjdesi adaleti gözetenler içindir: “Yönettikleri insanlara, ailelerine ve sorumlu oldukları kişilere karşı adaletli davrananlar, Allah katında, Rahman’ın yanında nurdan minberler üzerinde ağırlanacaklardır.” (Müslim, İmare, 18.)
Toplumda işler adaletle yürüdüğünde insanlar görevlerini severek yapar, kimse hakkını elde etmek için aracılara koşma ihtiyacı duymaz, insan onuruna aykırı yollara girmek zorunda kalmaz. Böyle bir toplumda herkes huzur içinde yaşar. Adaletin tecellisine güvenir ve kişisel intikam peşinde koşmaz. Bu da toplumda düşmanlıkların ortaya çıkmasını engeller. Bu nedenle adalet mülkün temelidir.
Biz Rabbimizin adaletinden hiç şüphe duymayız ancak O’ndan adalet değil af ve merhamet isteriz. Biliriz ki Allah Teala’nın affı, merhameti ve keremi olmasa; O bize sadece mutlak adaleti ile muamele edecek olsa azaba uğramayan kalmazdı. Bu yüzden Allah’ın adaletinin sonucu azap, lütfu kereminin tecellisi merhamet ve kime neye göre muamele edeceği de hikmettir, denmiştir.
İnsan olmak noksan olmak demektir. Bütün sıfatlarda olduğu gibi adalet konusunda da mükemmel olmak sadece Allah’a mahsustur. İnsanlar unutabilir, arzu ve zaaflarına uyabilir, duygusal davranabilir... Tüm eksiğimize rağmen Rabbimiz “Adl” ismiyle tecelli edince dünyaya bakışımız değişir. Artık dünyaya kendi duygu ve çıkarlarımızın penceresinden değil, hakkın, hakikatin penceresinden bakmaya başlarız. Bunun şartı ise insanlardan beklentiyi kesmek ve onların elindeki hiçbir şeye ihtiyaç duymamaktır. Bu bakış bizi ahlaki kemale ve ruhun denge haline ulaştırır. İslam ahlakçılarının itidal ve adalet kavramlarıyla ifade ettikleri bu denge ve kemalin oluşmasıyla davranışlarımız tüm aşırılıklardan korunmuş olur. Bakara suresinin 143. ayetinde geçen “vasat ümmet” tabiri de bu hâli ifade eder. Bu prensibe göre yaşayan insan yeme içmeden tutun da inanç, ibadet ve amellerine varıncaya kadar her konuda ifrat ve tefritten korunur, ailesini, işini, sosyal hayatını, ibadetlerini yerli yerine koyar. Çalışmanın, dinlenmenin, eğlenmenin, gezmenin, sorumluluklarının birbirinin yerini işgal ederek hayatının bir karmaşaya dönüşmesine izin vermez. Çünkü adalet sadece başkalarına karşı değil, bizzat kendimize karşı da göstermemiz gereken temel bir ihtiyaçtır. Kendinde hiç hata görmemek kadar her konuda kendini suçlamak, öz saygısını kaybedecek şekilde kendini eleştirmek de aşırılıktır. Bedenle ruhun ihtiyaçları, kendi gelişimiyle ailevi ve sosyal sorumlulukları, haklarıyla ödevleri arasında dengeyi gözetmek kendisiyle ve diğerleri arasındaki ilişkileri düzenlemek konusunda adalet anahtar kavramdır. Unutmamak lazım ki kendine hayrı dokunmayanın çevresine de bir iyiliği olmaz.
Adalet öğrenilen bir davranıştır ve öncelikle aile içinde öğrenilir. Ailede her yaş ve cinsiyetteki kişinin kendi durumuna göre ihtiyaçları ve hakları vardır. Bunların hepsinin adaletle gözetilmesi gerekir. Çocukluğunda yakın çevresinde şiddetli haksızlıklar görmüş olanların yetişkinliklerinde çoğunlukla zalim bireylere dönüşmesi bugün psikolojinin üzerinde durduğu konulardan biridir. Peygamberimizin çocuklara adil davranma konusuna bilhassa dikkat çekmiş olması, sevgi ve ilgiden tutun da mali konulara varıncaya kadar çocuklar arasında ayırım yapılmamasını emretmesi bu açıdan manidardır.
Ancak kişiliği kuvvetli insanlar adaleti yürütebilir. Allah korkusu, kalp selameti, keskin zekâ, idrak ve basiret, gerektiğinde cefaya tahammül, kudret ve cesaret, insaf ve merhamet, insan sevgisi gibi vasıflara sahip olmayan kişiler adil de olamazlar. Korku, çaresizlik, aşırı duygusallık, gurur ve önyargı gibi olumsuz duygular adalet duygumuza zarar verir.
Toplumun her ferdinin adil olması istenen bir özellik olmakla beraber adalet sıfatı bilhassa hâkimler ve yöneticiler için zaruridir. Çünkü toplumlar ancak bu mevkide bulunanların adalet vasfına haiz olması ile yükselir. Bu nedenle Rabbimiz insanlar arasında hüküm verirken duygularımızın tesiri altında kalmamızı istemez. Ne yakınlık ve merhametin ne de kin ve nefretin adalet konusundaki hassasiyetin önüne geçmesine izin vermez. (Nisa, 4/135; Maide, 5/8.)
Efendimizin şu müjdesi adaleti gözetenler içindir: “Yönettikleri insanlara, ailelerine ve sorumlu oldukları kişilere karşı adaletli davrananlar, Allah katında, Rahman’ın yanında nurdan minberler üzerinde ağırlanacaklardır.” (Müslim, İmare, 18.)
Toplumda işler adaletle yürüdüğünde insanlar görevlerini severek yapar, kimse hakkını elde etmek için aracılara koşma ihtiyacı duymaz, insan onuruna aykırı yollara girmek zorunda kalmaz. Böyle bir toplumda herkes huzur içinde yaşar. Adaletin tecellisine güvenir ve kişisel intikam peşinde koşmaz. Bu da toplumda düşmanlıkların ortaya çıkmasını engeller. Bu nedenle adalet mülkün temelidir.
Allah-u Teâlâ adalet sahibidir. Haksızlık ve zulüm yapmaz. Zaten zulüm başkasının mülküne tecavüzdür. Bütün mülk ise Allah’ındır. Bu cihetle Cenab-ı Hak hakkında -hâşâ- zulüm düşünülemez. O her işinde adaletle hükmeder. Ne hesabında, ne takdirinde, ne kahrında, ne gazabında ve ne de icraatlarında zerre kadar zulüm yoktur. Her işinde ve her fiilinde mutlak adalet sahibidir.
Şimdi El-Adl isminin âlemdeki tecellilerini tefekkür edelim:
1. Zalimlere gelen bütün azaplar El-Adl isminin bir tecellisidir. Nuh kavminin, Ad kavminin, Semud kavminin, Firavunların, Nemrutların, Karunların helakı hep bu ismin tecellisiyledir. Nerede bir zalim varsa ve ona bir helak inmişse, onda El-Adl ismi tecelli etmiştir.
El-Adl isminin bu manasıyla bizlerde tecelli etmesinden Rabbimize sığınırız.
2. Kâinattaki mizan, denge ve ölçü El-Adl isminin bir tecellisidir. Şimdi El-Adl isminin bu manasını âlemde tefekkür edelim: Şu âlemdeki her varlık, mikroorganizmalardan bitki ve hayvanlara varıncaya kadar her şey bu dünyayı istila etmek ister. Hâlbuki onların bu istila arzusu bir kuvvetin engellemesi ile önlenir ve her biri onlara tayin edilen limiti geçemez.
Mesela bir mikroorganizma uygun şartları bulduğunda 44 saat içinde 5000 dünya ağırlığında bir büyüklüğe ulaşabilme özelliğine sahiptir. Eğer bu mikroorganizma dilediği gibi büyüyebilseydi, tek başına şu âlemi istila edebilirdi. Ancak diğer canlıların hayat haklarının korunması için bu mikroorganizmaya müsaade edilmemiş ve çeşitli düşmanlarla mücadele etmek zorunda bırakılarak dünyayı istilasının önüne geçilmiştir. İşte bu organizmanın büyümesini önleyen El-Adl isminin tecellisidir.
Denizlerde milyonlarca yumurta yumurtlayan balıklara da bir sınır getirilmiştir. Eğer bir sınırlama getirilmeseydi, her bir balık türü denizleri kendi cinsiyle istila ederdi ve denge de yerle bir olurdu.
Mesela ıstakoz bir yılda yedi milyon yumurta yumurtlar. Eğer bunların hepsi ıstakoz olsaydı, birkaç senede denizler ıstakozla dolar taşardı.
Mezgit balığı da senede altı milyon yumurta yumurtlar. Eğer bütün mezgitler yaşasaydı, bir seneye kalmaz denizler mezgitle dolardı. Oysa altı milyon mezgitten ancak bir düzinesi hayatta kalabilmekte ve diğerleri hayvanlara yem olmaktadır.
Eğer balıklar ve diğer deniz canlıları diledikleri gibi çoğalsalardı, bir sene içinde denizlerin dörtte üçünün canlılarla dolup taşacağını, karaları da suların istila edeceğini kestirmek herhâlde güç olmaz. Ancak buna müsaade edilmemekte ve denizlerde muhteşem bir denge hâkim olmaktadır. İşte bu denge El-Adl isminin bir tecellisidir.
Ya dünya atmosferindeki oksijen dengesine ne demeli? Atmosferde % 21 oksijen, % 77 azot ve %2 oranında da diğer gazlar vardır. Eğer oksijen %21 oranında değil de biraz daha fazla olsaydı, ocağı yakmak için kibriti çaktığınızda dünyayı yakabilirdiniz. Ya da biraz daha az olsaydı, boğazımıza bir ip geçirilmiş gibi nefessiz kalırdık. İşte bu denge ve ölçü de El-Adl isminin bir tecellisidir.
İşte âlemdeki bütün bu dengeler, mizanlar ve ölçüler El-Adl isminin bir tecellisidir. Demek, bu ism-i şerif bir an âlemdeki tecellisini çekse, her şey birbirine girecektir. El-Adl isminin bu manadaki tecellisi sebebiyle Rabb’imize sonsuz hamd ve sena olsun.
3. Her şeye hassas ölçülerle vücut vermek, suret giydirmek ve her azayı yerli yerine koymak El-Adl isminin bir tecellisidir.
Şimdi El-Adl isminin bu manadaki tecellisini insan üzerinde tefekkür edelim:
Vücudumuzda altmışa yakın element bulunmaktadır. Bu elementlerin hepsi bir ölçüye ve dengeye göre vücudumuzda bulunmaktadır. Vücudumuzda belli ölçülerde demir, magnezyum, krom gibi elementler vardır. Bunların azlık veya çokluğu hastalıklara sebep olur. Mesela bakır kan yapıcı özelliğe sahiptir. Eksikliğinde sinir hastalıkları baş gösterir. Mangan beyin fonksiyonlarını işlettirir. Eksikliği davranış bozukluklarına sebep olur. Kadminyumun görevi ise tansiyonu ayarlayıp düzgün çalışmasını sağlamaktır. Eksiklik veya fazlalığında tansiyon rahatsızlıkları baş gösterir. Vücudun herhangi bir yerine elementlerin yığılması ise hormonal bozuklukları meydana getirir. İnsanın vücudunda böyle son derece hassas bir denge hâkim olduğu gibi, diğer hayat sahipleri olan hayvanların ve bitkilerin vücudunda da aynı denge hâkimdir. İşte bu denge El-Adl isminin bir tecellisidir.
Şimdi de suretlerdeki ve azaların yerleştirilmesindeki dengeye ve ölçüye bakalım:
İnsanın yüzü… Ne kadar da ölçülü ve dengeli… Her aza birbiriyle ne kadar uyum içinde… Mesela eğer burnumuz biraz uzun olsaydı, ağzımızı kapatırdı. Kaşlarımız uzasaydı, gözlerimizi kapatırdı. Ya dişlerimiz ya da dilimiz uzun olsaydı, bu durumda ağzımızı kapatamazdık. Gözümüz veya kulağımız büyük veya küçük olsa ne kadar dengesiz ve ölçüsüz olurdu. Her aza dengeli yaratılmış ve diğer azalarla uyumu da mükemmel bir şekilde sağlanmış.
İşte suretlerin böyle dengeli bir şekilde icadı, azaların ölçülü bir şekilde yaratılması ve azalar arasındaki uyum El-Adl isminin bir tecellisidir. El-Adl ismi bu manasıyla her an sayısız varlıkta tecelli etmektedir.
4. İyiliklere sevap ve kötülüklere ceza vermek El-Adl isminin bir tecellisidir. Demek, mümine cenneti vermek ve kafiri cehenneme sokmak El-Adl isminin bir tecellisidir. Gerçi cennet kazanılmaz, o bir lutf-u İlahidir. Ancak müminlerle kafirlerin arasını ayırarak müminleri cennete, kafirleri cehenneme sokmak bir adalettir ve ism-i Adlin bir tecellisidir. El-Adl isminin bu ciheti ahirette tam manasıyla tecelli edecektir.
Bu isimden hissemiz şu olmalıdır: İlk önce her işimizde doğru ve adaletli davranmalı ve El-Adl ismine bu cihette bir ayna olmalıyız. Yalan ve hileye asla başvurmamalıyız. Daha sonra, bu ismin saydığımız manalarını âlemde tefekkür etmeliyiz.
Şimdi El-Adl isminin âlemdeki tecellilerini tefekkür edelim:
1. Zalimlere gelen bütün azaplar El-Adl isminin bir tecellisidir. Nuh kavminin, Ad kavminin, Semud kavminin, Firavunların, Nemrutların, Karunların helakı hep bu ismin tecellisiyledir. Nerede bir zalim varsa ve ona bir helak inmişse, onda El-Adl ismi tecelli etmiştir.
El-Adl isminin bu manasıyla bizlerde tecelli etmesinden Rabbimize sığınırız.
2. Kâinattaki mizan, denge ve ölçü El-Adl isminin bir tecellisidir. Şimdi El-Adl isminin bu manasını âlemde tefekkür edelim: Şu âlemdeki her varlık, mikroorganizmalardan bitki ve hayvanlara varıncaya kadar her şey bu dünyayı istila etmek ister. Hâlbuki onların bu istila arzusu bir kuvvetin engellemesi ile önlenir ve her biri onlara tayin edilen limiti geçemez.
Mesela bir mikroorganizma uygun şartları bulduğunda 44 saat içinde 5000 dünya ağırlığında bir büyüklüğe ulaşabilme özelliğine sahiptir. Eğer bu mikroorganizma dilediği gibi büyüyebilseydi, tek başına şu âlemi istila edebilirdi. Ancak diğer canlıların hayat haklarının korunması için bu mikroorganizmaya müsaade edilmemiş ve çeşitli düşmanlarla mücadele etmek zorunda bırakılarak dünyayı istilasının önüne geçilmiştir. İşte bu organizmanın büyümesini önleyen El-Adl isminin tecellisidir.
Denizlerde milyonlarca yumurta yumurtlayan balıklara da bir sınır getirilmiştir. Eğer bir sınırlama getirilmeseydi, her bir balık türü denizleri kendi cinsiyle istila ederdi ve denge de yerle bir olurdu.
Mesela ıstakoz bir yılda yedi milyon yumurta yumurtlar. Eğer bunların hepsi ıstakoz olsaydı, birkaç senede denizler ıstakozla dolar taşardı.
Mezgit balığı da senede altı milyon yumurta yumurtlar. Eğer bütün mezgitler yaşasaydı, bir seneye kalmaz denizler mezgitle dolardı. Oysa altı milyon mezgitten ancak bir düzinesi hayatta kalabilmekte ve diğerleri hayvanlara yem olmaktadır.
Eğer balıklar ve diğer deniz canlıları diledikleri gibi çoğalsalardı, bir sene içinde denizlerin dörtte üçünün canlılarla dolup taşacağını, karaları da suların istila edeceğini kestirmek herhâlde güç olmaz. Ancak buna müsaade edilmemekte ve denizlerde muhteşem bir denge hâkim olmaktadır. İşte bu denge El-Adl isminin bir tecellisidir.
Ya dünya atmosferindeki oksijen dengesine ne demeli? Atmosferde % 21 oksijen, % 77 azot ve %2 oranında da diğer gazlar vardır. Eğer oksijen %21 oranında değil de biraz daha fazla olsaydı, ocağı yakmak için kibriti çaktığınızda dünyayı yakabilirdiniz. Ya da biraz daha az olsaydı, boğazımıza bir ip geçirilmiş gibi nefessiz kalırdık. İşte bu denge ve ölçü de El-Adl isminin bir tecellisidir.
İşte âlemdeki bütün bu dengeler, mizanlar ve ölçüler El-Adl isminin bir tecellisidir. Demek, bu ism-i şerif bir an âlemdeki tecellisini çekse, her şey birbirine girecektir. El-Adl isminin bu manadaki tecellisi sebebiyle Rabb’imize sonsuz hamd ve sena olsun.
3. Her şeye hassas ölçülerle vücut vermek, suret giydirmek ve her azayı yerli yerine koymak El-Adl isminin bir tecellisidir.
Şimdi El-Adl isminin bu manadaki tecellisini insan üzerinde tefekkür edelim:
Vücudumuzda altmışa yakın element bulunmaktadır. Bu elementlerin hepsi bir ölçüye ve dengeye göre vücudumuzda bulunmaktadır. Vücudumuzda belli ölçülerde demir, magnezyum, krom gibi elementler vardır. Bunların azlık veya çokluğu hastalıklara sebep olur. Mesela bakır kan yapıcı özelliğe sahiptir. Eksikliğinde sinir hastalıkları baş gösterir. Mangan beyin fonksiyonlarını işlettirir. Eksikliği davranış bozukluklarına sebep olur. Kadminyumun görevi ise tansiyonu ayarlayıp düzgün çalışmasını sağlamaktır. Eksiklik veya fazlalığında tansiyon rahatsızlıkları baş gösterir. Vücudun herhangi bir yerine elementlerin yığılması ise hormonal bozuklukları meydana getirir. İnsanın vücudunda böyle son derece hassas bir denge hâkim olduğu gibi, diğer hayat sahipleri olan hayvanların ve bitkilerin vücudunda da aynı denge hâkimdir. İşte bu denge El-Adl isminin bir tecellisidir.
Şimdi de suretlerdeki ve azaların yerleştirilmesindeki dengeye ve ölçüye bakalım:
İnsanın yüzü… Ne kadar da ölçülü ve dengeli… Her aza birbiriyle ne kadar uyum içinde… Mesela eğer burnumuz biraz uzun olsaydı, ağzımızı kapatırdı. Kaşlarımız uzasaydı, gözlerimizi kapatırdı. Ya dişlerimiz ya da dilimiz uzun olsaydı, bu durumda ağzımızı kapatamazdık. Gözümüz veya kulağımız büyük veya küçük olsa ne kadar dengesiz ve ölçüsüz olurdu. Her aza dengeli yaratılmış ve diğer azalarla uyumu da mükemmel bir şekilde sağlanmış.
İşte suretlerin böyle dengeli bir şekilde icadı, azaların ölçülü bir şekilde yaratılması ve azalar arasındaki uyum El-Adl isminin bir tecellisidir. El-Adl ismi bu manasıyla her an sayısız varlıkta tecelli etmektedir.
4. İyiliklere sevap ve kötülüklere ceza vermek El-Adl isminin bir tecellisidir. Demek, mümine cenneti vermek ve kafiri cehenneme sokmak El-Adl isminin bir tecellisidir. Gerçi cennet kazanılmaz, o bir lutf-u İlahidir. Ancak müminlerle kafirlerin arasını ayırarak müminleri cennete, kafirleri cehenneme sokmak bir adalettir ve ism-i Adlin bir tecellisidir. El-Adl isminin bu ciheti ahirette tam manasıyla tecelli edecektir.
Bu isimden hissemiz şu olmalıdır: İlk önce her işimizde doğru ve adaletli davranmalı ve El-Adl ismine bu cihette bir ayna olmalıyız. Yalan ve hileye asla başvurmamalıyız. Daha sonra, bu ismin saydığımız manalarını âlemde tefekkür etmeliyiz.
Ya Rab! Gazabından rızana, azabından affına, adaletinden rahmetine sığınırız. Affın cömertliğindir, azabın ise adaletindir. Bize adaletinle değil, kereminle muamele eyle.
Cenab-ı Hak bizleri El-Adl ismine tam bir ayna yapsın. Ve mahluklar üzerinde bu ismin tecellisini okuyarak zatına ulaşan kullar zümresine dâhil eylesin! Âmin!
Esmaü'l Hüsna şerhi Ali Osman Tatlısu/
https://feyyaz.tv/el-mumin.html
En Güzel İsimler 99 Esma Sonsuz Mana-Vaize Fatma Bayram
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder