27 Temmuz 2019 Cumartesi

KÜÇÜK NOTLARIM (23) : Belalar- Prof. Dr. Halis AYDEMİR


10 siddetinde bir bela yaşayacaksak, nimetteyken hergün şükredersek belanın şiddeti hafifler.

Allah cc adildir. Sonuçta sen tek bir şiddetli imtihan olur 10 puan alırsın; beriki 10 ayrı imtihandan 10 puan alır. Burada Allaha karşı zannını bozmamaktır istenen.

İçkiye istegi zaten olmayan birisi için o emri yerine getirmesi kolaydır. İçmeyi seven biri ise bırakmak için çaba sarfederken sınanır. Bu imtihanın şiddeti onun zorlanmasıyla paraleldir . Biri için küçük olan bu imtihan diğeri için büyük bir imtihan olabilir.

Herkesin zorlanması kendine verilen mal, para ... ile paraleldir . Sonuçta herkese verilen zorluk aynıdır.


Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden küçük notlar

26 Temmuz 2019 Cuma

KÜÇÜK NOTLARIM (22) : Zafiyetler- Prof. Dr. Halis AYDEMİR


Hangi konuda zafiyetimiz varsa bu zafiyetler üzerinden kişinin kararlılığı yoklanıyor! Kişi Cenabı Hakkın emrettiği hususta boyun eğmemeyi kararlı bir tepkiye dönüştürürse o sıkıntılı taraftan çürüme başlar. Biz hiçbir konuda Cenabı Hakka bunu benden isteme yapamam diyemeyiz

Sınanırken Allahu Teala’ya saygılı olmaya devam ediyor muyuz bu yoklanır. İnsandaki değişik duygular yoklanıyor! Koşulların değiştirilmesiyle kişi Allah Azze ve Celleye saygılı olmaya devam edecek mi? 

Cenabı Hakka saygılı oluruz ama iş menfaatimizle çatıştığında ikilemde kalıyormuyuz? Yoksa  Allahu Teala’ya saygılı olmaya devam ediyor muyuz?

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden küçük notlar

25 Temmuz 2019 Perşembe

KÜÇÜK NOTLARIM (21) : şeytanlaşmak- Prof. Dr. Halis AYDEMİR


Kendisini görmediğimiz şeytan adeta bir kanal üzerinden bizim düşünce dünyamıza değişik dosyalar indiriyor ve o indirdiği dosyalardaki acayip görüntü ve düşüncelerle bir virüs gibi Allah için olan niyetlerimizi bozmaya çalışıyor…

Kul şeytanlaşmadığı, kararlı bir şekilde inkar etmediği sürece ne kadar günahı olursa olsun Cenabı Hakk'dan af diliyorsa kesinlikle Allah Azze ve Celleyi bağışlar ve esirger bulur!

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar

24 Temmuz 2019 Çarşamba

KÜÇÜK NOTLARIM (20) : Musibetler - Prof. Dr. Halis AYDEMİR


Yaşadığımız her musibet Rabbimiz tarafından bizim bir yanlıştan dönmemiz için verilmiştir.
 Her musibet Rabbimizin mümin kullarına "dur etme, yapma" demek için verdikleridir. 

Bize verilen irade ile biz hakkı ya da batılı tercih ederiz. Allah-u Teala bizi bu konuda serbest bıraktığı için müdahale etmez. Kendi irademiz ile hakka dönmemizi ister.

Ama kişi inatla ve kesin bir kararlılıkla durmaz yanlışlarına devam ederse Rabbimiz de onu kendi haline bırakıp yardımı keser. 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR


TEFSİR DERSLERİ- NAHL Suresi Tefsirinden kısa notlar

23 Temmuz 2019 Salı

Namazda gülmek abdesti bozar mı?


Hanefi mezhebine göre, namazda sesli gülmenin hem namazı hem de abdesti bozmasının delili nedir?

Hanefiler(1) namazda sesli gülme ile kahkahayı birbirinden ayırmışlardır. 


Hanefilere göre "gülmek" sadece kendisinin duyabileceği kadar olan harekettir. Gülmede yanındakiler sesi işitmez. Bu şekilde gülmenin hükmü sadece namazı bozmuş olmaktır. Bu türlü gülmek abdesti bozmaz.

Fakat "kahkaha" hem namaz kılanın kendisinin hem de yanındakilerin işiteceği kadar olandır. Bu hem namazı hem de abdesti bozar. 


"Tebessüm" ise, sessiz olarak ortaya çıkan hareket olup, bundan ötürü namaz bozulmaz.

Hanefilerin yukarıdaki görüşlerinin dayandığı delil mana olarak şu hadisi şeriftir:

"Sizden her kim kahkaha ile sesli olarak gülerse, hem namazı hem de abdesti birlikte iade etsin."
(2)

Şafii mezhebine göre ise, namazdayken kahkaha ile gülündüğünde iki veya daha fazla harf yahut anlaşılır bir harf açığa çıkarsa namaz bozulur. Bu durumda namazın bozulması kahkahadan değil, kahkaha ile birlikte telaffuz edilen harften dolayıdır. Gülmesi baskın gelen kişi çok gülmediği takdirde namazı bozulmaz.

Dipnotlar:

1. El-Hidaye 1, 6; El-Bedayi 1, 232
2. Bu konuda rivayet edilmiş müsned ve mürsel hadisler vardır. Müsned olan hadisler Ebu Musa el Eşari, Ebu Hureyre, Abdullah b. Ömer, Enes b. Malik, Cabir b. Abdullah, İmran b. Husayn ve Ebu'l-Muleyh tarafından rivayet edilmiştir. Ebu Musa hadisini Taberani rivayet etmiştir: "Bir ara Resulullah (a.s.m) insanlara namaz kıldırırken bir adam mescide girerek mescid içindeki bir çukura düşmüştü. Bu adamın gözleri kör idi. Namazdaki cemaatin çoğu buna güldüler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (a.s.m) gülen cemaatin namazları ile birlikte abdestlerini yenilemelerini emretmiştir." (Nasbu'r-Raye 1, 47-54)
(bk. Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, II/151)

22 Temmuz 2019 Pazartesi

Arazilerin çeşidi, mirasta paylaşımı, zekatı (öşürü)


Soru:
Mirasta, arazi paylaşımının kadın-erkek eşit olarak yapılacağını ve arazilerin sahibi devlet olduğu için bunlardan elde edilen üründen zekat verilmeyeceğini söyleyenler ve yazanlar var. Bu konularda bizi aydınlatmanızı rica ediyoruz.

Cevap:

Vaktiyle halkın mülkü olmayan, yalnızca tasarrufuna (kullanımına) malik oldukları bir arazi çeşidi vardı, buna mîrî arazi denirdi. Bu arazinin, tasarruf hakkı sahibinin ölümü halinde kimlere nasıl intikal edeceği padişahların çıkardığı kanunlar ile düzenlenirdi. Bazan bu arazilerin erkek ve kız evlada eşit olarak intikali de kanunlaştırılmıştı. Bugün böyle bir arazi yoktur. Bütün mülk toprakları tam mülkiyet niteliklidir; yani taşınır mallar nasıl mülk ise onlar da öyle mülktür ve tam mülkün varisler arasında paylaşımı feraiz kurallarına ve oranlarına göre yapılır.
Bugün bütün topraklar gerçek mânada, tam mülkiyet hakkıyla mülk olduğu için bu topraklardan elde edilen zirâi ürünlerden zekat (öşür) de verilecektir.

http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00063.htm

21 Temmuz 2019 Pazar

Ev ve arabanın zekatı ile ilgili birkaç soru.


Soru ve Cevaplar:
...Zekatla ilgili net bir cevaba ulaşamadığımız bir mevzuda bizi aydınlatırsanız memnun oluruz. Ben kirada oturuyorum. Başka da bir evim yok. Ama ödemekte olduğum iki ayrı kooperatif hissesi var. Birincisi memleketimde olup ev sahibi olabilmek amacıyla kendim ödüyorum. İkincisi ise arkadaşımla birlikte ortak girdik ve yarı yarıya ödüyoruz. Bununla ilgili niyetimiz öncelikle bitene kadar ödemek. Sonrasında eğer taraflardan birinin o günün şartlarında almaya gücü yeterse birimizin tamamını satın alarak ev sahibi olması -ki bu gün için bu imkansız- ya da kiraya verip kirasını ortak almak. Üçüncü ihtimal ise başkasına satıp parasını paylaşarak başka bir yerde değerlendirmek. Yani bu gün için ne yapacağımıza henüz biz de karar vermiş değiliz. Bizim bununla ilgili bulduğumuz tek husus: "Ticari olmayan ev, dükkan, gibi mallara zekat düşmez. Ancak bunların kira ve gelirlerine, nisab fazlası olması halinde zekat düşer." Çevremizden ise koop. olarak devam ettiği müddetçe zekatın düşeceği yönünde fetvalar da duyduk. Bu yüzden ihtilafta kaldık.

Soru 1. Benim durumumda olan bir kişi bu koop.ların zekatını nasıl verecek? 


Cevap. İster kooperatif yoluyla ister başka şekilde ev yaptıran veya yaptırmak isteyen bir kimse eğer bu evi oturmak için yaptırıyorsa, hem bu evin yapılmış kısmının değeri üzerinden hem de bunun için ayırdığı paradan zekat vermez, ev aslî (temel, olmazsa olmaz) ihtiyaçlardan sayılır. Oturmak içim değil de satıp parasını başka şeylere sarfetmek için ev yaptırıyorsa bunun maliyet değerinden ve buna ayırdığı paradan kırkta bir olarak zekat vermesi gerekir.

Soru 2.
Kendi evinde oturduğu halde, kişinin kiracısı olmayan ve satılık olmayan ikinci bir evi varsa o evin zekatı var mıdır? Neye göre verilir. 

Cevap. Böyle bir ev kira için ayrılmış ise zekata tabi değildir; kiraya verildiğinde safi geliri (yıllık olarak nisabı buluyorsa) bunun yüzde onu zekat olarak verilir.

Soru 3.
Kendisi kirada oturduğu halde başka bir evi ve bundan gelen kirası varsa ve aldığı kira ile kendi kirasını ödüyorsa zekatı olur mu? (Diğer mallarından ödeyeceği zekata o kirayı dahil eder mi?) 

Cevap.
Evi olduğu halde burada oturmayıp kirada oturan, evini de kiraya veren bir kimsenin bu evden vereceği zekat, yukarıdaki maddede geçen kira gelirinden verilen zekattır; yani nisaba erişen safi gelirin yüzde onunu zekat olarak verir. Zekatı kırkta bir olan malların zekatı ile -gelir getiren ve zekatı, safi gelirinin onda biri olan ev, otobüs, makine, otel vb.nin zekatı ayrı ayrı hesaplanır.

Soru 4.
Araba binek hükmünde ve zekat düşmez diye biliyoruz. Ancak her an satılabilecek konumda olduğundan ticari mal gibi düşünülmeli midir? 

Cevap. Bir çok mal hemen satılabilir durumdadır; hemen satılabilir olmak malı zekatlık yapmaz; yani edinme ve kullanma niyeti esas alınır; aslî ihtiyaç sayılan mallar zekata tabi değildir; araba da böyledir.

Soru 5.
Araba hususunda lüks olması zekatı nasıl etkiler. (5 milyarlık araba da var 35 milyarlık araba da var) Hepsi tek binek hükmünde midir? 

Cevap.
Eski zamanlarda da insanların binekleri kıymet bakımından farklı idi; çok değerli atları ve develeri olanlar ile adi bineği olanlar aynı sayılır, kıymetli binek sahipleri bundan dolayı zekat ödemezlerdi.

http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00062.htm

20 Temmuz 2019 Cumartesi

İSRA SÛRESİ 22.- 30. ayetlerin tefsiri


Müslüman Toplumun Esasları: İmanın Esası Tevhid, İslam Toplumunun Temeli Aile Bağıdır

22- Allah ile beraber başka bir ilâh edin­me! Yerilmiş ve terkedilmiş olarak kalırsın.

23- Rabbin hükmetti ki: Kendisinden başkasına ibadet etmeyesiniz. Ana ve babaya iyi davranasınız. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında iken yaşlanacak olursa onlara: "Öf dahi deme! Onları azarlama ve her ikisine de tatlı söz söyle.

24- Merhametinden dolayı onlara alçakgönüllülük kanatlarını indir ve de ki: "Rabbim o ikisi beni küçükken yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et."

25- Rabbiniz nefislerinizde olanı en iyi bilendir. Eğer salihlerden olursanız 'muhakkak ki o, kendisine dönenlere mağfiret edicidir.

26- Yakın akrabaya hakkını ver, misk­ine ve yolcuya da. Ama saçıp savurma.

27- Çünkü saçıp savuranlar şeytanlarla kardeş olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.

28- Rabbinden beklediğin bir rahmet için onlardan yüz çevirmek zorunda kalırsan o zaman onlara yumuşak bir söz söyle.

29- Ve elini boynuna bağlı kılma. Onu büsbütün de açıp durma; yoksa kınan­mış ve pişman olarak kalakalırsın.

30- Muhakkak ki Rabbin dilediğine rızkı genişletir ve daraltır. Muhakkak ki O, kullarından haberdardır, Basîr'dir.


Açıklaması

Yüce Allah tevhidin gerçeğini açıklamak üzere Rasulüne sas hitapta bulun­maktadır. İmanın gerçeği tevhiddir, Allah'ın ortaklarını reddetmektedir. Bu hitabın muhatapları ümmetin mükellef olanlarıdır. Çünkü o dönemde Hz. Peygamberin sas anne ve babası yoktu.

Ey mükellef olan insan, ulûhiyyet ve ibadetinde Yüce Allah'a ortak koşma!

Yalnızca O'nu ilâh ve Rab tanı. O'ndan başka ilâh yoktur, O'nun dışında ilâh yoktur, O'nun dışında Rab yoktur, hakkıyla ibadete lâyık kimse yalnız O'dur. Sen Allah ile birlikte bir başka ilâhı kabul edecek olursan, Ona ortak koştuğundan dolayı kınanmış olursun. Yardımsız kalırsın, Rabbin sana yardımcı olmaz; hatta sen kime ibadet ettiysen seni de onunla başbaşa bırakır. Onun ise ne bir fayda ne de bir zarar verecek gücü vardır. Ahmed, Ebu Davud ve Tirmizî, Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle dediğini nakletmektedirler: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Her kime bir ihtiyaç arız olur da o da bunu insanlara (karşılamaları için) götürecek olursa, onun bu ihtiyacı karşılanmaz. Her kim bu ihtiyacını Allah'a arz ederse er veya geç Allah'ın ona bir rızık göndermesi uzak değildir." Kısacası müslüman toplumun birinci esası Allah'ı tevhid etmek ve ona şirk koşmamaktadır.

Akide ve imanın en büyük esası olan tevhidin açıklanmasından sonra Yüce Allah imanın şeâirini (alâmetlerini) ve gereklerini söz konusu etmektedir. Bu hususlar da şunlardır:

1- Yalnızca Yüce Allah'a ibadet etmek: "Rabbin hükmetti ki: Kendisinden başkasına ibadet etmeyesiniz." Yani Yüce Allah kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. Bu ise iki hususu kapsamaktadır: Yüce Allah'a ibadet ile meşgul olup Allah'tan başkasına ibadetten sakınmak. Çünkü ibadet tazimin en ileri derecesidir. Bu ise Aziz ve Celil olan Allah'tan başkasının hakkı değildir.

2- Anne, babaya iyilik: "Ana ve babaya iyi davranasınız." Yüce Allah pek çok ayet-i kerimede kendisine ibadet etmek emriyle birlikte anne babaya iyi davranma emrini bir arada zikretmiştir. Çünkü insanın var olmasının gerçek sebebi olan Yüce Allah'tan sonra, var olmasının zahirî sebebi onlardır. Şefkat, merhamet, onların iyiliklerinin tercih edilmesi, yumuşaklıktan oluşan bir ortam içerisinde çocukların terbiye edilmesini onlar sağlamışlardır. Buyruğun anlamı şudur: Ve Yüce Allah anne babaya iyilik yapılmasını emretmiştir. Yahut da anne babaya iyilik yapmanızı, onlara güzel davranmanızı emretmiştir. Nitekim Yüce Allah bir başka ayet-i kerimede şöyle buyurmak­tadır: "Bana, anne ve babana şükret diye
tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş yalnız banadır." (Lokman, 31/14). Bu ise onların çocuklarına olan şefkatleri ve iyilikleri dolayısıyladır. Çocuğun terbiye ve korunması için azami gayret harcamalarından ötürüdür. O bakımdan onlara karşı güzel davranmak, iyi hareketlerde bulunmak bir vefakârlıktır, bir insanlıktır. Bu da onlara karşı güzel davranmakla, varlıklı ise maddi açıdan yardım ile olur. Bundan dolayı Yüce Allah onlara yapılacak bir­takım iyilik şekillerini beyan ederek şöyle buyurmaktadır:

"Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında iken yaşlanacak olurlarsa..." Yani ana ve baba yahut onlardan birisi senin yanında yaşlanacak ve ömürlerinin son dönemlerinde senin yanında tıpkı hayatının başlangıcında olduğu gibi zayıf ve aciz düşecek olurlarsa aşağıdaki şu beş görevi yerine getirmelisin:

a) "Onlara öf dahi deme." Yani en asgari seviyede sıkıntı belirten kötü bir söz söyleme. Hatta öf dahi dememelisin. Bu kötü sözün en aşağı derecesindeki sıkılmanın ifadesidir. Bu her durumda, özellikle de zayıf oldukları, yaşlandıkları ve kazanç sağlamaktan acze düştükleri vakit böyle olmalıdır. Çünkü o dönemde artık iyiliğe olan ihtiyaçları daha fazladır, daha gereklidir ve daha önceliklidir. Bundan dolayı Yüce Allah yaşlılık durumunu özellikle zikret­miştir.

Müslim, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Burnu yerde sürtünsün, burnu yerde sürtünsün, burnu yerde sürtünsün." Kimin ey Allah'ın Rasûlü? diye sorulunca şöyle dedi: "Anne babasından birisinin yahut da ikisinin yaşlılığına yetişip de cennete giremeyen kimsenin."

b) "Onları azarlama". Yani senden onlara karşı çirkin bir iş sadır olmasın. Of demenin yasaklanması ile azarlanmanın arasındaki fark şudur: Birincisi az veya çok usancı açığa vurmayı yasaklamaktadır. İkincisi ise cevap vermek yahut yalanlamak gibi yollarla sözle dahi onlara muhalefeti açığa vurmayı yasaklamaktadır. Oflamak, puflamak gizli ve hafif kötü söz, azarlamak ise kaba ve sert bir şekilde paylamak demektir.

c) "Ve her ikisine de tatlı sözler söyle." Yani ikisine de hoş, güzel, yumuşak; onları sayıp tazim etmekle ve onlara karşı tam bir edep ile söz söyle. Dikkat edilecek olursa Yüce Allah öncelikle onları rahatsız edecek şeyleri yasakladı, arkasından onlara güzel söz söylemeyi, onlarla hoş konuşmayı emretti. Çünkü tehalli olumsuzluklardan arınma güzelliklerle bezenmekten önce gelir. Ömer b. el-Hattâb (r.a.) bu yüce buyruğu açıklarken şöyle demektedir: "Bu, kişinin babacığım ve anneciğim demesi şeklinde olur." Yani onları isimleriyle çağırmasın. Onlara sesini yükseltmesin. Onlara dik dik bakmasın. Said b. el-Müseyyeb'e tatlı söz söylemenin ne demek olduğu sorulmuş, o da: "Bu, suçlu bir kölenin oldukça sert efendisinin karşısında konuşması gibi olmalıdır." diye cevap vermiştir.

d) "Merhametinden dolayı onlara alçakgönüllülük kanatlarını indir." Yani davranışlarınla onlara karşı alçakgönüllülüğünü sergile. Bundan kasıt ise ala­bildiğine alçakgönüllü ve yumuşak davranmaktır. Çünkü kanatların indirilme­si mütevazi davranmaktan kinayedir. Kuşun yavrusunu kanadı altına alması haline benzetilmektedir. Alçakgönüllülüğün anne babasına karşı merhamet ve şefkattan dolayı olması gerekir. Yoksa yalnızca emre uymak ve tenkit edilmek­ten korkmaktan dolayı olmamalıdır.

e) "Ve de ki: Rabbim o ikisi beni küçükken yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et." Yani yaşlandıkları vakit olsun, vefatları esnasında olsun Yüce Allah'tan onlara rahmet dile. el-Kaffal (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) dedi ki: Yüce Allah, anne babaya iyiliği öğretirken söylenecek sözleri öğretmekle kalmayıp buna yapılacak davranışları öğretmeyi de ilâve etmektedir ki, bu da rahmetle dua etmektir. Kişi: "Rabbim...onlara merhamet et." demekle emrolunmuştur. Merhamet lafzı ise din ve dünyadaki bütün hayırları kapsayıcı bir lafızdır. Yüce Allah'ın: "Beni küçükken yetiştirdikleri gibi" buyruğu ise, "Beni terbiye ederken bana iyilik yaptıkları gibi sen de onlara iyilik yap." anlamındadır. Terbiye, geliştirip büyütme demektir. Özellikle onu söz konusu etmesi kulun anne babasının şefkatini ve onu terbiye ederkenki çaba ve gayretlerini hatırlaması içindir. Bu onun anne babasına olan şefkat ve düşkünlüğünü daha da arttıracaktır.

Anne babaya iyilik hakkında pek çok hadis-i şerif vârid olmuştur. Bunlar­dan birisini Tirmizî ve Hâkim, Ebu Hureyre ile Enes (r.a.)'ten rivayet etmekte­dirler. Buna göre Rasulullah (s.a.) minbere çıktı, sonra üç defa "Âmin, âmin, âmin" dedi. "Ey Allah'ın Rasulü, ne diye âmin dedin?" diye sorulunca şöyle dedi: "Bana Cebrail geldi ve Ey Muhammmed, dedi. "Yanında adın anıldığı halde sana salatü selâm getirmeyenin burnu yere sürtünsün: Âmin de," dedi ben de âmin dedim. Sonra: "Ramazan ayına erişip de Ramazan ayı çıkıp gittiği halde kendisine mağfiret olunmayanın burnu yere sürtünsün. Âmin de," dedi; ben de âmin dedim. Sonra; "Anne babasına yahut onlardan birisine yetişip de bu durumun kendisini cennete sokmadığı kişinin de burnu yere sürtünsün. Âmin de," dedi ben de âmin dedim."

İyilik onlar hayatta iken olduğu gibi onların ölümünden sonra da olabilir. Buna delil ise Ahmed, Ebu Davud ve İbni Mâce'nin Malik b. Rabîa es-Sâidî'den yaptıkları şu rivayettedir: Malik dedi ki: Ben Rasulullah (s.a.)'ın yanında otu­ruyor iken ona Ensar'dan bir adam gelip şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü, onların vefat etmelerinden sonra anne babamın benim üzerimde kendilerine karşı yap­mam gereken bir iyilik var mı? Hz. Peygamber sas şöyle dedi: "Evet! Dört şeyi yer­ine getirmelisin: Onlara rahmet ve istiğfarla dua edeceksin, söz vermişlerse yer­ine getireceksin, arkadaşlarına ikramda bulunacaksın ve onlar tarafından akrabalık bağı ile bağlandığın akrabalarını gözeteceksin. İşte vefat etmelerinden sonra onlara karşı yapmakla görevli olduğun iyilikler bunlardır."

Şayet anne ve baba kâfir iseler çocuğun, hayatta oldukları sürece hidayet bulmaları, için onlara dua etmesi, imana kavuşmalarından sonra da onlara rahmet olunması için duada bulunması gerekir. Kur'ân-ı Kerim ölümlerinden sonra müşriklere mağfiret dilemeyi yasaklamıştır, isterse bunlar akraba olsun­lar. Bu yasak şu ayet-i kerimede yer almaktadır: "Peygamberlerin ve iman edenlerin yakın akraba olsalar dahi müşriklere mağfiret dilemeleri olacak şey değildir." (Tevbe, 9/113). Buna göre müslüman kimse -müslüman olmayan anne ve babasına ölümlerinden sonra rahmet dilemek müstesna- güzel bir şekilde davranır.

Bu ayet-i kerime gereğince amel etmek için yalnızca bir defa onlara rah­met talep etmek yeterlidir. Çünkü emrin zahiri vücup ifade eder ve yine emrin zahiri tekrarı gerektirmez. Süfyan'a: "Anne babasına insan ne kadar dua etmelidir, günde bir defa mı ayda bir defa mı, senede bir defa mı?" diye soru­lunca, şu cevabı verdi: (Namazdaki) Teşehhüdün sonlarında onlara dua etmenin yeterli olacağını ümid ederiz.

Anne babaya kötü davranmanın büyük günahlardan olduğunu dinimizin ortaya koymuş olması yeter. Tirmizî, Abdullah b. Ömer'den şöyle bir hadisi şerif rivayet etmektedir: "Rabbin razı olması babanın razı olmasına bağlıdır. Rabbin gazap etmesi babanın gazap etmesine bağlıdır."

Daha sonra Yüce Allah anne babaya iyilik yapmak hususunda işi gevşek tutmaktan sakındırarak: "Rabbiniz nefislerinizde olanı en iyi bilendir..." diye buyurmaktadır. Yani asıl değerlendirme kalpte olana, sizin nefislerinizde gizle­diğiniz itaatte ihlâsa veya ihlâssızlığa göredir. Yüce Allah sizin nefislerinizde olana muttalidir. Hatta O, bu durumlarınızı sizden daha iyi bilir. Çünkü siz yanılır, unutur ve her şeyi kuşatamayabilirsiniz. Kasdi olmayarak bir kimse herhangi bir yanlışlık, bir hata işleyecek olursa, niyeti iyi olduğu sürece Allah bundan dolayı onu cezalandırmaz. Çünkü şanı yüce Allah tevbe edip tekrar hayra yönelenlere, kasdi olmayarak yaptıkları kusurlara pişman olanlara mağfiret edicidir, bağışlayıcıdır. Günahtan tevbe eden kimse ise masiyetten itaate dönen kimsedir. Allah'ın hoşlanmadığı şeyi terk edip Allah'ın sevdiği, razı olduğu şeye dönendir. Ayet-i kerimeden kasıt ise ihlâsı terk etmekten sakındırmaktır.

3- Akrabaya, yoksullara ve yolculara iyilik: "Yakın akrabaya hakkını ver, miskine ve yolcuya da." Yüce Allah anne babaya iyiliği söz konusu ettikten sonra, akrabaya iyilik yapmayı ve akrabalık bağlarını gözetmeyi zikretmekte­dir. Buyruğun anlamı şudur: Ey mükellef olan insan! Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış garip yolcuya hakkını ver. Bu ise akrabalık bağını gözetmek, sevgi göstermek, ziyaretleşmek, güzel geçinmek, muhtaç olduğu takdirde yok­sula yardımcı olmak, yolcuya da gideceği yere ulaşıncaya kadar azığını ve bineğinin masraflarını karşılamak için yardımda bulunmaktır. Hitap Rasulullah (s.a.)'a olmakla birlikte maksat umumidir. Ebu Davud'un Bekr b. el-Hâris'ten rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber sas şöyle buyurmuştur: "Annen ve baban, sonra sana daha yakın olan ve daha yakın olan." Yahut da: "Sonra da yakınlık sırasına göre akrabaların" Buharî ile Müslim de Enes'ten Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: "Her kim rızkının genişletilmesini, ömrünün uzun olmasını arzu ederse akrabalık bağlarını düzeltsin."

Bu emir Ebu Hanife'nin görüşüne göre kızkardeş, kardeş, anne-baba gibi nahrem olan akrabalara nispetle vücub (zorunluluk) ifade eder, Şafiî'nin görüşüne göre ise mendupluk ifade eder, -diğer akrabalar müstesna- nafakalarını karşılamak vaciptir. Hanefilere göre ise uzak dahi olsa, bütün akraba lehine nafaka vaciptir.

Yoksullara ve yolculara yardımcı olmak ise mendup sadakalar arasında yer alır.

4- Savurganlığın yasaklanması: "Ama saçıp savurma!" Yüce Allah infakı ve karşılıksız olarak harcamayı emrettikten sonra israfı yasaklamakta ve harca politikasını beyan etmektedir. Yani sen malı ancak mutedil bir şekilde olmayan yollarda ve hak sahipleri için harca. İsrafa da düşme. Savur-(tebzir) sözlükte malı israf yollarında harcayıp tüketmektir. Orta yollu mutedil yollu olmak ise İslâm'ın sosyal ve dini politikasıdır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: 'Ve onlar ki infak ettiklerinde (harcadıklarında) israf da etmezler, cimrilik de etmezler, bu ikisi arasında orta yolu tutarlar." (Furkân, 25/67).

Daha sonra Yüce Allah israfı şeytanların fiillerine izafe etmek suretiyle savurganlığın çirkinliğine dikkat çekerek: "Çünkü saçıp savuranlar şeytanlarla kardeş olmuşlardır." diye buyurmaktadır. Yani mallarını Yüce Allah'a isyan yolunda harcayan savurganlar bu çirkin fiilleriyle şeytanlara benzerler. Bunlar dünyada da ahirette de şeytanlarla birliktedirler. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim Rahmanın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o onun (ayrılmaz) arkadaşıdır." Yine Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "O zulmedenleri ve onlara eş olanları... (yani şeytanlardan onlarla birlikte olanları.) toplayınız..." (Saffat, 37/22).

İbni Mes'ud der ki: Savurganlık gerekli olmayan yerde harcamaktır. Mücahid der ki: Bir insan malının tümünü hak yolda harcayacak olsa savurganlık yapmış olmaz. Hak olmayan bir yerde bir avuç dahi harcayacak olsa bu da savurganlık olur. Ali (ra) nin şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Kendine, aile halkına israfsız ve savurganlığa sapmadan infak ettiğin ile verdiğin sada­ka senin lehinedir. Riyakârlık ve desinler diye yaptığın infak ise şeytanın payınadır." Selef-i salihinden birisi hayır bir yolda alabildiğine harcamalarda bulundu. Kendisine: "İsrafta hayır yoktur." denilince o: "Hayır, hayırda israf yoktur." diye cevap verir.

"Şeytan ise Rabbine karşı pek nanköndür." Yani şeytan Rabbinin nimetini çokça inkâr eder. Çünkü o Yüce Allah'a gereğince amel etmemiştir. Aksine Allah'a isyana, O'na muhalefete yönelmiştir. O bakımdan masiyetlerde ve yeryüzünde fesat çıkartmak yolunda insanları saptırmak uğrunda çalışmıştır.

el-Kerhî der ki: Yüce Allah'ın kendisine bir mevki, şeref veya mal ihsan ettiği kimse de bu durumdadır. Eğer bu kişi bunu Allah'ın razı olmayacağı bir alanda kullanacak olursa bu da Allah'ın nimetine bir nankörlüktür. Çünkü bu kişi sıfat ve fiiliyle şeytana uygun davranmış olur.

Şeytanın Rabbine karşı nankör olma niteliği, savurganın da aynı şekilde Rabbine nankör olacağını göstermektedir. Kimi ilim adamı şöyle demiştir: Bu ayet-i kerime Arapların âdetlerine uygun olarak indirilmiştir. Çünkü onlar talan ve baskınlar yoluyla mal topluyorlar, sonra da böbürlenmek ve övünmek arzusuyla bu malları insanları İslâmdan alıkoymak, müslümanları zayıflat­mak, düşmanlarını güçlendirmek için harcıyorlardı. İşte bu ayet-i kerime onların yaptıkları işlerin çirkinliklerine dikkat çekmek için nazil olmuştur.

5- Vereceğine dair güzel vaadde bulunmak yahut güzel söz söylemek: "Rabbinden beklediğin bir rahmeti elde etmek için onlardan yüz çevirmek zorunda kalırsan o zaman onlara yumuşak bir söz söyle." Yani eğer akrabadan, yoksuldan, yolcudan malının azlığı ve fakirlik sebebiyle -onları açıkça redd etmekten utanarak- yüz çevirecek olursan onlara güzel, yumuşak söz söyle ve Allah'ın rızkı gelecek olursa onları gözeteceğini belirterek onlara iyi vaadlerde bulun ve geçerli bir mazeret açıkla.

6- Yapılacak infakta orta yolu tutmak. "Ve elini boynuna bağlı kılma..."  Allah infakı emrettikten sonra burada da infakın adabını ve geçim için arta yol tutmayı, cimriliği yererek israfı da yasaklayarak emretmektedir. Yani kendine ve akrabalık bağlarını gözetmek hususunda ailene ve hayırlı işlerde cimri olma. Aynı şekilde aşırıya kaçacak şekilde alabildiğine bol bol infak ederek takatinden fazlasını verme. Gelirinden fazla -elinde bir şey kalmayacak şekilde- harcamada bulunma.

Kısacası: İnfakın esasları yaşayışta iktisat (orta yollu olmak), infakta da vasatı aşmamaktır. Cimrilik de etmemeli, israfa da kaçmamaktır. Cimrilik, aşırı eli sıkılık, savurganlık ise aşırı harcamadır. Her ikisi de yerilmiştir. işlerin en hayırlıları ise orta yollu olanlarıdır.

Ahmed, İbni Mes'ud'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah sas) buyurdu ki: "İktisat eden fakir düşmez." Beyhakî de İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Nafakada iktisat geçimin yarısıdır." ed-Deylemî de Müsnedü'l-Firdevs'inde Enes'ten merfu olarak şunu rivayet etmektedir: "Tedbir (idareli harcama) geçimin yarısıdır. Sevgi göstermek aklın yarısıdır. Üzüntü yaşlılığın yarısıdır. Aile efradının azığı ise iki zenginlikten birisidir."[9]

Buharî ile Müslim'de Ebu Hureyre (r.a.)'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Kulların sabahladığı her günde mutlaka iki melek semadan iner. Onlardan birisi: "Allah'ım, infak edene infak ettiğinin yerini tutacak olanı ver." Diğeri ise: "Allah'ım cimrilik edenin malını da telef et" diye dua eder. Müslim'in Ebu Hureyre'den merfu olarak rivayetine göre Hz. Peygamber sas şöyle buyurmuştur: "Sadakadan dolayı bir mal eksilmez. Allah için alçakgönüllülük edeni de Allah yükseltir." Ebu Davud da Abdullah b. Ömer'den merfu olarak şunu rivayet etmektedir: "Cimrilikten sakınınız, çünkü cimrilik sizden öncekileri helak etti. Bu cimrilik duygusu kendilerine cimri olmalarını emretti, onlar da cimrilik ettiler. Akrabalık bağını kesmelerini emretti kestiler, kötülük yapmalarını emretti onlar da kötülük işlediler."

Daha sonra Yüce Allah rızkın kendi iradesine bağlı olduğunu belirtti ki, insanlar kimi vakitler rızıklarının daralmasının Allah nezdindeki hallerinin kötülüğünden kaynaklanmadığını idrak etsinler. Şöyle buyurmaktadır: 'Muhakkak ki Rabbin dilediğine rızkı genişletir ve daraltır." Yani ey Rasul, rızık veren, kısan, yayan, yarattıklarında dilediği gibi tasarruf eden, dilediğini zengin kılan dilediğini fakir kılan -bu husustaki hikmeti gereğince- senin Rabbindir. İşte bundan dolayı Yüce Allah: "Muhakkak ki O kullarından haberdardır, Basîr'dir." diye buyurmaktadır. Yani o Yüce Allah her bir insanın maslahatının ancak o kadarında olduğunu bilir. O kimin zenginliği hakettiğini, kimin fakirliği hakettiğini çok iyi bilen, haberdar olan, her şeyi görendir. Kulların rızıklarındaki farklılık Allah'ın (haşa) cimriliğinden dolayı değildir. Aksine bu maslahatlara riayet içindir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

"Benim kullarımdan kimisi vardır ki, ona ancak fakirlik elverişlidir. Eğer ben onu zengin edecek olursam onun aleyhine dinini bozmuş olurum. Yine kullarımdan öyleleri vardır ki onlara ancak zenginlik uygun gelir. Şayet ben o kimseyi fakir düşürecek olursam onun aleyhine olmak üzere dinini ifsad eder­im." Zenginlik bazı kimseler hakkında imtihan olabilir. Fakirlik ise bir ceza olabilir.

Ayet-i kerimeden maksat şudur: Yüce Allah Rasulüne kendisinin Rab olduğunu öğretmektedir. Rab ise kullarını terbiye eden, onu ıslah edip ihtiyaçlarını karşılayan ve ıslahına elverişli bir miktarda ihtiyaçlarını karşılayarak kimisine rızkı genişleten, kimisine de daraltandır. [10]


[9] Bu hadisi el-Kudai, Ali (r.a.)'den rivayet etmiş olup hasen bir hadistir.
[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/54.

19 Temmuz 2019 Cuma

İSRA SÛRESİ 9.- 11. ayetlerin tefsiri


Kur'an-ı Kerimin Hedefleri

9- Muhakkak bu Kuran en doğru olana iletir ve salih ameller işleyen mümin­lere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.

10- Ahirete inanmayanlara gelince; onlar için elem verici bir azap hazırladık.

11- İnsan hayır istiyormuşçasına şer ister, insan çok acelecidir.

Açıklaması

Ey İsrailoğulları, ne diye Kur'ân-ı Kerim'e iman etmiyorsunuz? Halbuki Kur'ân da Tevrat gibi ilâhi bir kitap olup Allah tarafından Rasulü Muhammed (s.a.)'e indirilmiştir. Bu Kitab'ın üç niteliği vardır:

1- Bu Kur'ân-ı Kerim en doğru olan yola iletir. Dosdoğru din demek olan en mükemmel yolu gösterir. Yüce Allah'ın tek ve Samed, mülkün mutlak sahibi Aziz ve mutlak egemen olduğu, öldürüp dirilten, aziz ve zelil kılan olduğunu ihtiva eden tevhid temeli üzerinde yükselen "müsamahakâr hanif dine" davet eder. Yine onun davet ettiği yol, faziletli amellerdir ve bu yol, dünya ve âhiret hayrını ihtiva eder. Yüce Allah'ın: "En doğru olan" buyruğunun anlamı eğriliği olmayan, en doğru, en adil ve mutedil olan yol demektir.

2- Bu kitap salih amel işleyen müminlere kıyamet gününde amellerinin karşılığı olmak üzere büyük bir ecir olduğu müjdesini verir.

3- Allah'ın varlığını, birliğini tasdik etmeyen, öldükten sonra dirilmeyi, mükâfat ve cezayı kabul etmeyip inanmayan, hayır işler işlemeyen kimseleri ise yaptıklarının bir cezası olmak üzere, onlara cehennem azabının bulunduğunu bildirip uyarır ve korkutur.

Yani Yüce Allah müminlere iki tür müjde vermektedir: Birisi kendilerine verilecek olan sevap, diğeri ise düşmanlarına verilecek olan cezadır. Ayet-i ke­rimede azap hakkında "müjde" tabirinin kullanılması onlara tehakküm (bir çe­şit alay) kabilindedir. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Onlara acıklı bir azabı müjdele" (Ali İmran, 3/21). Ya da bir şeyin zıddını kullanmak kabilinden de olabilir. Yüce Allah'ın: "Bir kötülüğün karşılığı onun gibi bir kö­tülüktür." (Şûra, 42/40) buyruğunda olduğu gibi.

Yüce Allah, İsrailoğulları'na ve diğerlerine hidayeti gösteren Kur'ân-ı Ker-im'in niteliklerini beyan ettikten sonra hidayet bulan insanın durumunu beyan etmektedir ki, her ikisi arasındaki ilişki, daha bir güçlensin ve semavî kita­plarla hidayet bulanların bir olduklarını göstersin. İşte bunu açıklamak üzere Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"İnsan hayır istiyormuşçasına şer ister." Yani insanın niteliği aceleciliktir. O kimi zaman kızdığı vakitlerde kendisi yahut çocukları veya malı aleyhine kötülük isteyerek beddua eder. Ya da ölümü, helak olmayı, yok olmayı diler, lanetler yağdırır. Tıpkı Rabbinden esenlik, afiyet ve bol rızık istiyormuş gibi dua eder. Eğer onun bu bedduası kabul olunacak olursa helak olur. Fakat Yüce Allah lütuf ve rahmeti dolayısıyla onun bu duasını kabul buyurmaz. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şayet Allah insanlara hayrı çabucak istedik­leri gibi, kötülüğü de alelacele verecek olsaydı, elbette ecellerine hükmedilirdi." (Yûnus, 10/11).

Ebu Davud da Hz. Câbir'den peygamberimizin şöyle buyurduğunu naklet­mektedir: "Kendiniz aleyhine, mallarınız aleyhine beddua etmeyin ki Allah'ın duaları kabul ettiği ana tesadüf edersiniz de o anda o bedduanız kabul olunur."

İnsanı bu şekilde beddua etmeye iten onun tezcanlılığı ve aceleciliğidir.

Bundan dolayı Yüce Allah: "Ve insan çok acelecidir." diye buyurmaktadır. Yani akıbeti hakkında hiç düşünmeksizin istediğini elde etmekte acele davranır. [6]


[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 8/26-27.

18 Temmuz 2019 Perşembe

İpek Kaftan İle Namaz Kılmak

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.


"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
8. BÖLÜM NAMAZ

16. İpek Kaftan İle Namaz Kılmak

375- Ukbe b. Amir'den şöyle nakledilmiştir: "Allah Resulü'ne 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem ipekten do­kunmuş bir kaftan hediye edildi. O da, onu giyerek namaz kıldı. Namazını bitir­dikten sonra hoşuna gitmemiş gibi ani bir hareketle kaftanı çıkardı ve Bunu kullanmak müttakilere yaraşmaz' buyurdu. [Hadisin geçtiği diğer yer:5801]

AÇIKLAMA

"İpek kaftan" arkadan yırtmaçlı bir tür kaftandır. Bu hadisten ilk etapta akla gelen manaya göre, Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu elbise İle na­maz kılması, İpeğin erkeklere haram kılınmasından öncedir. İmam Müslim'in Câbir'den naklettiği hadis de bunu desteklemektedir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ipek bir kaftanla namaz kıldı. Sonra onu çıkarıp 'Cebrail bunu giymemi yasakladı' buyurdu." Ayrıca "Bunu kullanmak müttakîlere yaraşmaz" sözü de bunu destekler niteliktedir. Çünkü müttakilerle diğerleri arasında bir şeyin haram olup olmaması hususunda bir fark yoktur. Bu hadisteki muttaki lafzı ile Müslüman, yani küfürden korunan kasdedilmiş olabilir. İpeğin erkeklere ya­saklanması, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem kaftanı çıkarmasına neden ol­muştur. Bu olay, ipeğin haram kılınışının başlangıcını teşkil eder.

Buraya kadar anlattıklarımız kabul edildiği takdirde, Allah Resulünün 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem namazını iade etmediğini göstererek ipek elbise ile namaz kılmanın caiz olduğunu söyleyenlerin tutunacakları bir delil kalmaz. Çünkü Hz. Peygam­ber Sallallahü Aleyhi ve Sellem  İpeğin haram kılınmasından önce bu şekilde namaz kıldığı için, namazını tekrar kılmamıştır.

Çoğunluğa göre erkeklerin ipek elbise ile kıldığı namaz geçerlidir. Ancak bu şekilde namaz kılmak haramdır. İmam Malik'e göre, ipek elbise ile namaz kılan, henüz vakit çıkmamışsa namazını iade eder. Doğrusunu en iyi Allah bilir.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

17 Temmuz 2019 Çarşamba

Çapraz Çizgili Veya Resimli Elbiseyle Namaz Kılan Kimsenin Namazı Bozulur Mu?

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.


"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
8. BÖLÜM NAMAZ

15. Çapraz Çizgili [Kumaşın üzerindeki 
Çapraz Çizgililer dikkat çektiği ve Hıristi­yanların haçına benzediği için böyle bir elbiseyle namaz kılmak istememiştir.(A.Ağırakça)] Veya Resimli Elbiseyle Namaz Kılan Kimsenin Namazı Bozulur Mu?

Çapraz çizgili veya resimli elbiseyle namaz kılan kimsenin bu namazına en­gel olunmaz.

374- Enes'ten şöyle nakledilmiştir: "Hz. Âişe'nin yünden yapılmış rengarenk ince bir perdesi vardı. Onunla evin bir tarafını örterdi. Bir gün Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem 'Şu perdeni gözümüzün önünden kaldır! Zira üzerin­deki şekiller, namaz kılarken gözüme takılıyor' dedi.[Hadisin geçtiği diğer yer:5959]

(Namazı bozulur mu?); İmam Buhârî burada, ihtilaflı konulardaki tutumunu sürdürdü. Zira bu konu da ihtilaflı konulardan biridir. Buradaki ihtilaf, nehyin, fesada delalet edip etmeyeceği hususundadır. Çoğunluğa göre nehiy, kendi içinde bir manaya delalet ediyorsa fesadı gerektirir. Aksi takdirde fesadı gerek­tirmez.

(Haç şeklinde görünen çapraz çizgili veya resimli elbiseyle namaz kılan kim­senin, bu namazına engel olunmaz) Hadisten ilk etapta akla gelen anlam, bütün yönleriyle konu başlığını karşılamamaktadır. Ancak biraz düşündükten sonra, konu başlığı ile ilgisinin ortaya çıktığı görülmektedir. Şöyle ki, örtü her ne kadar resimli olsa da, Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem onu ne giymiştir ne de onunla namaz kılmayı açıkça yasaklamıştır. Ayrıca üzerinde boydan ve çapraz çizgiler de yoktur. Bu durumda ortaya çıkan problem şu şekilde aşılır: Böyle bir örtünün elbise olarak kullanılmasının yasaklanması evleviyetledir. Haç şeklinde çapraz çizgili elbiseler ve resimli elbiseler arasında ortak noktalar vardır. Çünkü Hıristi­yan ve müşrikler tarafından her ikisine de, yani haç'a da mücessem resimlere de ibadet edilmektedir. Bu da Allah'tan başkasına ibadet demektir. Örtünün kaldı­rılmasının emredilmesi, kullanılmasını gerektirir. Kanaatime göre musannif, "haç şeklinde" lafzı ile bu hadisin diğer rivayetlerinde nakledilen bilgilere işaret etmiş­tir. Nitekim "Libâs Bölümü"nde Hz. Âişe'den naklettiği hadis şu şekildedir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem üzerinde haça benzer şekillerin bulunduğu eşya ve kumaşların evin­de kalmasına asla müsaade etmezdi."

Bu hadis, resimli elbiselerle kılınan namazın bozulmayacağına delalet eder. Çünkü Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem perdeyi parçalamamış namazını da yeniden kılmamıştır.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

16 Temmuz 2019 Salı

NAHL SÛRESİ 125.- 128. ayetlerin tefsiri


Dine Davet Etmenin Esasları, Misliyle Ceza Verme Esası, Musibetlere Karşı Sabretme


125- Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekil­de mücadele et. Şüphesiz ki Rabbin yolundan sapanları da çok iyi bilir, doğru yolda yürüyenleri de çok iyi bilir.

126- Ceza verdiğiniz zaman size "verilen cezanın aynıyla karşılık verin. Yemin olsun ki eğer sabrederseniz bu sab­redenler için daha hayırlıdır.

127- (Ey peygamber!) Sabret. Senin sab­retmen ancak Allah'ın lutfuyladır. On­lardan dolayı üzülme. Kurdukları tuzaklar sebebiyle darlığa düşme.

128- Şüphesiz ki Allah kendisinden kor­kanlarla ve iyilikte bulunan kimselerle beraberdir.

Açıklaması

Allah'ın dinine ve birliğine davet etmek yahut bunun bildirilmesi, bilin­mesi zaruri olan bir husustur. Bunun için bu peygamberin asıl görevi olmuş, Allah Rasulüne (s.a.) insanları Allah'a hikmetle davet etmeyi emretmiş: "Rabbinin yoluna hikmetle... davet et." buyurmuştur.

Ey Rasul! İnsanları Rabbinin şeriatına -İslâm'a hikmetle- yani muhkem sözler ve güzel öğütle -yani ibretler ve onların gönüllerinde tesir bırakacak uyarılarla davet et. Allah Teala'nın azabından sakınmaları için onları bunlarla hatırlat.

"Onlarla en güzel şekilde mücadele et." Yani onlara karşı başkalarından daha güzel bir metodla karşı dur. Bunlardan münazara ve mücadeleye ihtiyaç duyan kimse yumuşaklık, nezaket ve güzel hitapla güzel bir şekilde davransın. Kötü söz söyleyen kimseleri affet. Onlara hitap ederken yumuşak davran. Kötülüğü iyilikle karşıla. Mücadelede sesi yükseltmeksizin ve hasmına küfretmeksizin ya da eziyet etmeksizin hakka vasıl olma maksadı taşı. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurdu: "Zulmeden kimseler müstesna Ehl-i Kitapla en güzel şekilde mücadele edin." (Ankebut, 29/46).

Bu Peygamberimiz (s.a.)'e yumuşaklık ve nazik hitapla davet etmesi emri idi. Nitekim Hz. Musa ile Hz. Harun Firavuna gönderildikleri zaman da şu ayette olduğu gibi yumuşak davranmakla emrolunmuşlardı: "İkiniz Firavuna yumuşak söz söyleyin. Olur ki nasihat dinler yahut Allah'tan korkar." (Ta-Ha, 20/44) Her davetçiye düşen davetinde bu ilâhî emre uymaktır.

"Hiç şüphesiz Rabbin yolundan sapan kimseleri en iyi bilendir." Yani Allah onlardan bedbaht ve mes'ud olanları, hak yolundan sapanları ve hak yolu bulanları gayet iyi bilmektedir. Allah kıyamet gününde sapıklıkları ve hidayet­lerine göre onlara yaptıklarının karşılığını verecektir. Amellerinin karşılığını vermek ne sana -Ya Muhammed- ne de başkalarına ait değil, O'nadır. Onlara hidayet vermek sana ait değildir. Sana düşen sadece tebliğ etmek, hesap gör­mek ise bize aittir.

Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ki sen sevdiğini doğ­ru yola iletemezsin. Fakat Allah dilediğini doğru yola iletir." (Kasas, 28/56) "Onlara hidayet vermek sana ait değildir. Fakat Allah dilediğine hidayet verir." (Bakara, 2/272) Ayet hem vaad hem de vaîd ihtiva etmektedir:

Peygamberimiz (s.a.)'in davetteki yumuşaklık örneklerinden biri Ebu Ümame'nin rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir: Bir delikanlı Peygamberimiz (s.a.) e gelerek

-Ey Allah'ın Peygamberi! Bana zina etmek hususunda izin verir misin? dedi. İnsanlar ona bağırdı. Peygamberimiz (s.a.):

-O halde bunu yaklaştırın, buyurdu. Genç yaklaştı ve Peygamberimiz (s.a.)'in önüne oturdu. Gence:

-Bunun annene yapılmasını ister misin? dedi. Genç:

-Hayır, Allah bizi sana feda eylesin, dedi. Peygamberimiz:

-İnsanlar da annesine böyle yapılmasını istemezler buyurdu. Sonra gence:

-Bunun kızkardeşine yapılmasını ister misin? dedi. Genç:

-Hayır, Allah beni sana feda eylesin, dedi. Peygamberimiz:

-İnsanlar da kızkardeşlerine böyle yapılmasını istemezler, buyurdu.

Bundan sonra Peygamberimiz (s.a.) elini gencin göğsüne koydu ve "Al­lah'ım! Onun kalbini, temizle günahını affet. İffetini koru" diye dua etti. Artık zina o genç için en kötü şey olmuştu.

Allah Teala davet ve hitapta güzellikle davranmayı emrettikten sonra ceza verirken adalet ve insaflı davranmayı, hakkı alırken misilleme yapmayı emret­ti. Zira davet başkalarını kızdırmaya, onların öldürmeye, vurmaya veya küfretmeye teşebbüs etmelerine sebep olabilir. Bunun için Cenab-ı Hak "Ceza verir­ken size verilen cezanın aynıyla karşılık verin" buyurdu.

Yani ey müminler bir günahkârı cezalandırmak istediğiniz zaman ona günahının misliyle ve hiçbir ilave yapmadan haddi de aşmadan ceza verin. Biz­den bir adam bir şey alırsa siz onun aldığı kadar alın. Çünkü fazlası zulümdür. Zulmü ise Allah sevmez ve zulümden razı olmaz.

"Ceza verildiği zaman" ifadesinde Allah "müşakele" yoluyla bunu ikab (ceza) olarak adlandırdı. Zira ikabın (cezanın) aslı bir fiile karşılık vermektir. Fiil işin başında ikab (ceza) değildir.

Cenab-ı Hak daha sonra cezayı kaldırmaya ve aynıyla karşılık vermekten daha yüce bir tavır içinde olmaya davet etti ve şöyle buyurdu: "Eğer sabreder­seniz bu, sabredenler için daha hayırlıdır."

Yani aynıyla karşılık vermez, sabrederseniz kötülükten vazgeçerseniz ve size ulaşan zulme karşı sabredip Allah'tan ecir ve sevap beklerseniz Allah onun cezasını üstlenir. Sabretmek sabreden kimse için intikamdan daha hayır­lıdır. Zira Allah'ın intikamı daha şiddetlidir.

Cenab-ı Hak sabrın neticesini belirttikten sonra genel bir sıfat olarak sab­rı zikrederek şöyle buyurdu: "Sabret. Senin sabrın Allah'ın yardımıyladır." Yani davet yolunda sana isabet eden eziyetlere sabret. Senin sabrın sadece Al­lah'ın yardımı ve güzelce muvaffak kılması ve dilemesiyledir. Yani Allah Teala sabır meşakkatli olduğundan sabra yardımcı olacak şeyi zikretti. Sabır talep etmek ve sebatkârlık için Allah'a iltica etmeye teşvik etti.

"Sabret" ifadesi sabır emrini te'kid etmekte, ve buna ancak Allah'ın dilemesi ve yardımıyla ulaşabileceğini bildirmektedir. Bu aynı zamanda kav­minden gördüğü eziyete karşılık Peygamberimiz (s.a.)'e bir teselli ve onu seba­ta davet etmektir.

"Onlardan dolayı üzülme" Yani müşriklerin ve sana muhalefet eden her­kesin yüzçevirmelerinden dolayı endişelenme. Zira bunu Allah takdir etmiştir. Yahut Uhud şehidlerine üzülme. Üzüntü ve tasayı terketme, sabra yardımcı olan hususlardandır.

"Onların kurmakta oldukları tuzaklardan dolayı darlığa düşme." Onların hilelerinden ve senin için kurdukları planlardan dolayı gam ve gönül darlığı içinde ve sana karşı düşmanlığı hususunda aşırı gitmeleri ve senin hakkında kötülük düşünmelerinden dolayı gam ve gönül darlığı içinde olma. Zira Allah sana yeter. O sana yardımcı ve destektir.

Yine Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Artık bundan sonra göğsünde bir sıkıntı olmasın." (A'raf, 7/2) "Şimdi sen (müşriklerin): 'Ona (gökten) bir hazine indirilseydi yahut beraberinde bir de melek gelseydi ya! demelerinden dolayı sana vahy edilenlerden bir kısmını bu yüzden daralarak hemen terk mi edecek­sin? Allah ise her şeye hakkıyla vekildir." (Hud, 11/12).

"Hiç şüphesiz ki Allah Takva sahipleriyle beraberdir." Allah haramları terkeden masiyetlerden kaçınan müttekilerle onlara yardım, zafer ve destek vermek suretiyle beraberdir. Yina Allah farzlara riayet etmek, taata sarılmak ve hakları sahiplerine eda etmek suretiyle güzel amel işleyenlerle beraberdir. Sabr: takva ve ihsan sıfatlarındandır. "Takva sahibi olanlar" yani haramları terkedenler "iyi amel işleyenler" ibadet ve taat işleyenler demektir.

Bu özel bir beraberliktir. Bununla yardım, te'yid ve hidayet murad edilir. Bu aynen şu ayetler gibidir:

"Hani Rabbin meleklere: Şüphesiz ki ben sizinle beraberim. Haydi siz iman edenlere (mücahidlere) sebat ilham edin diye vahyediyordu." (Enfal, 8/12).

Yine Cenab-ı Hakkın Hz. Musa ile Hz. Harun'a emri şu şekildedir: "Kork­mayın. Ben sizinle beraberim duyuyor ve görüyorum." (Taha, 20/46).

Peygamberimiz (s.a.)'in mağarada iken Hz. Ebubekir'e "Üzülme, hiç şüp­hesiz Allah bizimle beraberdir" (Tevbe, 9/40) demiştir.

Ayrıca duymak, görmek ve bilmek suretiyle genel bir beraberliktir. Bunun misali şu ayetlerdir: "Siz nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir. Allah yap­tıklarınızı görür." (Hadid, 57/3) "Onlar nerede olurlarsa olsunlar O onlarla beraberdir." (Mücadele, 58/7). [36]


[36] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/468-471.

15 Temmuz 2019 Pazartesi

NAHL SÛRESİ 106.- 111. ayetlerin tefsiri


Dinden Dönenler Ve İşkenceye Uğradıktan Sonra Hicret Edenler

106- Kalbi imanla huzur bulduğu halde, (inkâra) zorlanan kimse hariç, kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr eder, gönlünü küfre açarsa Allah'ın gazabı onların üzerinedir. Onlara büyük bir azap ta vardır.

107- Bunun sebebi onların dünya hayatını ahirete tercih etmeleri ve Al­lah'ın kâfirlerin topluluğuna hidayeti nasip etmemesidir.

108- İşte Allah'ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimseler bun­lardır. İşte bunlar gafillerin ta ken­dileridir.

109- Hiç şüphesiz bunlar ahirette de hüsrana uğrayacaklardı.

110- Sonra mihnete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra cihad eden ve (işken­celere) sabreden kimseleri Rabbin af­feder. Bunlardan sonra muhakkak ki Rabbin çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

111- O gün herkes gelip kendini savun­maya çalışacak ve herkese yaptık­larının karşılığı tam olarak verilecek kimseye zulmedilmeyecektir.


Açıklaması

Kim iman ettikten ve basiretle inandıktan sonra Allah'ın varlığını ve bir­liğini inkâr eder ve gönlünü küfre açar ve onunla huzur bulursa Allah'ın gazabı ve laneti onun üzerinedir. Ahirette ise imanı bilip de ondan yüz çevirdiği için ona şiddetli bir azap vardır. Çünkü o dünya hayatını ahirete tercih etmiş, din­den dönmeye teşebbüs etmiştir. Allah da onun kalbine hidayet vermemiş onu hak din üzerinde sebatkâr kılmamış, kalbini mühürlemiştir. O artık istenen çizgiden gafil olan, kendilerine fayda sağlayacak şeyi düşünmeyen kimseler­dendir. Onun kulağı ve gözü mühürlenmiştir. Bunlardan yararlanamaz. Buna hiçbir faydası olamaz.

Cenab-ı Hak daha sonra ikrah (aşırı zorlanma) sebebiyle sadece diliyle küfür sözünü söyleyen ve lafzıyla müşriklere olur diyen kimseyi istisna ederek şöyle buyurdu:

"Kalbi imanla huzur bulduğu halde inkâra zorlanan kimse hariç." Yani dövme ve eziyet sebebiyle küfre zorlanan ama kalbi bu zahiren söylediği şeyi reddeden zorlanma sebebiyle meydana gelen sıkıntıdan sonra Allah'a ve Rasulüne imanla kalbi huzur duyan kimse müstesnadır. Nitekim Ammar b. Yasir'e Mekke müşrikleri eziyet edince bu şekilde hareket etmiştir.

İtmi'nan (Huzur): Sıkıntıdan sonraki sükûnet demektir. Buradaki manası ise iman üzerine sebat edip manen huzurlu olmak demektir.

"Kim gönlünü küfre açarsa..." cümlesinin manası küfrü kabul etmeye meyilli olursa demektir.

Cenab-ı Hak dinden dönen kimseye karşı gazabının sebebini zikrederek şöyle buyurdu: "Bunun sebebi onların dünya hayatını aşırı sevmeleri..." Yani bu ceza, Allah'ın gazabı ve büyük azap onların dünyayı ahirete tercih etmeleri "ve Allah'ın kâfirler topluluğuna hidayeti nasip etmemesidir." Yani Allah'ın bir­liğini ve Hz. Muhammed (s.a.)'in peygamberliğini inkâr etmekte aşırı giden küfür üzerinde ısrar eden kimseleri muvaffak kılmaz.

"İşte Allah'ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimseler bunlardır." Bu dinden dönenler ya da iman ettikten sonra küfredenler Allah'ın kalplerine, kulaklarına ve gözlerine mühür vurduğu dolayısıyla iman etmeyen, Allah'ın kelâmını duymayan, delilleri ve burhanları basiret gözüyle görmeyen kimselerdir. Onlar gaflet hususunda mükemmel olan kendilerinden daha gafil hiç kimse bulunmayan kimselerdir. Çünkü neticeleri düşünmekten gaflet et­mek gafletin son noktası ve zirvesidir.

"Hiç şüphesiz..." gerçekten ya da mutlaka ahirette helak olacak olanlar, kıyamet günü nefislerini ve ailelerini hüsrana uğratanlar bunlardır.

Dininden dönen ve hüsrana uğrayan bu kimselere Allah altı hükümle hükmetmiştir:

1- Bunlar Allah'ın gazabını haketmişlerdir.

2- Acıklı azabı haketmişlerdir.

3- Dünya hayatını ahirete tercih etmişlerdir.

4- Allah Teala onları doğru yolu bulmaktan mahrum etmiştir.

5- Allah Teala onların kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemiştir.

6- Allah Teala onları kendileri için murad edilen kıyamet günündeki şid­detli azaptan gafil kılmıştır.

Allah Teala daha sonra Mekke'deki mazlum kimselerin hükmünü belirtti: Ey Muhammed! Sonra senin Rabbin müşriklerin kendilerini dinlerinden çevir­meye teşebbüs etmelerinden sonra Mekke'deki yurtlarını bırakıp hicret edenler ve daha sonra savaşlarda müşriklerle cihad eden ve cihadda sebat eden kim­selere ve yardımı, zaferi, te'yidi, mağfireti ve günahlarını bağışlaması ve rahmetiyle onlara destek olur. Bundan dolayı tevbe etmelerinden ve samimî olarak müslüman olmalarından sonra onları cezalandırmaz.

Bunlar müminlerin bir diğer sınıfı olup Mekke'de ezilen ve kavmi içinde küçümsenen kimselerdi. Bunlar zahiren müşriklerin küfrü telaffuz etmeleri şeklindeki tekliflerini, fitnelerini kabul ettiler. Sonra ilkelerini, ailelerini ve mallarını terkederek Allah rızasını, mağfiretini talep ederek Medine'ye hicret etmek suretiyle kurtulma imkânı doğdu. Müminler zincirine katıldılar. Müminlerle birlikte kâfirlere karşı cihad ettiler, eziyetlere karşı sabrettiler. Al­lah Teala da bundan sonra -yani bu tavırlarından müşriklerin fitnesini kabul etmelerinden sonra- onlara çok bağışlayıcı olduğunu, ahiret gününde onlara merhametle davranacağını bildirdi.

"O gün her nefis gelecek..." (Yevme) kelimesi (Rahîm) kelimesiyle ya da (Üzkür) gizli fiiliyle mansubdur. Yani herkesin gelip kendini savunmaya çalışacağı, başkasının durumunun kendisini ilgilendirmediği herkesin: "Nefsî, nefsî!" dediği günde O çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Bu aynen şu ayet gibidir: "O gün herkes için kendini meşgul edecek bir durum vardır." (Abese, 80/37).

Buradaki "mücadele"nin manası: Nefsi adına özür beyan etmedir. Bu ayet aynen: "Zaten bizi saptırdılar." (Araf, 7/38) ve "Biz müşrik olmadık." (En'am, 6/23) ayetleri gibidir.

"...herkese yaptıklarının karşılığı tam olarak verilecektir." Her nefse yap­tığı hayır ve şerrin karşılığı tam olarak verilecek, iyi amel işleyen iyi amelinin kötülük işleyen kötülüğünün karşılığını bulacaktır.

"Onlara zulmedilmeyecektir." Yani hayrın sevabı eksiltilmeyecek, şerrin kötülüğün cezasına ilâve yapılmayacak, zerre kadar yani çok az bir şekilde bile zulme uğramıyacaklardır. [29]


[29] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/443-444.

http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/

11 Temmuz 2019 Perşembe

NAHL SÛRESİ 97. ayetin tefsiri


Erkek Ve Kadınları Salih Amel İşlemeye Teşvik Hususunda En Geniş Manalı Ayet

97- Erkek olsun kadın olsun, mümin olarak salih amel işleyeni güzel bir hayat içinde yaşatacağız ve onları yaptıklarının en güzeliyle mükâfatlandıracağız.

Açıklaması

Bu Allah Teala tarafından salih amel işleyen kimseler için bir vaaddir. Erkek veya kadın kim salih amel işlerse yani Allah'ın kitabına ve Rasulü'nün (s.a.) sünnetine uygun ameller işler, farzları yerine getirirse kalbi de Allah'a ve Rasulüne imanla dolu olursa dünyada ona güzel bir hayata, ahiret yurdunda ise yaptıklarının en güzeliyle mükâfata nail olacaktır.

"Güzel hayat" ifadesi çeşitli refah şekillerini ihtiva etmektedir. İbni Abbas ve bir gurup müfessir bunu helâl ve temiz rızık, yahut mutluluk, yahut taat iş­leme ve taate gönlü açma, ya da kanaat olarak açıklamışlardır.

Doğru olan -İbni Kesir'in dediği gibi- "Güzel hayat" ifadesinin bunların ta­mamını ihtiva etmesidir.

Nitekim İmam Ahmed'in Abdullah b. Ömer (r.a.)'den rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmaktadır: "İslâm'a gönül veren, yeteri kadar rızka sahip olan ve Allah'ın verdiği ile kendisine kanaat ihsan etti­ği kişi kurtuluşa ermiştir." Müslim bunu Abdullah b. Yezid el-Mukri'nin rivaye-tiyle nakletmektedir.

Tirmizî ve Nesâî Fedale b. Ubeyd (r.a.)'den Peygamberimiz (s.a.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "İslâm'la hidayete kavuşan ve geçimi de ye­teri kadar olup bununla kanaat eden kurtuluşa ermiştir."

İmam Ahmed ve Müslim Enes b. Malik (r.a.)'den rivayet ediyorlar: Pey­gamberimiz (s.a.) buyuruyor ki: "Allah mümine hayırlı amelinde zulmetmez. Karşılığını bu dünyada hasene olarak, ahirette de sevap olarak verir. Kâfire ge­lince ona bütün güzel amellerinin karşılığı dünyada verilir. Ahirete varınca da kendisine karşılığı verilecek hiçbir hayırlı ameli, hasenesi kalmaz."

İbni Abbas (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle diyordu: "Allahım! Bana rızık verdiğin şeye beni kanaatkar kıl. Bunu bana mübarek kıl. Her kaybettiğim şeyin yerine bana hayırlısını ver." [26]


[26] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/429-430.

10 Temmuz 2019 Çarşamba

Allah’ı tanımak


Allah'ın birliğinin delilleri 

İlâh olan varlığın kudret ve kuvveti karşısında durabilecek bir rakibi bulunmaması gerekir. Aksi takdirde kudreti noksan, kendisi eksik bir varlık olur. Böyle bir varlık da ilâh olamaz. Şimdi her bakımdan birbirine eşit iki ilâhın bulunduğunu farzettiğimizde, aralarında ihtilâf ve arzularında çatışma olacağı kesindir. Böyle bir ihtilâf sonunda, meselâ ilâhların biri bir şeyin olmasını, diğeri de olmamasını istese, aklen şu üç ihtimalden biri olacağı muhakkaktır.

1. Ya iki ilâhın da dediği olacaktır.
2. Veya her ikisinin de dediği olmayacaktır.
3. Yahut ilâhlardan birinin istediği olurken, diğerininki olmayacaktır. İstekleri yerine gelmeyen ilâhların acziyete düşmeleri de söz konusudur. Âciz olan varlıklar ise, ilâh olamazlar, bir şey yaratamazlar.

Nizam Delîli


Kâinat yüzünde zerrelerden yıldızlara kadar varlıkların tek tek herbirinde görülen mükemmel bir nizam ve intizam, tevhide en büyük delildir. Çünkü kâinattaki ilâhî icraat ve îcada, bir tek Yaratıcıdan başkasının müdahalesi olsa, bu gayet hassas nizam bozulacak ve her tarafta intizamsızlık eseri görünecekti.

Bir binayı düşünelim. Temelini birisi atmış, duvarlarını bir başkası örmüş, su ve elektrik tesisatını, sıvasını, boyasını ayrı ustalar yapmışlar ve camlarını bir diğeri takmış.

İnsanın yaratılışı böyle değil… Nutfe denilen bir İlâhî şifreye insan binası, bütün tesisatlarıyla, bölümleriyle, her organın yeri ve sayısıyla kaydedilmiş; bir Rabbanî takdir ile. İşte bu noktaya bu kadar bilgiyi kaydeden Zât, bu bedeni her şeyiyle yaratıyor. Nutfeyi yaratan da Allah, o şifreyi açan ve ondan çıkardığı bedeni tanzim eden de. Bütün bu fiiller hep O’nun ve hep O’na mahsus .

Bu fiiller İlâhî sıfatlarla, yâni aynı ilimle, aynı kudretle, aynı iradeyle icra ediliyorlar. Bilen başka, dileyen başka değil. Gören başka, kudretiyle ören başka değil.

Çekirdekten ağaçları çıkarmak, yumurtalarda balıkları yaratmak, rahimlerden yavruları halketmek, semayı direksiz durdurmak, dünyayı nizamla gezdirmek, rüzgârı estirmek, yağmuru yağdırmak hep aynı kudrete dayanıyor. Bütün bu işlerin irade edilmeleri ve bilinmeleri de aynı irade ve ilim ile.

Bütün varlık âlemlerinde aralıksız faaliyet gösteren bu sonsuz ilmi, bu nihayetsiz kudreti, bu mutlak iradeyi ve diğer sıfatları bir tek zâtın sıfatları bilmek ve hepsini O’na isnad etmek.

Öyleyse yaratan da O’dur, hayat veren de. Sûret giydiren de O’dur, rızık veren de. Terbiye eden de O’dur, tanzim eden de. Döndüren de O’dur, durduran da...

Birini yaratan hepsini yaratandır. Sineği yaratan, balinanın da yaratıcısıdır.Birinin Hâlıkı, hepsinin de Hâlıkıdır. Hepsi Allah’ın eseri, hepsi O’nun san’atıdırlar.

Allah’ı tanımak

Elimi hareket ettirebilmen için bir çok kasın hareket etmesi ve o kasa hükmetmen gerekiyor ama bu nasıl bir süreç haberin yok.

Kaldırayım diyorsun kalkıyor bu işleme bir katkın yok. bu elin kalkması için gerekli binlerce şarttan benim haberim yok nasıl bir çalışma mekanizması var haberim bile yok.

 O zaman bu parmakları hareket ettiren ben değilim vücudumu ve bu sistemli hareketi hareket ettiren de ben değilim.

 Bu kadar aciz, zavallı, kendi vücudumda neler olduğundan dahi haberi olmayan ben. 

Bir yemek yiyorum bu nasıl ayrıştılıyor, neden yediklerim başka bir organıma değilde mideme gidiyor. Benim bir müdahelem yok farkında bile değilim. Sadece ağzıma koyuyorum.

 Nasıl çalışılıyor bu sistem yediğim peynir nasıl kemiklere gidiyor fayda veriyor bilmiyorum. 

Yedigin şey şuursuz bir varlık ama vücuduna girince nereye gideceğini biliyor. 

Evladına bir iş yaptıracaksın üç sefer söylüyorsun yine de istediğin gibi yapamıyor. 

Bu peyniri yedim ya bu kalsiyum göze giderse ne yaparım ben diye bir endişeniz var mı? 

Yediğiniz birşeyin parçalanması için asid gelmesi lazım mideye. Eyvah şimdi ya asid gelmezse diye endişe duyuyor musun? Ya da geldi mi asit bilgin yok. 

Zavallıyız zerre kadar olup bitenden haberimiz yok.

 Bir de bakın bazı insanlara bir enaniyet "şöyle yaparım ben" diye kasılıyor.

 Sen zavallısın! daha bir eklemini hareket ettirmekten acizsin. E peki bu enaniyet neden?

 Konuşturulduğumuzu, hareket ettirildiğimizi unutuyoruz. Unutunca bir güven geliyor ben yapıyorum diyoruz.

Bizde ene vardır. Evet ama Allah’ı tanımak için verilmiş. 

Ene bizi bir kaşif yapıyor. keşfediyoruz.  ne olursa? doğru kullanırsa. Doğru  kullanılmazsa çok büyük zararları var.

 Allah’ın Kainat’taki bütün faaliyetlerinin ismi Rububiyet. Rızık vermek, şifa vermek, terbiye etmek.

 Rububiyet faaliyetini seyrediyoruz. Bulutların ilerlemesi, yıldızların dönmesi, galaksilerin çevrilmesi, vücudumuzdaki atomların çevrilmesi, rızıkların ayrılması hiçbir mahlukatın unutulmaması.

 Bütün bu seyrettiğimiz faaliyetler neymiş? Rububiyet

 Bu işi, faaliyeti yapana ne deniyor RAB. yani biz "ya Rabbi" dediğimizde "şu Kainat’taki faaliyetin sahibi olan Allah’ım" diyoruz. nasıl sesleniyoruz farkında olarak, bilerek.

Ene; (benlik) bir şeyi kıyaslamak için verilmiştir.

 Hakikatte metre diye bir ölçü birimi yok. Biz koymuşuz eşyayı tanımlayabilmek için. Bu 1 metre demişiz, bu bir kg.

Ene de Allah’ı tanımamızı sağlıyor. kendi duygularımızdaki kıyaslarla Rabbimizi tanıyoruz. 

 Kaldırılırsa ne olur? ölçü birimi olmadığı için asla Allah'ı cc tanıyamayız.

 Heryer hep aydınlık olsa karanlığı bilebilir miydik?

 Allah celle celalühu diyor ki " Ben sonsuz kudret sahibiyim"

 Eğer biz sonsuz aciz olmasaydık bunu anlayabilir miydik?

 Allah bize ne yaptı. siz güneşe muhtaçsınız dedi. baktık hakikaten 1.300.000 kat daha büyük dünyadan. kaç bin km uzakta.

 Bizim onu oraya koymamız imkansız bir şey.

 O güneşle benim hayatım devam ediyor Allahta diyor ki bak. ne kadar aciziz.

 Öyle bir lamba koydu, ki öyle bir soba koydu ki insanın aklı durdu.

 Neden bu kadar büyük, azametli bir icraat? çünkü Allah bize kendini tanıttırmak istiyor. Yoksa biz onu tanıyacağız ama noksan tanıyabiliriz.

 Kudretini ve sonsuz rahmetini göstermek istiyor Rabbimiz

 Kainatın içinde küçük bir nokta Dünya. Ona milyar ışık yılı uzaklıkta yıldızlar var. Bir Yıldız düşüyor yok oluyor 1 milyon yıl evvel. ama biz şimdi oturduğumuz yerden gökyüzüne bakarken onun ışığını yeni görüyoruz ancak ulaşmış dünyaya.

 Güneş dünyadan 1.300.000 kat büyük. kainatta bir yıldız tespit edilmiş büyüklüğü 7 katrilyon güneş kadar. Yaşadığın o kocaman sandığın dünya bile küçücük.

 Niye böyle örnekler veriyoruz? Çünkü bu azameti, büyüklüğü başka türlü anlayamayız. Kıyasla anlayabiliriz ancak. 

 Allah Teala "ben ilim sahibiyim" diyor bize de zerre miktarını veriyor. hakikatte yok bizdeki ilim ölçü birimi.

 Ben diyorum ki bu evi ben tanzim ettim şu lambayı şuraya koltuğu şuraya koydum. 

 Dünyayı da biri tanzim etmiş, aydınlatmış, yaşam alanlarını hazırlanmış der ene.

Sen eneyi burada kullanmazsan yani Allah’ı tanımak için kullanmazsan senlik bir şey olmadığını idrak edemezsen "ben yaptım" demeye başlıyorsun.

 Bu benlik, bu ilim, bu azamet, Allah’ı tanımak için verilmiş.

Ene anahtardır. Allah’ı tanımak için kullanırız.

 İki yönü var. bu benliğin ayarını bozarsan sen kendini bir şey zannetmeye başlıyorsun. "ben akıl sahibi, ilim sahibi, irade sahibiyim" demeye başlıyorsun 

Halbuki Allah kendisinin işiten, gören, ilim sahibi olduğunu göstermek için bana görmeyi, işitmeyi, akletmeyi vermiş. başka türlü anlayamazsın.

 Allah "Ben görüyorum" diyor  eğer sana görme vasfı vermeseydi nasıl anlardın?

 Allah bize onları vermiş ya bir an unutuyoruz ve ben kendim yaptım diyoruz.

 Sen bir mimarsan bir yapı çiziyorsun işte oradan kainatın mimarına intikal et.

 Sen enaniyet anahtarı ile onu aç Allah’ı gör, yoksa kendini görürsün.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bizim baktığımız gibi bakmıyordu.

 O herhangi bir şeye baktığı zaman o anahtarı çok iyi kullandığı için hemen Allah’ın esma ve sıfatına intikal ediyordu.

 Bir böceğin rızıklandırıldığını gördüğü an hemen Allah’a intikal ediyordu

 Bir elmayı gördüğünde direkt Rezzakı görüyordu.

Kudretini ve sonsuz rahmetini göstermek istiyor Rabbimiz

Rabbimiz bize verdiği nimetleri göstermek için bize acizlik veriyor ve sonra bizden acizliğimizi kaldırıyor.

 Fakirlik veriyor birden ikram ediyor.

 Başımızı ağrıtıyor. farkına varıyorsun ki senin başın ağrımıyormuş, afiyet deymişsin meğer. sonra geçiriyor şükür ediyorsun.

 Aslında her bir acı ve o acıdan kurtulmamız, her bir sıkıntı ve o sıkıntıdan kurtulmamız bizi şükretmeye Allah’ın bir nevi teşvikidir.

 Niçin bunu yapıyor?  çünkü insan gaflet içerisinde. verilen nimetlerin farkında olamıyor, unutuyor, alışkanlık yapıyor ve Şükrünü eda edemiyor ve Allah’ın kudretini ve rahmetini anlayamıyor anlayamadığı için de şükürsüz bir hayat edepsizce bir yaşam içine giriyor Rabbine karşı .

Öyleyse bugünden itibaren başımıza gelen sıkıntılara ihtiyaçlarımıza ve fakirliğimize ne olarak bakacağız?

 Bize kendini tanıttırmak isteyen Allah’ın kudretini ve rahmetini anlamamız için vücudumuzda ve hayatımızda vermiş olduğu acizlik fakirlik ve noksanlıklar olarak bakacağız kabul edeceğiz.

 Ve her birinden dolayı ve her birisinin zerreleri sayısınca Allah’a "Allahım sana ağrımayan vücudumun her bir zerresi kadar şükürler olsun diyeceğiz" ve kâinata gönderilme gayemizi yerine getirmiş olacağız inşallah

 Senin pislik dediğin şeyleri başka canlılara rızık yapmış, temizletmiş.

 Köpek balığı denizde, kartal karada hayvanın leşini Rabbimiz ona rızık bize temizlik vesilesi yapmıştır.

 O leşi yok etmek için farklı sinekler konuyor her biri farklı bir yeri temizliyor Rabbimizin Kuddüs ismi tecelli ediyor. Farkında değiliz.

Bizim gözlerimiz sürekli toza, mikroplara maruz kalıyor gözümüzün sürekli kirlendiğinin farkında olamayacak kadar bir cehalete sahibiz.

 Temizleme faaliyeti bize dahi bırakılmamış. şu an birbirimize bakarken bile Rabbimiz bir temizleme faaliyeti yapıyor.

 Kuddüs isminin tecellisi gözünüzün önünde göremiyorsunuz. sonra gözünün önünde temizlik yapılan kişi ben görmediğim Allah’a inanmam diyor.

 Hava zemininin satına, yüzüne konan toz toprağı üfler, temizler,

 Bulut zemine su serper tozu toprağı yatıştırır.

 Önce yağmuru indirir arkasından rüzgârı gönderir. Çünkü yaşayan insanlar zarar görmesin ister.

 O rüzgârla nefes aldığın hava tertemiz hale getirilir ama insanlar nankördür görmez.

 Bulutlar vazifesini bitirir gider. gökyüzü pırıl pırıl olur.

 Şimdi bu Kainatı temizlemek için bütün hayvanlar, bitkiler, bulutlar, rüzgâr kafa kafaya geldi iş bölümü yapalım yoksa bu insanlar yaşayamaz bu kainatta mı dediler?

 Her biri eksiksiz, tam da olması gerektiği kadar mı yaptılar görevlerini?

Karınca kendisinin bile farkında değil, değil o dediğin işleri düşünecek de yapacak.

 Yoksa yüce bir kudretin varlığını gösteren deliller midir bunlar?

 İşte tüm bu faaliyetleri görerek ben bunlara şahit olarak senin kuddüs olduğuna iman ederim mi diyoruz? işte bu makbul imandır.

Allah kudret sahibidir. ben elinize iki kitap versem taşıyabilir misiniz peki 10, 20,30? peki bu masayı elinizde tutabilir misiniz? neden? güç lazım.

 Peki bu kitapların elinize temas ettirmeden tutabilir misiniz?  kâinata bakın.  galaksideki gezegenlerin, yıldızların, dünyanın büyüklüğünü düşündüğümüz zaman siz Allah’ın kudretinin sonsuz olduğunu idrak edersiniz.

 Çünkü böyle azıcık bir güçle bu gezegenler havada tutulamaz.

 Halıktır. Allah için yaratmakta çok kolaydır şu ders sırasında kim bilir kaç bebek doğdu bitki hayvan yarattı?

Tespit edilen 8.700.000 canlı türü var aslında bu canlı türlerinin 100 milyonu bulabileceğini tahmin ediyorlar. bu kadar çeşit yaratık var hepsinin rızkı ayrı. bir karıncanın rızkı ile yılanınki aynı mı?

 Sineğin kaplanın bunların silahları da ayrı. atmacanın ki ile kedinin aynı mı ?koyunun filin kendini koruması aynı mı?

 İskelet sistemleri ayrı, üzerlerine giydirdiği elbise farklı ve yırtılmayacak şekilde yaratılmış.

 Akrebe öyle bir elbise vereceksin ki yerdeki Taşlar ona zarar vermeyecek yılana öyle bir elbise vereceksin ki sürtünmekten açılmayacak.

 Dünyadaki meşgul oldukları işleri ayrı. Arı hiç yumurta yapmakla meşgul olmaz bir tek talimatı var onun o bal yapar tavuk hiç meşgul olmaz süt vermekle.

Her birinin görevi talimatı ayrı .bu kainat için hepsi çok önemli işler yapıyorlar.

Bu dünyadaki yaşayış süreleri de farklı kelebek 1 gün , kaplumbağa 150 -200 sene yaşıyor .ayrı ama hiçbir karışıklık yok .

Bu çeşit çeşit canlının rızkını giysilerini görevlerini talimatlarını hiçbirini unutmayarak veriliyor.

Bir bakıyoruz yeni doğan Akreplerin o zehirli okları konulmamış böyle bir şey duydunuz mu?

 Yeni doğan aslanların pençe ve dişleri yok Duydunuz mu?

 Yılanların dişleri ve zehirleri konulmamış

 Serçelerin rızıkları verilmemiş ?

Bunlar şaşırmayarak veriliyor yani elma ağacından karpuz çıkmıyor her ne vakit ihtiyaç varsa o vakit bunlar oluyor hiçbir vakitte şaşma yok .

Hiçbirini unutmamak şaşırmamak bu nasıl muazzam bir düzen? demekki bunu yapan kudretli bir varlık var.

Askerde askerlere hergün tek bir çeşit yemek veriliyor. bir tanesi çıkıpta ben bugün başka bir menü istiyorum diyemiyor.

 Bir ordu düşünün  her asker farklı yiyecek istiyor ben döner yiyecegim ben kuru fasulye pilav yiyecegim . kumandan da öyle bir kumandan ki askerleri ne istiyorsa hemen veriyor hiç unutmadan karıştırmadan.  biz dışardan ne kadar överiz değil mi? öyle bir kumandan var ki her bir askerini farklı yiyecek veriyor hiçte aksatmıyor deriz.

İşte Müslüman Kainat’taki bu muhteşem faaliyetleri görüyor ve şehadet ediyor "ben Allah’ın varlığına ve Allah’tan başka ilah olmadığına Hazreti Muhammed’in onun elçisi olduğuna şahitlik ederim delilim de işte şu kainattaki faaliyetlerdir ."

ateist ne der bir delilim yok bence tesadüfen olmuşlar aradaki fark bu.

(Allah’ı tanımak için ne yapmamız gerekiyor: Uğur Akkafa)