31 Mart 2019 Pazar

Misvak Kullanmak

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.


"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
4. BÖLÜM ABDEST

73. Misvak Kullanmak


İbn Abbas 
radıyallahu anh şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem yanında geceledim. O (gece kalkınca) dişlerini misvakladı."

244- Ebû Bürde babasından şunu aktarmıştır:

Hz. Peygamber'e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem geldim. "Elindeki bir misvak ile dişini temizlerken bir yandan da kusuyor gibi diye ses çıkardığını gördüm."

Açıklama


Sivak kelimesi hem misvak âletine hem de dişleri fırçalama fiiline denilmek­tedir.

Bu hadis, dil üzerinde uzunlamasına misvak kullanmanın meşruiyetini gös­terir. Dişlere gelince, dişlerin enine misvaklanması daha iyidir.

245- Huzeyfe 
radıyallahu anh şöyle demiştir:

"Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem geceleyin kalkınca ağzını misvakla te­mizlerdi. [Hadisin geçtiği diğer yerler: 889,1136]
Açıklama

Ibn Dakîku'l-'Id şöyle demiştir: Bu hadis uykudan kalkınca dişleri misvaklamanın müstehap olduğunu gösterir. Çünkü insan uyuduğunda midesinden yukarıya kötü kokular yükseldiği için uyku insanın kokusunu değiştirir. Misvak bunu temizleme âletidir. Bu sebeple gerekli olduğunda misvak kullanmak müstehaptır.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

30 Mart 2019 Cumartesi

A'RAF SÛRESİ 180. ayetin tefsiri


Allah'ın Güzel İsimleri


180- En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na bunlarla dua edin. Onun isimlerinde eğriliğe sapanları terkedin. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.


Açıklaması


En güzel manaları içine alan bütün isimler, sadece Allah'ındır. Dolayısıyla ya O'nu övmek için: "Allah. Ondan başka ilâh yoktur. Diridir. Kayyumdur" (Bakara, 2/255). "O, öyle Allah'tır ki, O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Gizliyi de, aşikârı da bilendir. O, Rahman'dır. Rahim'dir." (Haşr, 59/24). Ya da ihtiyaçlarının karşılanması için, O'na onlarla dua eder.

Allahu Teâlâ'nın en güzel isimleri doksan dokuzdur. Sahihayn'da, Ebû Hüreyre (r.a.)'dan, Resulullah (s.a.)'in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur. "Al­lah'a has doksan dokuz isim vardır. Bu isimleri her kim sayarsa, cennete girer. Allah tektir. Tek şeyleri sever." 


İsimleri saymak; onları söylemek, ezberlemek ve manalarını düşünmektir. Tirmizî ve Hâkim bu isimleri Velid b. Müslim ve Şutse yoluyla rivayet edip; "O tek şeyleri sever" sözünden sonra Esma-i Hüsna'yı şöyle sayar:

Hüvellahüllezi lâ ilahe illâ hû, er-Rahman, er-Rahîm, el-Melik, el-Kuddûs, es-Selâm, el-Mümin, el-Müheymin, el-Aziz, el-Cebbâr, el-Mütekebbir, el-Hâlık, el-Bârî, el-Musavvır, el-Gaffâr, el-Kahhâr, el-Vehhâb, er-Rezzâk, el-Fettâh, el-Alim, el-Kâbıd, el-Bâsıt, el-Hâfız, er-Râfî', el-Muizz, el-Müzill, es-Semi', el-Ba-sîr, el-Hakem, el-Adl, el-Latif, el-Habir, el-Halim, el-Azim, el-Ğafur, eş-Şekûr, el-Aliyy, el-Kebir, el-Vâsi', el-Hakîm, el-Vedud, el-Mecid, el-Bâis, eş-Şehid, el-Hakk, el-Vekil, el-Kaviyy, el-Metîn, el-Veliyy, el-Hamid, el-Muhsî, el-Mübdî, el-Mu'id, el-Muhyi, el-Mümit, el-Hayy, el-Kayyûm, el-Vâcid, el-Mâcid, el-Vâhid, es-Samed, el-Kâdir, el-Muktedir, el-Mukaddim, el-Muahhir, el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Vâlî, el-Müteâli, el-Berr, et-Tevvâb, el-Müntakım, el-Afüvv, er-Rauf, Mâlikü'1-mülk, Zü'1-Celâl-i ve'1-İkrâm, el-Muksit, el-Cami', el-Ganiyy, el-Muğni, el-Mâni, ed-Dârr, en-Nâfi', en-Nûr, el-Hâdî, el-Bedi', el-Bâkî, el-Vâris, er-Reşid, es-Sabûr.

Ayet ve hadisteki isimlerden amaç, hilâfsız olarak isimlendirmektir. Bu isimlerden bir kısmı zatından, bir kısmı sıfatından, bir kısmı fiilinin sıfatından dolayı ona verilmiştir. Alimlere göre, bu isimler tevkifidir. Cenab-ı Hakk'a, Kur'an'da ve sünnette olmayan bir isim verilmez, meselâ refik, sehiyy, âkil gibi.

"Onun isimlerinde eğriliğe sapanları terkedin": Yani onun isimlerinde, la­fız veya manalarında haktan başka yollara -değiştirmek, yorumlamak, yalan­lamak, ya da noksan veya fazla mana vermek veya güzellik vasfına ters mana vermek gibi- meyletmek suretiyle sapan kimseleri terkedin.

Sapma üç türlü olur:

1- Müşriklerin yaptığı gibi değiştirmekle:
Nitekim onlar, isimlerin taşıdığı manaların dışına çıkarak, o isimleri putlarına isim verdiler. Lat ismini Al­lah'tan, Uzza ismini Aziz'den, Menât ismini Mennân'dan türettiler.

2- Ziyadelik -teşbih- ile: Nitekim Müşebbihe, Allah'ın izin vermediği şey­lerle O'nu vasıflandırdılar.

3- Noksanlık -ta'til ile: Nitekim Muattıla, onun vasıflandığı isimleri atar­lar. Bazı kimseler de, Allah'a, kendi ismi olmayan isimlerle dua ederler, o isim­leri verirler.

İşte bu sebepten bunlar, amellerinin cezasını görecekler ve daha dünyada ahirete gitmeden önce cezalandırılacaklar. [96]

[96] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 5/136-137.

28 Mart 2019 Perşembe

Yaşlılar problem değil cennettirler-Faruk Beşer


...İhsan, kulun yaptığı işi Allah’ı görüyor gibi en mükemmel şekliyle yapmasıdır. Hem yaptığı işin güzel olması, hem de o işi en güzel şekliyle yapması. Allah, sadece kendisine kulluk edilmesi hükmünün yanı başına, anneye babaya ihsanda bulunmayı koymuştur. Dikkatle bakıldığında bunu bildiren ayette konumuz olan yaşlı bakımı meselesinin en önemli ipuçlarının bulunduğunu görürüz. Önce meali verelim:

‘Rabbin sadece O’na kulluk etmeniz ve annenize babanıza ihsanda bulunmanız hükmünü koymuştur. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında iken yaşlanırsa sakın onlara öf bile deme, onları azarlama, onlara güzel konuş. Tevazu kanadını onlara merhametle indir ve de ki, ey Rabbim, onlar beni küçükken nasıl baktılarsa sen de onlara öyle merhamet eyle. Rabbiniz sizin içinizi bilir, eğer siz O’nun beğendiği kullar olursanız, tam tövbe edenler için O elbette Gafûr’dur/günahları çokça bağışlayıp siler. Akrabanın, muhtaçların ve yolda kalmışların haklarını da ver, gereksiz harcamalar da yapma (İsra 23-26).

Demek ki, Allah’a kulluğun gereği, anneye babaya ihsanda bulunmaktır. Yani onlara hem gereken iyiliği yapacaksınız, hem de bu yaptığınız içten ve isteyerek olacak. Yaşlıya bakmada en önemli nokta burasıdır. Onların ihtiyaçları konusunda her şeyi yerine getirmiş olabilirsiniz ama bu kalpten, sevgi ve merhametle, ihsan ile değilse eksik olur. Bugün beden dili diye bir şeyden söz edilir. Biz ona kalpten kalbe yol vardır deriz. Onlar sizin gülümsemenizin bile içten olup olmadığını anlarlar. Onlar için yaptıklarınızı yük sayıyorsanız, ya da daha ilerisi, ölse de kurtulsak diye düşünüyorsanız, onlara bakmış olsanız dahi bunu ihsan ile yapmıyorsunuz demektir.

Allah, mesela çocuklarınıza merhametle bakın demiyor, çünkü insanın çocuğuna bakacağı merhameti, şefkati ve sevgiyi O zaten annesinin babasının fıtratına koymuş, artık böyle yapın denmesine gerek kalmamış. Ama çocukların anne babasına bakması söz konusu olduğunda, ‘tevazu kanadını onlara merhametle indir’ buyurmuş, yani bu görev duygulardan çok, akla ve imana bağlanmış. Arkasından da bunun ölçüsü verilmiş: ‘ve de ki, ey Rabbim, onlar beni küçükken nasıl baktılarsa sen de onlara öyle merhamet eyle’. Yani ihsan ile davranıp davranmadığını bununla test edebilirsin. Bakalım onlar için yapılacak her şeyi yaptıktan sonra böyle bir dua da edebiliyor musun? Sen küçükken onlar sana yaşaman için bakıyorlardı, sen de şimdi içinden gelerek bunu onların yaptığı gibi yapabilecek misin? Onlara o merhamet hissini duyabilecek misin? İnsan bazen kendisini de kandırıp bunu göstermelik olarak yapabilir, ama ‘Rabbiniz sizin içinizi iyi bilir’. Bakalım içten gelerek mi yapıyorsunuz, yüksünerek mi? Bu konuda hatalarınız olursa, sizin kendinizi düzeltmeniz halinde Allah onları bağışlar ve size her kademede bu ihsanı yaşama şansını tekrar verir.

Ayeti kerimede dikkat çeken bir husus da şudur: Böyle ihsan ile bakımı herkes öncelikle annesi babası için yapacaktır, ancak bu şansa sahip olmayan yaşlı yakınlarınız da bulunabilir. O zaman ‘akrabanın, muhtaçların ve yolda kalmışların haklarını da vermelisin’. Burada ihsan ile bakmaktan ziyade ‘vermek’ vardır. Yani size muhtaç olan yaşlı bir yakınınızın bakılmasına da katkıda bulunmalısınız. Hakları deyince de bu sadece maddi vermeler değildir, ilgi, sevgi ve sıla da onların hakkıdır. O halde bunu bir lütfunuz olarak görmeyeceksiniz, aksine bu, sizin üzerinizde onların hem dinen/ahlaken, hem de hukuken bir haklarıdır. O halde yaptığınızı minnetle yapmayacaksınız.

Evet, yaşlılara, insana yaraşır biçimde bakmanın merkezinde bu inanç ve bu varlık görüşü vardır. Sizin sebebi vücudunuz, varlık alanına çıkmanızın son halkası olan anne babanızdır. Onları da Allah var etmiştir. O halde ‘Allah’a da onlara da şükretmelisiniz’ (Lokman 14). Bunun tek istisnası, onların sizden Allah’ın emrine zıt bir talepte bulunmalarıdır. O zaman da kural şudur: ‘Halika isyan ederek mahlûka itaat edilmez’.

Eğer meseleye böyle bakılırsa yaşlılık problem olmaz, nimet olur ve mesele kökünden halledilmiş olur. Annesinin babasının yaşlılığını görüp de cennete girmeyi başaramayanları Resulüllah (sa) ‘yazıklar olsun, yazıklar olsun, yazıklar olsun’ diye azarlamıştır...

Yazının tamamı için:

27 Mart 2019 Çarşamba

Devlet kurumlarından emeklilik, bireysel emeklilik ve ev hanımlarına hayat sigortası

Soru:
Devlet kurumlarından emekli olmakla, banka ve sigorta şirketlerinin yaptığı bireysel emeklilik ve hayat sigortasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cevap:
Devletin kurduğu ve yürüttüğü kurumlardan emekli olmakla banka ve sigorta şirketlerinin yaptığı bireysel emeklilik ve hayat sigortası hüküm bakımından farklıdır. Birincisine cevaz verilmiştir. İkincisi (yani bankaların ve sigorta şirketlerinin yaptıkları bireysel emeklilik ile hayat sigortası) caiz değildir; bunun anlamı paranızı faizle işletip fazlasıyla (faizi ile) geri vermekten ibarettir.

Soru:
Bazı bankaların ev hanımları için yaptıkları sigorta işlemini dinen uygun ve caiz buluyor musunuz?

Cevap:
Bankaların ve bazı kuruluşların bireysel emeklilik, hayat sigortası vb. isimlerle yaptıkları sigorta ve emeklilik işlemleri faizcilik (toplanan parayı faizde değerlendirmek, para alıp daha fazlası ile geri ödemek...) ihtiva ediyor ve bu yüzden caiz olmuyor.

26 Mart 2019 Salı

A'RAF SÛRESİ 55.-56. ayetlerin tefsiri


Duanın Meşruluğu, Adabı Ve Yeryüzünde Fesat Çıkarmanın Haram Kılınması

55- Rabbinize yalvara yakara gizlice dua edin. 

Muhakkak ki O, haddi aşanları sevmez."


56- Islah olmuşken yeryüzünde fesat çıkarmayın. Ve O'na korka korka ve ümitle yalvann. Muhakkak ki Allah'ın rahmeti ihsan edenlere çok yakındır.


Açıklaması

Yüce Allah kullarını dünya ve ahiretlerinin ıslahı demek olan kendisine dua etmeye çağırmakta ve şöyle buyurmaktadır: "Rabbinize yalvara yakara gizlice dua edin." Yani Rabbinize, işlerinizi çekip çeviren, işlerinizin velisi, size nimetler ihsan eden Rabbinize yalvararak yakararak zilletinizi, miskinliğinizi arzederek ve gizlice dua edin. Çünkü dua etmek ibadetin asasıdır. Ayrıca bu buyrukta duanın gizlice yapılmasının mendup olduğuna bir işaret vardır. Çünkü böyle bir dua riyadan daha uzaktır. Ayrıca Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve içinde Rabbini yalvarıp yakararak gizlice zikret." (Araf, 7/205). Hz. Zekeriya'dan da övgüyle şöylece söz etmektedir: "Hani o Rabbine gizlice seslenmişti." (Meryem, 19/3).

Buharî ile Müslim'de Ebu Musa el-Eş'ari (r.a.)'den şöyle dediği nakledil­mektedir: İnsanlar yüksek sesle dua etmeye koyuldular. Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Ey insanlar, kendinize acıyınız. Gerçek şu ki sizler ne sağır olana ne de gaib olana dua ediyorsunuz. Sizler en iyi işiten, pek yakın olana dua ediyor­sunuz; O sizinle birliktedir."

Ebu'ş-Şeyh İbni Hayyân el-Ensârî de el-Sevâb'da Enes (r.a.)'den şöyle de­diğini rivayet eder: "Gizlice yapılan dua, açıkça yapılan yetmiş duaya denktir."

Hasan-ı Basrî (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) dedi ki: Müslümanlar du­ada alabildiğine gayret gösteriyorlar, fakat onların sesleri işitilmiyordu. Duala­rı kendileriyle Rableri arasında bir fısıltıydı. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuktadır: "Rabbinize yalvara yakara gizlice dua edin..."

Bazı ilim adamlarının naklettiklerine göre insanların mescitlerde, meclis­lerde ve bunun dışındaki benzeri yerlerde toplanmaları esnasında evlâ olan du­anın gizlice yapılmasıdır. Bundan müstesna olan herkesin sesini yükselteceği­ne dair varit olmuş hallerdir. Hacda telbiye ve bayramlarda tekbir getirmek gi­bi.

"Muhakkak ki O, haddi aşanları sevmez." Yani duada ve başka hususlar­da emredilen sınırları aşmak suretiyle haddi aşanları Yüce Allah sevmez. Bu­rada haddi aşmak ise, sözü geçen şu iki hususu terk etmektir: Yalvarıp yakar­mak ve gizlice dua etmek. Yüce Allah'ın sevmemesi ise böyle bir şeye hiç bir şekilde sevap vermemesi, bu şekilde davranana ihsanda bulunmamasıdır. O hal­de Yüce Allah'ın, "Muhakkak ki O, haddi aşanları sevmez" buyruğunun dua es­nasında yalvarıp yakarmayı ve gizliliği terk etmeyi, oldukça ağır bir üslûpla tehdit anlamında olduğu ortaya çıkmaktadır.

Ahmed ve Ebu Davud, Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.)'tan şöyle dediğini rivayet ederler: Resulullah (s.a.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Gerçek şu ki duada haddi aşan bir topluluk olacaktır" dedi ve sonra şu, "Rabbinize yalvara yakara gizlice dua edin" ayetini okudu. "Rabbim senden cenneti ve ona yaklaştıran söz veya ameli dilerim. Cehennemden, ona yakınlaştıran söz veya amelden de sana sığınırım" demen, senin için yeterlidir."

Yüce Allah kendisine dua edilmesini, yalvarılıp yakarılmasını emrettiği gibi, yeryüzünde fesat çıkartmayı da yasaklayarak şöyle buyurmaktadır: "Islah olmuşken yeryüzünde fesat çıkartmayın..." Yani peygamberlerin ve onlara uyan ıslah edicilerin ıslahından sonra ziraat, sanayi ve ticaret gibi hayat araçlarını güçlendirmek, ahlâkı güzelleştirmek, adaleti, şûrayı, karşılıklı dayanışmayı, merhameti teşvik etmek gibi maddî ve manevî alanlarda samimi, aklı başında olanların yükselttiklerini de bozarak, yeryüzünde herhangi bir şeyi bozup ifsat etmeyin.

İfsat etmek (bozgunculuk), küfür ve bidatle dilleri bozmayı; öldürmek, or­ganları kesmekle nefisleri bozmayı; gasp, hırsızlık ve hilekârlıkla malları bozmayı; sarhoşluk verici şeyleri ve benzerlerini kullanmakla akılları bozmayı; zi­na, Lût kavminin işi ve namuslulara iftiraya kalkışmak suretiyle de nesepleri bozmayı kapsayan kuşatıcı bir kavramdır.

Şanı Yüce Allah duanın şartı olan yalvarıp yakarmayı ve gizliliği açıkla­dıktan sonra, duaya götüren ve duayı gerektiren hususlara dikkat çekmekte, bu şekilde Rabbine dua etmeyenin fesat çıkartmaya daha bir yakın olacağına şöylece işaret buyurmaktadır: "O'na korka korka ve ümitle yalvarın." Yani Yüce Allah'a cezalandırmasından korkarak, çokça sevap ve mükâfat vereceğine de umut bağlayarak dua edin. Çünkü şüphesiz ki dua ibadetin beyni ve özüdür. Bundan dolayı açıkça duanın faydasını belirtmiş, şart ve adabını tamamlaması halinde kabul olunacağının umulacağını şöylece ifade buyurmuştur: "Muhak­kak ki Allah'ın rahmeti ihsan edenlere çok yakındır..." Yani Yüce Allah'ın rah­meti amellerini güzel bir şekilde yapan ihsan edicilere pek yakındır. Bu rahmet onun emirlerine tabi olup yasakladıklarını terk edenler içindir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve rahmetim, her şeyi kuşatmıştır. Ben onu takvalı hareket eden, zekâtı veren ve ayetlerimize iman edenlere yazacağım." (A'râf, 7/156).

Güzelce dua eden kimseye istediğinden daha hayırlısı veya onun benzeri verilir yahut da onun gibi bir kötülük ondan def edilir. [29]


[29] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 4/526-528.

25 Mart 2019 Pazartesi

Namaz Kılan Kişinin Sırtına Dışkı Veya Leş Konulduğunda O Kişinin Namazı Bozulmaz

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
4. BÖLÜM ABDEST

69. Namaz Kılan Kişinin Sırtına Dışkı Veya Leş Konulduğunda O Kişinin Namazı Bozulmaz

İbn Ömer namaz kılarken elbisesinde kan gördüğünde elbisesini çıkarıp namaza devam ederdi.

İbnü'l-Müseyyeb ve Şa'bî şöyle demiştir: "Kişi namaz kılarken elbisesinde kan veya meni olsa yahut kıbleden başka bir yöne yönelmiş olsa ya da teyemmüm ile namaz kıldıktan sonra vakit devam ederken su bulsa namazını tekrarla­maz."

Açıklama

Konu başlığında bozulmayacağı belirtilen namaz, kişinin haberi olmaksızın devam ettiği namazdır. Namazda necasetten kaçınmanın farz olmadığını yahut necasetten kaçınmanın namazın başında farz olduğunu kabul edenlere göre bu namaz mutlak olarak geçerli olur. Buhârî de bu görüşe meyletmiştir. Kendisine ok fırlatıldığında vücudundan kanlar aktığı halde namazına devam eden sahâbînin fiili de bu düşünceye dayanmaktadır. Bu konuda "abdest almayı yalnızca iki yerden/ön ve arkadan çıkan şeyden gerekli görenler" hadisi Câbir'den nakledil­mişti.
[149 nolu hadis]

Şafiî ve Ahmed İbn Hanbel namazda elbisesine necaset bulaşan kişinin namazı tekrarlaması gerektiğini söylemişlerdir. Mâlik şayet bu, vakit içinde olursa iadeyi gerekli görmüş, vakit çıktıktan sonra İse kazayı gerekli görmemiştir. Bu konuda uzun bir tartışma vardır. Bu durumda namaza devam etme konusu ise ileride Namaz bölümünde gelecektir.

Teyemmümle namaz kılan kişinin vakit içinde su bulursa namazını yeniden kılmasının gerekli olmadığı görüşü dört imamın ve selefin çoğunluğunun görüşüdür. Atâ, İbn Şîrîn ve Mekhûl'ün de içlerinde yer aldığı bir grup tabiîn alimi ise mutlak olarak namazı iade etmenin gerekli olduğunu söylemişlerdir.

Namaz kılan kişinin namazını kıldıktan sonra kıble yönüne dönmediğini an­laması durumunda üç imam ve Şafiî'nin eski görüşüne göre kişi namazını tekrarlamaz. Bu, çoğunluğun da görüşüdür. Şafiî'nin yeni görüşüne göre ise namazını tekrarlaması gerekir.

240- Amr İbn Meymûn, Abdullah İbn Mesud'un kendisine şunu anlattığını söylemiştir:

Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem Kabe'de namaz kılıyordu. Ebû Cehil ve arkadaşları Kabe'nin yakınında oturuyorlardı. Kendi aralarında "Hanginiz falan oğullarının deve kestikleri yerden bir işkembe getirip secdeye vardığı zaman Muhammed'in sırtına koyacak?" dediler. Bu konuşma üzerine içlerinden en şakı olan birisi (Ukbe İbn Ebî Muayt) kalkarak işkembeyi getirdi. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem secdeye yattığında o işkembeyi sırtına, iki kürek kemiği ara­sına koydu. (İbn Mesud dedi ki): "Ben bunu gördüğüm halde bir şey yapamıyordum. Ah ne olurdu o zaman bunu önleyecek gücüm olsaydı!" Onlar (katıla katıla) gülmeye başladılar, gülmekten birbirlerinin üzerine yıkılıyorlardı. Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem secde edıyor, başını kaldırmıyordu. Nihayet Fâtıma radıyallahu anha Resûlullah'ın Sallallahü Aleyhi ve Sellem yanına geldi ve işkembeyi onun sırtından attı. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem başını kaldırdıktan sonra üç kere "Allah'ım Kureyş'i sana havale ediyorum" dedi. Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem beddua etmesi onlara ağır geldi. Çünkü onlar, bu beldede yapılan duanın kabul edileceğine inanırlardı. Daha sonra Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem birer birer isim sayarak şöyle dedi:

"Allah'ım! Ebû Cehil'i sana havale ediyorum. Utbe ibn Rebîa'yı sa­na havale ediyorum. Şeyhe İbn Rebîa'yı sana havale ediyorum. Velîd ibn Utbe'yi sana havale ediyorum. Ümeyye İbn Halefi sana havale ediyorum. Ukbe ibn Ebî Muayt'ı sana havale ediyorum".

İbn Mesud diyor ki: Yedinci bir kişinin daha adını söyledi, ancak ben onun adını hatırlamıyorum. Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki Resûlullah'ın 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem, ismini saydığı kişilerin (Bedir savaşında öldürülerek) Bedir çukuruna atılmış olduklarını gözlerimle gördüm. [Hadisin geçtiği diğer yerler:520,2934,3185,3854,3960.]

Açıklama

"Gülmekten birbirlerinin üzerine yıkılıyorlardı" diye tercüme ettiğimiz yer, "adamlarının yaptığı o kötü işi birbirlerine işaret ederek eğleniyor, gülmekten kı­rılıp birbirlerinin üstüne yığılıyorlardı" şeklinde de anlaşılmaya müsaittir.

İsrail'in rivayetinde "Fatıma 
radıyallahu anha oradaki topluluğa dönerek kötü sözler söyledi" şeklinde, el-Bezzâr'da da "Onlar ise buna karşılık vermediler" şeklinde bir fazlalık vardır.

"Kureyş'i sana havale ediyorum" ifadesi "Kureyş'i helak etme işini sana bıra­kıyorum" demektir.

Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu bedduası onlara ağır geldi derken kasdedilen; onların Resûlullah'ın Sallallahü Aleyhi ve Sellem bedduasını işitince birden gülmeyi keserek korkuya kapılmalarıdır.

Ebu Cehil ve arkadaşlarının, Mekke'de yapılan duanın reddolunmayacağına inanmaları, Hz. İbrahim'in (a.s.) şeriatından kalma bir inanç olabilir.

İsrail'in rivayetinde şöyle denilmektedir: "Ben, Bedir savaşı sonrasında onla­rı ölü olarak gördüm. Sonra onlar sürüklenerek Bedir kuyusuna atıldılar". Sonra Resûlullah 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Bedir kuyusundakiler peşlerinde lanet bı­raktı" buyurdu. Hz. Peygamber'İn Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu sözü, yukarıdaki bed­duanın bir bölümü de olabilir. Şayet öyle ise bu söz, peygamberlik mucizelerin­den biridir. Diğer bir ihtimale göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bunu onlar kuyuya atıldıktan sonra da söylemiştir.

Hadisten Çıkan Bazı Sonuçlar

Hadiste, kafirlerin bile Mekke'de yapılan duaya önem verdikleri ifâde edil­mektedir.

Kâfirler Hz. Peygamber'İn 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem duasından korktuklarına göre onun sözünün doğruluğuna aslında inanıyorlar demektir. Ancak kıskançlık se­bebiyle o'na Sallallahü Aleyhi ve Sellem uymamışlardır.

Kâfire ve Müslümana Beddua Etmek

Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem kendisine eziyet edenlere karşı bile yumuşak davranmıştır. Tayalisî'nin, Şu'be aracılığıyla İbn Mesud'dan rivayet ettiği bu hadiste İbn Mesud'un şöyle dediği belirtilmektedir: "Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem onlara yalnızca o gün beddua ettiğini gördüm", Rabbi'ne ibadet ederken onu küçük düşürmeyi istedikleri için bedduayı hak etmişlerdi.

Duanın üç kere yapılması müstehaptir. İlim bölümünde selam vb. şeylerin üç kere yapılmasının da müstehap olduğu geçmişti.

Zalime beddua etmek caizdir. Ancak bazıları şöyle demiştir: Bu hüküm, za­lim kişi kâfir olduğundadır. Müslüman zalime gelince, onun için af dilemek ve tevbe etmesi için dua etmek müstehaptır. "Hadiste kafire beddua edilebileceğini gösteren bir durum yoktur" görüşü de aslında uzak bir görüş değildir. Çünkü Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem (vahiy ile) onların iman etmeyeceklerini öğrendi­ğinden onlar için beddua etmiş olabilir. Evla olan hayatta olan herkesin doğru yolu bulması için dua etmektir.

Fâtımatü'z-Zehrâ'nın 
radıyallahu anha küçüklüğünden itibaren, kavmi içindeki şe­refi ve özgüveni sebebiyle güçlü bir benliğe sahip olduğunu görüyoruz. Çünkü Kureyş'in reisleri olan kişilere açıktan kötü sözler söylediği halde onlar buna karşılık verememiştir.

Bir fiili doğrudan işlemek, ona sebep olmaktan daha öte bir durumdur. Ni­tekim İbn Mesud, içlerinde inkarcılığı ve Resûlullah'a 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem eziyeti daha şiddetli olan Ebû Cehil bulunduğu halde Ukbe'den bahsederken "toplulu­ğun en şakîsi" demiştir.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

24 Mart 2019 Pazar

Durgun Suya İdrarını Yapmak

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
4. BÖLÜM ABDEST

68. Durgun Suya İdrarını Yapmak


Rivayet edildiğine göre Ebû Hureyre Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem şu sözünü duymuştur: "Biz (bu dünyada) son, (âhirette ise) öncüleriz. [Hadisin geçtiği diğer yerler:876,896,6926,3486,6634,6887,7036,7495.]

239- Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Sizden biri durgun suya idrarını yapıp sonra da orada yıkanmasın."

Açıklama

Bunun anlamı şudur: Kişi durgun suya idrarını yaptığında bu suya ihtiyaç duyabilir, oysa buraya idrarını boşalttıktan sonra o suyu kullanamaz.

Bunun bir benzeri de Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem şu sözüdür: "Siz­den birisi karısını cariyeyi döver gibi dövüp de sonra onunla birlikte yatmasın."

Bazı Hanbelîlerin aksine, zikredilen hüküm açısından durgun suya bir insa­nın işemesi ile bir hayvanın işemesi arasında fark yoktur. Yine Zâhirîler'in ak­sine, kişinin doğrudan durgun suya işemesi ile bir kaba işeyerek bunu suya bo­şaltması arasında da fark yoktur. Bunların tümü ilim ehlince az miktarda suya hamledilmiştir. Bununla birlikte az miktar suyun ne kadar olduğu konusunda farklı görüşler vardır. Bu konuda yalnızca suyun niteliklerinin değişip değişmemesini dikkate alanların görüşü daha Önce geçti. Bu güçlü bir görüş olmakla birlikte, konu İle ilgili hadis sebebiyle az ve çoğun ayrımını İki külle suya göre yapmak bundan daha güçlü bir görüştür.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

23 Mart 2019 Cumartesi

A'RAF SÛRESİ 50.-51. ayetlerin tefsiri


Cehennemliklerin Cennettekilere Söyleyecekleri Veya Cehennemliklerin Kendilerine Yiyecek Ve İçecek Yardımında Bulunmaları İçin Cennetliklerden İmdat İstemeleri


50- Cehennemlikler cennetliklere: "Su­dan veya Allah'ın size verdiği nzıktan biraz da bize akıtın" diye seslenirler. Onlar da derler ki: "Doğrusu Allah on­ları kâfirlere yasak etti."

51- Onlar ki alay ve eğlenceyi din edin­diler. Dünya hayatı da kendilerini al­dattı. İşte onlar bu günlerine kavuşma­yı nasıl unutmuş idiyseler, ayetlerimi­zi nasıl bilerek inkâr etmiş idiyseler, biz de bu gün onları öylece unuturuz."


Açıklaması

İşte bu, kıyamet gününde cehennemliklerin kötü tablolarından birisidir. Yüce Allah cehennemliklerin zilletini, cennetliklerden yiyecek ve içecek isteyeceklerini, ancak bu isteklerine olumlu karşılık verilmeyeceğini haber vermek­tedir.

Ayet-i kerimenin anlamı şudur: Cehennemlikler cennet ehlinden, yarar­landıkları pek çok içecek ve yiyecek nimetlerinden kendilerine de akıtmalarını isteyeceklerdir. Yüce Allah'ın, "akıtın" buyruğunun anlamı, üzerimize su veya yiyeceklerden çok çok dökün, demektir. Yüce Allah'ın, ''Veya Allah'ın size verdi­ği rızıktan" buyruğunun anlamı da yahut sudan başka şeyler akıtın demektir. Bu ise su dışında kalan yiyecek ve içecekleri kapsar. Kendilerine katiyen olum­lu karşılık verilmeyeceğini bilmekle birlikte, bu şekilde onlardan imdat isteme­leri işlerindeki şaşkınlıklarından, suya olan aşırı ihtiyaçlarından dolayıdır. Ni­tekim suda boğulmak durumunda olan, oldukça zaruret içerisinde bulunan kimselerin ve başkalarının yaptığı da böyledir. Yüce Allah'ın, "Akıtın" buyru­ğunda cennetin cehennemden yukarıda olduğuna da delil vardır.

İbni Abbas (r. anhumâ) der ki: A'raftakiler cennete gidince bu sefer cehen­nemlikler de umutsuzluktan sonra kurtulabileceklerine umut bağlar ve, "Rabbimiz" derler. "Bizim de cennetlikler arasında yakın akrabalarımız var. O bakım­dan onları görelim, onlarla konuşalım diye bize izin ver." Yüce Allah cennete emreder, o da bir parça kenara çekilir. Sonra cehennemlikler cennetteki yakın­larına ve içinde bulundukları nimetlere bakar, onları tanırlar. Cennetlikler de cehennemlik olan akrabalarına bakar ve fakat onları tanımazlar. Yüzleri karar­mış, başka bir hilkate bürünmüş olurlar. Bunun üzerine cehennemlikler cennet­liklere isimleriyle seslenerek, "Sudan veya Allah'ın size verdiği rızıktan biraz da bize akıtın" derler. Özel olarak suyu istemelerinin sebebi ise içlerindeki aşırı yanma ve ateş dolayısıyla olacaktır; çünkü cehennemin sıcağı pek fazladır.

Bu sözler böyle bir şeyin gerçekleşmesinin mümkün olmayacağını bilmek­le birlikte yine de onların su isteyeceklerini ifade eder. Başkaları da der ki: On­lar umutsuzlukla birlikte böyle bir istekte bulunacaklardır; çünkü cezalarının devamlı olduğunu bilmektedirler.

Saîd b. Cübeyr de bu ayet-i kerime hakkında şöyle demektedir: Kişi baba­sına veya kardeşine seslenerek, "Yandım, üstüme biraz su akıt" der. Onlara, "Hadi bunlara cevap verin" denilince; "Doğrusu Allah onları kâfirlere yasak etti " diye cevap verirler.

Yüce Allah'ın, "Doğrusu Allah onları kâfirlere yasak etti derler" buyruğu­nun anlamı şudur: Cennetlikler şüphesiz Allah kâfirlere cennetin içecek ve yiyeceklerini yasaklamıştır.

Daha sonra Yüce Allah, kâfirleri dünyada iken güvendikleri şeyler ile ni­telendirmektedir. Onlar dini oyuncak ve eğlence edinmişlerdi. Diğer taraftan dünyaya, dünyanın süsüne püsüne aldanarak ahiret için amel etme emri hatır­larına gelmedi. İşte bu hususta Yüce Allah, "Onlar ki alay ve eğlenceyi din edindiler..." diye buyurmaktadır.

Yani bu kâfirler dinleriyle oynadılar. Onlar dinlerine karşı ciddi değillerdi. Yahut oyun ve eğlenceyi kendilerine din edindiler ve ruhları arındırmayan ve hiç bir fayda vermeyen amelleri itiyat edindiler. Onların alışkanlık haline ge­tirdikleri işler ise, kişiyi ciddiyetten alıkoyan, oyalayıcı işler yahut da kendisin­den fayda gözetilmeyen oyunlardan ibaretti. Onların amelleri tıpkı çocukların oyunu gibiydi.

Dünya hayatının süsüne püsüne, helâl ve haram türünden lezzetlerine al­dandılar. Razî der ki: "Dünya hayatı da kendilerini aldattı" buyruğu bir me­cazdır. Çünkü dünya hayatı aslında aldatmaz; bundan dolayı da bu dünya ha­yatı esnasında aldanış ortaya çıktı. Çünkü insan, ömrünün uzamasını, güzel yaşamayı, çok mal sahibi olmayı, güçlü bir makam ve mevkide bulunmayı umut ve arzu eder. İşte bu gibi şeylere olan aşırı rağbeti dolayısıyla dünyayı isteme arzusuna gömülerek dinin gereklerini yerine getirmekten alıkonulmuş olur. [24]

Bu şekilde oyun, eğlence ve aldanışın cezası ise Yüce Allah'ın şu buyru­ğunda ifade ettiği gibi olacaktır: "İşte onlar... nasıl unutmuş idilerse... Bu gün onları öylece unuturuz." Yani onlara iyilik yapmayı unutan kimsenin davranışı gibi davranır. Çünkü hiç bir şey Yüce Allah'ın bilgisinin dışında kalmaz ve O hiç bir şeyi unutmaz. Nitekim şöyle buyurmaktadır: "O'nun ilmi bir Kitaptadır. Rabbim ne şaşırır, ne unutur.' (Tâ-Hâ, 20/52). Ancak Yüce Allah burada unut­ma tabirini mukabele (yapılan davranışa benzeriyle karşılık vermek) kabilin­den kullanmıştır. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Onlar Allah'ı unuttular, Allah da onları unuttu" (Tevbe, 9/67); "Böylece ayetlerimiz sana gel­miş, sen de onları unutmuştun ve bu gün sen de öyle unutulursun." (Tâ-Hâ, 20/126).

O halde Yüce Allah'ın, "Bu gün onları öylece unuturuz" buyruğunun anla­mı; onlara unutulan şeye karşı davranıldığı gibi davranırız, onlar hayırla anılmazlar, aksine cehennemde terk edilirler, demektir. Yüce Allah'ın, "İşte onlar bu günlerine kavuşmayı nasıl unutmuş idiyseler..." buyruğunun da anlamı şu­dur: Ona kavuşmaya karşı unutanların davranışı ile davrandıkları bu günü hatırlayıp ona ehemmiyet vermedikleri ve Allah'ın ayetlerini unutup peygam­berlerin getirdiklerini reddettikleri gibi, onlara da öyle davranılır.

Velhasıl, Yüce Allah onlar dünya hayatında iken kıyamet gününde Allah'a kavuşmak için çalışmayı terk ettikleri, Allah'ın ayetlerini bile bile inkâr ettik­leri gibi, onlar da cehennem azabında terk olunurlar.

Allah'ın onların unutmalarının cezasını "unutma" diye adlandırması, müşâkele (yapılan davranışa karşılık olarak, o davranışın benzer ismiyle anılma­sı) kabilindendir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Bir kötülüğün ce­zası onun misli olan kötülüktür." (Şûra 42/40). Bu unutmadan maksat ise, yüce Allah'ın onların dualarını kabul etmeyeceği ve onlara merhamette bulunmaya­cağıdır. [25]


[25] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 4/511-513

22 Mart 2019 Cuma

A'RAF SÛRESİ 42.-43. ayetlerin tefsiri


Takva Sahibi Müminlerin Mükafatı


42- İman edip de salih ameller işleyen­lere gelince -ki biz kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemeyiz-, işte onlar cennetliklerdir. Onlar orada ebe­dî kalıcıdırlar.

43- Göğüslerinde kinden ne varsa sö­küp atmışızdır. Altlarından ırmaklar akar ve derler ki: "Hamdolsun O Al­lah'a ki bizi hidayetiyle buna ulaştırdı. Eğer O bizi ulaştırmasaydı, biz hidaye­te ulaşamazdık. Andolsun ki Rabbimizin peygamberleri hakkı getirmişler­dir." Onlara, "Yapmakta olduklarınız­dan dolayı mirasçısı kılındığınız cen­net işte budur" diye seslenilir.


Açıklaması


Yüce Allah bedbahtların durumunu ve cezasını söz konusu ettikten sonra mutluların durumunu ve onların görecekleri mükâfatları söz konusu etmekte­dir. Böylelikle mümin ve kâfir, hak ile batıl üzere olan birbirinden ayrılmış ol­sun. Yüce Allah, "İman edip de..." yani Allah'a, peygamberlerine inanıp emirle­ri yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak suretiyle salih amel işleyenler, evet yalnız onlar cennetliklerdir ve yalnız onlar orada ebediyyen kalacak olan­lardır.

Yüce Allah'ın, "Ki biz kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemeyiz" buyruğu ara cümlesi olarak yer almaktadır. Bundan maksat ise cennetin mev­ki olarak azametli olmasına rağmen zorluklara katlanmaksızın kolay amellerle oraya ulaşılacağına ve cennete ulaştıran salih amelin zor değil kolay olduğuna dikkat çekmektir. O yol zor olmadığı gibi ona ulaşmak insan takatinin dışında da değildir. Aksine her insanın onu yapması, imana eriştiği ve Kur'an'ın hida­yetinin yardımını aldığı takdirde gayet kolaydır.

"Güç ve takat" kelimesinin anlamı, insanın darlık ve sıkıntı zamanlarında değil, rahat ve genişlik hallerinde güç yetirebildiği şeyler demektir.

Yüce Allah'ın cennetliklere olan nimetlerinden birisi de onların ruhlarının anlığı ve kalplerinin kötülüklerden uzak olmasıdır. Kalplerini herhangi bir ke­der karartmayacağı gibi herhangi bir acı da rahatsız etmez ve korkulacak hiç bir şey onları korkutmaz. Cennetlikler arasında kötü bir durum meydana gel­mez. Çünkü Yüce Allah onların kalplerinde bulunan her türlü kıskançlık, kin, düşmanlık ve bunlara benzer dünyadaki nefsî ve ruhî hastalıkları çekip çıkar­mış olacaktır.

Buharî'nin Sahih'inde Ebu Saîd el-Hudrî'den şöyle dediği rivayet edilmek­tedir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: "Müminler cehennemden kurtulduklarında cennet ile cehennem arasında bir köprü üzerinde alıkonulurlar. Dünya hayatın­da aralarındaki haksızlık ve zulümlerin kısası yapılır. Nihayet arındırılıp tertemiz edildiklerinde cennete girmelerine izin verilir. Nefsim elinde olana yemin olsun ki, onlardan her birisinin cennetteki evini bilmesi, dünyada iken mesken olarak kullandığı yeri bilmesinden daha ileri derecededir."

İbni Ebi Hatim de Hasan-ı Basrî'den şöyle dediğini rivayet eder: Bana ulaştığına göre Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Cennetlikler Sırat'ı geçmele­rinden sonra alıkonulurlar. Ta ki dünyada iken aralarındaki haksızlıklardan dolayı hak sahibinin hakkı ötekinden alınıncaya kadar. Daha sonra cennete bir­birlerine karşı kalplerinde herhangi bir kin bulunmaksızın girerler."

İbni Cerîr et-Taberî de Katâde'den şöyle dediğini rivayet eder: Ali (r.a.) de­di ki: Şüphesiz ben, Osman, Talha ve ez-Zübeyr'in Yüce Allah'ın haklarında "Biz onların göğüslerindeki kini söküp attık, kardeşler olarak sedirler üzerin­de..." (Hicr, 15/47) diye söz ettiği kimselerden olacağımızı ümid ederim.

Abdürrezzâk da el-Hasen'den şöyle dediğini rivayet eder: Ali (r.a.) dedi ki: "Allah'a yemin ederim Ehl-i Bedir olan bizler hakkında şu, "Göğüslerinde kin­den ne varsa söküp atmışızdır." buyruğu nazil oldu.

Müminler Allah'ın nimet ve lütfuna şükrederek şöyle diyeceklerdir: Dün­yada iken karşılığı şu büyük nimetler olan sahih imana ve salih amele bizleri ileten Allah'a hamdolsun. Esasen Allah'ın hidayeti ve peygamberlerine tabi ol­ma muvaffakiyeti olmasaydı, kendi düşünme seviyemizle kendiliğimizden bu doğru yolu bulup hidayete ermemiz yapabileceğimiz bir iş değildi.

Aynı şekilde her şeyin, peygamberlerin haber verdiklerine tıpatıp uyduğunu gördüklerinde de şöyle diyeceklerdir: Andolsun Allah'ın peygamberleri hak ile gelmişlerdi. İşte Allah'ın peygamberleri vasıtasıyla vaad ettiğinin doğrulu­ğunu bunlar göstermektedir.

Melekler de onlara, "Selâm olsun sizlere! Siz ne iyi idiniz! Haydi oraya ebedi olarak giriniz. İşte bu, Allah'ın salih amellerinize mükâfat olmak üzere sizlere miras kıldığı cennettir" diyeceklerdir.

Saîd b. Mansûr ile Beyhakî, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet eder­ler: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: "Aranızdan iki konaklama yeri olmayan kimse yoktur. Bu konakların birisi cennette birisi cehennemdedir. Kişi ölüp de cehen­neme girdi mi bu sefer cennet ehli onun yerine mirasçı olurlar. İşte Yüce Al­lah'ın, "İşte mirasçı olanlar onlardır." (Mü'minûn, 23/10) buyruğu bunu ifade etmektedir." [21]


[21] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 4/499-500.

21 Mart 2019 Perşembe

Katı Yağ Ve Suya Düşen Necasetler

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.


"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
4. BÖLÜM ABDEST

67. Katı Yağ Ve Suya Düşen Necasetler

Zührî şöyle demiştir: "Suyun tadı veya kokusu ya da rengi değişmedikçe içi­ne necasetin düşmesi bir sakınca doğurmaz."

Hammâd şöyle demiştir: "Ölü hayvanın tüylerinin suya düşmesinin bir sa­kıncası yoktur."

Zührî -fil vb. eti yenmeyen- ölü hayvanların kemikleri hakkında şöyle de­miştir: "Selef âlimlerinden bir gruba yetiştim ki onlar bununla saçlarını tarar, yağlanır ve bunda bir sakınca görmezlerdi."

Ibn Şîrîn ve ibrahim en-Nahaî şöyle demiştir: "Fil dişi ticaretinde bir sakınca yoktur."

Yağ veya suya düşen necasetler suyu necis mi kılar, yoksa su değişime uğ­ramadıkça necis olmaz mı? Bu başlık altında bu konu ele alınmaktadır. Buhârî'nin bu konuda rivayet ettiği eser (sahabe ve tâbiun sözleri) ile hadislerin toplamından anlaşılan budur.

"Suda bir sakınca yoktur" yani her halükarda onu kullanmakta bir sakınca yoktur, içine düşen necaset suyun tadını, kokusunu veya rengini değiştirmedikçe suyun temiz olduğuna hükmedilir. Zührî'nin bu görüşünü âlimlerden bir grup kabul etmiştir.

Ölen hayvan, eti yenen bir hayvan olsun ya da olmasın, tüylerinin suya düşmesi suyu necis kılmaz.

Selef âlimlerinin eti yenmeyen hayvanların kemikleri ile yağlanmaları, onla­rın bunu temiz kabul ettiğini gösterir.

Abdürrezzak İbn Sîrîn'in sözü senedi ile birlikte şu lafızla rivayet edilmiştir: "O, fildişi ticaretinde bir sakınca görmezdi". Bu, İbn Sîrîn'in fildişini temiz kabul ettiğini gösterir. Çünkü meşhur zeytinyağı İle ilgili kıssanın da gösterdiği gibi necis olan ve temizlenmesi mümkün olmayan bir şeyin satımı caiz değildir.

235- Meymûne'nin rivayet ettiğine göre, Resûlullah'a 

Sallallahü Aleyhi ve Sellem katı yağ içine farenin düşmesi soruldu. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

"Fareyi ve etrafındaki yağı atın. (Geriye katan) yağınızı yiyin. 
[Hadisin geçtiği diğer yerler:236,5538,5539,5540.]

Açıklama

Nesâî yukarıdaki hadise ek olarak, Abdurrahman İbn Mehdî'nin Mâlik ara­cılığı ile rivayet ettiği "katı yağa" ifadesini koymuştur.

Buhârî Kesilen Hayvanlar bölümünde bu hadisi, İbn Uyeyne'nin îbn Şihab'dan rivayet ettiği "(içine fare düşen ve farenin öldüğü) yağ hakkında so­ruldu11 ifadesi ile rivayet etmiştir.

236- Meymûne'nin rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber'e 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem katı yağ içine düşen fare hakkında soruldu, O şöyle buyurdu: "Fareyi ve etrafındaki yağı alarak atın."

Önemli Bilgi

Âlimlerin çoğunluğu, katı yağ ile sıvı yağın birbirinden ayrıldığını gösteren Ma'mer rivayetini esas almışlardır. İbn Abdiiber, katı yağa ölü hayvan düştü­ğünde, hayvanın başka herhangi bir parçasının yağın diğer bölümlerine bulaşmadiği kesin oiarak bilindiğinde bu hayvanın ve etrafındaki yağın atılmasının yeterli olacağı konusunda âlimler arasında ittifak bulunduğunu nakletmiştir. Sıvı yağ konusunda ise ihtilaf edilmiştir. Çoğunluk necasetin yağa temas etmesiyle yağın tümünün necis olacağını kabul etmiştir. İçlerinde Zührî ve Evzâî'nin bu­lunduğu bir grup âlim ise buna muhalif görüş belirtmişlerdir. Bunun izahı Kesile­cek Hayvanlar bölümünde gelecektir. Yine orada necis olan veya sonradan necis hale gelen yağdan yararlanma konusu da ele alınacaktır.

İbnü'l-Münzir şöyle demiştir: Yağ ile ilgili hadisin, konu başında verilen sa­habe ve tabiin görüşleri İle ilgisi şudur: Buhârî, bir şeyin necis hale gelmesinde o şeyin niteliklerinin değişmesinin dikkate alınacağını kabul etmiştir. Ölen hayva­nın tüyü, hayvanın ölümle değişmesi durumunda değişmemektedir, kemiği de böyledir. Ölü hayvanın düştüğü yerden uzaktaki katı yağın niteliği değişmedi­ğinde de hüküm böyledir. Bundan şu sonuç çıkar: Suya necaset karışsa, bu necaset suyun niteliğini değiştirmediğinde su necis olmaz.

237- Ebû Hureyre 
radıyallahu anh Hz.
Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şu sözünü rivayet etmiştir:

"Müslümanın Allah yolunda aldığı her yara, kıyamet gününde yeni açıldığı andaki şekli üzere kan fışkırıyor gibi olur; rengi kan rengi, kokusu misk kokusudur. 
[Hadisin geçtiği diğer yerler:2803,5533.]

Açıklama

Allah yolunda aldığı her yara" ifadesi ile Müslümanın diğer yaralan dışarıda bırakılmıştır.

Cihad bölümünde el-A'rec aracılığıyla Ebû Hureyre'den 
radıyallahu anh aktarılan rivayette şöyle denilmiştir: "Allah kimin kendi yolunda yaralandığını en iyi bilir".

Bu, söz konusu müjdenin ancak niyeti halis olanlar için geçerli olacağını gösterir.

Kıyamet günü yaranın ilk şekli gibi olmasının hikmeti, yara sahibinin fazile­tine, ona zulmeden kişinin (kötü) fiiline şahitlik etmesidir. Yaranın güzel kokusunun mahşer halkı arasında yayılmasının hikmeti de yara sahibinin faziletini gös­termek içindir. Bundan dolayı İslâmî ahkâma göre savaş alanında şehit olan kişinin yıkanması gerekmediği bilinmektedir.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

20 Mart 2019 Çarşamba

Develerin, Binek Hayvanlarının, Davar­ların İdrarlarının Hükmü, Bu Hayvanların Ağıllarında Namaz Kılmak

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
4. BÖLÜM ABDEST

66. Develerin, Binek Hayvanlarının, Davar­ların İdrarlarının Hükmü, Bu Hayvanların Ağıllarında Namaz Kılmak

Ebû Musa, yanında açık alan bulunduğu halde posta hayvanlarının ağılında ve hayvan pisliği bulunan yerde namaz kıldı ve "Burası ile şurası aynıdır" dedi.

233- Enes 
radıyallahu anh şöyle demiştir:

Ukl (veya Ureyne) kabilelerinden bazı kimseler Medine'ye geldiler. Medine'­nin (havası onlara iyi gelmediğinden) karınları ağrıdı. Bunun üzerine Hz. Pey­gamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem onlara, yeni yavrulamış develerin süt ve İdrarlarından İçmelerini tavsiye etti. Onlar da (zekat) develerinin bulunduğu yere giderek Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem emrini aynen yaptılar, zamanla iyileştiler. İyileştikten sonra, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu hayvanlara bakan görevli çobanını öldürerek ümmetin beytü'l-malına ait zekat develerini alıp kaçtılar. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu haber gündüzün hemen ilk saatlerinde kendi­sine ulaşınca onları takip etmek üzere adam gönderdi. Bu kişiler güneş yükse­lince, adamları yakalayıp getirdiler. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem el ve ayak­larının kesilmesini emretti. Bunların gözlerine mil çekildi. "Harre" denilen sıcak yere atıldılar, su istemelerine rağmen kendilerine su verilmedi.

Ebû Kılabe şöyle demiştir: Bunlar hırsızlık yaptılar, adam öldürdüler, iman ettikten sonra inkar ettiler, Allah ve Resûlü'ne karşı harp ilan ettiler. 
[Hadisin geçtiği diğer yerler:1501,3018,4192,4193,4610,5685,5686,6727,6802,6803,6805,6899]

Açıklama

Burada binek hayvanından kasıt; at, katır ve merkeb gibi hayvanlardır.

Buhârî, ihtilaflı konularda âdeti olduğu üzere buradaki konu başlığında da hükmü açıklamamıştır. Ancak onun Uranîler ile ilgili hadisi rivayet etmesinden, ilk anda deve idrarının temiz olduğu görüşünü kabul ettiği anlaşılmaktadır. Şa'bî, İbn Uleyye, Dâvud ve diğer bazı âlimler de bu görüştedir.

Ebû Musa'nın namaz kıldığı belirtilen yer Kûfe'deydi. Halifelerden ordu ko­mutanlarına mektup ve haber getiren elçiler ve posta görevlileri burada kalırdı. Ebû Musa, Hz. Ömer ve Hz. Osman 
radıyallahu anhum  zamanında Kûfe'de kalmıştı. Elçilerin kal­dığı yer şehrin bir köşesinde bulunuyordu. Bu sebeple açık arazi de onun yan tarafındaydı.

Ebû Musa'nın "Burası ile şurası aynıdır" sözü, namazın sıhhati açısından bu­rada namaz kılmak ile orada namaz kılmak arasında fark yoktur, anlamına gelir.

Deve Dışkısı Temiz midir ?


Buhârî'ye, "Ebû Musa'nın bu sözünde deve dışkısının temiz olduğunu göste­ren bir delil yoktur" denilerek itiraz edilmiştir. Çünkü Ebû Musa'nın bunlar üze­rine bir yaygı sererek namaz kılmış olması mümkündür.

Bu itiraza şu şekilde cevap verilmiştir; Aslolan Ebû Musa'nın bunu yapma­mış olmasıdır. İbn Huzeyme ve diğerlerinin sahih gördüğü Ebû Hureyre 

radıyallahu anh tarafın­dan rivayet edilen "idrardan sakının. Çünkü kabir azabının çoğunluğu

ondandır" hadisinin genel ifadesini esas almak daha evladır.[Bu görüş sağlam değildir. Doğru olan deve idrarı ve eti yenen hayvanların idrarının temiz olmasıdır. 
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem "idrardan sakının" sözünde kasdettiği idrar, Buhari'nin de dediği gibi insan idrarıdır. Kabirde azap görenlerle ilgili hadis ve yukarıda zikredilen Ebu Musa'nın sözü de bunu göstermektedir.(Abdülaziz İbn Baz)] Çünkü bu hadisten ilk anda bütün idrarların kasdedildiği anlaşılmaktadır. Bu tehdit sebebiyle deve İdrarından da sakınmak gereklidir.

Hadisin Arapça aslında.geçen "ictevev" fiili hakkında İbn Fâris şöyle demiş­tir: Bu kelime, nimet İçinde olsan bile bir yerde kalmaktan hoşlanmadığın zaman kullanılır. Hattabî bunun yalnızca kalmaktan dolayı zarar görüldüğünde kullanı­lacağını söylemiştir. Bu olaya uygun olan da bu anlamdır.

İlk anda anlaşıldığına göre, Uranîler Medine'ye hasta olarak gelmişler, iyile­şince de Medine'nin havasını ağır bulduklarından orada kalmak istememişlerdir. Onlardaki hastalık ise aşırı zayıflık ve az yemek yeme idi.

Ebû Avane, Gaylan aracılığı ile Enes'ten şunu rivayet etmiştir: "Onlarda şid­detli zayıflık vardı". Yine o, Ebû Said aracılığıyla 'Yüzleri sararmıştı" diye rivayet etmiştir.

İyileştikten sonra Medine'nin havasını ağır bulmalarının sebebi, İmam Ahmed İbn Hanbel'in, Humeyd aracılığıyla Enes'ten rivayet ettiğine göre Medine humması idi.

Uranîlerin, zekat develerinin sütünden içmeleri, bu kimselerin yolda kalmış kimseler olmasındandır. Hz. Peygamberin 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem devesinin sütünden içmeleri de O'nun izni ile olmuştur.

Uranîlerin develerin idrarlarını içmelerine gelince; İdrarın temiz olduğunu kabul edenler bu hadisi delil getirmişlerdir. Deve idrarının temiz olduğu zaten bu hadiste yer almaktadır. Eti yenen diğer hayvanların idrarları da buna kıyas edilir. Bu, İmam Mâlik, Ahmed İbn Hanbel ve seleften bir grubun görüşüdür. Şafiî ve âlimlerin çoğunluğu ise eti yensin yenmesin hayvanların idrar ve dışkılarının necis (pis) olduğu hükmünü kabul etmiştir.

Seleme İbnü'1-Ekva' hadisinde şöyle denilmektedir: "Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem Uranîleri yakalamak üzere Kürz İbn Câbir el-Fihrî komutasında Müs­lümanlardan bir grup atlı gönderdi".

Nesaî, Evzâî'den "Onları yakalamak için, İz sürenlerden bir grubu gönderdi" şeklinde rivayet etmiştir.

Müslim, Muaviye İbn Kurre yoluyla Enes'ten şunu rivayet etmiştir: "Bunlar ensardan sayısı yirmiye yakın gençlerdi. Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem onla­rın yanında, iz sürmeyi bilen birini gönderdi."

Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem el ve ayaklarının kesilmesini emrettiği bu kişilere yerlerindeki kanın dinmesini sağlayan dağlamayı yaptırmamıştır.

Müslim'in Abdülaziz'den rivayetinde "Gözleri oyuldu" ifâdesi yer almıştır.

Harre denilen yer, Medine'de siyah taşlı bîr yerdir. Buraya atılmalarının se­bebi, cinayeti işledikleri yere yakın olmasıdır.

Su istemelerine rağmen bu kişilere su verilmemesi konusuna gelince; İbnü'l-Cevzî'nin de dâhil olduğu bir grup âlim bunun yaptıklarına kısas olarak uygulandığını söylemiştir. Çünkü Müslim'de Süleyman et-Teymî'nin Enes'ten rivayetine göre "Uraniler çobanların gözlerine mil çektiği için Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem de onların gözlerine mil çektirmiştir."

Hadisten Çıkan Sonuçlar

Hadiste yukarıda belirtilenlerden ayrı olarak şu hususlar da yer almaktadır:

* Devlet başkanına heyetlerin gelmesi ve devlet başkanının onların masla­hatları İle İlgilenmesi

* Develerin sütleri ve idrarları ile tedavinin meşru olması

* Her bünyeye, alışık olduğu (kendisine uygun) tedavinin yapılması,

* Şayet Uranîlerin öldürülmesinin kısas yoluyla olduğunu kabul edersek bu hadisten şu sonuç da çıkar: Bir kişiyi öldüren topluluk, onu ister suikast yoluyla ister mücadele ederek öldürmüş olsun, onların tümü kısas yoluyla öldürülür.

* Kısas cezası, katil nasıl öldürmüşse o şekilde uygulanır. Bu, yasaklanmış bulunan "müsle" kapsamına girmez.[Müsle: Bir insanın canlı veya ölü iken organlarını koparmak,işkence yapmak demektir.]

* Yol kesme suçu, açık alanda gerçekleşebilir. Bunun şehirlerde gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinde ise görüş ayrılığı bulunmaktadır.

* Yolda kalan kimseler, devlet başkanının izni İle zekat develerinin üzerinde hak sahibi olmaları sebebiyle onların sütlerinden İçebilirler.

* İz süren kişinin söylediğine göre hareket edilir. Araplar bu konuda tam an­lamıyla bilgilidir.

234- Enes şöyle demiştir:

Mescit inşa edilmeden önce Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem koyun ağıllarında namaz kılardı.[Hadisin geçtiği diğer yerler: 428,429,1868,2106,2771,2774,2779,3932]

Açıklama
Koyunların idrar ve dışkılarının temiz olduğunu kabul edenler, Hz. Peygam­berin 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem koyun ağıllarında namaz kıldığını ifade eden bu hadisi esas almışlardır. Çünkü koyun ağıllarında mutlaka koyun idrar ve dışkısı bulu­nur. Bu, sahabenin namaz kılarken bu idrar ve dışkıya temas ettiklerini, bunun necis olmadığını gösterir.

Bu görüş sahiplerine, namaz kılan kişi ile koyun idrar ve dışkısı arasında bir engelin bulunmuş olmasının mümkün olduğu söylenerek itiraz edilmiştir.

Bu itiraza da "Sahabe namaz kılarken yer ile kendileri arasına bir engel koymazlardı" denilerek cevap verilmiştir. Ancak bu, tartışmaya açık bir husustur. Çünkü bu, bir şeyin olmadığına dair şahitlik yapmaktır. Bunun yerine bu nama­zın bir asla (temel prensibe) dayandığı söylenebilir. Buna da şu şekilde cevap verilir: Sahihayn'da Enes'ten rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem onların evindeki bir hasırın üzerinde namaz kılmıştır. Yine Hz. Aişe'den radıyallahu anha rivayet edildiğine göre o bir baş örtüsünün üzerinde namazını kılardı.

İbn Hazm şöyle demiştir: Bu hadis neshedilmiştir. Çünkü hadiste bu duru­mun mescidin inşa edilmesinden önce olduğu söylenmiştir. Öyleyse bu durum hicretin ilk yıllarında olmuş olabilir. Hz. Aişe'den 
radıyallahu anha sahih olarak nakledildiğine göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ashabına arazilerde mescit yapılmasını ve buralara güzel koku sürülmesini ve buraların temiz tutulmasını emretmiştir. Bunu İmam Ahmed, Ebû Dâvud ve başkaları rivayet etmiştir. İbn Huzeyme ve diğer hadisçiler bu hadisi sahih kabul etmişlerdir. Ebû Dâvud ve diğer hadisçiler Semure'den şu fazlalıkla hadisi rivayet etmiştir: "...ve mescitleri temiz tutmamızı emretti."

Bu olay mescidin bina edilmesinden sonra olmuştur. İbn Hazm'ın nesh iddi­asına gelince bu, önce bunun caiz olmasını sonra da yasaklanmasını gerektirir. Oysa bu tenkide açıktır. Çünkü

Hz.Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem ve koyun ağı­lında namaz kılmaya izin verdiği, Müslim'in Câbir İbn Semure'den rivayet ettiği hadiste sabittir. Evet bu hadis koyun ağıllarının temiz olduğunu göstermez. An­cak bu hadiste deve ağıllarında namaz kılmanın yasaklanması da vardır. Şayet namaz kılmaya izin vermek temizliği gerektirseydi, deve ağılında namaz kılmanın yasaklanması deve idrarının necis olmasını gerektirirdi. Hiç kimse bu ikisi ara­sında bir fark olduğunu söylememiştir. İzin ve yasak, temizlik ve necasetle ilgili olmayan bir şeyden kaynaklanmaktadır ki bu da koyunun cennet bineklerinden olması, devenin ise şeytanlardan yaratılmasıdır.

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

19 Mart 2019 Salı

Hanımlara Özel 9 Temizlik ve İbadet Fetvası-Faruk Beşer


1. Tüy dökücü kremler kullanmak caiz mi?

Tıbben sağlığa zararlı olmayan kremlerle ya da ”hamam otu” denilen Kalsiyum+Baryum karışımı müstahzarla (nevra) kıl temizlemekte bir sakınca yoktur. Ancak ”fıtrat” hadisinde geçtiği gibi, güç yetirebiliyorsa, güzel olan, koltuk altını yolmak, kasıkları ise tıraş etmektir.

2. Ojeli parmakla alınan abdestle namaz kılınır mı?

Oje, tırnağa balık pulu gibi kapatmakta ve suyun temasına engel olmaktadır. Öyleyse abdeste de engeldir. Nitekim balık pulunun abdeste engel olduğu fıkıh kitaplarımızda açıkça zikredilmektedir.

3. Aybaşı halinden sonra gelen beyaz akıntı namaza engel midir? Namaz kılarken akıntı olursa namaz bozulur mu? Bu akıntıyı pamuk vs. ile engellemekte bir sakınca var mıdır?


Bu tür akıntılar kadınlarda bir dereceye kadar normal sayılır ve pamuk gibi bir şey (kürsüf) kullanmak suretiyle dışarı çıkması önlenebiliyorsa, kadın bununla özür sahibi sayılmaz. Yani bu tampon akıntıyı tuttuğu sürece istediği kadar vakit namazı kılabilir. Ancak dışarı (dış ferce kadar) çıkması halinde, abdest bozulmuş olacağından, namazda ise namazı da bozulur ve aktığı anı anlayabilmişse, konuşmadan ve başka bir işe bulaşmadan gidip abdestini alır ve namazına kaldığı yerden devam eder. Ama akıntı tamponla kesilemeyecek kadar çok ve sürekli ise, özür sahibi sayılır, her namaz için abdest alır ve akıntı sürmesine rağmen namazını böylece kılar.

4. İçindeki alkol bulunan deodorantları abdestli iken kullanarak ibadet yapabilir miyiz?

Önce hangi türden olursa olsun, vücuda ya da elbiseye alkol sürmüş olmanın abdesti bozmayacağını bilmek gerekir. Abdestin bozulması tamamen insanın vücudundan bir şey çıkmasına bağlıdır. Ancak insanın üzerinde ya da elbisesinde pis bir madde varken namaz kılması caiz değildir. Deodorant ve parfümlerdeki alkol Hanefi mezhebinin bazı imamlarına göre pis olan alkol türünden olmadığından namaza mani değildir. Ancak diğer mezheplere göre onlar da pis sayıldığı için, onların değdiği yeri dahi yıkayarak namazlarını kılanlar daha ihtiyatlı davranmış olurlar. Kolonya ve ispirto için de aynı şey söylenir.

5. Kullandığı kokunun erkek tarafından duyulması halinde kadının gusül abdesti alması gerekeceği doğru mudur?

Konu ile ilgili hadis-i şerifler;

”Bir kadın güzel kokular sürünür ve kokusunu duysunlar diye erkeklerin yanından geçerse, şöyle şöyledir.” (Tirmizi’deki ilaveye göre, yani zaniyedir.)

”Kokulanarak mescide çıkan bir kadının namazı, evine dönüp gusül için yıkandığı gibi yıkanmadıkça kabul olmaz.”

”Kadın mescide girmek istediğinde, kokusundan cünüplükten yıkandığı gibi yıkansın.”

İkinci ve üçüncü hadislerin zahir (kelimelerinin) manalarına bakıldığında, koku sürünerek camiye giden ya da gitmek isteyen kadının tam bir gusül abdesti alması gerekeceği anlaşılır. Oysa yine hadis-i şeriflerden öğrenilen gusül sebepleri (guslü farz kılan haller) bellidir ve kokulanmak onlardan birisi değildir. Öyleyse bunu Ali el-Kari’nin dediği gibi anlamak ve ”Koku bedenin her tarafına sürülmüşse her yerini yıkamalı, değilse, sürülen yerleri yıkamalı”, demek gerekir, ya da -Allahuâlem- bunda bir mecazi kullanım vardır. Yani üstünü başını o kadar iyi yıkamalı ki, adeta gusül yapmış gibi olmalı, diye anlamak lazımdır.

6. Kadınların dudakları, gözleri vb. boyalı iken namaz kılmaları caiz midir?

Abdestte altına su ulaşmışsa, boya pis bir madde ihtiva etmiyorsa namaza engel değildir. Yabancılara gösterilmesi ayrı bir şeydir ve günahtır.

7. Nafile oruç tutarken adet gören ve orucu bozulan kadın, bunun kazasını tutmalı mıdır?


Bozulan her türlü nafile orucun kazası gerekir.

8. Kaza oruç tutulmakta iken bozulursa, ona da kefaret ya da ayrıca kaza gerekir mi?

Kefaret ya da kaza gerekmez. Ancak tutmakta olduğu kazayı tamamlamamış olduğundan onu tekrar tutması gerekir.

9. Kadının tek başına Hacca gitmesi caiz midir?

”Allah’a ve ahiret gününe inanan hiçbir kadının, yanında mahremi yokken sefer müddeti yola çıkması helal değildir.” (Hadis-i Şerif, Buhari, Savm, 67)

”Beytullah’ı haccetmek, ona yol bulabilen insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır.” (Kur’an-ı Kerim, 3/97)

Hanefi ve Hanbelilere göre beraberinde mahremi olmayan hiçbir kadın hiçbir surette hacca gidemez. Çünkü ayette geçtiği üzere kadının oraya yol bulabilmesi mahreminin bulunmasına bağlıdır.

Faruk Beşer; Genç Kızlara Özel Fetvalar

18 Mart 2019 Pazartesi

A'RAF SÛRESİ 26.-27. ayetlerin tefsiri


Ademoğullarının Dünyadaki İhtiyaçlarının Karşılanması Ve Şeytanın Fitnesine Karşı Uyarılıp Sakındırılması

26- Ey Ademoğulları, size çirkin yerle­rinizi örtecek bir giyimli ve bir de sizi süsleyecek elbise indirdik. Takva örtü­süne gelince, işte daha hayırlı olan odur. Bunlar Allah'ın ayetlerindendir. Belki öğüt alırlar.

27- Ey Ademoğulları, şeytan ana ve ba­banızı ayıp yerlerini kendilerine gös­termek için üzerlerinden elbiselerini nasıl soyarak cennetten çıkardıysa, sa­kın sizi de bir fitneye düşürmesin. Ger­çekten o da askerleri de sizin kendile­rini göremediğiniz yerden sizi görür­ler. Biz şeytanları iman etmeyenlerin velileri yaptık.

Açıklaması


Yüce Allah kullarına kendilerine ihsan etmiş olduğu elbise ve süs lütfunu hatırlatmaktadır. Elbise avret yerlerini örten şeyler, süs (er-rîş) ise kendisiyle süslenilen şeylerdir. Birincisi zaruri ihtiyaçlardan, ikincisi ise tamamlayıcı ve güzelleştirici unsurlardandır.

Ey Ademoğulları, sizin ve daha önceden atanız Adem'in üzerindeki nimeti­mi, benim sizin için hazırlamış olduğum avret yerlerinizi örtmeniz, süslenme­niz ve güzellikten yararlanmanız, sıcak ve soğuktan sakınmanız için hazırla­mış olduğum elbise ve süs gibi dünyevî ihtiyaçlarınız ile dinî ihtiyaçlarınızı karşıladığımı hatırlayınız. Bunların gökten indirilmiş olmasının anlamı, bun­ların hammaddesi olan pamuk, yün, tüy, ipek, kuş tüyü vb. ihtiyaç maddeleri­nin Allah tarafından yaratılmış olması, diğer taraftan bunların sanatı ve diki­minin de Allah'ın ilhamı ile gerçekleştirilmiş olmasından dolayıdır. Bu şekilde elbise ve süs nimetinin hatırlatılarak minnet edilmesi mübahlığa delildir ve bu da insanın süslenmeyi, insanlar önünde görünmeyi sevmesi şeklindeki fıtratı­na uygundur.

Yeni elbise giyilmesi esnasında hamd ve şükürde bulunmak sünnettir. Çünkü Ahmed, Tirmizî ve İbni Mace Ömer b. el-Hattâb'dan şöyle dediğini riva­yet etmektedirler: "Resulullah (s.a.) buyurdu ki: "Bana kendisiyle avretimi örte­ceğim, hayatımda kendisiyle süsleneceğim elbise giydiren Allah'a hamdolsun." Daha sonra Hz. Peygamber (s.a) eski elbisesini alıp onu sadaka olarak verdi. O hayatta iken de ölümünden sonra da Allah'ın himayesinde, Allah'ın teminatın­da, Allah'ın koruması altındaydı." Yine İmam Ahmed Hz. Ali'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.)'ı elbisesini giyerken şöyle buyururken din­ledim: "İnsanlar arasında kendisi ile süsleneceğim ve kendisiyle avretimi örteceğim süsü bana rızık olarak veren Allah'a hamdederim."

Daha sonra Yüce Allah, manevî olan takva elbisesinin maddî elbiseden daha üstün olduğunu belirterek şöyle buyurmaktadır: "Takva örtüsüne gelin­ce; işte daha hayırlı olan odur." Bu da İbni Abbas'ın dediği gibi, iman ve salih ameldir. Bunun güzel görünüş olduğu da söylenmiştir. Şüphesiz ki böylesi ye­rine getirildiği takdirde, sahibi için elbette hayırlıdır. Takva elbisesi, insanı Allah'a süs ve elbise türünden Allah'ın yarattıklarından daha çok yakınlaştırı­cıdır.

"Bunlar Allah'ın ayetlerindendir." Yani sözü geçen bu hususlar Allah'ın kudretine, lütfuna, kullarına olan merhametine delâlet eden ilâhî belgeler ara­sındadır. "Belki öğüt alırlar." Yani belki bu nimetler onları Allah'ın üzerlerin­deki lütfunu hatırlayıp şükretmeye, bu husustaki büyük nimeti bilip tanımaya, şeytanın fitnesinden uzak durmaya, avret yerlerini açmaktan uzak durmaya ehil hale getirebilir.

Daha sonra Yüce Allah Ademoğullarını İblis ve onun ortaklarından sakındırmakta, onlara insanlığın atası Hz. Adem'e eskiden beri devam edegelen düşmanlığını açıklamaktadır. Bu düşmanlığı dolayısıyla İblis Adem'i nimetler yur­du olan cennetten yorgunluk ve sıkıntı yurdu olan dünyaya çıkartmak için çalı­şıp gayret etmiş, edep yerlerinin açılmasına sebep olmuştur. Halbuki önceden edep yeri kendisine görünmüyordu. Bu tutum hiç şüphesiz kesin ve uzlaşmaz bir düşmanlıktan kaynaklanmaktadır. Bu da Yüce Allah'ın şu buyruklarını ha­tırlatmaktadır: "Kendileri sizlerin düşmanı iken nasıl olur da onu ve onun so­yundan gelenleri beni bırakıp veliler edinirsiniz? Bu zalimler için ne kötü bir değiş-tokuştur!" (Kehf, 18/50).

Yüce Allah hatırlatma ve öğüt verme konumunda Arapça'nın üslûbuna uy­gun olduğu şekilde Ademoğullarına bir daha seslenerek şöyle buyurmaktadır: "Şeytan... sakın sizi de bir fitneye düşürmesin." Yani kendinizden gafil olmayınız. Şeytan sizi dinden alıkoymasın. Annenizi, babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de fitneye düşürmesin. O bakımdan şeytanın vesvesesine kulak vermeyin, takva ile kendinizi korumayı ihmal etmeyin. Her zaman Allah'ı anın, çünkü şeytanın fitnesi tıpkı anne babanızı fitneye düşürdüğü, onlara vesvese verdiği, Rablerine isyanı güzel göstererek Allah'ın kendilerine yasak kıldığı meyveden yemeleri üzerine nimetler yurdu olan cennetten onları çıkarttığı, yeryüzüne indirilmesine sebep teşkil ettiği gibi, sizin de cennete girmenize engel olabilir.

Şeytan Hz. Adem ile Havva'nın cennetten çıkmalarına sebep oldu. Aynı şe­kilde kendilerine edeb yerlerini, avret yerlerini göstermek için cennet yaprak­larından edindikleri elbiselerini de üzerlerinden çıkartmalarına sebep teşkil et­ti. Buradaki "kendilerine göstermek için" anlamındaki ifadenin başında gelen lam harfi nihayette varılan noktayı belirtmek içindir. Yani sonunda bu böyle oldu.

İblis'ten sakınınız. Çünkü o ve onun cinlerden olan askerleri, siz kendileri­ni görmediğiniz halde onlar sizi görürler. Görülmeyen düşmandan gelecek za­rar ise görülen ve açık düşmandan gelecek zarardan daha tehlikelidir.

Şeytandan korunmak ise, ondan Allah'a sığınmakla, ruhu Allah'a iman ile ve Allah'ın gözetimi altında olduğunu hatırda tutmakla güçlendirerek müm­kündür. Nefse karşı direnmek ve vesveselere kulak vermesini önlemekle, ayrı­ca vesvese geldi mi onu içinden kovmaya ve nefiste bıraktığı etkileri tasfiye et­meye çalışmakla mümkündür. Bu ise şeriatın kaidelerine, âdâb ve ahlâkına bağlı kalmak yoluyla gerçekleştirilir.
Daha sonra şeytanı, yine sakındırmayı pekiştirir ifadelerle bir daha söz konusu etmektedir. Yüce Allah şeytanları, ruhlarını arındıncı, amellerini İslah edici gerçek iman ile Allah'a iman etmeyen kâfirlerin yardımcısı ve destekçileri kıldığını beyan etti. Buna sebep ise onların şeytanın vesvesesini kabule hazır olmalarıdır. Tıpkı zayıf bedenlerin çabucak hastalanmaya hazır olmaları gibi. [11]



[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 4/462-464.

17 Mart 2019 Pazar

A'RAF SÛRESİ 10.ayetin tefsiri


Allah'ın Kulları Üzerindeki Nimetlerinin Çokluğu


10- Andolsun ki sizi yeryüzünde yerleştirip iktidar verdik. Size orada geçimlikler yarattık. Ne kadar az şükrediyorsunuz!


Açıklaması


Yani Yüce Allah, "Andolsun ki sizi yeryüzünde yerleştirip iktidar verdik" buyruğunda, yemin etmekte ve böylelikle nimetlerinin çokluğu ile kullarına olan lütfunu açığa çıkarmaktadır. Onlara yeryüzünü yerleşecekleri bir yer, bir karargâh kılmak suretiyle ve orada tasarrufta bulunma güç, iktidar ve yetkisi­ni vermek, yeryüzündeki türlü menfaatleri kendilerine mubah kılmak, onlara oradan rızıklarını çıkartabilmeleri için bulutu ve yağmuru müsahhar kılmak, orada da dağlar ve nehirler yaratmak suretiyle onlara olan pek çok nimetini, lütfunu hatırlatmaktadır.

Allah yeryüzünde insanlar için iki bakımdan geçimlikler yaratmıştır: Ya Yüce Allah'ın meyvaları ve başka mahsulleri yarattığı gibi, her şeyi bizzat ken­disi yaratmasıyla ya da yeryüzünde çalışmak, kazanmak, gerekli yollara baş vurmak veya ticaret yapmak yoluyla. Gerçekte bu ikisi de Allah'ın lütfu, O'nun güç ve imkân vermesi ile ortaya çıkabilmektedir. Nimetlerin çokluğu ise hiç şüphesiz itaati ve buyruklarına bağlı kalmayı gerektirir.

Fakat onların çoğu bununla birlikte bu nimetlere karşı pek az şükret­mektedir: "Ne de az şükrediyorsunuz!" Yani sizler benim size ihsan etmiş oldu­ğum bunca nimete karşılık çok az şükretmektesiniz. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Eğer Allah'ın nimetlerini saymaya kalkışa­cak olursanız mümkün değil, sayamazsınız. Şüphesiz insan çok nankördür." (İbrahim, 14/34); "Kullarım arasından çokça şükredenler pek azdır!" (Sebe, 34/13).

Nimete şükür, nimetlerin sahibi olan Allah'ı tam anlamıyla bilip tanımak­la olur. Ona lâyık olduğu şekilde hamd ve senada bulunmak, nimetlerin haklarını yerine getirmek ve bu nimetleri yaratılış sebeplerine uygun şekilde kullan­mak ve yönlendirmekle olur. Bunların yaratılış maksatlarına uygun olarak kullanılmaları ise Yüce Allah'ın haklarını tastamam yerine getirmek, insan azalarını hayır alanlarında Allah'ın rızası yolunda kullanmak, onları kötülük ve masiyetlerden uzak tutmakla olur. İşte bu anlamdaki bir şükür ile nimetler devamlılık arzeder ve insan mutlu olur. [5]


[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 4/443-444.

http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/