30 Haziran 2023 Cuma
Prof. Dr. Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 20
İMAM BUHÂRÎ NİN BİYOGRAFİSİ
28 Haziran 2023 Çarşamba
Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 19
Prof. Dr. Halis AYDEMİR
https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q
https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1
27 Haziran 2023 Salı
Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 18
***Kurban Bayramı
Kurban Bayramını, her yıl hac ibadetini yerine getiren yüz binlerce mü'min kardeşimizle birlikte, vecd ve huzur içinde idrak ederiz. Ve bu mübarek bayramın, bütün İslâm dünyası için fetihlere, hayırlara ve maddi-manevi gelişmelere vesile olmasını niyaz ederiz.
Cenab-ı Hakka kul olmanın ebedi hazzını namazlarımızla, tekbir ve tehlillerimizle ve kurbanlarımızla bütün kâinata ilan eder; tükenmez bir şükran ve minnet duygusu içinde Cenab-ı Hakka sonsuz şükürlerimizi arz eder ve mukaddes dinine bağlılığımızı yenileriz.
Kurban Bayramı Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail'i kurban etmek istemesi ve Hz. İsmail'in buna razı olması, sonunda Allah'a karşı gösterilen büyük sadakatin karşılığı olarak hayvan kurban edilmesinin hâtırasını taşımakta ve mü'minler bu günlerde kurban kesmek suretiyle bu iki peygamberin Allah'a karşı verdikleri başarılı imtihanın sevincini yaşamaktadırlar.
Özellikle hacca gidenlerin ifa ettikleri hac ibadeti sırasında bu hatıraları diğerleriyle de takviye ederek Kurban Bayramının sevincini daha büyük bir heyecanla tadarlar.
Dini bayramlarımızda, Allah'a kulluğun ve yaratılışın bir borcu olan namazların ayrı bir yeri vardır. O günde her gün kıldığımız sabah namazından sonra bayram namazını kılarız. Cemaatle kılınan bu namaza, dini hayattaki yaşantısını büyük ölçüde kaybetmiş kimseler dahi gelmemezlik edemezler. Çünkü bayram namazları toplumun manevi hayatında yer etmiş ve gelenek haline gelmiş güzel birer âdet olmuştur.
Namazda rütbesi, mevkii, serveti ne olursa olsun, herkes kudret ve rahmet sahibi olan Allah'a karşı, Onun huzurunda saf bağlayıp, Ona kul olmanın manasını idrak ile kulluk vazifesini yerine getirir. O kudretin büyüklüğünü tekbirlerle haykırır. Rahmetin ihtişamını, üzerinde tecelli eden sayısız nimetlerde görüp ruhunda coşup taşan şükran hissini Elhamdülillah'larla ilan eder. El açıp Rabbine yalvarır. Bayramın "mehabetti" sabahında, maziden gelip istikbale ve ebede giden zaman çizgisi içinde kendi yerini düşünür ve o şendin böyle saadet dolu kesitlerinde duyduğu hazzı ebedileştirmek için Rabbine verdiği kulluk akdini yeniler.
Diğer taraftan bayram namazları, Yaratıcının dergâhında saf saf dizilen mü'minlerin kardeş olduklarını ilan eden en manalı tablolardır.
Evet, kardeş ne kadar günahkâr, ne kadar hatalı olsa da yine kardeştir. Zaten o kardeşlik ruhudur ki, dünyayı on dört asırdır aydınlatan îslâm ruhunu Kıyamete kadar nesilden nesile devam ettirecek.
Namazdan sonra herkes sevinç içinde birbiriyle bayramlaşır ve arkasında, bayramın ikinci vazifesini yerine getirmek için kurbanlarını kesmek üzere dağılır.
Kurbanlar Allah rızası için kesilir. Namazla başlayan Allah'a yakınlaşma, kurbanla daha ileri merhalelere erişir. Mü'min, kestiği kurbanın kanıyla birlikte günahlarının da akıp gittiğini, iç dünyasında beliren tadına doyulmaz sevinçle hisseder. Allah uğrunda fedakarlık yapmanın en güzel örneğini, kurbanıyla gösterir. Kurban onun Allah'a teslimiyetinin bir işaretidir. Ayrıca kurban onu ve ailesiyle çocuklarını her türlü bela ve musibetlerden, sıkıntılardan kurtarmaya vesile olur.
Kurbanların kesilmesinden sonra sıra kurban etlerinin taksimine gelir. Öteden beri yapılan taksimatla, etin üçte biri fakirlere, üçte biri komşulara, kalan kısmı da evde çoluk çocuğa ayrılır.
Böylece mü'minler bir taraftan Allah'a karşı kulluk vazifelerini yerine getirirken, diğer taraftan da insanlara karşı mes'uliyetlerini ifa etmiş olurlar. Böylece insanlar arasında sevgi ve kardeşlik hisleri gelişir. Kin ve düşmanlık gibi fertleri birbirinden soğutucu duygular kendiliğinden eriyip gider.
Bu suretle kurban ibadeti, fakirlerin gıda ihtiyacını temin ederken, zengin fakir kaynaşması gibi sosyal dayanışmayı da sağlar.
Bütün İslâm âleminde aynı anda milyonlarca Müslümanın kurban kesmesi ne kadar muhteşem bir manzaradır.
Demek ki, bunca insan Rabbinin tek bir emriyle harekete geçip, Onun kendilerinden istediklerini yerine getirmeye hazırdır. Bu hayal ve düşüncenin insana kazandırdığı manevi kuvvetin derecesini düşünmek kolay değildir.
İşte bütün mü'minler İlahi rızaya erebilmek için, güçlerinin ve imkanlarının müsaade ettiği nisbette birer kurban satın alarak Allah için keserler.
Diğer taraftan o mü'minler, kurban kesilmesini akıllarına sığdıramayan kimselerin itirazlarına karşı da hikmet dairesinde düşünerek derler ki:
"Dünyada her gün yüz binlerce hayvan insanların günlük et ihtiyacını karşılamak için kesiliyor. O zaman hayvan sayısında korkunç bir azalma olmuyorsa, Kurban Bayramında neden olsun? Kurban Bayramında kesilen kurbanların sayısı, diğer zamanlarda- aynı dönem içinde-kesilenlerin sayısından hiç de fazla değildir. Çünkü bayrama yakın günlerde kasaplar normal kesimlerini çok azaltırlar."
Kurban Bayramında kurban eti dağıtımının yanı sıra, sadaka ve hediyelerin de büyük yeri vardır. Nitekim Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bayram namazı sonralarında cemaati sadaka vermeye teşvik etmişlerdir. Bilhassa kadınlara bu hususta ısrarlı teşviklerde bulunmuşlar ve bayramda en çok sevdikleri zinetlerinden verecekleri sadakaların, günahlarının affına vesile olacağına işaret etmişlerdir. (1)
Bayram günlerinde yiyip içmek ve ikramda bulunmak dinimizin mü'minlere tavsiye ettiği güzel vazifeler arasındadır. Hatta bayram günlerinde oruç tutmak bile haram kılınmıştır.
Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bir hadis-i şeriflerinde Kurban Bayramı hakkında "Teşrik günleri yemek içmek günleridir" (2) buyurmuşlardır.
Bu bakımdan namaz sonralarında getirilen teşrik tekbirleri sebebiyle "teşrik günleri"olarak adlandırılan bayram günlerinde yemek, içmek, neşelenmek, sevincini açıkça göstermek ve etrafındakilere, bilhassa çocuklara maddi-manevi ikramlarda bulunmak sünnettir.
Bayramlar neşe ve sevinç günleri olduğu için, içinde günah bulunmayan meşru oyun ve eğlencelere de izin verilmiştir. (3) Çünkü bunlar coşkunluğun ve ruh sevincinin işaretidir. Bu heyecan ve hazzm açığa vurulmasıdır.
Ancak bu sevinç gösterilerinin ve oyunların gaflet haline gelecek kadar taşkınlaşmaması lazımdır. Bayramlarda Allah'ın zikrine ve şükrüne ağırlık verilmesi bundandır.
Böylece bayram sevinci insanda ve hayatında tecelli eden nimetlere duyulan bir şükre dönüşür ve bu suretle nimetler devam edip ziyadeleşir. Çünkü "şükür nimeti ziyadeleştirir, gafleti kaçırır." (4) Halbuki gaflet dairesinde yaşanan sevinçler, geçicidir. O coşkunluk anı geçtikten sonra geride, o lezzeti kaybetmenin eleminden başka bir şey kalmaz. Bu itibarla, o lezzeti ve nimetleri ikram eden Allah'a şükredilmelidir ki, nimetlerin tükenmeyen kaynağına erişilsin ve böylece mü'min İlahi rahmetin daimi iltifatlarına mazhar olsun.
Bayram günlerinde uyulmasında büyük faydalar bulunan âdâblardan birkaçı:
Bayram sabahında erken kalkmak,
(1) - Müslim. Salatü'l-İydeyn:9.
(2) - A.g.e., Sıyam:144.
(3) - A.g.e., Salatü'l-İydeyn: 4.
(4) - İbrahim Suresi, 7; Lem'alar, s. 260.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.
Kurban Bayramında yapılan ibadet ve merasimlerin dindeki yeri nedir?
İşte böyle bir kültür ve eğitim ortamında vazgeçilmez değerleri olanların üzerine titremeleri gereken bir unsur da inanç (din, iman) nişanlarıdır. Onlar manaları, muhtevaları, içte ve derinde olanları muhafaza eden zarflardır, siperlerdir, zırhlardır; işleri ve işlevleri yalnızca korumaktan ibaret de değildir, onlar aynı zamanda telkin eder, talim eder, terbiye eder.
Sözü fazla uzatmadan şiarlarımızdan biri olan Kurban bayramına gelelim.
Bu bayramda kurban keseriz, bayram sabahı bayram namazı kılarız, Arafe günü sabah namazından sonra başlayarak bayramın dördüncü günü ikindi namazı sonuna kadar devam etmek üzere "teşrık tekbirleri" getiririz, yoksullara kurban eti dağıtırız, ölü (mezarlarda) ve diri (evlerde) yakınlarımızı ziyaret ederiz, halleşir, dertleşir, hasret giderir, muhabbeti arttırırız. Günümüzde haberleşme imkanları geliştiği için ziyarete gidemediğimiz yakınlarımızı telefon vb. vasıtalarla arar, hal hatır sorar, bayramlarını tebrik ederiz.
Bayramda yapılan bu ibadetler ve merasimlerin dindeki yeri (hükmü; farz mı, vacib mi, sünnet mi olduğu) tartışılıyor. Asıl sorulması gereken soru şudur: Bunlar terkedilirse ne olur, neleri kaybetmiş oluruz? Bence en önemlisi bir şiarımızı kaybetmiş oluruz; "Şiarı kaybetmek caiz midir?", soru böyle sorulmalıdır.
Kurban kesmenin bazı mezheplerde vacibi bazılarında sünnet olduğunu söyleyenler, önce şu soruya cevap vermelidirler: Meselâ kurbana sünnet diyen Şafi'î mezhebini örnek olarak alalım: Şâfiîlere göre sünnet ve vacib olan ibadetler var da kurban bunlar içinde sünnet ibadetlere mi giriyor? Bu sorunun cevabı "Hayır" dır. Şâfiîlerde, "farz ile sünnet arasında yer alan" bir vacib kavramı yoktur; onlara göre ibadetler ya sünnettir ya da vâcib (yani farz)dır; onlara göre vacib ile farz aynı manada kullanılır. Şâfîlerde, Hanefîlerde olan manasında bir vacib olmadığı için onlar kurbana sünnet demişlerdir; başka bir deyişle sünnet demeselerdi farz diyeceklerdi. Kafanız karıştı ise daha açık ifade edeyim; hiçbir İslam mezhebinde kurban, terkedilmesinde sakınca bulunmayan, yapılması da fazla önemli olmayan bir ibadet değildir; kurban önemli bir ibadettir, Hz. Peygamber (s.a.) buna önem vermiş ve hayatı boyunca yerine getirmiştir.
Bir müslüman gerekli ve meşru olmadıkça otu bile koparmaz. Gerekli ve meşru olunca insanı bile öldürür (savaşta düşman öldürülür ve düşman bir insandır). Kurban kesmek, başka hikmetleri yanında işte bu şuur ve teslimiyetin de sembolüdür, eğitimidir.
Şiarlarımızı koruyalım, yoksa bu toz duman içinde her şeyimizi kaybedebiliriz.
http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00068.htm
Teşrik Günleri ve Oruç
Zilhiccenin 11-13. günleri teşrîk günleri diye adlandırılır. Bayramın birinci gününden sonraki üç güne teşrîk denmesi yaygın olmakla birlikte arefe ve nahr günlerini (9 ve 10.günler) ilâve etmek suretiyle bunun sayısını beş güne çıkaranlar da vardır.
Peygamber aleyhisselam Zilhicce ayının ilk on gününde yapılacak ibadetlerin faziletçe üstün olduğunu, teşrîk günlerinin yeme içme ve zikir günleri sayıldığını1, dolayısıyla bu günlerde oruç tutulmayacağını belirtmiş, aynı günlerde tekbir, tehlîl ve tahmîdlerin çoğaltılmasını istemiş, kendisi de teşrîk tekbirlerini okumuştur.
Zilhicce’nin on, on bir, on iki ve on üçüncü günleri (kurban bayramının dört günü) oruç tutmak tahrimen mekruhtur. Buna haram da denilir.2 Bu günlerde farz ya da vacip oruçların da tutulması caiz değildir. Bu günlerde oruç tutmak yasaklanmıştır.3
1 (Müslim, “Ṣıyâm”, 144-145)
Diyanet İlmihali
Ali Fikri Yavuz İlmihali
Ömer Nasuhi Bilmen İlmihali
3 Mebsut, 3.cilt, 125.sayfa El-İhtiyar, 125.sayfa
***TEŞRİK TEKBİRLERİNİ UNUTMAYALIM...
Bismillahirrahmanirrahim
Teşrik tekbirleri 27 Haziran Salı 2023 sabah namazıyla birlikte başlıyor.
Kurban bayramının öncesindeki arefe gününün(27 Haziran Salı 2023) sabah namazından itibaren, Bayram'ın dördüncü gününün ikindi namazına kadar, yirmi üç vakit farz namazın arkasından birer defa alınan tekbirlere teşrik tekbiri denir. Bu tekbir şu şekildedir:
الله أكبر. الله أكبر. لا إله إلا الله. والله أكبر. الله أكبر ولله الحمد
"Allahü ekber Allahü ekber. Lailaheillallahu vallahu ekber. Allahü ekber ve lillahilhamd."
Fıkıh alimlerinin büyük çoğunluğuna göre vacip olan teşrik tekbirleri unutmamalıdır.
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR
26 Haziran 2023 Pazartesi
Manevi İlaçlarımız Kur'an ve Sünnet-Prof. Dr. Halis AYDEMİR
O lisanı bilenler, oradaki şifreyi yani orada geçen kelimelerin, seslerin hayatta neye tekabül ettiğini dolayısıyla bu cümleden ne anlaşılması gerektiğini anlarlar.
Bilmeyenler açısından sadece çıkarılmış seslerden ibarettir. Nitekim bugün Arapça bilmeyen kimseler bir cümle söylediğimiz zaman sadece sesleri duyarlar ama bu sesler onların hayatına inmemiştir. Onların hayatına inmesi için bu seslerdeki lafızların, manalarının, gerçek hayattaki manalarını da bilmek ihtiyacı içerisinde olurlar.
O bakımdan Allah Azze ve Celle'nin kelamının hayata indirilmesi, hayatta Cenâb-ı Hakk’ın bundan muradının ne olduğunun bilinmesi gerektiğinden Allah Azze ve Celle kitabını indirdiği gibi Resûl’ünü de göndermiştir.
Resûlün gönderilmesi aynı “Kitabın indirilmesi” gibi farklı bir şeydir. Neden buna ihtiyaç var?
Cenâb-ı Hakk’ın lafızlarla, kelam ile ses ile yani dil olarak indirdiği, kullarına hitabını hayata iz düşürecek, bunun çözümlenmesi, çözümlenip hayata indirilmesi gerekir.
Aksi takdirde kelam olarak kalır. Herkes, o kelamı hayatı indirmek üzere farklı bir yol tutabilir.
O zaman o din indirilmemiş olur. O din, sadece dile, lisana hapsedilmiş, muallakta kalmış, hayatta gerçekten ne ile eşleştiği ve nasıl bir karşılık bulması gerektiği hususu, müphem kalmış olur.
Resûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem “namaz nasıl kılınır, Allah Azze ve Celle’nin emirleri hayatta nasıl pratik edilir, nasıl icra edilir?”i "Cibril aleyhisselam bana imamlık yaptı ve bana namazları kıldırdı", diyerek bunun tatbikatını görsel olarak nasıl öğrendiğini bildiriyor.
O bakımdan bizim fıtratımız dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ın bize talimi fıtratımızla birebir eşleşir oldu. O bakımdan kalkıp “kulağımızla gelen ses varken artık gözlerimizin görmesine ne hacet var? Kulağımızla gelen ses bize yetmiyor mu” anlamına gelen “Allah'ın kitabı bize kâfi” şeklindeki bir söylem biçimi insanı tanımayan, insanın öğrenme mekanizmasını bilmeyen cahilce bir sözdür.
Nitekim biz de herhangi bir bilgiyi, onun hayattaki karşılığıyla öğrencilere öğretiyoruz. Sadece biz değil herhangi bir usta da çırağına, herhangi bir yerdeki bir bilgiyi de insanlar, uygulaması üzerinden öğretiyorlar.
Çünkü insanların bilgiyi, malumatı aldıkları iki mecraları var. Ses yoluyla alabildikleri gibi buradan sesini alır, gözleri ile de bunun görselini, hayatta neye karşılık geldiğini görüp öğrenmesi gerekir. Aksi takdirde ses ile hayattaki ilişkiyi kurarken hata yapmaya başlar. Ne ile ilişkilendirdiğini bilemez.
Hele hele din gibi içinde Cenâb-ı Hakk’ın sıfırdan oluşturduğu kavramlar, ıstılahlar, yeniden emrettiği, sıfırdan emrettiği ve elçisine öğrettiği... Dolayısıyla o günkü kelimeyi, Arapçadaki kelimeyi kullansa da ona farklı bir çehre, farklı bir mana, farklı bir çerçeve oluşturuyor. O bakımdan bizim talimimiz ile alakalı bir şeydir.
Cenâb-ı Hakk’ın kitabının eksikliği ile alakalı olan bir şey değil. Bu, derste teorisini gördükten sonra aynı hocanın “haydi sizi laboratuvara götüreyim, orada laboratuvardakileri öğreteyim” dediğinde; “Hocanın dersteki anlattıkları bize kâfi artık laboratuvara gitmeye gerek yok, hoca eksik mi anlattı ki” demek ne kadar ucube bir şey ise Allah Azze ve Celle’nin gönderdiği kendi elçisi ile ona tatbikatı öğretmesini taaccüb ile karşılamak, bunu “eksik olan Cenâb-ı Hakk'ın beyanını Resûlullah ile destekliyor muyuz” gibi bir şaşkınlığa dönüştürmek gerçekten şaşkın bir durum olur. Çünkü bunu biz hayatta hiçbir yerde yapmıyoruz yani ses yoluyla sadece muhatabımıza bir şeyi öğrettiğimize muvaffak olduğumuzu asla düşünmüyoruz.
En basitinden bir uçakta bile “bir yelek nasıl giyilecek, bir oksijen tüpü nasıl bağlanacak” diye insanlara bunu göstererek, icra ederek her defasında öğretiyorlar.
Neden? Çünkü muhataplar öyle yani “biz yazıyla bunu anlattık eksik mi anlattık ki” diye görselini, uygulamasını görmekten, göstermekten imtina etseler biz nasıl onların bu hallerine güleriz? Deriz ki insanlar sadece söz üzerinden veya sözün yazılmış şekli üzerinden bir şeyi öğrenmeye muvaffak olamazlar. Bunun ne olduğu nasıl bir şey olduğunu ve nasıl yapıldığını da onlara gösterdiğinizde onlara bunu öğretmiş olursunuz.
Bugün Dünya’da ne kadar ilkokul ne kadar ortaokul ne kadar lise, dünya’da ne kadar üniversite varsa hepsi insanın bu öğrenen yanını esas alarak talimde bulunur. Yoksa öyle olmasaydı sadece söz üzerinden olsaydı ne bu binalar yapılırdı, ne bunca üniversitenin, bunca eğitim kurumunun bunca masrafı yapılırdı.
İnsanlara yazı yoluyla, öğretilmek istenen her şey gönderilirdi, kitaplar halinde veya bugün artık bellekler içerisinde ve onların bunu öğrenmesi beklenirdi. Kimse bununla bir şey öğrenmediğini bildiğimiz için sınıf sınıf öğrencileri... Çünkü belli sayıda öğrenci, belli hoca ile muhatap edebiliyoruz. Onların bu bilgileri, onlara anlatmasını ve sonra bunun uygulanmasını onlara göstermesini sağlıyoruz.
Ancak böyle bir doktorun insan eline kendisini emanet edebilir.
Dese ki bir doktor size “ben, her şeyi kitap üzerinden öğrendim” siz kendinizi onun yapacağı bir ameliyata, onun size yönelik bir tedavisine hiç güvenebilir misiniz?
Yahut uçağınızı sürecek bir pilotun “ben bunların hepsini yazıdan öğrendim, elimde bir sürücü kursu kitabı...” gibi bir kitap üzerinden her şeyi öğrendiğini, ilk defa koltuğa şimdi oturacağını söylese ‘’oradaki Türkçe mi yetersiz, oradaki anlatılan anlatım mı eksik” der mi bir kimse. Herkes bilir ki uygulaması bunun öğretiminin bir parçası.
Vaktiyle bir fotokopiciye girdiğimde büyük bir fotokopi makinesi gördüm. Devasa bir makine, her tarafı düğmelerle dolu. Bizim arkadaşımız, hızlı bir şekilde kağıtları bir taraftan koyup başka bir taraftan alıyor. Düğmelerine basıyor, yığınla işlemler yapıyor. Hayret ettim yani küçük makinayı bile kullanmakta hangi düğmesine basacağız diye zorlanırken her defasında unutup yanlış çıkarırken bunun bu kadar iyi başarması “nereden öğrendin” dedim; “o gelen eldeki kullanım kılavuzundan mı öğrendin?”
Hayır, dedi. “Hocam, bu böyle ucuz bir makine değil. Bunu satan firma, beraberinde öğreticisini de gönderiyor ki bir tarafını kırmayalım, yanlış kullanıp makineyi hurdaya çıkarmayalım diye.” Düşündüm ki firma, cihaz değerli olunca beraberinde onu öğretecek peygamberini de göndermiş; fiziksel, somut bir şekilde.
***Riyâzü's Sâlihîn'in "AREFE GÜNÜ ORUCU " Bâbı
25 Haziran 2023 Pazar
***TERVİYE VE AREFE GÜNÜ
Bismillahirrahmanirrahim
Arefe, Kurban Bayramından bir önceki gün, hicrî takvime göre Zilhicce ayının 9. günüdür. Başka güne arefe denmez. Ülkemizde Ramazan Bayramının bir önceki gününe de arefe denmiştir.
Resulullahın (sav) bildirdiğine göre: "Günlerin en faziletlisi arefe günüdür. Faziletçe cumaya benzer. O, cuma günü dışında yapılan yetmiş hacdan faziletlidir. Duaların en faziletlisi de arefe günü yapılan duadır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediği en faziletli söz de: lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke leh lehü'l mülkü ve lehü'l hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr. (Allah'tan başka ilah yoktur, O tektir, O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur, hamd O'na aittir. O, her şeye kâdirdir.) sözüdür." [Muvatta, Kur'ân 32, (1, 214, 215); Tirmizî, Da'avât 133, (3579)]
"Allah, hiçbir günde, arefe günündeki kadar bir kulu ateşten çok azat etmez. Allah mahlukata rahmetiyle yaklaşır ve onlarla meleklere karşı iftihar eder ve: 'Bunlar ne istiyorlar?' der." Müslim, Hac, 436.
Resulullah(sav): "Arefe gününe hürmet edin! Arefe, Allah'ın kıymet verdiği bir gündür." diyerek Allahu Teâlâ'nın kıymet verdiği günü hürmet ederek bilinçli bir şekilde yaşamaya gayret etmemizi istemiştir. Hürmet, verilen nimeti idrak etmekle ve verileni bilmekle, görebilmekle başlar. Arefe gününü günahlara girmeden oruçla, duayla, istiğfarla geçirmek kullarını arefe gününde bağışlayacağını müjdeleyen Allahu Teâlâ'ya hürmetin ve şükrün bir ifadesidir. (Deylemi)
Bu mübarek günde, doğudan, batıdan, güneyden, kuzeyden ve dünyanın en ücra köşelerinden gelen insanlar aynı yerde, bir arada, aynı ibadetleri yapıyorlar... Renkleri ayrı, dilleri ayrı, âdet ve ananeleri ayrı, memleketleri ve ırkları ayrı olan lakin bir mekânda toplanmışlar. Birbirlerinin konuştuklarını anlamıyorlar ama birbirlerine muhabbetle bakıyorlar. Zenginiyle, fakiriyle, güçlüsüyle, güçsüzüyle bütün hacılar aynı kıyafetler içinde, aynı mahrumiyetleri yaşayarak vazifelerini yapıyorlar.
Böylece makam, mevki, mal mülk ile böbürlenmeyi unutup, mahşer gününü hatırlıyorlar.
Hayaline bile insanın doyamadığı bu muhteşem manzarayı yaşamak ne kadar güzel...
Âdem babamızdan beri bize kin güden, bizim yüzümüzden cennetten kovulduğu, lânetlendiği için, bizi en büyük düşman olarak gören şeytanlar zaman zaman bize birçok günah işletmişler ve sevinmişlerdir. Bütün bu günahların bir günde affedilmesi onları âdeta çılgına çevirir. En çok üzüldükleri gün de Arefe günü olur.
Arefe günü, Arafat’ta bulunma saadetine eren bir insanın, “Benim günahlarım çoktur, affolunmam zordur” demesi ve Rabbinin mağfiretinden ümit kesmesi büyük günahtır. Af olunacağına inanması gerekir.
Günahlarımız ne kadar çok olursa olsun, Rabbimizin rahmetinden daha çok olamaz. Yeter ki biz, tövbenin şartlarını yerine getirerek ona yalvaralım, O’ndan af dileyelim.
Arefe günü ayrıca Hazreti Âdem (as) ile Hazreti Havva'nın Arafat'ta buluştukları gündür.
Terviye, arefe gününden bir önceki güne denir.
Terviye günü oruç tutmak tavsiye edilmiştir.
Arefe günü oruç tutmak da çok sevaptır.
Ebu Katade Radiyallâhu Anh anlatıyor:
Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Arefe günü tutulan orucun, geçen yılın ve gelecek yılın günahlarına keffaret olacağına Allah’ın rahmetinden ümidim var.”
(Tirmizî, Savm: 46; İbni Mâce, Sıyâm: 40; Müslim, Sıyâm: 196)
Yalnız Arefe günü oruç tutmak o sene hacca gitmeyenler içindir. Yani Arefe günü Arafat vakfesinde bulunmayanlar içindir. Bu husustaki hadis-i şerif şöyledir:
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anh anlatıyor:
“Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem Arefe günü Arafat’ta oruç tutmayı yasakladı.”
(Ebu Dâvud, Savm: 63)
Hâris binti Ümmü’l-Fazl rivayet ediyor:
Arafat’ta Arefe günü insanlar Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemin orucu hakkında ihtilafa düştüler. Bazısı, “O oruçludur” dedi, bazısı da, “Hayır, oruçlu değildir” dedi.
Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem Arafat’ta devesi üzerinde vakfede iken ona bir bardak süt gönderdim de onu içti.
(Müslim, Sıyam: 110-111)
1253. Ebû Katâde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e arefe günü tutulan orucun fazileti soruldu; o da:
"Geçmiş bir yılın ve gelecek bir yılın günahlarına kefâret olur" buyurdu.Müslim, Sıyâm 196, 197. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 54; Tirmizî, Savm 48; İbni Mâce, Sıyâm 40.
* (Fecr: 89/2)’deki on gün (Hac: 22/28)’deki belirli günler (Bakara: 2/197)’deki sayılı günler Kurban bayramı ve teşrik günleri olarak da yorumlanmıştır. Dolayısıyla bu günleri ibadetle ve oruçla geçiren kimseye geçmiş ve gelecek birer yıllık günahlarına kefaret olmaya yetecek kadar sevap ve rahmet verilir.
Arefe günü özellikle Besmele ile 1000 İhlas okumak büyük zatlar tarafından tavsiye edilmiştir. Hadis-i şeriflerde İhlas sûresini okumanın kul borcu hariç diğer günahların affedilmesine vesile olacağı söylenmiştir.
"Peygamber (sav) arefe akşamı ümmetinin affedilmesi için dua etti. Duasına, 'Muhakkak ki ben zalimden başkasını mağfiret ettim.' diye cevap verildi. 'Zalimden ise mazlumun hakkını alırım.' buyruldu. Resul-i Ekrem:
'Ey Rabbim, dilersen mazluma cennette mükafatını verir zalime de mağfiret edersin.' diye dua etti ise de Arafat'ta bu duasına Allahu Teâlâ'dan kabul gelmedi. Sabah vakti Müzdelife'de aynı duayı tekrarladı. Bu defa duası kabul edildi. Resulullah memnuniyetinden ve sevincini belli ederek güldü. Bunun üzerine Ebu Bekir ve Ömer (ra):
'Anam babam size feda olsun, bu saatte siz gülmezdiniz, sizi güldüren nedir?' diye sordu. Resulullah(sav):
'Allah'ın düşmanı iblîs, Allahu Teâlâ'nın duamı kabul ederek ümmetimi affettiğini anlayınca toprağı alıp başına çalmaya ve vay sana helak oldun diye feryada başladı. İşte şeytanın görmüş olduğum bu feryadı beni güldürdü, buyurdu." (İbn Mace, Menasik, 56)
Arefe gününe saygılı olmalı, o gün hacılar Arafat'ta vakfe yapıp dua ederken manen onların yanında olduğumuzu hissederek dualarına iştirak edilmelidir. Böyle bir günde bizi günaha sokabilecek her şeyden uzak kalmak gerekmektedir.
"Günümüzde arefe, bayramın bir önceki günü olduğu için dünyalık telaşların en yoğun olduğu bir gün olarak yaşanmaktadır. Oysa ki arefe insana verilen en kıymetli vakitlerden biridir. Bugünler ibadet ve affedilme günleridir. Hacıların Arafat'ta "Lebbeyk (Buyur Rabbim)" diyerek dil, ırk, ten ayırımı yapılmaksızın bir araya geldiği mahşer gününü hatırlatan, kulluğun Allahu Teâlâ'ya dualarla, telbiyelerle arz edildiği en kıymetli zaman dilimidir. Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Duanın faziletlisi, arefe günü yapılanıdır." (Beyheki)
Allahu Teâlâ bazı geceler duaların reddedilmeyeceğini Peygamber Efendimize (sav) bildirmiştir. Rahmet kapılarının açıldığı dört mübarek gece şunlardır:
1- Fıtr (Ramazan) Bayramı gecesi,
2- Kurban Bayramı gecesi,
3- Terviye gecesi (Zilhicce ayının 8. gecesi),
4- Arefe gecesi. (Isfehani)
Arefe gününü ve gecesini ibadetle geçirmek çok faziletlidir. Arefe gecesini ibadetle geçirenin cehennemden azat olacağını müjdeleyen rivayetler vardır.
Arefe günü günahlardan uzak kalanın da bağışlanacağı Resulullah (sav) tarafından müjdelenmiştir.
"Arefe günü Resulullahın (sav) yanında bulunan bir genç, kadınları düşünüyor ve onlara bakıyordu. Resulullah (sav) eliyle birkaç defa gencin yüzünü kadınlardan çevirdi. Genç yine onları düşünmeye başladı. Resulullah (sav):
- Kardeşimin oğlu, bugün öyle bir gündür ki, bugünde herkesin kulağına, gözüne ve diline sahip olursa günahları bağışlanır" buyurdu.(Müsned)
Arefe Günü Yapılması Tavsiye Edilenler:
1- Arefe gününün sabah namazının farzından sonra teşrik tekbirleri getirilmeye başlanmalıdır.
2- Arefe günü oruç tutulmalıdır.
3- Arefe gününe hürmet edilmeli, günaha girmemeye dikkat edilmelidir.
4- Arefe günü çok dua ve istiğfar edilmelidir.
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.
Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 17
Benim dinimde yanlışlık yok. Sen bilmediğin için yanılıyorsun. Sor. Öğren. Eğer samimiysen öğrenir bulursun.
Prof. Dr. Halis AYDEMİR
https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q
https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1
24 Haziran 2023 Cumartesi
***"EY İBRAHİM! NEZRİNİ YERİNE GETİR"
Bismillahirrahmanirrahim
İbrahim (Aleyhisselam) her konuda Allah'a (Celle celaluhu) kayıtsız şartsız teslim olmuş, ne pahasına olursa olsun O'nun (Celle celaluhu) emirlerine uymuştur. Bu uğurda malını-mülkünü cömertçe feda etmiş, Nemruta kafa tutup onun için hazırlanan ateşe gözünü kırpmadan atlamıştır.Hatta ateşe atıldığında yardıma gelen Cebrail (Aleyhisselam)'ı bile "O benim Rabbimdir. İster yakar,ister bakar." diyerek aradan çıkarmıştır.
Yine "Hanımını ve çocuğunu alıp buradan götür,onları ıssız,çorak ve ekinsiz bir vadide bırakıp geri dön" ilahi fermanı geldiğinde,hemen bu emri yerine getirmiş,sonra da müthiş bir tevekkülle arkasına dahi bakmadan oradan ayrılmıştır.
Bu yazıda daha bir çok imtihanları kazanmış olan İbrahim (Aleyhisselam)'ın oğlunu kurban etme konusunu anlatacağız.
İbrahim (Aleyhisselam) kendinden sonra hem malını-mülkünü bırakacak,hem de İslam davasını tebliğ edip insanlara hak ve hakikati anlatacak bir erkek evlat istedi:
"Rabbim, bana salihlerden olacak bir evlat ver." (Saffat 100)diye dua etti. Eğer Cenab-ı Hak kendisine bir evlat verirse ,onu Allah yolunda kurban edeceğine dair adakta bulundu.
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.
Hacca Bedel Gönderilecek Kimseler hk.
Karar Yılı: 1979 - Karar No: 57
Konusu: Hacca Bedel Gönderilecek Kimseler hk.
Hac Dairesi Başkanlığının 04.06.1979 gün ve 79/218 sayı ile kurulumuza intikal eden “Hacca Bedel Gönderilecek Kimseler” hakkındaki yazısı incelendi.
Yapılan müzakere sonunda:
Hanefî Mezhebi’nde, hacc menasikini bilerek ve daha kolay eda edebileceği için, hacca bedel (vekil) gönderilecek kişinin önceden haccetmiş olması daha uygun (efdal) görülmüşsse de, zorunlu değildir. Ancak gönderilecek vekilin, hacc menasikini iyi bilen, güvenilir ve salih bir kişi olması da önemlidir.
Şafiî mezhebinde ise, bedel (vekil) gönderilecek kişinin, önceden kendi adına haccetmiş olması gerekir. Ancak, zorunlu hallerde bir kimsenin, diğer mezheplerin hükümleriyle amel etmeleri, bütün mezheplerce caiz görülmüştür. Bu itibarla, Şafii Mezhebine mensup kimselerin de Hanefî mezhebi hükümlerine göre amel etmelerinde dinî bir sakınca yoktur.
Vasiyyetinde, adına bedel gönderilecek kişiyi ismen veya vasfen belirleyen, yani “benim adıma fulan kimse veya şu nitelikte bir kimse haccettirilsin”, diyen kimsenin, ismen veya vasfen belirlediği kişilerden birinin, her hangi bir sebeple bedel gönderilmesi mümkün olmazsa, bir başka kimsenin bedel (vekil) olarak haccettirilmesi caizdir.
Fakat vasiyetinde, “adıma filan kişi veya şu nitelikte kişi haccettirilsin, başkası değil,” diye, ismen veya vasfen belirlediği kimselerden başkasının adına haccettirilmesini yasaklamış olan kimse adına, bir başka kimsenin bedel (vekil) gönderilmesi caiz görülmemiştir.
Keyfiyetin Başkanlık Makamına mütalaaten arzına karar verildi.
***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-9-
Buhârî, Hac 150, Büyû 1, Tefsîru sûre (2), 24
Açıklamalar
Abdullah İbni Abbâs hazretleri bu beyanı ile hac ibadetini yerine getirirken ticaret de yapılabileceğini ortaya koymaktadır. Araplar’ın İslâm öncesi dönemde ve özellikle hac mevsiminde Mekke civarında umumi pazarlar kurdukları, oralarda alış-veriş yaptıkları hatta şiir ve edebiyât yarışmaları düzenledikleri bilinmektedir. İbn Abbâs hazretleri bu dört büyük pazar veya panayırdan üç tanesinin adını vermiştir. Bir de Hubâşe panayırı vardır. Bu panayırların en büyüğü ve en uzun süreli olanı zilkade ayının başında kurulup yirmi gün süren Ukâz panayırı idi. Hz. Peygamber peygamberlik öncesi dönemde Kus İbni Sâide'nin ünlü hitâbesini bu panayırda dinlemişti.
İslâm geldikten sonra müslümanların bir kısmı, bu eski Câhiliye dönemi panayırlarında hac mevsiminde ticaret yapmayı hoş karşılamamışlar, aksi halde günah işleyecekleri kaygısına kapılmışlardı. Bunun üzerine nâzil olan Bakara sûresi'nin 198. âyeti, hac mevsiminde müslümanların alış - veriş yaparak Rablerinin fazl ve kereminden istifade etmelerinde herhangi bir günah bulunmadığını bildirdi. Böylece hac ibadetinin îfâsı için mukaddes topraklara giden kimselerin ticaret yapmalarında herhangi bir sakınca bulunmadığı kesinleşmiş oldu.
Günümüzde hacca gidenlere oralara ticaret için değil, ibadet için gittikleri hatırlatılarak âdeta ticaret yapmamaları önerilmektedir. Bu, ticaretin haram veya yasak olduğunu değil, ticarete dalarak hac ibadetinden elde edecekleri mânevî feyz ve bereketi kaçırmamaları anlamında bir uyarıdır. Yoksa bir insan sırf ticaret veya geçimini sağlamak maksadıyla işçi olarak oralara gitse ve hac mevsiminde de haccetse, haccı sahihtir.
Hac, bir anlamda en büyük dinî turizm olayıdır. Hele günümüzde milyonlarca insanın aynı anda aynı mekânlarda bulunması dikkate alınırsa, elbette o kadar insan arasında sadece mânevî değil maddî ve ticarî birtakım muamelelerin olması hem kaçınılmaz hem de oldukça tabiidir. Bu sebeple hacıların oralarda alış-veriş yapmalarını ve ticaretle iştigal etmelerini garipsememek gerekmektedir. Ancak bütün vaktini ticarete tahsis etmek, elbette hac niyetiyle gitmiş bir kimse için uygun olmaz. İbadeti de ticareti de kararınca yapmak gerekir.
Memleket ve yörelerin örf ve âdetine göre aşırıya kaçmadan dönüşte eş-dost ve akrabaya hediye edilmek üzere bazı şeyler almak anlayışla karşılanmalıdır. Ancak bu konuda da oldukça mûtedil davranılması gerekir. Fuzûli harcama ve israfa yol açılmamalıdır. Mukaddes topraklara olan hasret, özlem ve saygıyı arttırıcı olumlu tavırlar sergilemek herhalde hac ibadetini yerine getirme bahtiyârlığına kavuşmuş insanlara daha çok yakışır.
Hac-ticaret ilişkisi söz konusu olunca, halkımız arasında hacı olan kimsenin bir daha ticarî hayata dönmemesi, tartı - terazi başına geçmemesi gerektiği şeklindeki yanlış bir kanaate de işaret etmek yerinde olacaktır. Oysa tam aksine hac ibadetini yerine getirmiş bir müslümanın, eskisinden daha dürüst bir şekilde işinin ve ticaretinin başında olması gerekir. Namaz kılan bir müslüman ne kadar dürüst olmak zorunda ise, haccetmiş olan müslüman da aynı şekilde dürüst olmak zorundadır. Öteki ibadetleri yerine getiren müslümanlar nasıl geçimlerini sağlamak, üretmek için çalışmak zorunda iseler, haccetmiş kişiler de aynı şekilde çalışmak zorundadırlar. Ama onlara yakışan tam anlamıyla dürüst olmaya çalışmak, "hacı" sıfatını asla birtakım sahtecilikleri ört-bas etmek için kullanmamaktır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Hac mevsiminde ticaret yapmak serbesttir.
2. Hacceden kimselerin iş ve ticaret hayatından el etek çekmesi diye bir şey söz konusu değildir.
3. “Haccı koruyamam” veya “tutamam” gibi sudan bahanelerle şartlarını elde etmiş olanların haccı ertelemeleri doğru değildir.
4. Önemli olan ibadetlerin bize kazandırdığı dürüstlüğü günlük hayatımıza aktarabilmek ve böylece müslümanca yaşamanın mutluluğunu hem tatmak hem de çevremizde bulunanlara telkin etmektir.
5. İslâm'da alış-veriş, sadece cuma günü iç ezanından cumanın farzı kılınıncaya kadar yasaktır. Bunun dışında her zaman ve her yerde serbesttir.