31 Ekim 2022 Pazartesi

KÜÇÜK NOTLARIM (83)


İmanla amel arasında iliski vardır İmanınızda eksiklik olanın amelinde de eksiklik vardır. 

Kul yapıp ettikleriyle yanı amelleriyle cehennemi hakeder cennete girenler ise amelleriyle giremez çünkü hiçbir nimetin karşılığı olamaz.   

30 Ekim 2022 Pazar

KÜÇÜK NOTLARIM (82)


Samimiyet, ihlas, kişiyi  öğrenmeye sevkeder.

Samimiyet yanlışta olsa da, doğruyu öğrenince yanlışı terkederek ilerler. 

Samimiyet başladığında kişi öğrenmeye başlar.

29 Ekim 2022 Cumartesi

KÜÇÜK NOTLARIM (81)


Namaz, insanın hidayetini koruyan bir kalkandır.

Alimler imanı ateşe, ameli fanusa benzetir. Fanus olmasa en ufak bir rüzgarda söner.

28 Ekim 2022 Cuma

KÜÇÜK NOTLARIM (80)


Namaz, dünya gam ve kederlerini unutmak için en iyi vesiledir. Bundan dolayı Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem üzücü bir olayla karşılaştığında hemen namaz kılmaya başlardı. Namaz iyilik ve müsamahaya davet eder, kötülük ve çirkin hareketlerden de alıkor. İşte bu, insan ruhunu terbiye etmek için en üstün yoldur. 

27 Ekim 2022 Perşembe

KÜÇÜK NOTLARIM (79):Hayır Ve şer


Tabiatta ortaya çıkan hiçbir olay şer olarak nitelendirilemez. Her olayda mutlaka hayır hedeflenmiştir. Bunlardan bazılarının zararlı ve şer gibi görünmesi, kişinin kendi iradesini kötüye kullanmasından kaynaklanmaktadır. Bu, kâinatta işleyen ilâhî rahmeti gölgelemez. 

26 Ekim 2022 Çarşamba

KÜÇÜK NOTLARIM (78)


Günahsız geçirilecek birkaç günden sonra içinize gelecek güven kırıntılarındansa; günahın zilleti içersinde o çaresiz ama ümit dolu yakarışların daha dogru olduğunu keşfedeceksiniz  .


25 Ekim 2022 Salı

KÜÇÜK NOTLARIM (77)


İhsan, hüsün/güzellik kökünden gelen bir kelimedir. Güzel olanı güzel bir şekilde yapmak demektir. Yani hem yaptığınız iş güzel olacak, hem de onu, yapılabilecek yolların en güzeliyle yapacaksınız. Bu iki şarta bir de niyeti ekleyebiliriz; güzel bir işi, en güzel şekilde ve güzel bir niyetle yapmak ihsandır diyebiliriz. İhsanı Resulüllah Efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem ibadet için şöyle tarif etmiş: ‘İhsan, Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Sen O’nu görmesen de, O’nun seni gördüğü bilinciyle’ yapmandır. Kulun her fiilinin iki şartla ibadet olabileceğini düşünürsek bu hadisi şerifin bütün işlerimiz için geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Doğru bir işi güzel bir niyetle yapmak. İşte bu iki şartla kulun her eylemi ibadete dönüşebilir ve her işimizi Allah’ı görür gibi yapmakla da ihsan ile davranmış oluruz. 

 Faruk Beşer

24 Ekim 2022 Pazartesi

KÜÇÜK NOTLARIM (76)


Müslüman bireylerin kendilerini ilgilendiren hususlarda -isyan olanla olmayan şeyleri- bilmeleri gerekir. Benim hocam diyorsa doğrudur, itaat etmeliyim diyemez. Onlara da Hz. Ali’nin şu muhteşem kuralını hatırlatırız: ‘Hakikati insanlarla tanımayın. Önce hakikati tanıyın ki, onunla insanları tanıyabilesiniz’.

23 Ekim 2022 Pazar

 Abdestli olup olmadığını unutan ya da abdestinden şüphe eden bir kimse ne yapmalıdır?
Bir kimse abdest aldığından emin olduğu hâlde, abdestini bozup bozmadığı konusunda şüpheye düşerse, o kimse abdestli sayılır. Öte yandan abdestini bozduğunu bildiği hâlde, sonradan abdest alıp almadığından şüphe eden kimse ise abdestsiz sayılır. Çünkü kesin olarak bilinen bir şey şüphe ile ortadan kalkmaz (Mevsılî, el-İhtiyâr, I, 56; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, I, 283).

22 Ekim 2022 Cumartesi

KÜÇÜK NOTLARIM (75)


Hasan el-Basri: Yüce Allah, Yahudilere de Hıristiyanlara da Ramazan orucunu farz kıldı. Fakat Yahudiler bu ayda oruç tutmayı bırakıp senede bir gün oruç tuttular. Bu günün de Firavun’un boğulduğu gün olduğuna inanıyorlardı. Hristiyanlar’a gelince onlar, Ramazan ayında oruç tutmaya devam ettiler. Ancak bu ay, çok sıcak günlere tesadüf edince oruç zamanını değiştirip, onu sabit bir vakte aldılar. Böyle yaptıkları için de onun süresini on gün arttırdılar. Bir müddet sonra kralları hastalandı ve bu hastalıktan kurtulmak için yedi gün oruç tutmayı adadı. Bu yedi günü de ilave ettiler. Daha sonra başka bir kral geldi. Bu üç günü niçin tutmuyoruz deyip üç gün de o ilave ederek süreyi elli güne çıkardı. İşte, “Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini Rablar edindiler”(Tevbe Suresi, 31. ayet) mealindeki ayetten maksat budur.

21 Ekim 2022 Cuma

KÜÇÜK NOTLARIM (74)


Hazreti Musa aleyhisselam: Ey Rabbim! Sana nasıl şükredeyim?diye sordu. Rabbi ona: Beni hatırlarsın ve beni unutmazsın. Beni hatırladığında bana şükretmiş olursun, beni unuttuğunda da nimetlerime nankörlük etmiş olursun, dedi. ( Muhtasaru İbni kesir I/142.)

20 Ekim 2022 Perşembe

KÜÇÜK NOTLARIM (73)


Rum meliklerine Kayser, İran meliklerine Kisra denildiği gibi Amâlika meliklerine de özel olarak Firavun denilir. Firavunlar çok kibirli ve zorba oldukları için, Araplar Firavun kelimesinden türeterek kibirlenen kimseler için “Firavunlaştı” fiilini kullanırlar.

19 Ekim 2022 Çarşamba

Namazı Huşu ile Kılmak


Namaz, imandan sonra gelen en büyük hakikattir

İnsanı en güzel bir şekilde yaratmış olan Yüce Allah, ona akıl denen nimeti vererek onu bütün yaratıklardan üstün kılmıştır. İnsanın mükemmel bir şekilde yaratılmasının, diğer varlıklardan üstün kılınmasının ve dünyaya gönderilmesinin bir gayesi vardır. İşte, insanın bu gayeyi bilip dünyada o doğrultuda yaşaması gerekir. İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi, kâinatın yaratıcısını tanımak ve O’na iman edip ibadet etmektir. Nitekim Yüce Allah: “Cinleri ve insanları yalnızca (beni tanımaları ve) Bana kulluk etmeleri için yarattım.” (Zariyat, 56) buyurmaktadır.

İşte namaz, kulluğun ve ibadetin bir şubesi, bir cüzüdür. Namaz İslam’ın beş şartından ikincisi olup imandan sonra en büyük hakikattir.

Namaz, müminin miracıdır

Beş vakit namaz, hicretten bir buçuk yıl önce Miraç gecesinde farz kılınmıştır. Namaz, ruhu temizleyen, kalbi aydınlatan, insanı Allah’ın huzuruna yükselten bir ibadettir.

Sevgili Peygamberimiz, “Namaz dinin direğidir.” (Tirmizî, İman, 8; Ahmed b.Hanbel, el-Müsned, V, 231, 237; Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, I, 31-32) buyurarak namazın dinimizde çok önemli bir ibadet olduğunu belirtmiştir. Mümin günde beş vakit Rabbinin huzuruna vararak âdeta Rabbiyle iletişime geçer. Namaz, müminin hayatını düzenleyen en önemli unsurlardandır. Böyle olunca mümin kişinin her hareketinde namazın etkisinin görülmesi kaçınılmazdır.

Namaz, insanı Allah’a yaklaştıran önemli bir ibadettir. İnsan, her türlü hayâsızlık ve kötülükten uzak durarak ve Allah’ı çok zikrederek Rabbine yaklaşabilir. Nitekim Yüce Allah Ankebut suresi 45.ayette; “Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” buyurmaktadır.

Namaz kılmak için Allah’ın huzurunda duran kişi, Allah ile güçlü bir manevi bağlantı kurar. Namaz, hakikatine inilerek huzur ve huşu ile eda edilirse insanı her türlü kötülükten uzaklaştırır. Nitekim Hz. Peygamber de bir hadisinde: “Kim bir namaz kılar da, o namaz kendisini açık ve gizli kötülüklerden alıkoymazsa o namazın, o insana, kendisini Allah’tan uzaklaşmaktan başka bir katkısı olmaz.” (Münavî, Feyzü’l-Kadir, VI, 221; es-Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensur, VI, 465; Deylemî, Firdevs, III, 622; Yazır, Elmalılı, M.Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, VI, 223) buyurmuştur. Büyük mutasavvıflardan Hasan Basrî de: “Kimin namazı kendisini fuhuştan ve kötülükten menetmezse onun namazı namaz değildir. O namaz, onun üzerine bir vebaldir.” demiştir. (Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İst., 1990, VI, 517)

Namaz kılan kişinin Allah’ın huzurunda olduğunu düşünmesi gerekir. Aksi takdirde o namaz, ruhundan soyulmuş, şekilden ibaret kalmıştır. Hâlbuki Yüce Allah: “Beni anmak için namaz kılınız.” (Taha, 14) buyurmuştur. Allah’ı düşünerek namaz kılmak, insan ruhunu etkiler, onu iyiliklere yöneltir, ahlakını düzeltir, kötülüklerden uzaklaştırır. İnsan ruhunda hiçbir olgunluk, bir düzelme meydana getirmeyen namaz, gerçek namaz sayılmaz. O, sadece bir şekilden ibaret kalır. (Ateş, age., VI, 516) fiayet kıldığımız namaz, bizi bütün kötülüklerden alıkoymuyorsa o halde kıldığımız namazı gözden geçirip Allah’ın emrettiği şekilde ihlas ve huşu ile kılmaya gayret etmeliyiz.

Kılınan namazların Allah katında makbul olabilmesi için ihlas ve huşu ile kılınması gerekir. Çünkü namazın temeli huşu ve ihlastır. İhlassız hiçbir amel Allah katında makbul değildir. Yüce Allah, “Namazlarında huşu içinde olan müminler kurtuluşa ermişlerdir.” (Müminun, 1-2) buyurmak suretiyle namazda huşunun önemini vurgulamaktadır.

Dinimizde ibadetlerin makbul olması birtakım esaslara bağlıdır. Büyük küçük günahların affı da bazı şartların yerine getirilmesine bağlıdır. Buna bağlı olarak kıldığımız namazın hakiki manada bizi her türlü kötülükten uzaklaştırıp Cenab-ı Hakk’ın rızasına yaklaştıracak bir ibadet olabilmesi için gerekli şartlardan biri huşudur.

O halde huşu nedir? Namazda huşu nasıl olmalıdır?

Sözlükte “sessiz ve sakin durmak, alçak gönüllü olmak, Hakk’a boyun eğmek, yumuşaklık ve kolaylık” gibi manalara gelen huşu kelimesi, terim olarak; “Allah’a karşı korku ve sevgi ile boyun eğme ve bu duygu ile alçak gönüllülük ve tevazu gösterme” anlamına gelmektedir. (fiener, Mehmet, “Huşu’ Mad.,”, İslam Ans., T.D.V Yay., İst., 1998, XVIII, 422-423)

Huşu, namazın gerçek ve hakiki namaz olmasını sağlayan sebeplerdendir. Huşudan maksat, kişinin namaz esnasında bütün varlığı ve kalbi ile Allah’a yönelmesidir.

Namaz farizası, hakikatine inilerek huzur ve huşu ile eda edilirse insanı her türlü kötülükten uzaklaştırır.

Ebu Bekir el-Vasitî huşuyu; “Bir karşılık beklemeden Allah için tam bir ihlasla namaz kılmaktır.” şeklinde açıklamaktadır. (Aynî, Umdetü’l-Kârî, V, 280) Namaz kulun miracıdır. Yani kul, namazla rabbinin huzuruna çıkmakta ve rabbi ile konuşmaktadır. O halde namazda okuduğumuz ayetlerin kelime ve harflerini telaffuz ederken gaflet içinde bulunmamalıyız. Çünkü ayet ve duaların anlamı düşünülmeden okunduğunda kalp gaflet içinde olacaktır. Makbul ve mükemmel bir namazın mutlaka huşu ile kılınması lazımdır. Namaz sırasında kalp kıbleye yönelmiştir. Kalp ve zihin başka şeylerle meşgulse namaz gafletle kılınmış demektir. Huşudan yoksun olarak kılınan namaz, Hakk’ı hatırlatmaz. Hâlbuki gerçek namaz, bize Allah’ı hatırlatmalıdır.

Namazı huşu içinde kılmak ise Yüce Rabbimiz’in huzurunda O’nun heybet ve azametini kalbimizde hissederek, O’na karşı saygı dolu bir korku besleyerek bu ibadeti yerine getirmektir.

Namazda, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın huzurunda durduğunun bilincinde olan bir mümin, elbette ki bu güçlü heybet ve korkuyu içinde yaşayacak ve Allah’a bu korkusu ve saygısı ölçüsünde yaklaşacaktır.

Namaz ibadetini hakkıyla yerine getirmek isteyen bir mümin, huşuyu engelleyebilecek şeylere karşı önlem almalı, namazda gereken dikkat ve konsantrasyonu sağlamaya azami titizlik göstermelidir. Nitekim Rasul-i Ekrem (s.a.s.): “Kıldığın namazı, en son namazınmış gibi, bir daha namaz kılma fırsatı bulamayacak bir kişinin kıldığı namaz gibi kıl.” (İbn Mace, Zühd, 15) buyurmaktadır.

Namazlardan manevi bir zevk alabilmek için namazların huşu içerisinde ve tadil-i erkâna riayet edilerek kılınması gerekir. Tadil-i erkândan maksat; namazın kıyam, rükû, sücut gibi her rüknünü bir sükûnet ile yerine getirmek, bu rükünleri yaparken her uzvun yatışıp, hareket hâlinden beri bulunmasıdır. Mesela rükûdan kıyama kalkarken vücut, dimdik bir hâle gelmeli, sükûnet bulmalı; en az bir kere ‘sübhanellahi’l-azim’ diyecek kadar ayakta durup daha sonra secdeye varmalıdır. Her iki secde arasında da böyle bir tesbih miktarı durmalıdır. Kısacası, namazda acele etmekten sakınmalı, tavukların yem yemesi gibi hızlı bir şekilde kılınıp namaz zayi edilmemelidir. İslam âlimleri namazda acele etmeyi, Allah’ı tazime ve adaba ters görürler. Nitekim Yüce Allah da Maun suresi 4. ayette “Namazlarından gaflet içinde olanlara yazıklar olsun.” buyurmak suretiyle namazın özünden uzak olan kişileri ayıplamaktadır.

Hayatın en faydalı, en kıymetli saatleri, ibadet ile geçen vakitlerdir. Boş yere veya geçici bir fayda uğrunda saatlerini, günlerini harcayan insanların, namaz gibi değeri çok yüksek bir ibadetten, ebedi bir saadet vesilesinden, ilahî bir huzur neşesinden bir an evvel çıkıp kurtulmaya çalışmaları pek garip, pek acınacak bir hal değil midir?

Huşu namazın ruhudur

Zeyd b. Hâlid el-Cühenî’den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim güzelce abdest alır da gaflet etmeden (namazda olmanın uyanıklığı içerisinde) iki rekât namaz kılacak olursa, geçmiş günahları affolunur.” (Ahmed b. Hanbel, age., IV, 117; V, 194)

Namaz için abdest alınıp kıbleye yönelerek, maddi hazırlık yapıldığı gibi manevi hazırlık da yapılması gerekir. Manevi hazırlık, kalbin namaza hazır olmasıdır ki bu da namazın ruhu mesabesindedir. Namazın huzur ve huşu ile kılınması ve mümkün mertebe masivadan (Allah’tan başka her şey) kurtularak namaza başlanması icap eder. Kişi namaza başlarken “Allahü ekber” diyerek tekbir getirir ve dünyayı arkasında bırakarak Yüce Allah’a yönelir.

Namaz içinde kişinin sağa sola iltifat etmemesi ve uzuvları ile oynamaması lazımdır. Zira vücut azaları ile oynamak huzur ve huşuyu yok eder. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.) namazda sakalı ile oynayan bir kimseyi görünce: “Eğer şu kimsenin kalbinde huşu olsaydı azalarında da huşu olurdu.” buyurmuştur. (San’anî, Sübülü’s-Selam, I, 245)

Hastanın, hastalığı süresince en güzel yiyecekleri yese bile bundan bir zevk alamadığı gibi insan da kalbi hastalıklardan ve nefsin tasallutundan kurtulmadıkça kıldığı namazdan zevk alamaz. Bu nedenle ibadet etmek, namaz kılmak insana ağır gelir. İbn Abbas, “Manasını düşünerek huzur ve huşu ile kılınan iki rekât namaz, gafil kalple akşamdan sabaha kadar kılınan namazdan hayırlıdır.” buyurmuştur.

Namazı huşu ile kılabilmek için neler yapabiliriz?

1. Her şeyden önce namazı ciddiye almak gerekir.

2. Namazın hayatımızda yapacağı derin etkinin bilincinde olunmalıdır. Bu etkiyi elde etmek, bizim namaz kılarken motivasyonumuzu oluşturmalıdır.

3. Namaza başlamadan önce ruhi bir ön hazırlık yapmak gerekir. Seccademizi serdiğimizde o an Rabbimizin huzuruna çıkmak için hareket ettiğimizi aklımıza getirmeliyiz.

4. Kılacağımız namazın belki son namazımız olabileceğini düşünmeliyiz.

5. Namaza durduğumuz vakit kimin manevi huzurunda olduğumuzu iyi idrak etmeliyiz. Dolayısıyla huzurunda durduğumuz Allah’ın yüce şanını ve azametini düşünmeliyiz.

6. Yüce Allah’ın huzuruna çıkabilmenin ne kadar mutluluk verici bir olay olduğunu hatırlamalıyız ve hissetmeliyiz.

7. Namazda okuduğumuz ayet ve duaların anlamlarını öğrenmeli ve onları düşünmeliyiz. fiayet ayet ve duaların anlamını bilmiyorsak, o esnada sanki hesap gününde Allah’ın huzurunda olduğumuzu düşünmeliyiz.

8. Dünyevi duygu ve düşüncelere geçit vermemeye hassasiyet göstermeliyiz.

9. Namazda kıyam, rükû, secde gibi hareketlerin bir takım sembolik anlamları vardır. Bu anlamları öğrenip bu hareketleri yaparken bunları düşünmeliyiz. Böylece bu duygu ve düşünceler, bizim namazı huzur ve huşu içerisinde kılmamıza yardımcı olacaktır.

Namaz müminin miracıdır. Namaz vasıtasıyla kul, direkt olarak Rabbiyle iletişime geçme fırsatını bulmaktadır. Namazın kulu ahlaken yükseltmesi ve onu her türlü münkerden ve fuhşiyattan alıkoyması için, huşu ve huzur içerisinde, tadil-i erkâna uyularak kılınması gerekir.

Prof. Dr. Mehmet Soysaldı/Fırat Üniv. İlahiyat Fak.

https://dergi.diyanet.gov.tr/makaledetay.php?ID=3843#:~:text=K%C4%B1l%C4%B1nan%20namazlar%C4%B1n%20Allah%20kat%C4%B1nda%20makbul,amel%20Allah%20kat%C4%B1nda%20makbul%20de%C4%9Fildir.

18 Ekim 2022 Salı

KÜÇÜK NOTLARIM (72)


Allahu Teala kuranda tehdit etmez bilgilendirir. Bu yolu seçerseniz bu yol cennete. şu yolu seçerseniz cehenneme çıkar der. Bu seni bilgilendirmesidir. Allah’ın cc tehdide ihtiyacı yoktur. Şunun gibi: doktor der ki; şuna riayet etmezsen böyle olur bunun geri dönüşü yok der . Dr beni tehdit etti mi diyeceğim . Dr bilgilendiriyor çünkü o bilgiye herkes ulaşamaz. Mesela cildine şu merhemi çok ince bir tabaka sür diyor. Çok sürersen tahriş olur diyor. Ama niye tehdit ediyorsun beni diyor muyum? Din de böyledir. 

Fatma bayram

17 Ekim 2022 Pazartesi

KÜÇÜK NOTLARIM (71)


Küfür, sözlükte nimeti örtmek manasına gelir. Tohumu toprağa gömene kafir denilmesi bu kabildendir. Aynı şekilde gece de karanlığı ile her şeyi örttüğü için “kafir” diye isimlendirilmiştir. Kafire de, nimeti inkar ettiği ve onu örttüğü için kafir denilir. (Safvetü’t Tefasir-Muhammed Ali Es- Sabuni)

16 Ekim 2022 Pazar

KÜÇÜK NOTLARIM (70)


İbni Kesir şöyle der: “Nifak, hayır gösterip arkasında bir şer gizlemektir. Nifak itikadi ve ameli olmak üzere iki nevidir. İtikaden münafık olan kimse ebedi Cehennemde kalır. Amelen münafıklık ise en büyük günahlardandır. Çünkü münafığın sözü fiiline, içi dışına uymaz.

15 Ekim 2022 Cumartesi

KÜÇÜK NOTLARIM (69)


Sana verilen nimetler arttıkça,  verilenlere sevgin artarken vereni unutuyorsan, dünyadan istifade ediyor ama onu sana, sevgisini gösteren bir nimet olarak sunan Rabbine karşı görevlerini aksatıyorsan bil ki; sende dünyevileşme (dünyayı ahirete tercih etme) alametleri vardır.(Veli Tahir Erdoğan-Kur’an Bana ne diyor?)

14 Ekim 2022 Cuma

KÜÇÜK NOTLARIM (68)- Prof. Dr. Halis AYDEMİR “Enbiya suresi tefsirinden”


Eğer bazı amellerimiz olduğu halde Rabbimiz bize ağır musibetler veriyorsa ve ardı arkası kesilmiyorsa o zaman daha güçlü bir şekilde bizi kendine çağırıyor demektir. İlim boyutunu ihmal etmişizdir. Önce bilmek sonra amel etmek. Ben bilmeyeyim amel edeyim olmaz. Doğru ve hak olduğuna tanık olmamız lazım. "eşhedu" demeden ibadetlerini yapsa olmaz; çünkü bunu hak bir din üzere yaptığının bilincinde değil bu kişi.

Halis Aydemir “Enbiya suresi tefsirinden”

13 Ekim 2022 Perşembe

KÜÇÜK NOTLARIM (67)

Eslem tarik en garantili yol

İmam Rabbani rahmetullahi aleyh :Zahirle batın arasında çatışma varsa batın bilgi atılır Zahir alınır. farklılık kıl kadar olsa bile. (Faruk Beşer’in bir yazısından)

12 Ekim 2022 Çarşamba

KÜÇÜK NOTLARIM (66)


Kur'an inananlara şifa olurken, inanmayanlara kapalıdır.

Fussilet / 44

Bir fiil vardır bir de fiile muhatap olan. Muma üflersin söndürür. Mangala üflersin ateşi canlandırır. Eline üflersin elin ısınır. Çaya üflersin çay soğur. Üfleme aynı üfleme. Kur'an da böyledir.

Şa'râvî

11 Ekim 2022 Salı

KÜÇÜK NOTLARIM (65)


-Olumsuz konuşma yapma  

-Başına gelen herşeye Hüsnü zan et

-Herşey yolunda yürekten inan  

-Hz Ömer ra üzgün birini görünce müslüman böyle salmış görünemez dik dur diyerek izin vermiyor 

-Duam kesin kabul olacak. Karamsar bakamazsın. Allah cc en hayırlısını verecek. Hüzün duyabilir ama karamsar olamaz mümin

-İnsan olay yaşanırken kolaylıkları farketmeli kolaylıklar orada ama karamsarlıktan göremez

-Allah cc hiç bir sorunu çözümsüz göndermemiştir 

-Peygamber efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem her işareti olumlu yorumlamıştır. En zor durumda dahi ileri bakmış, bir hayır görmüştür 

-Allah hiç bir şeyi zayi etmez. Her yaşananda bir hayır vardır 

-“İnsanlar bozuldu, düzenbaz oldu vs.” demek: aslında bu söylemler insanları helak ediyor. Olumsuz konuşma

10 Ekim 2022 Pazartesi

Sûre ne demek?


Sözlükte "yüksek rütbe, mevki, şeref, binanın kısım ve katları" anlamına gelen sûre (çoğulu süver) tefsir ilim dalında başı ve sonu belli, farklı sayıda âyetler içeren Kur'ân'ın bölümlerine denir.

Kur'ân'da 114 sûre vardır. En uzun sûresi 286 âyeti bulunan Bakara, en kısa sûresi de 3 âyeti olan Kevser sûresidir.

Sûrelerin bu günkü tertibinin Hz. Peygamber tarafından yapıldığı (tevkîfî) veya sahabenin içtihadı ile veya kısmen Hz. Peygamber tarafından, kısmen de sahabenin içtihadı ile meydana getirildiği şeklinde üç farklı görüş vardır. Her sûrenin bir ismi vardır. Bu gün dünyada mevcut bütün mushaflarda sûrelerin tertibi ve isimleri aynıdır.

9 Ekim 2022 Pazar

Secâvend


Tilâvet sırasında mâna açısından vakfetmenin gerekli veya isabetsiz olduğu yerleri belirtmek üzere konan işaretlere verilen isim.

8 Ekim 2022 Cumartesi

Sebeb-i Nüzûl ne demektir?


Sebeb-i nüzûl, iniş sebebi demektir. Kur'ân-ı Kerim'in bazı sure ve ayetlerinin, bir kısım olaylar sebebiyle inmesine bu isim verilmiştir. Her âyet için bir nüzul sebebi yoktur. Nüzul sebeplerini bilmenin yolu sahih hadislerdir. Bir olay bir çok âyetin inmesine sebep olabilir. Nüzul sebeplerinin bilinmesi, âyetlerin anlamının ve emredilen şeyin hikmetinin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır.

Bu konuda birçok eser yazılmıştır. Şu eserleri örnek olarak zikredebiliriz: Celâlüddîn es-Süyûtî (ö.911/1505)’nin, Lübâbü’n-Nükûl fî Esbâbi’n-Nüzûl’ü, Ebu’l-Ferac Abdurrahman ibn el-Cevzî (ö.597/1251)’nin, Esbâbü’n-Nüzûl’ü, Tahsin Emiroğlu’nun, Esbâbü’n-Nüzûl’ü

7 Ekim 2022 Cuma

Müteşâbih


Sözlükte benzeyen anlamına gelen müteşâbih, terim olarak; manası kolaylıkla anlaşılmayan, bir çok manaya ihtimali olup bunlardan birini tayin edebilmek için haricî bir delile ihtiyaç duyulan, ne anlama geldiği, ne anlatmak istediği ilk bakışta anlaşılmayan, manası açık ve net olmayan, niteliği (seçikliği) belli olsa da içeriği (açıklığı) belli olmayan, şaban ayında değil de ramazan ayında oruç tutulması ve namazların sayısı gibi manası akılla kavranamayan lafızlara ve ayetlere denir.

https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/47-mutesabih

6 Ekim 2022 Perşembe

Mushaf


Bir araya toplanıp bağlanmış sayfalar demektir. Bununla maksat, Kur'ân'ın bütün sûre ve âyetlerinin yazılıp bir araya toplanmış, ciltlenmiş ve iki kapak arasına alınmış halidir. Kur'ân, Hz. Peygamberin sağlığında çeşitli malzemelere yazılmış, ancak mushaf haline getirilmemişti.

Bununla birlikte inen bütün ayetler ve sureler yazılmıştı ve hafızların hafızalarında korunuyordu. Bu korumayı yüce Allah taahhüt etmektedir: “Şüphesiz o Zikri (Kur’ân’ı) biz indirdik. Onun koruyucusu da elbette biziz.” (Hıcr, 15/9) Yüce Allah, Kur’ân’ı her türlü tahriften, bir ayetinin bile zayi olmasından korumuştur. Kur’ân hem yazıyla satırlarda hem de ezber yoluyla kalplerde muhafaza edilmiştir.

“Ona (Kur’ân’a) ne önünden ne de ardından batıl gelemez. (Çünkü O,) hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye layık olan Allah tarafından indirilmiştir.” (Fussılet, 41/41–42)

Kur’ân’ı Hz. Peygambere öğreten ve onun hükümlerini ve nasıl uygulanacağını açıklayan yüce Allah’tır: Rahman suresinde bu husus şöyle ifade edilmektedir:

“Rahman Kur’ân’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı öğretti.” (Rahman, 55/2–4)

Peygamberimizin sağlığında Kur’ân, bugün elimizde mevcut mushafın tertibi üzerine okunmuş ve aynı şekilde yazıyla kaydedilmiş, Allah’tan indiği şekliyle korunmuştur. Aynı şekilde vefatından sonra sahabe Kur’ân’ın yazılması, okunması, ezberlenmesi ve korunmasına gereken titizliği göstermiştir.Nitekim Kur'ân Hz. Ebû Bekr'in (r. a.) devlet başkanlığı zamanında mushaf haline getirilmiştir. İlk mushafa el-İmam (asıl) denilmiştir. Hz. Osman zamanında bu ilk nüshadan sekiz adet çoğaltılmıştır. Yer yüzündeki bütün mushaflar bu nüshalarla aynıdır.

https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/46-mushaf

5 Ekim 2022 Çarşamba

muhkem

Sözlükte sağlam, esaslı ve dayanıklı anlamına gelen muhkem, terim olarak, manası kolaylıkla anlaşılan, haricî bir yoruma ihtiyaç göstermeyen ve tek anlamı olan, ne anlama geldiği, ne anlatmak istediği ilk bakışta anlaşılan, manası açık ve net olan, niteliği ve içeriği (seçikliği ve açıklı) belli olan Kur’ân’ın sarih lafızlarına ve ayetlerine denir.

https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/45-muhkem

4 Ekim 2022 Salı

Mukabele


Bir başkasının Kur’ân-ı Kerîm’i okuyuşunu takip etmek ve bu suretle hatim indirme anlamında kıraat terimi.

Sözlükte “iki şeyi birbiriyle karşılaştırmak” anlamına gelen mukābele, Peygamberimizin Ramazan aylarında inen sure ve ayetleri vahiy meleği Cebrail'e okumasına dayanmaktadır ki buna "arza" denmiştir.

Mukabele,üç aylarda ve bilhassa ramazanlarda cami, mescid ve evlerde daha çok sabah, öğle, ikindi namazları öncesinde hâfızlar tarafından okunan Kur’an’ı takip etmek suretiyle hatim indirme geleneğine ad olmuş, zamanla hâfızların bu okuyuşları için de aynı terim kullanılmıştır.

https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/44-mukabele

3 Ekim 2022 Pazartesi

Mufassal


Sözlükte tafsil edilmiş anlamına gelen mufassal, Kur'ân'ın sonundaki kısa sûrelere denir. Mufassal sureler 49'uncu sûreden başlar ve üç kısma ayrılır:(a) Tıval-ı mufassal: Hucûrât sûresinden 85'inci sûre olan Bürûc sûresine kadar 36 sûreye bu isim verilmiştir.(b) Evsat-ı mufassal: Bürûç'tan 92'inci sure olan Leyl sûresine kadar olan 7 sûreye bu isim verilmiştir.(c) Kısar- mufassal: Leyl sûresinden Nâs sûresine kadar olan 22 sûreye de bu isim verilmiştir.

https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/42-mufassal

2 Ekim 2022 Pazar

Muavvizeteyn


İki koruyucu demektir. Bundan maksat, Kur'ân'ın Felak ve Nâs sûreleridir. Kur'ân'ın son üç suresi olan İhlas, Felak ve Nâs sûrelerine ise muavvizât (koruyucular) denir. İhlas sûresi, Allah'ı anlatmaktadır. Felak ve Nâs sûrelerinde ise; yaratıkların, karanlık gecelerin, büyücülerin, haset edenlerin, insanların göğüslerine kötü düşünceler fısıldayan cin ve insan vesvesecilerinin şerrinden insanların ilahı, meliki ve Rabbi olan Allah'a sığınılması tavsiye edilmektedir. Peygamberimiz (a.s.), sahabeden Abdullah ibn Hubeyb’e, "Akşam ve sabah olunca İhlas, Felak ve Nâs sûrelerini üçer kere oku, onlar her şeye karşı sana yeter." buyurmuş (Tirmizî, Deavat, 117) Sahabeden Ukbe b. Amir, Hz. Peygamber (s.a.s.), bana her namazın arkasından Felak ve Nâs surelerini okumamı emretti” demiştir. (Tirmizî, Fedâilü'l-Kur'ân, 12; Ebu Dâvûd, Salât, 361) Peygamberimizin eşi Hz. Ayşe (r.a.) diyor ki: “Hz. Peygamber (s.a.s), her gece yatağa girdiği zaman iki elinin avucunu bir araya getirir, sonra ellerinin içine üfler ve kul hü vallâhü ahad, kul eûzü bi rabb’il felakı ve kul eûzü bi rabbi’n-nasi surelerini okur, sonra elleriyle elini, yüzünü ve vücudunun ulaşabildiği yerlerini mesh eder ve bunu üç defa yapardı.” (Ebu Dâvûd, Edeb, 107) “Kul hüvellâhü ahad suresi, Kur’ân’ın üçte birine denktir.” (Tirmizî, Fedâilü'l-Kur'ân, 11)
Peygamberimiz (s.a.s), ashabına, “Sizden biriniz her gece Kur’ân’ın üçte birini okumaktan aciz olur mu? Buyurmuş, bu, onlara zor gelmiş ve ey Allah’ın Resûlü! Hangimizin buna gücü yeter? Demişlerdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s), Kul hu vallâhü ahad Allahü’s-samed, Kur’ân’ın üçte biridir” buyurmuştur.” (Buharî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13)
Yine Peygamberimiz kendisi veya ailesinden biri hastalandığı zaman (Buhârî, Fedâilü'l-Kur'ân, 14; Müslim, Selâm, 50-51) ve göz değmesine (Nesâi, İstiaze, 37; Tirmizî, Tıb, 17) karşı muavvizeteyn'i okumuştur. Yatmadan önce üç kere muavvizâtı okumuş, eline üflemiş ve elleriyle bütün vücudunu meshetmiştir (Buhârî, Fedâilü'l-Kur'ân, 14).
Yukarıdaki hadislerden anlaşılan o ki; Peygamberimiz sözleri ve uygulaması ile üç surenin, üç vakitte akşam, sabah, yatmadan önce üçer defa, her namazdan sonra ve geceleyin okunmasını tavsiye etmektedir.
Kur’ân’ın konularını üç maddede toplamak mümkündür. Tevhîd yani tek Allah inancı, nübüvvet yani Allah’ın her topluma peygamber gönderdiği inancı, ahiret yani öldükten sonra cennet ve cehennem hayatı. İhlâs suresi tevhîd inancını anlattığı için bu açıdan Kur’ân’ın üçte birine denktir.Felak ve Nâs surelerinde varlıkların şerrinden Allah’a sığınılmaktadır. Bir Müslüman bu üç sureyi akşam, sabah ve uyumadan önce üçer defa, namazlardan sonra ve geceleri okursa hem imanını tazelemiş, hem de her türlü kötülükten Allah’a sığınmış, dua etmiş, Allah’ı anmış ve Kur’ân okumuş böylece ibadet etmiş olur. Hastalara ve nazar değenlere de bu sureler okunup Allah’tan şifa istenebilir.

https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/41-muavvizeteyn

1 Ekim 2022 Cumartesi

DEĞİŞEN DEĞERLER VE MAHREMİYET

 

"“Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bak bundan tiksindiniz! Allah’a itaatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri çokça kabul etmektedir, rahmeti sonsuzdur.” (Hucurât, 49/12) 

Kur’an-ı Kerim’de kesin bilgi sahibi olmaksızın konuşmak (zan), başkalarının arkasından kırıcı ya da aşağılayıcı söz ve davranışlarda bulunmak (gıybet) yasaklanmıştır. Bu iki fiilin bir bakıma tamamlayıcısı olan ve Kur’an’da sadece bu ayette geçen tecessüs kelimesi “ayıp ve kusurları araştırmak” anlamındadır. Bu davranışların aynı ayet içinde zikredilmesi, birbirleriyle olan ilişkilerine dikkatimizi çekmekte, tümünün yasaklanması insanın şeref, onur ve mahremiyetini korumaya, aynı zamanda toplumun birlik ve beraberliğine zarar verecek hataları engellemeye yöneliktir. Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) konuyla ilgili hadisi, bu yasağa uymayanların akıbetini bildirir: “Ey diliyle iman edip kalbine iman girmemiş olan kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayın ve onların gizli hâllerini araştırmayın. Çünkü her kim onların gizli hâllerini araştırırsa Allah da onun gizli hâlini araştırır.

Allah kimin gizli hâlini araştırırsa onu evinde (gizlice yaptıklarını ortaya çıkararak) bile rezil eder.”

(Ebû Dâvûd, Edeb, 35)

Allah’ın kulları için belirlediği dinin, ahlaki ve hukuki kuralları vardır. Kur’an-ı Kerim’de çerçevesi Allah tarafından belirlenmiş ve hudûdullah olarak adlandırılmış bu sınırları tecavüz insana yasaklanmış, sınırların içindeki hareket alanı ise serbest bırakılmıştır. Kur’an’da ilahi ya da beşerî yasakları ifade için kullanılan haram, muharram, tahrim, mahrum vb. kelimeler h-r-m kökünden türemiştir. Aynı kökten türeyen “yasaklanmış, korunmuş, dokunulmaz” anlamındaki harem kelimesi (Salim Öğüt, “Harem”, DİA, XVI, 127) Allah’ın zatına mahsus ibadet yerleri olarak ayırdığı ve buralara giriş için kurallar koyduğu kutsal toprak parçalarıdır. Bunun gibi yarattığı varlıkların en değerlisi olan ve kendisine bir şeref atfedilen insanın (İsrâ, 17/70) yaratılışına uygun hareket etmesini sağlayan değerler Allah tarafından belirlenmiş bunlardan bir kısmı zamanla aile ve toplum yapısına göre şekillenmiştir. Mahremiyet adı verilen ve insanın özel alanı, dokunulmazlığı, gizli kalmasını istediği durumları ifade eden bu kavram insana mahsus fıtratı, şahsiyeti ve şerefi korumayı hedefler. 

Ayetlerden yola çıkarak mahrem alanları; insanın bedeni (Nûr, 24/30-31), aile içi ilişkileri (Nûr, 24/58-59), gizlice konuştukları (Mücâdele, 58/12) ve başkalarına tevdi ettiği sırları (Tahrim, 66/3) şeklinde tasnif edebiliriz. İşlenen günahlar da insanın mahrem alanıdır. Bunları ne işleyenin ne de şahit olanın açığa çıkarması uygun değildir. Çünkü bu tür durumların ifşası sonucunda günahın hafife alınması, örnek teşkil etmesi ve yaygınlaşmasına fırsat verilmesi gibi olumsuz durumlar ortaya çıkar. Ancak kul hakkını ihlal eden bir hata, toplumsal suç sayılacağından bunun gizlenmesi uygun değildir.

Mahremiyet, sadece bizim dokunulmazlık alanımız değildir. Bu konuda en az kendimiz kadar diğer insanların da hak sahibi olduğunu dikkate almamız gerekir. Bu alanda yapılan bir anket, katılımcıların mahremiyeti “ben” boyutuyla tanımladıkları, olayı kendilerinin korunmaları gereken gizli alanları olarak vurguladıkları sonucuna ulaşmıştır (Saadet İder, “Yetişkinlerde Mahremiyet Algısının Kaynağına İlişkin Nitel Bir Araştırma”, Marife, 115). Oysa mahremiyet herkes için ortak bir haktır. Bizim özgürlüğümüz, başkasının hakkının başladığı noktada biter. O sınırı çiğnemek girilmesi yasak bir alana girmek demektir ve Hucurât suresi 12. ayette “Gizlilikleri araştırmayın.” şeklinde tercüme edilen yasaklama için İbn Abbas: “Kardeşinizin ayıbını araştırmayın, Allah’ın onun hakkında gizlediğini öğrenmeyi arzu etmeyin!” açıklamasını yapmaktadır (Firuzabadi, el-Mikbâs min tefsir-i İbn Abbas, 549).

Günümüz dünyası, Allah tarafından yasaklanmış tutum ve davranışların alenen işlendiği hatta bunun teknolojik araçlar vasıtasıyla geniş kitlelere ulaştırıldığı bir yapıya sahiptir. Olumlu ya da olumsuz her türlü bilginin yayılışı “dijital çağ” adı verilen XXI. yüzyılla birlikte hızlanmış, hatta kontrolden çıkmış görünmektedir. Normal şartlarda birbirlerinden haberdar olamayacak kitleler sosyal medya sayesinde birbirlerini tanımakta, bazen dünyanın öbür ucunda işlenmiş bir suça/günaha, bazen yenilen bir yemeğe ya da ziyaret edilen bir mekâna şahitlik etmektedirler. Üstelik bunların çoğu, olayın failleri

tarafından irade ortaya konarak paylaşılmaktadır. Bu da Müslüman bilinciyle yaklaştığımızda kaygı ve endişe verici bir ruh hâline bürünmemize sebebiyet vermektedir. Özellikle dünya gündemini meşgul eden ve hakkında bir kısmı spekülatif olarak tanımlanabilecek açıklamalarla pandemi süreci, kadın ya da erkek üzerinden cinsiyetsizliği teşvik eden oluşumlar, elektronik beyin/insan vs. gibi haberler “Dünya nereye gidiyor?” sorusunu sıkça sormamıza neden olmaktadır.

Bu durumda öncelikli olarak kabul etmemiz gereken, değişimin kaçınılmaz olduğudur. Yeni doğan bir bebeğin zamanla bir çocuğa evrilmesi, büyüyüp bir yetişkine dönüşmesi, ömrü uzadıkça bildiğini bilmez hâle gelmesi ya da kışın yapraklarını döken bir ağacın ilkbaharda yeniden yaprak vermesi nasıl doğal bir değişimse insanın bilinç yapısı, duyguları, talepleri ve sorumluluklarının zaman içinde değişim göstermesi kaçınılmazdır. Aslolan değişime karşı çıkmak değil, insana zarar veren, onun veya kâinatın yapısını bozan farklılaşmaya tavır almaktır. Gelişimle doğru orantılı değişime yaklaşımımızla, yaratılışa ve sünnetullaha (Allah’ın kâinata koyduğu yasalara) ters olan değişime yaklaşımımız elbette birbirine benzememelidir.

Öyleyse geldiğimiz noktada zihnimize takılan sorulara nasıl cevaplar bulacağız? Yeni dünya düzeni adıyla oluşturulan gündemlere, pek çoğu değerlerimizle örtüşmeyen ve bir kısmı korku ve kaygı oluşturan haberlere karşı durumumuz ne olmalı? Bize göre bu soruların cevabı Kur’an’ın “gücünüzün yettiği kadar kuvvetli olun.” (Enfal, 8/60) emriyle verilebilir. Yaşadığımız çağın ihtiyacı olan bilgilerle donanımımızı güçlendirir, algılarımızla oynanmasına izin vermez ve kişisel ayarımızı Kur’an ve sünnete uygun biçimde yaparsak karşılaştığımız sorunların büyük ölçüde üstesinden geleceğimize olan inancımızı asla kaybetmeyiz. Sonuçta hayrın ve şerrin yaratıcısı Allah’tır ve “Her bilenin üstünde bir bilen” olarak (Yusuf, 12/76) Allah kullarına kâfidir.

Dr. Öğretim Üyesi Sema Çelem

https://yayin.diyanet.gov.tr/Category/GetArticles?id=2109&categoryId=58#