21 Mart 2021 Pazar

2-Er-Rahman ism-i şerifi


"Rahman" Cenab-ı Hakk'a mahsus onun güzel isimlerindendir. Bir başkasının bu sıfatla isimlendi­rilmesi caiz değildir. Bu isim genellikle, besmelede "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla" dediğimiz gi­bi onun bir sıfatı olarak kullanılır. Fakat bazen "Rah­man arşı istiva etti" ayetinde olduğu gibi Allah'ın is­mi yerine de kullanılır.

Rahman ism-i şerifi, ezelde bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve rahmet irâde buyuran, sevdiğini, sevmediğini ayırt etmeyerek tüm mahlûkâtına sayısız nimetler ve rızıklar veren onların ihtiyaçlarını gören demektir. Yani  Cenab-ı Hakk'ın "Rahman" ismi mahlukatın rızıklarına, geçim­lerine ve barış içinde yaşamalarına se­bep olan sonsuz acımasıdır ki Allah'ın bu sıfatı mü'minleri de kafirleri de, salihleri de, salih olmayanla­rı da kapsar.

 Şu âleme baktığımızda görüyoruz ve idrak ediyoruz ki bir Zat var, yeryüzünü bir sofra yapmış, o sofrayı da en lezzetli yiyecekler ile doldurmuş ve o sofraya bütün canlıları davet etmiş. 

O sofraya hayvanat davet edilmiş ve her hayvana ihtiyaç duyduğu rızık veriliyor.

Denizlerin diplerine bakın, karanlık, ıssız, acı bir su, kum ve çaresiz mahluklar var! Ancak hiçbirinin rızkı unutulmuyor, zahmetsizce besleniyorlar, hiçbiri aç bırakılmıyor ve ihtiyaçları mükemmel ve eksiksiz bir şekilde karşılanıyor.  Kim onları böyle merhametle besleyip denizin dibini onlara Rahmanî bir sofra yapan? Ve o sofradan istifade edebilmeleri için gerekli cihazları onlara takan?

Böceklere bakın! Küçücük, zayıflar, güçleri yok, âcizler ve muhtaçlar. Kimi elsiz, kimi gözsüz, kimi ayaksız. Ancak ihtiyaçları ve rızıkları ellerinin yetişmediği yerlerden ne de mükemmel veriliyor. Ne kadar da kolay besleniyorlar. Kim bu âcizlere merhamet edip ihtiyaçlarını gören?

Peki hayvanatın âciz ve merhamete muhtaç yavruları! Rızıkları umulmadık ve ellerinin yetişmediği bir yerden, vakitlice ve ihtiyaçları kadar onlara veriliyor, yardımlarına koşuluyor. Hâlbuki ihtiyaçlarının yüzde birini karşılamaya kendi güçleri yetmez. Demek onların ihtiyacını bilen, onları merhamet ve şefkatle besleyen perde arkasında biri var. Kim bu zat? Cevabı Kur’an'dan öğrenelim:

“Yeryüzünde rızkı Allah’a ait olmayan hiçbir canlı yoktur. O, onların karar kıldıkları yerleri de emaneten durdukları yerleri de bilir. Onların hepsi apaçık bir kitaptadır.” (Hud 6)

Peki Rahman’ın o sofrasından istifade eden bitkiler. Onlar Hayvanlara kıyasla daha âcizler! Ama âcizliklerine rağmen Rahman olan Allah onları hayvanata kıyasla daha zahmetsiz besliyor. Rızıkları ayaklarına gönderiliyor. Susuz kaldıklarında bir bulut ile imdat ediliyor. Güneş, tepelerinde lamba ve soba, toprak, altlarında mineraller ile dolu bir mahzen. Ciğerleri hükmünde olan yaprakları ile havayı teneffüs ediyorlar.

Kim bu bitkilere yardım eden?

Ve bu Rahmanî sofranın en şerefli misafiri, sofranın kurulmasının sebebi, yeryüzünün halifesi ve Rahman olan Allah’ın has muhatabı olan insan! Şerefine sofraların kurulduğu insana Allah ne nimetler ne rızıklar hazırlamış ve Rahman isminin tecellisini o sofralarda göstermiş!

Bu kadar türlü türlü nimetlerle muhabbet ve rahmetini gösteren Rahman olan Allah'a karşılığında insan şükür ve hamd ile ona hürmet etmezse bu insan, insan ismine layık mıdır?

Hâlbuki bütün bu nimetlerin veriliş sebebini Rabbimiz kitabında şöyle beyan etmiştir:

“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların hoş ve temiz olanlarından yiyin ve Allah’a şükredin! Eğer yalnız O’na kulluk ediyorsanız.” (Bakara 172)

 Ezelde henüz mahlûkât yaratılmamışken Allah-u teâlâ ya­ratacağı bu mahlûkât hakkında önünden sonuna kadar rahmeti tercih etmiştir. Halbuki, rahmet veya gazabından herhangi biri ile muamele yapmaya kadir bulunduğu halde rahmeti tercih edip, rahmeti veya gazabdan birini tercih ettiğinde "Niçin onu tercih ettin" diye O'na sual edecek üs­tün bir kuvvet bulunmadığı halde, bizzat kendisi -lütuf ve ihsanı ile- bütün mahlûkâtı hakkında rahmeti tercih etti ve onu kendi zât-ına vâcib kıl­dı; rahmeti, ahlâk edindi. Bundan dolayı Allahu teâlâ tarafın­dan mahlûkâta ilk tecellî eden hüküm ve te'sir, rahmettir.

Allahu teâlâ, insanları temiz bir fıtrat üzerine yaratmıştır ve onlara hadsiz hesapsız nimetler vermiştir. Verdiği bu nimetleri arttırma ve ebedîleştirme yollarını bildirdiği gibi, o nimetleri kötüye kullanmak yüzünden ziyana uğramak tehlikelerini de göstermiş, böylece kâr ve zarar yollarını açarak insanı serbest bırakmıştır. fakat indirdiği kitaplar, gönderdiği peygamberler vasıta­sıyla kâr yoluna gidenlerin, rızasıyla karşılaşacaklarını, zarar yoluna sapanların gadabına uğrayacaklarını da önden haber ve­rerek kâr yoluna teşvik etmiştir, insanın ileride, ebedi âle­mde karşılaşacağı ceza ve ihsanın, 
olmadan önce bildiril­mesi ne büyük bir lûtuftur.

Peki müminler Rahman ism-i şerifinden ne edebilirler? Önce Allah'ın gafil kullarına merhamet edip onları olanca güçleriyle Allah yoluna vaaz ve nasihat etmek suretiyle çevirirler. Bunu yaparken de yumuşaklık yolunu tercih ederler. Asilere de merhamet gözü ile bakarlar, eziyet ve zulüm nazarı ile değil.

O halde, Mü'minin başlıca gayesi, insanlardan sadır olan her isyan sanki kendi nefsinden sadır oluyormuş gibi, o isyanı, o itaatsizliği onlardan bertaraf etmeye olanca gücüyle çalışmak olmalıdır.

Demek ki, ben iman ettim, ibadetlerimi de yapıyorum bu bana yeter demekle olmuyormuş. Yaşadığımız müddetçe itaatsizlik yapan, isyan eden gafil ve asi kullara yumuşak bir şekilde vaaz ve nasihat etmeliyiz ve onları Allah yoluna davet etmeliyiz.

Ayrıca, kullarına türlü türlü nimetlerle rahmetini gösteren Rahman olan Allah'a çokça şükretmeliyiz.

O halde ey insan! iradeni hayra kullan, kâr yoluna git ki, verilen nimetlerden sana ziyan gelmesin, Nîmete nankörlük edip, nîmetin sâhibini unutmayasın.

Esmaü'l Hüsna şerhi Ali Osman Tatlısu/ İ:Gazali Esmaü'l Hüsna

Hiç yorum yok: