Allahü Teala Kebîr‘dir. Kibriyâ sahibidir. El-Kebir, “Çok büyük” manasına gelmektedir. Bu ism-i şerif, hem Allah-u Teâlâ’nın zatının büyüklüğüne hem de isim ve sıfatlarının büyüklüğüne işaret etmektedir.
Öncelikle, Allah-u Teâlâ’nın zatının büyüklüğünden bahsedelim ve daha sonra da isim ve sıfatlarının büyüklüğüne geçelim:
Cenab-ı Hak zatı itibariyle çok büyüktür. Ancak insanın bu büyüklüğü kavrayabilmesi ve aklının bunu idrak etmesi mümkün değildir. “Cenab-ı Hak çok büyüktür.” denildiğinde, bununla maddi bir büyüklük kastedilmez. Zira Cenab-ı Hak maddeden münezzehtir.
Evet, Cenab-ı Hakk’ın zatı çok büyüktür, bütün büyüklerden nihayetsiz derecede büyüktür. Bütün büyükler ve büyüklük ifadeleri onun büyüklüğü yanında o kadar küçüktür ki. Bizler buna iman eder, bu büyüklüğü anlamaktaki acizliğimiz sebebiyle işin aslını Allah’a havale ederiz. Bir örnekle açıklamak istersek;
Biliriz ki, her eser, bir ayna gibi kendi ustasının ilmini, yetkinliğini, maharetini gösterir. Ama hiçbir eser mahiyet ve hakikat itibariyle ustasına benzemez. Meselâ, bir saat kendi ustasının becerisini gösterir ve yetkinliğine ayna olur. Ama hiçbir yönüyle ustasına benzemez. Bizler saate bakıp bunu yapan ustanın yetkinliğini, ilmini, kudretini ve iradesini o eser üzerinde görebiliriz ama onu yapan ustanın zatını, erkek mi kadın mı; büyük mü küçük mü; güzel mi çirkin mi; zayıf mı şişman mı olduğunu bilemeyiz. Bileceğimiz tek şey ortada bir eser olduğudur ve eseri yapan, hayat, ilim, irade, kudret sahibi bir sanatkarın olduğudur.
Cenab-ı Hak da bu kâinatı yoktan yaratmıştır. Bizler, yoktan yaratılan bu kâinata ve içindeki varlıklara bakarak bir yaratıcının olması gerektiğini kabul ederiz. Ancak yaratıcımızı, sadece O'nun Kendisini tanıttığı kadarıyla biliriz. Yaratıcımız bize, gönderdiği peygamberler ve kitaplar ile kendi isminin Allah olduğunu beyan buyurmuştur, isim ve sıfatlarını bizlere öğretmiş ve onlarla tefekkür etmemizi emretmiştir. Fakat zatı hakkında düşünmemizi yasaklamıştır.
Zaten insanın aklı, O’nun zatının mahiyetini kavramaktan acizdir. Evet Allah-u Teala'nın, ne zâtında, ne sıfatlarında, ne de fiillerinde benzeri yoktur. Akla, hayâle ne gelirse Allah onun başkasıdır. Varlıkların hiçbirisine, hiçbir surette benzemez. Allah-u Teâlâ gerek zâtıyla, gerek sıfatlarıyla akla, hayâle, zihne, fikre ve tasavvura gelen ve gelmesi mümkün olan herşeye benzemekten münezzehtir. Mukaddes mahiyeti hiçbir mahiyete benzemez.
O halde, el-Kebir isminin manasını incelerken, “Allah zatı itibariyle çok büyüktür.” dediğimizde, burada bize düşen şey, Allah’ın büyüklüğünün maddi bir büyüklük olmadığını bilmektir. Biz, bu büyüklüğün mahiyetinin nasıl olduğunu Cenab-ı Hakk’ın ilmine havale ederiz.
Şimdi Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarının büyüklüğüne geçelim:
Allah’ın isim ve sıfatlarındaki büyüklük, bu isim ve sıfatlardaki sonsuzluğu ifade eder ve O’nun sınırsız kemaline işaret eder. Cenab-ı Hakk’ın zâtı mahlûkatıyla mukayese edilemeyeceği gibi, sıfatları da mahlûkatın sıfatlarıyla kıyas edilemez.
Çünkü, Allahu Teâlâ’nın bütün sıfatları ezelidir, mutlaktır, sonsuzdur. Mahlukatın sıfatları ise kendileri gibi mahlûktur, sonradan yaratılmıştır ve sınırlıdır. Bu sıfatlar ne kadar büyük hayal edilirlerse edilsinler Cenâb-ı Hakkın mukaddes sıfatları ile karşılaştırılamazlar.
Evet, Allah’ın kudreti, ezelîdir, sonsuzdur, nihayetsizdir. Hiçbir şey o kudreti âciz bırakamaz. Onun kudretine göre küçük-büyük, az-çok, birdir. Bir zerreyi kolayca yaratıp tanzim ettiği gibi, bütün zerreleri de aynı anda, aynı kolaylıkla yaratıp onlara tasarruf eder. Bir çiçeği yarattığı gibi, aynı kolaylıkla Cennet’i de yaratır. Bir çiçeği yaratmakla Cennet’i yaratmak arasında kudretine hiçbir fark yoktur. Yine bir sineği yaratmakla, öldükten sonra bütün insanları diriltmek, O’nun kudretine göre birdir. Dünyamızı güneşin etrafında nihayetsiz kolaylıkla döndürdüğü gibi, bütün sema sistemlerini de aynı kolaylıkla itaat ettirir. Hiçbir şey O’na ağır ve zor gelmez. Kudretinde bir sınır ve son yoktur. İşte Allah-u Teâlâ, kudretindeki bu sonsuzluk yönüyle Kebir’dir, yani çok büyüktür.
Allah-u Teâlâ’nın kudret sıfatı gibi; ilmi de sonsuz ve sınırsızdır. Gizli-açık, olmuş-olacak herşeyi bilir.
Cenâb-ı Hakk’ın ilmi sonradan kemal bulmuş değildir. Ezelde ne idiyse, şimdi de odur. Ezelden ebede, yaratılmış ve yaratılacak bütün eşyanın plânları, programları, mahiyetleri, hakikatları, suret ve sîretleri O’nun ilminde mevcuddur. Bütün varlıklar, geçmiş, gelecek, öncesi, sonrası, zahir, bâtın, gizli, açık her şey, her an O’nun huzurunda ve murakabesindedir.
Dünyaya gelen her insana, Âdem aleyhisselam’dan kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün insanlardan farklı bir sima takılması, karakterlerinin, hattâ parmak izlerinin birbirinden farklı olması bu hakikatin en açık bir delilidir. İlminde bir sınır ve nihayet yoktur. İşte Allah-u Teâlâ, ilmindeki bu nihayetsizlik yönüyle Kebir’dir, yani çok büyüktür.
Allah-u Teâlâ’nın kudret ve ilim sıfatı gibi; görmesi, işitmesi, iradesi ve diğer bütün isim ve sıfatları sonsuzdur ve sınırsızdır. İşte El-Kebir ismi, isim ve sıfatlardaki bu sonsuzluğa işaret eder ve Cenab-ı Hakk’ın nihayetsiz kemaline delalet eder.
Meseleyi özetleyecek olursak: Cenab-ı Hak Kebir’dir, yani çok büyüktür. Zatı yönüyle çok büyüktür, ancak bizler bu büyüklüğün mahiyetini anlamaktan aciziz.
Yine Cenab-ı Hak, isim ve sıfatları yönüyle çok büyüktür. Yani isim ve sıfatları nihayetsizdir ve sonsuzdur. Bu büyüklük, O’nun kemaline işaret eder.
İnsanın bu ismi şerife karşı vazifesi ise şudur: Allah’ı zatında, isim ve sıfatlarında mutlak büyük olarak bilmek ve bu büyüklüğü hakkıyla idrak edemeyeceğini anlamaktır. Ayrıca şu alemde kendine büyüklük verilen mahlukata bakarak Allah’ın Kebir isminin tecellisini o varlıklarda görmek ve Rabbini Kebir ismiyle tespih etmektir.