29 Aralık 2018 Cumartesi
YASİN SÛRESİ 59.- 68. ayetlerin tefsiri
Mücrimlerin Göreceği Karşılık:
59- Ey suçlular! Bu gün siz şöyle ayrılın!
60- Ey Ademoğulları! Ben size ahd vermedim mi: "Şeytana tapmayın. O sizin için apaçık bir düşmandır.
61- Bana ibadet edin. Dosdoğru yol budur" diye?
62- "O, sizden birçok halkı saptırmıştı. O zaman niye akletmiyordunuz?"
63- İşte bu, tehdit edilegeldiğiniz cehennemdir.
64- Küfrünüzden dolayı girin oraya.
65- O gün ağızlarını mühürleriz. Ne yapmış idiyseler bize elleri söyler, ayakları da şahitlik eder.
66- Eğer dileseydik gözlerini silerdik de yola dökülürlerdi. Ama nasıl göreceklerdi?
67- Yine dileseydik, oldukları yerde suratlarını değiştirip, onları bambaşka çirkin bir mahiyete getirirdik de, ne ileri gitmeye, ne de geri dönüp gelmeye güçleri yeterdi.
68- Kime uzun ömür veriyorsak, onun yaratılışını baş aşağı çeviriyoruz. Akıllarını kullanmıyorlar mı?
Açıklaması:
Yüce Allah, kıyamet günü kâfirlerin, durdukları yer itibariyle müminlerden ayrılacağını haber veriyor ve şöyle buyuruyor:
"Ey suçlular, bu gün siz şöyle ayrılın!" Yani ahirette mücrim kâfirlere "müminlerden ayrılın ve başka bir yerde durun." denir. Nitekim Yüce Allah, başka bir ayette şöyle buyuruyor: "O gün onları hep bir araya toplarız. Sonra şirk koşanlara "Haydi siz ve koştuğunuz ortaklar, yerlerinize!" deriz. Artık onları birbirinden tamamen ayırmışızdır." (Yûnus, 10/28), "Kıyametin kopacağı gün, o gün müminlerle kâfirler birbirinden ayrılırlar." (Rûm, 30/14), "O gün bölük bölük ayrılacaklardır." (Rûm, 30/43). Yani o gün insanlar iki fırka halinde bölüneceklerdir.
Ya da bu ifadeden murat, mücrimlerin birbirinden ayrılması ve Yahudilerin, Hristiyanların, Mecusilerin, Sabiilerin, putlara tapanların, maddecilerin, mülhitlerin... birer fırka halinde diğerlerinden ayrılmasıdır.
Daha sonra Yüce Allah onların diğerlerinden ayrılmasının sebebini, küfürlerinden ötürü kendilerini azarlayıp paylar bir tarzda açıklıyor ve şöyle buyuruyor:
"Ey Ademoğulları! Ben size ahd vermedim mi: "Şeytana tapmayın. O sizin apaçık düşmanınızdır" Yani Ey Ademoğulları! Ben, bana asi olmanız ve emrime muhalefet etmeniz yolunda şeytanın size verdiği vesveselere uyarak şeytana itaat etmemenizi peygamberler vasıtasıyla emir ve tavsiye etmedim mi? Zira şeytanın size olan düşmanlığı aşikârdır. Onun size olan düşmanlığı babanız Adem (a.s.)'dan başlamıştı.
Yüce Allah, kendisinden başkasına ibadeti yasakladıktan sonra kendisine ibadet edilmesini emrederek şöyle buyuruyor:
"Bana ibadet edin. Dosdoğru yol budur" Yani beni birleyin ve size emrettiğim ve yasakladığım hususlarda bana itaat edin. Bu emir ve yasaklar dosdoğru ve sağlam yoldur, yani İslam dinidir.
Daha sonra Yüce Allah, şöyle buyurarak şeytanın, geçmiş nesilleri saptırma yolundaki çabalarını haber veriyor:
"O, sizden birçok halkı saptırmıştı. O zaman niye akletmiyordunuz?" Yani şeytan, birçok halkı azdırmış, kötülük işlemeyi onlara güzel göstermiş ve onları, Allah'a itaatten ve Onu birlemekden alıkoymuştu. Böyle olduğu halde şeytanın size olan düşmanlığını akledip, kendileri gibi azaba çarptırılmamak için geçmişlerin içine düştüğü dalâletlerden uzaklaşmayacak mısınız?
Ardından Yüce Allah, dalâlet içinde bulunanların sonunu, kendilerini azarlayıp paylayarak şöyle beyan buyuruyor:
"İşte bu, tehdit edilegeldiğiniz cehennemdir" Yani işte bu, size dünyada vaad edilen ve peygamberler vasıtasıyla sizi kendisinden sakındırdığım ateştir. Ama siz o peygamberleri yalanlamıştınız. O esnada cehennem de, onları dehşete düşürmek için kendilerine gösterilir.
"Küfrünüzden dolayı girin oraya." Dünyadayken Allah'ı inkâr etmeniz, cehennemi yalanlamanız, şeytana itaat etmeniz ve putlara tapmanız sebebiyle bugün oraya girin ve ateşini tadın.
Bu sözde, onların pişmanlıklarının şiddetine ve hasretlerine, üç açıdan işaret edilmektedir:
1- Yüce Allah'ın, "girin oraya" tarzındaki emri, tıpkı Firavun'a "Tat bakalım! Zira sen, kendince üstündün, şerefliydin" (Duhân, 44/49) kavl-i ilâhisinde olduğu gibi bir küçümseme ve ibret kılma ihtiva etmektedir.
2- "bugün" kavl-i ilâhisi azabın hazır olduğuna, onların lezzetlerinin geçip gittiği ve bugün ancak azabın kaldığına delâlet eden bir lafızdır.
3- "Küfrünüzden dolayı" kavl-i ilâhisi de, büyük bir nimeti inkârı, küfrân-ı nimeti haber veren bir ifadedir. Küfran-ı nimette bulunanların, o nimeti verenden utanması, en şiddetli elemlerdendir.
Daha sonra Yüce Allah onların, işlediği cürüm ile inkâr edemeyecekleri bir şekilde nasıl yüzyüze getirileceklerini açıklamakta ve şöyle buyurmaktadır:
"O gün ağızlarını mühürleriz. Ne yapmış idiyseler bize elleri söyler, ayakları da şahitlik eder" Yani bu dehşetli günde Allah, kâfirlerin ve münafıkların ağzını, konuşamayacakları şekilde mühürler ve işledikleri fiilleri azaların kendisinin söylemesini ister. Bunun üzerine onların elleri ve ayakları, işledikleri fiilleri söyler. Bu, onların, günah işlerken kendilerine yardımcı olan organlarının şimdi kendileri aleyhine birer şahit olacağını bilmeleri içindir.
Ellerin konuşma, ayakların da şahitlik etme mevkiine getirilmesinin sebebi, ekseri fiillerin, doğrudan ellerle tamamlanmasıdır. Nitekim Yüce Allah, "... ve kendi ellerinin ürünlerinden ..." (Yâ-Sîn, 36/35), "... kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" (Bakara, 2/195) buyurmaktadır. Bu son ayetteki "velâ tulkû bi eydîkum" kavl-i ilâhisi, "velâ tulkû bi enfusikum" anlamındadır. Bir amele şahit olanın, o ameli işleyenden başkası olması gerekir. Dolayısıyla -kendilerine fiil izafe etmenin zorluğu sebebiyle-ayaklar ve deriler, şahitler cümlesinden olarak takdir buyurulmuştur.
Müslim, Nesâi, ve İbni Ebî Hatim, Enes b. Mâlik (r.a.)'den şöyle rivayet etmişlerdir: Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: "Kul kıyamet günü şöyle diyecek: "Ben kendime, benim tarafımdan bir şahit getirilmesinden başka bir şeye razı değilim." Bunun üzerine Yüce Allah, "Bugün muhasebene kefil olarak nefsin, şahitler olarak da Kiramen Kâtibin melekleri kâfidir." buyuracak ve o kimsenin ağzına mühür vurulacak. Ardından da organlarına "Konuş" denecek, onlar da o kulun amellerini söyleyecekler. Sonra konuşma hususunda serbest bırakılacak ve uzuvlarına "Sizler uzak olun, ırak olun! Ben ancak sizin için mücadele ediyordum." diyecek."
Daha sonra Yüce Allah, gözlerini kör etme, suretlerini değiştirme ve kendilerini hareketsiz kılma gibi, kudretinin onlar üzerindeki bazı tezahürlerini açıklıyor ve şöyle buyuruyor:
"Eğer dileseydik gözlerini silerdik de yola dökülürlerdi. Ama nereden görecekler?" Yani eğer dilersek onların görmelerini gideririz veya onları kör ederiz. Böylece onlar doğru yolu görmez olurlar. Onlar bu durumda yürümek için alıştıkları ve bildikleri bir yola dökülseler yürümeye muktedir olamazlar. Yolu nasıl görsünler ki, görmeleri gitmiştir?
"Yine dileseydik, oldukları yerde suratlarını değiştirip, onları bambaşka çirkin bir mahiyete getirirdik de, ne ileri gitmeye, ne de geri dönüp gelmeye güçleri yeterdi." Yani dilesek, onlar mekânlarında ve bulundukları yerlerde kötülükler işlerken onların yaratılışlarını değiştirir, suretlerini maymun, domuz gibi daha çirkin başka suretlere çeviririz de, yürüyüp gitmeye de arkalarına dönmeye de muktedir olamaz, bir tek durumda kalakalırlar. Ne ileri ne de geri gidebilirler.
Akabinde onları, gençlik fırsatını kaçırmaktan sakındırmakta ve şöyle buyurmaktadır:
"Kime uzun ömür veriyorsak, onun yaratılışını baş aşağı çeviriyoruz. Akıllarını kullanmıyorlar mı?" Yani kimin ömrünü uzatırsak, kendisini kuvvetli halinden sonra zayıflığa, faal bir durumdan acze döndürürüz. Onlar, her yeni yaşa girdiklerinde zayıf düştüklerini ve amel işlemekten acizliğe doğru gittiklerini düşünüp idrak etmiyorlar mı? Biz onlara, doğru biçimde düşünüp akıl yürütmeleri ve araştırmaları için yeterli ömür fırsatı verdik. Artık ömürleri bundan daha fazla uzadığı takdirde uzun ömür onlara herhangi bir fayda vermeyecektir. Onlara bu şekilde bir fırsat verilmesi, mazeretlerini ortadan kaldırmaktadır. Zira iyice yaşlanınca düşünüp araştırmak için uygun bir fırsat bulamayacaklardır.
Bu ayet, "Allah sizi bir zaaftan yaratan, sonra diğer bir zaafın ardından kuvvet veren, sonra kuvvetin arkasından da zaafa ve ihtiyarlığa getirendir. O ne dilerse yaratır. O hakkıyla bilendir, kemâliyle kadirdir." (Rûm, 30/54) ayetine benzemektedir. [11]
[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 12/37-40.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder