17 Aralık 2018 Pazartesi

YASİN SÛRESİ 13-27. ayetlerin tefsiri


Kasaba (Antakya) Halkının Kıssası:


13- Sen insanlara o kasaba halkının kıssasını misal ver: Bir zaman onlara elçiler gelmişti.

14- Biz onlara iki elçi göndermiştikte onlar elçileri yalanlamışlardı. Bunun üzerine biz de onları bir üçüncüsüyle desteklemiştik. Elçiler kasaba halkına: "Şüphesiz bizler size gönderilen elçileriz." demişlerdi.

15- Onlara şöyle cevap vermişlerdi: "Siz de ancak bizim gibi bir beşersiniz. Rahman olan Allah hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz."

16- Elçiler de şöyle demişlerdi: "Rabbimiz biliyor ki, gerçekten bizler size gönderilmiş elçileriz.

17- Bizim üzerimize düşen açıkça tebliğ etmektir."

18- Kasaba halkı şöyle demişlerdi: Biz sizinle uğursuzluğa düştük. Yemin olsun ki eğer vazgeçmezsen taşlarız ve bizden size can yakıcı bir azap dokunur."

19
"Elçiler de şöyle demişlerdi: Uğursuzluk sizin kendinizdedir. Siz hak hatırlatıldığı için mi bize tehditler savuruyorsunuz? Doğrusu siz haddi aşan bir kavimsiniz."

20- Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak gelmiş ve şöyle demişti: "Ey kavmim! Size gönderilen elçilere uyun."

21- "Sizden hiçbir ücret istemeyen ve doğru yolda olanlara uyun."

22- "Ben beni yoktan varedene nasıl ibadet etmeyeyim? Oysa siz de O'na dön­dürüleceksiniz."

23- "Allah'tan başka ilahlar mı edineyim? Rahman olan Allah bana bir zarar vermek dilediğinde o ilahların yardımları bana bir fayda vermez. Onlar beni kurtaramazlar da."

24- "O takdirde ben apaçık bir sapıklık içinde olurum."

25- "Şüphesiz ben Rabbinize iman ettim. Beni dinleyin."

26-27- (Davetinin mükâfatı olarak) Ona: Gir Cennet'e, denildi. O da: "Keşke kavmim Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bil­se." dedi.


Açıklaması:

"Sen insanlara o kasaba halkının kıssasını misal ver: Bir zaman on­lara elçiler gelmişti."

Ya Muhammed! Seni yalanlayan kavmine aşırılık, inatçılık ve inkar­cılıkta Antakya kasabası halkının kıssasını örnek ver.

Allah, Antakya kasabasında Hz. İsa (a.s.)'ın ashabı olan havarilerden üçünü göndermiş, Kureyş'in inat ederek yalanlamaları gibi Antakya halkı bu elçileri yalanlamışlar, bu her iki grup da yalanlamakta ısrar etmişlerdi.

Ayette geçen kasaba (karye) bütün müfessirlerin görüşüne göre An­takya'dır. Elçiler (mürselûn) ise İbni Abbas ve pek çok müfessirin görüşüne göre Hz. İsa (a.s.)'ın ashabı olup Cenab-ı Hak onları dini uygulamak üzere göndermiştir.

Cenab-ı Hak daha sonra bu elçilerin sayısını belirtmek üzere şöyle buyurdu: "Biz onlara iki elçi göndermiştik de onlar o elçileri yalanlamışlar­dı. Bunun üzerine biz de onları bir üçüncüsüyle desteklemiştik. Elçiler kasaba halkına: Şüphesiz bizler size gönderilen elçileriz, demişlerdi." Yani biz onlara iki elçi göndermiştik. Onları Hz. İsa (a.s.), Allah Tealâ'nın emriyle göndermişti. Kavmi risalet konusunda bu iki elçiyi derhal yalan­ladılar. Biz de bunları üçüncü bir elçiyle te'yid edip takviye etmiştik. Onlar bu kasaba halkına: Şüphesiz bizler size, sizi yaratan Rabbiniz tarafından, sadece hiçbir ortağı olmayan Allah'a ibadet etmeniz ve putlara tapınmayı terketmeniz için gönderilen elçileriz, dediler.

Bu ilk iki elçi Yuhanna ve Polus olup üçüncü elçi ve Şem'un idi. Bir görüşe göre üçüncü elçinin ismi Polus idi.

Antakya kasabası halkı diğer ümmetler gibi elçilerin beşer oluşu bahanesine sarıldılar. Cenab-ı Hak bu durumu şöyle beyan etmektedir:

"Onlar da şöyle demişlerdi: Siz de, ancak bizim gibi bir beşersiniz. Rahman olan Allah hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyor­sunuz. "

Kasaba halkı üç elçiye şöyle dediler: Siz de bizim gibi beşersiniz, yemek yiyorsunuz, çarşılarda dolaşıyorsunuz. Sizin bizden farklı bir özel­liğiniz yok. Rahman olan Allah size iddia ettiğiniz gibi ne bir risalet, ne de kitap indirmiştir. Bunu sizden başka rasuller ve onlara tâbi olanlar da id­dia etmektedir. Siz bu iddia ettiğiniz risalette sadece yalancısınız.

Onların "Rahman olan Allah hiçbir şey indirmemiştir." ifadeleri Al­lah'ın varlığını itiraf ettiklerinin delilidir. Fakat onlar risaleti inkâr etmekte ve putlara, Allah'la arasında vasıta -şefaat vesilesi- olarak tapmaktadırlar.

Bu şüphe, Hakk'ı yalanlayan pek çok ümmetin şüphesidir. Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette onların durumunu şöyle bildirmektedir: "Bunun sebebi şudur: Onlara peygamberleri apaçık mucizeler getiriyordu. Onlar da: Bizi bir insan mı doğru yola iletecek? diyorlardı." (Tegabün, 64/6). Yani buna hayret etmiş ve bunu inkâr etmişlerdi. Bu konuda bir baş­ka ayet de şu şekildedir: "Kavimleri peygamberlerine şöyle dediler: Siz de bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz. Davet ettiğiniz şeylerle bizi atalarımızın taptıklarından uzaklaştırmak istiyorsunuz. Bize apaçık bir delil getirin." (İbrahim, 14/10).

Elçiler de: "Rabbimiz biliyor ki, gerçekten bizler size gönderilmiş el­çileriz, dediler." Yani üç elçi kasaba halkına şöyle cevap verdiler: Allah biliyor ki biz Allah'ın size gönderdiği elçileriyiz. Biz onun adına yalan söy­leyen kişiler olsaydık, O bizden son derece şiddetli bir şekilde intikam alır­dı. Halbuki Allah bizi üstün kılacak ve bize destek verecektir. Ve siz en güzel akıbetin kimin olacağını gayet iyi bileceksiniz.

Nitekim bir ayette şöyle buyurulmaktadır: "Sen onlara şöyle de: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O göklerde ve yerdekileri bilir. Batıla inanıp Allah'ı inkâr edenler, işte onlar hüsrana uğrayacakların ta kendileridir." (Ankebut, 29/52).

Elçiler daha sonra görevlerini şöyle belirttiler: "Bizim üzerimize düşen açıkça tebliğ etmektir." Yani bizim üzerimize düşen görev, sizi gönderil­memizin sebebi olan ilahî mesajı tebliğ etmektir. Bizim üzerimize ilahî mesajı açık bir şekilde tebliğ etmek vaciptir. Siz buna icabet ederseniz, iki cihanın saadetine nail olursunuz. Eğer icabet etmezseniz, yalanlamanızın sonucunu öğreneceksiniz.

Bunun üzerine "kasaba halkı şöyle demişlerdi: Biz sizinle uğursuzluğa düştük. Yemin olsun ki eğer vazgeçmezseniz sizi taşlarız ve bizden size can yakıcı bir azap dokunur." Kasaba halkı elçilere: Biz sizin sebebinizle uğur­suzluk bulduk. Hayatımızda sizin yüzünüzden hayır bulamadık. Siz bizi böldünüz ve aramızda ihtilâf çıkardınız. Eğer bu daveti terketmez ve bu sözden yüzçevirmezseniz, sizi taşlarız. Bizden size acıklı bir azap ve şiddet­li bir ceza isabet eder.

"Ve-leyemessenneküm" ifadesi taşlamanın durumunu beyan etmek­tedir. Yani bu taşlama bir-iki taşla yapılan bir taşlama olmayacaktır, bilakis biz öldürünceye kadar buna devam edeceğiz. Bu can yakıcı bir iş­kencedir. Bazıları buradaki "Vav"ın "veyahut" anlamında olduğu görüşün­dedir. Bundan murad şudur: Ya sizi öldüreceğiz, yahut hapsedeceğiz ve hapishanelerde size işkence yapacağız.

"Elçiler de şöyle demişlerdi: Uğursuzluk sizin kendinizdedir. Siz hak hatırlatıldığı için mi bize tehditler savuruyorsunuz? Doğrusu siz haddi aşan bir kavimsiniz."

Yani elçiler kasaba halkına şöyle demişlerdi: Sizin uğursuzluğunuz, kendinizden dolayıdır. Dolayısıyla uğursuzluğun sebebi sizin yalanlamanız ve inkâr etmenizdir, yoksa biz değiliz. Size uyarıda bulunduğumuz ve size Allah'ın birliğini ve sadece Allah'a kullukta bulunmayı emrettiğimiz için mi bizim sizin için uğursuz olduğumuzu iddia ettiniz, bizi tehdit ettiniz. Hayır, gerçek şudur ki siz hakka aykırı davranmakta haddi aşan, sapıklık­ta ileri giden bir kavimsiniz. Sapıklık ve inatçılıkta devam ettiniz.

Bu tavır Firavun kavminin tavrına benzemektedir: "Onlara iyilik ve bolluk geldiği zaman: Bu bize aittir, derler. Bir kötülüğe uğradıkları zaman da, bunu Musa ve beraberindekilerin uğursuzluklarına yorarlar. İyi bilin ki, onların uğursuz saydıkları şey, Allah katındadır." (A'raf, 7/131).

Yine bu tavır Salih (a.s.) kavminin tavrının da benzeridir: "Kavmi -Salih'e-:" Senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık." dediler. Salih de: "Uğursuzluğunuzun sebebi Allah nezdindedir." dedi." (Nemi, 27/47).

Cenab-ı Hak daha sonra elçilerini bir yardımcı ile destekledi: "Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak gelmiş ve şöyle demişti: Ey kavmim! Size gönderilen elçilere uyun. Sizden hiçbir ücret istemeyen ve doğru yolda olan­lara uyun."

Şehrin en uzak tarafından Habib Neccar adındaki bir davetçi, elçilerin haberini işitince koşarak gelmiş ve kavmine şu nasihatte bulunmuştu: Ey kavmim! Sizi sapıklıktan kurtarmak için gelen Allah'ın elçilerine uyun. Onlar size yaptıkları davetlerinde samimidirler. Onlar bu ilâhî mesajı teb­liğ uğrunda hiçbir maddi karşılık beklememektedirler. Sizi davet ettikleri hiçbir ortağı bulunmayan ve tek olan Allah'a ibadet etme hususunda hak ve hidayet metodu üzerindedirler.

Bu davetçi kendisi için arzu ettiği şeyleri onlar için de arzu ettiğini açıkladı:

"Ben beni yoktan var edene nasıl ibadet etmeyeyim? Oysa siz de O'na döndürüleceksiniz." Sadece, beni yaratana ibadette bulunmaya ne engel olabilir. Kıyamet günü dönüş ve varış yalnız O'nadır. O, amellerinize göre hayırsa hayır, şerse şer size karşılık verecektir.

Bu ifadede Allah'a kullukta bulunma teşvik edilmekte ve O'nun azabından sakındırılmaktadır.

Davetçi, daha sonra kendi yolunun doğruluğunu ve putlara tap­malarından dolayı onların yolunun yanlışlığını bir kez daha vurgulamak üzere şöyle demişti:

"Allah'tan başka ilahlar mı edineyim? Rahman olan Allah bana bir zarar vermek dilediğinde o ilahların yardımları bana bir fayda vermez. On­lar beni kurtaramazlar da."'

Bu inkâr, azarlama ve ihtar şeklindeki bir soru olup bununla şu mana kastedilmektedir: Allah'tan başka asla ilâh edinmeyeceğim. İbadete lâyık olan Allah'a ibadet etmeyi bırakıp sahte tanrılara ibadet etmeyeceğim. Beni yoktan var edip yaratan O'dur. Zira Rahman bana bir kötülük yap­mayı murad etse, bu taptığınız putların şefaati bana fayda vermez ve beni kötülük uçurumundan kurtarmaz. Çünkü onlar hiçbir şeye mâlik değiller­dir. Ne zararı ortadan kaldırabilir, ne de engelleyebilirler. Ne fayda temin edebilir, ne de herhangi bir kimseyi içinde bulunduğu durumdan kur­tarabilirler.

"O takdirde ben apaçık bir sapıklık içinde olurum." Yani ben Allah'ı bırakıp bu putları tanrı edinirsem, şüphesiz ki ben gerçekte ve hakikatte apaçık bir hata, büyük bir bilgisizlik ve haktan sapma içine düşmüş olu­rum.

Bu ifade onlara yapılan bir tarizdir. Cenab-ı Hak daha sonra hiçbir kuşku bulunmayan açık bir ifadeyle onun mümin olduğunu belirtmek üzere peygamberlerine hitap ederek şöyle buyurdu:

"Şüphesiz ben Rabbinize iman ettim. Beni dinleyin." Ben, beni sizi gönderen Rabbinizi tasdik ettim. O'nun nezdinde benim için buna şahid olun.

İbni Abbas, Ka'b ve Vehb (r.a.)'den rivayet olunduğuna göre o elçi bunu söyleyince hep birden onun üzerine saldırıp onu öldürdüler. Ona en­gel olacak hiçbir kimse yoktu. Katade diyor ki: Onu taşlamaya başladık­larında o şöyle diyordu: "Allahım! Kavmime doğru yolu göster, çünkü onlar bilmiyorlar." Onlar elçi ölünceye kadar taşlamaya devam ettiler.

Elçinin onların hidayetini arzu etmesinin alâmeti şu idi: "Ona: "Gir cennete." denildi. O da: "Keşke kavmim Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilse." dedi." Yani Allah elçi öldürüldük­ten sonra ona değer vermek üzere: Hakk'ı tebliğ etme yolunda şehid ol­duğu için cennete gir, der. O da cennete girip orada rızıklanır. Cennet nimetlerini görünce şöyle der:

Keşke kavmim benim son durumumu, iyi halimi ve güzel akıbetimi bilse, dolayısıyla benim iman ettiğim gibi iman etse ve benim içinde bulun­duğum nimete onlar da nail olsa! Keşke onlar günahlarımın bağışlanması ve beni Rablerinin kendilerine lütfettiği bol sevap ve umumi ihsana lâyık olan Allah'a yakın, değerli şehitler zümresine katması şeklinde Allah'ın bana verdiği lütufları bilseler!

İhlaslı müminin durumu daima böyledir. O bütün insanlar için hayır ister. Katade diyor ki: Mümini daima hayrı isteyen kişi olarak bulursun. Onu hilekâr olarak göremezsin. [2]


[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 11/589-593.


http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/

Hiç yorum yok: