Allah Yolunda Cihad Eden Şehitlerin Mevkii
169- Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar Rableri katında diridirler, rızıklanırlar.
170- Allah'ın lütfundan kendilerine verdiği ile sevinç içindedirler. Arkalarından henüz kendilerine katılamayanlara da, "Kendileri için hiç bir korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir" diye müjdelemek isterler.
171- Onlar Allah'tan bir nimet ve bir lütfu ile Allah'ın müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesini de vermek isterler.
172- Yaralandıktan sonra yine Allah'ın ve peygamberin çağrısına koşanlar, içlerinden iyilik yapanlar ve sakınanlar için büyük bir mükâfat vardır.
173- Onlar öyle kimselerdir ki insanlar onlara, "İnsanlar size karşı bir ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun" dediler ve bu, onların imanını artırdı ve, "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler.
174- Sonra da kendilerine hiç bir zarar dokunmaksızın Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler. Allah'ın rızasına da uydular. Allah pek büyük lütuf sahibidir.
175- İşte bu şeytandır, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, benden korkun! Eğer gerçek müminler iseniz.
Nüzul Sebebi
196. ayet olan, "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma" ayet-i kerimesinin nüzulü ile ilgili olarak Ahmed, Davud ve Hâkim, İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: Uhud'da kardeşleriniz isabet alınca Allah onların ruhlarını yeşil kuşların kursaklarına yerleştirdi. Bu kuşlar cennet nehirlerine varır ve oranın meyvelerinden yerler. Arş'ın gölgesinde altından bir takım kandillere doğru gider, sığınırlar. Yediklerinin, içtiklerinin güzel, dinlendikleri yerin iyi olduğunu görünce şöyle dediler: Keşke kardeşlerimiz Allah'ın bize yaptıklarını bilseler. Ta ki cihad konusunda gevşeklik göstermesinler, savaştan yüz çevirmesinler. Yüce Allah şöyle buyurdu: Sizin yerinize bunu onlara ben bildireceğim. Bunun üzerine, "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma..." ayeti ve ondan sonraki ayetler nazil oldu.
Yüce Allah'ın, "Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve peygamberin çağrısına koşanlar..." diye başlayan 172. ayet-i kerimenin nüzulü ile ilgili olarak İbni Cerir et-Taberî İbni Abbas'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Uhud günü meydana gelen olaylardan sonra Allah o gün Ebu Süfyan'ın kalbine korkuyu saldı; o da Mekke'ye geri döndü. Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Ebu Süfyan size bir parça zarar verdi. Artık geri dönmüş bulunuyor, Allah onun kalbine korkuyu saldı." Uhud vakası Şevval ayında olmuştu. Tüccarlar Medine'ye Zilkade ayında gelir ve küçük Bedir'de konaklarlardı. Bu sırada da Uhud vakasından sonra gelmiş bulunuyorlardı. Müminler yara almışlardı. Bundan dolayı da şikayette bulundular. Resulullah (s.a.) ise kendisiyle birlikte ashabının savaşa çıkmalarını teşvik etti. Şeytan geldi, kendi dostlarını korkuttu (onların dedikleri korkuyu salmaya çalıştı) ve dedi ki: "İnsanlar (müşrikler) sizin için ordu topladılar." Bunun üzerine Hz. Peygamberle birlikte gitmek istemediler. Resulullah (s.a.) da, "İsterse arkamdan hiç kimse gelmesin ben gidiyorum" diye buyuranca Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Zübeyr, Saad, Talha, Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Mes'ud, Huzeyfe b. el-Yeman ve Ebu Ubeyde b. el-Cerrah, yetmiş kişi ile birlikte (Allah hepsinden razı olsun) onunla birlikte yola çıktılar. Ebu Süf-yan'ı takip etmek üzere yola koyuldular. es-Safra denilen yere varıncaya kadar onu takip ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah, "Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve peygamberinin çağrısına koşanlar..." ayetini indirdi.
Taberanî sahih bir senedle İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Müşrikler Uhud'dan geri dönünce şöyle dediler: "Ne Muhammed'i öldürdünüz, ne de arkanıza yıldızları taktınız, siz ne kötü iş yaptınız, haydi geri dönünüz." Resulullah (s.a.) bunu işitince Müslümanların savaşa çıkmalarını istedi. Onlar da onunla birlikte savaşa çıktılar ve Hamrâul-Esed'e yahut da Ebu Utbe kuyusuna varıncaya kadar yola devam ettiler. Yüce Allah da, "Yara aldıktan sonra bile yine Allah'ın ve Peygamberinin çağrısına koşanlar..." ayetini indirdi. Ebu Süfyan Resulullah (s.a.)'a şöyle demişti: "Seninle sözleşme yerimiz arkadaşlarımızı öldürdüğünüz yer olan Bedir panayırıdır." Korkak kimseler geri döndü, kahraman ve yiğit kimseler ise savaş için gerekli hazırlığı yaptı, oraya gittiler ve orada kimseyi göremediler. Alışverişte bulundular. Bunun üzerine Yüce Allah, "Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler" ayetini indirdi.
İbni Merdûveyh, Ebu Râfi'den rivayetine göre Resulullah (s.a.) Hz. Ali'yi beraberindeki bir grup ile birlikte Ebu Süfyan'ı takip etmek üzere gönderdi. Huzaalılara mensup bir bedevi onlarla karşılaştı ve şöyle dedi: "Bunlar sizin için asker toplamış bulunuyorlar." Hz. Ali ve beraberindekiler, "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. [37]
Hamrâu'1-Esed Gazası:
Rivayet edildiğine göre Ebu Süfyan ve arkadaşları Uhud'dan geri dönüp -Mekke ile Medine arasında bir yer olan- er-Ravhâ denilen yere ulaştıklarında pişman oldular, geri dönmek istediler. Maksatları geri kalan müminleri de öldürmekti. Resulullah (s.a.) durumu haber alınca onları korkutmak, kendisinin ve arkadaşlarının gücünü onlara göstermek istedi. O bakımdan arkadaşlarını harbe çıkmaya çağırdı ve şöyle dedi: "Bizimle birlikte dün bizimle hazır bulunanların dışında kimse çıkmasın." Resulullah (s.a.) Ashabından bir grup ile yola koyuldu. -Medine'den 8 mil uzaklıkta bir yer olan- Hamrâul Esed diye bilinen yere ulaşıncaya kadar yola devam ettiler. Hz. Peygamberin arkadaşları yaralı idi. Bu sıkıntılara katlanmak için kendilerini zorladılar. Ta ki ecir ve mükâfattan mahrum kalmasınlar. Yüce Allah da müşriklerin kalplerine korku yerleştirdi. Bunun üzerine süratle Mekke'ye gittiler. Buna dair bu ayet-i kerime nazil oldu.
Bu olay Hamrâul-Esed gazası adını alır. Uhud gazasının tamamlayıcısıdır. [38]
Küçük Bedir Gazası:
İbni Abbas, Mücahid ve Ikrime, "İnsanlar kendilerine ... dediler." ayetinin Küçük Bedir gazası hakkında nazil olduğunu rivayet etmişlerdir. Bu gaza kısaca şöyledir: Ebu Süfyan Uhud'dan ayrılmak istediğinde şöyle demişti: "Ey Muhammed, dilediğin takdirde seninle buluşma vaktimiz gelecek Bedir panayırı olsun." Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu, "İnşaallah bu bizimle sizin buluşma vaktimiz olsun." Ertesi sene Ebu Süfyan Mekkelilerle birlikte yola çıktı. Merr ez-Zahrân taraflarında Micenne denilen yerde konakladı. Allah kalbine korku saldı. Geri dönmek istedi. Bu sırada Umre yapıp geri dönmüş bulunan Nuaym b. Mes'ud ile karşılaştı.
Ebu Süfyan ona şöyle dedi: "Ben Muhammed ve arkadaşlarıyla Bedir panayırında buluşmak üzere sözleşmiş idim. Bu yıl ise bir kıtlık yılıdır. Meraların bol olduğu ve bol bol süt içeceğimiz bir yıl dışında böyle bir işe kalkışmamız uygun değildir. Şimdiden geri dönmek kanaatine sahip oldum. Fakat Muhammed oraya gelirken benim gitmemem de hoşuma gitmez. Çünkü bu, onların cesaretlerini artıracaktır. Haydi Medine'ye git, onların çıkmalarını önleyecek şekilde cesaretlerini kıracak sözler söyle. Buna karşılık sana Süheyl b. Amr'ın yanında emanet olarak bırakacağım on deve var."
Nuaym Medine'ye vardığında Müslümanların Ebu Süfyan'a verdikleri söz için hazırlık yaptıklarını gördü. Onlara şöyle dedi: "Bu uygun bir görüş değildir. Onlar yurtlarınızda kaldığınız yerde size geldiler. Kaçanlar dışında sizden kimse kurtulamadı. Şimdi de onların karşısına çıkmak mı istiyorsunuz? Bu panayır yerinde size karşı pek çok asker toplamış bulunuyorlar. Allah'a yemin ederim, sizden kimse kurtulamayacaktır." Nuaym'ın söylediği bu sözlerin bazılarının üzerinde büyük bir etkisi oldu.
Resulullah (s.a.) ise şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, yalnız başıma olsam dahi mutlaka çıkacağım." Hz. Peygamber beraberinde yetmiş süvari ile birlikte, "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" diyerek yola çıktılar. Küçük Bedir'e, sözleştikleri yere ulaşıncaya kadar yollarına devam ettiler. Hz. Peygamber orada sekiz gün süre ile kaldı. Ebu Süfyan'ın gelmesini bekledi, kimse ile karşılaşmadı. Çünkü Ebu Süfyan ordusu ile birlikte Mekke'ye geri dönmüştü. Beraberinde bin kişi vardı. Mekkeliler bu orduya "Sevîk ordusu" adını verdi ve onlara "Sizler sevik içmek (yemek) için çıktınız" dediler.
Müslümanlar Bedir pazarına vardılar. Beraberlerinde para ve ticaret malları vardı. Bunları sattılar, bunların yerine yiyecek ve kuru üzüm aldılar. Bir dirheme iki dirhem kâr ettiler. Medine'ye esenlikle ve kâr elde etmiş olarak geri döndüler. [39]
Açıklaması
Ayet-i kerime Uhud şehitleri hakkındadır.
Yüce Allah şehitler hakkında dünyada öldürülmüş olsalar dahi ahiret yurdunda ruhlarının diri ve rızıklanır halde olduğunu haber vermektedir. Hitap Resulullah (s.a.)'a veya herkesedir. Anlamı şudur: Ey daha önce geçen münafıkların sözünü işiten kişi! Sen, Allah yolunda öldürülenleri, dünyada iken yapmış oldukları amelleri karşılığında mükâfat görmeyen ölüler sanmayasın. Bilakis onlar bir başka âlemde diridirler. Rableri katında yakınlaştırılmış mevki sahibidirler. Yüce Allah'ın, "Rabbinin yanında olanlar..." (Fussilet, 41/38) buyruğunda da işaret edildiği gibi. Sair canlılar nasıl nzıklanıyorlarsa onlar da öylece rızıklanırlar; yerler, içerler. Bu ise onların hayatta oluşlarını daha bir pekiştirmekte ve Allah'ın rızkı ile gelen nimetler içerisinde olduklarını ifade eden hallerini nitelendirmektedir.
Burada "Allah katında" olmakla kendilerinden söz edilmesi, onların üstünlüklerine, yüksek mevkilerine ve şereflerine bir işarettir. Oldukça yakın olmalarını gerektiren bir tabirdir. Yoksa burada "yanında olmak" mekân, mesafe, yakınlık ve sınır itibariyle değildir. Kur'an-ı Kerim'in şehitler hakkında tespit ettiği bu hayat, gaybî bir hayattır. Biz bunun hakikatini idrak edemeyiz. Ancak Kur'an-ı Kerim'in haber ettiği şekilde bu hayata iman ederiz. Yüce Allah'ın, "Rableri katında diridirler, rızıklanırlar" buyruğunda bir muzaf hazfedilmiştir ki, takdiri şöyledir: Rablerinin lütuflarının yanındadırlar.
Bu şehitler ebedî nimetler, büyük lütuflar, şehitlik sebebiyle başkalarına üstün kılınmak gibi orada gördükleri şeylerle sevinç içerisindedirler. Aynı şekilde onlar henüz Allah yolunda öldürülmemiş mücahit kardeşlerinin durumundan dolayı da sevinirler. Bunlar henüz şehit olmamakla birlikte, aynı yol üzerinde gitmektedirler. Kendilerinden önce giden şehit kafilelerinin izine uymaktadırlar. Bu şehitler Rablerinin kendileri için hazırlamış olduğu güzel mükâfatı gördüler. Hoşa gitmeyen şeylerden yana korkunun, kaybettiklerine üzülmenin bulandırmadığı ebedî hayattır bu mükâfat.
Bu şehitler aynı zamanda amelleri karşılığında kendilerine tekrarlanıp duracak şekilde verilen ecir ve sevaptan, Yüce Allah'ın cennetten ve cennetteki nimetlerden kendilerine verdiği ilâhî lütuftan dolayı da sevinirler. Bu ayet-i kerimede geçen lütuf, sözü geçen nimetlerdir. Allah onlara ecir verir. Yani onlar Allah'tan gelen nimetlerle sevinirler. Allah'ın müminlerin ecirlerini boşa çıkarmamasından dolayı da sevinç içindedirler.
Bu cümle daha önce geçen, "Kendileri için hiç bir korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir" şeklindeki ifadenin bir açıklaması şeklindedir. Çünkü Allah'ın nimeti içinde olan bir kimse ebediyyen üzülmez. İşlediği amellerin sevabı kendisi için (ecri verilmek üzere) saklanılan kimsenin akibetinden korkulmaz.
İşte bunlar cihada bir teşvik olup şehadet arzusuna özlem duyuran ifadelerdir. İmam Ahmed'in rivayetine göre İbni Abbas şöyle demiştir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: "Kardeşleriniz Uhud günü isabet alınca Allah onların ruhlarını yeşil kuşların kursaklarına yerleştirdi. Bunlar cennet ırmaklarına gidiyor, cennet meyvelerinden yiyor ve Arş'ın gölgesinde altından kandillerin altına sığınıyor..."
Daha sonra Yüce Allah sevaplarının artmasının sebebi olan güzel amel sahibi olmakla onları nitelendirmekte ve Resulullah (s.a.)'ın Uhud Gazası akabinde Hamrâu'1-Esed gazvesinde Ebu Süfyan ile karşılaşmak üzere gitmekle Peygamber (s.a.)'in çağrısını çabucak kabul eden bu mücahitler için cihad ve kahramanlıkları ile mütenasip büyük bir ecir sahibi olduklarını haber vermektedir. Bunlar Uhud günü aldıkları yaralara ve içinde bulundukları acılara rağmen, bu çağrılara icabet ederek oralara gitmişlerdi.
Yüce Allah'ın, "Onlardan" ifadesi bu çağrıyı kabul eden kimselerin büyük lütuf ve ecre nail olduğuna işaret etmektedir. Geri kalanların ise kendileri ile ilgili yahut aileleri dolayısıyla kabul edilebilir mani ve özürleri vardı.
Daha sonra Yüce Allah Uhud Gazasının ertesi yılında Küçük Bedir gazasına katılanların da şanını yüceltmektedir. Bunlar, insanlar kendilerine –yani halen müşrik olan Eşcalı Nuaym b. Mes'ud'un kendilerine- şu sözleri söylemesine rağmen gazaya çıkmışlardı:" İnsanlar yani Ebu Süfyan ve onun yardımcıları sizinle savaşmak üzere size karşı kalabalık ordular topladı. Onlardan korkun, çekinin, onlara karşı çıkmayın. "Bu sözler ise onların Allah'a olan imanlarını, onun vaadine güvenlerini, dini üzere sebatlarını artırmıştı. Çünkü onlar Allah'ın desteğine, yardımına, zaferine güvendiler. Tüm bunlardan önce ise niyetleri samimi idi. Sonuçlar ne olursa olsun müşriklerle karşılaşmak kararlılıkları daha da arttı. Bu da Yüce Allah'ın Hendek (Ahzab) gazvesinde müminleri niteleyici şu buyruklarını andırmaktadır: "Müminler ahzabı gördüklerinde dediler ki: "Allah'ın ve Rasulünün bize vaad ettiği işte budur. Allah ve Rasulü doğru söylemiştir. "O da onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırdı." (Ahzab, 33/22).
Müminler bu durumda Allah'a olan imanlarının doğruluk ve samimiyetini ifade ederek şöyle dediler: "Bu kalabalıklara karşı Allah bize yeter. İşlerimizi kendisine havale ettiğimiz Rabbimiz ne güzel vekildir! O ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır!" Aynı şekilde bu ateşe atıldığı vakit İbrahim (a.s)'ın söylediği sözdür.[40] Hz. Muhammed (s.a.) de bunu insanlardan birisi kendisine, "İnsanlar (müşrikler) sizin için ordu topladılar, onlardan korkunuz" demeleri üzerine söylemişti. Gam, musibet ve büyük sıkıntıların, belâların insanın etrafını kuşattığı sırada bu sözleri söylemek müstehaptır.
İbni Merdûveyh, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Büyük bir işe (sıkıntıya) düştüğünüz takdirde "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" deyiniz." [41]
İbni Ebi'd-Dünya'nın Hz. Aişe'den rivayetine göre, Hz. Peygamber kederi arttığında eliyle başını ve sakalını sıvazlar sonra da derin nefes alıp verir ve: (Hasbünallah ve ni'mel-vekil) = Allah bana yeter, o ne güzel vekildir, derdi.
Müslümanlar bu şekilde işlerini Allah'a havale edip ona tevekkül etmeleri üzerine dört türlü mükâfatı elde ettiler: Allah'tan bir nimet, Allah'ın lütfü, kötülüğün bertaraf edilmesi, Allah'ın razı olduğu şeye tabi olmaları sonucunda onun da onlardan razı olması. Yani onlar Allah'a tevekkül edip düşmanlarıyla karşılaşmak üzere çıktıkları vakit Allah da onların üzülüp endişesini duydukları şey hakkında onlara kâfi geldi. Onlara kötülük yapmak isteyenlerin bu imkânlarını geri çevirdi, onları korudu, ticaretlerinde kâr sağladılar. Onlara herhangi bir öldürme ya da eziyet isabet etmedi. Kurtuluşun dünya ve ahirette mutluluğun temeli olan Rasullerine itaat ve Rablerinin rızasını elde etmek niteliğine sahip oldular. Allah'ın bunda onlar üzerindeki lütfü pek büyüktür. Çünkü onlara imanlarını artırmak, cihada muvaffak kılmak, düşmanlarının sakladığı kötülüklerden onları korumak suretiyle lütufta bulunmuştur.
İşte bu geriye kalan ve oturanların (savaşa çıkmayanların) ziyanda olduklarına bir işarettir. Çünkü bunlar başkalarının elde ettikleri nimetlerden mahrum kaldılar. Yüce Allah'ın, "Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler" buyruğunun anlamı işte budur.
Beyhakî, İbni Abbas'tan Yüce Allah'ın, "Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler" buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir: Nimet, onların esenliğe kavuşmaları, bolluk da o panayır günlerinde gelen bir kervanı Resulullah (s.a.)'ın satın alması ve bundan önemli bir kâr sağlayıp bu kârını da arkadaşları arasında paylaştırmağıdır.
Taberî, es-Süddfden şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.), Küçük Bedir'e çıkınca ashabıma bir miktar gümüş para (dirhem) verdi. Onlar da bu panayırlarda alışveriş yaptılar ve pek çok kâr elde ettiler.
Daha sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: İşte bu şeytandır, ancak kendi dostlarını korkutur. Yani sizi kendi dostlarıyla korkutmak ister. Onların büyük bir güç ve kuvvet sahibi oldukları vehmini size vermeye çalışır. Size söylenen, "İnsanlar size karşı bir ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun" sözleri, ancak müşriklerden olan yardımcıları ile sizleri korkutmaya çalışan, onların sayılarının çok olduğu, büyük bir güç kuvvet sahibi oldukları vehmini vermeye çalışan ve bu bakımdan sizlere, "Onlara karşı çıkmayın" diyen şeytandan gelmedir.
Fakat ey müminler size düşen şudur: Şeytan size bir işi güzel gösterip bu konuda size vehim verdiğinde yalnızca bana tevekkül ediniz, bana sığınınız. Ben size yeterim, size yardım edeceğim. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah kuluna kâfi gelmez mi? Halbuki onlar seni ondan başkalarıyla korkuturlar... De ki: Allah bana yeter. Tevekkül edenler yalnız O'na tevekkül ederler." (Zümer, 39/36-38); "Allah, elbette ben ve peygamberlerim galip geleceğim diye yazdı. Muhakkak Allah güçlüdür, azizdir." (Mücadele, 58/21); "Allah kendi (dini)ne yardım edene elbette yardım edecektir." (Hac, 22/40); "Ey iman edenler, eğer sizler Allah'a (dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınıza sebat verir." (Muhammed, 47/7). Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz bizler peygamberlerimize ve müminlere dünya hayatında ve şahitlerin ayağa kalkacakları günde yardım ederiz. O gün kâfirlerin özürleri fayda vermez. Hem lanet ve hem de kötü yurt onlarındır." (Mümin, 40/51-52). [42]
173- Onlar öyle kimselerdir ki insanlar onlara, "İnsanlar size karşı bir ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun" dediler ve bu, onların imanını artırdı ve, "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler.
174- Sonra da kendilerine hiç bir zarar dokunmaksızın Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler. Allah'ın rızasına da uydular. Allah pek büyük lütuf sahibidir.
175- İşte bu şeytandır, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, benden korkun! Eğer gerçek müminler iseniz.
Nüzul Sebebi
196. ayet olan, "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma" ayet-i kerimesinin nüzulü ile ilgili olarak Ahmed, Davud ve Hâkim, İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: Uhud'da kardeşleriniz isabet alınca Allah onların ruhlarını yeşil kuşların kursaklarına yerleştirdi. Bu kuşlar cennet nehirlerine varır ve oranın meyvelerinden yerler. Arş'ın gölgesinde altından bir takım kandillere doğru gider, sığınırlar. Yediklerinin, içtiklerinin güzel, dinlendikleri yerin iyi olduğunu görünce şöyle dediler: Keşke kardeşlerimiz Allah'ın bize yaptıklarını bilseler. Ta ki cihad konusunda gevşeklik göstermesinler, savaştan yüz çevirmesinler. Yüce Allah şöyle buyurdu: Sizin yerinize bunu onlara ben bildireceğim. Bunun üzerine, "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma..." ayeti ve ondan sonraki ayetler nazil oldu.
Yüce Allah'ın, "Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve peygamberin çağrısına koşanlar..." diye başlayan 172. ayet-i kerimenin nüzulü ile ilgili olarak İbni Cerir et-Taberî İbni Abbas'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Uhud günü meydana gelen olaylardan sonra Allah o gün Ebu Süfyan'ın kalbine korkuyu saldı; o da Mekke'ye geri döndü. Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Ebu Süfyan size bir parça zarar verdi. Artık geri dönmüş bulunuyor, Allah onun kalbine korkuyu saldı." Uhud vakası Şevval ayında olmuştu. Tüccarlar Medine'ye Zilkade ayında gelir ve küçük Bedir'de konaklarlardı. Bu sırada da Uhud vakasından sonra gelmiş bulunuyorlardı. Müminler yara almışlardı. Bundan dolayı da şikayette bulundular. Resulullah (s.a.) ise kendisiyle birlikte ashabının savaşa çıkmalarını teşvik etti. Şeytan geldi, kendi dostlarını korkuttu (onların dedikleri korkuyu salmaya çalıştı) ve dedi ki: "İnsanlar (müşrikler) sizin için ordu topladılar." Bunun üzerine Hz. Peygamberle birlikte gitmek istemediler. Resulullah (s.a.) da, "İsterse arkamdan hiç kimse gelmesin ben gidiyorum" diye buyuranca Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Zübeyr, Saad, Talha, Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Mes'ud, Huzeyfe b. el-Yeman ve Ebu Ubeyde b. el-Cerrah, yetmiş kişi ile birlikte (Allah hepsinden razı olsun) onunla birlikte yola çıktılar. Ebu Süf-yan'ı takip etmek üzere yola koyuldular. es-Safra denilen yere varıncaya kadar onu takip ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah, "Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve peygamberinin çağrısına koşanlar..." ayetini indirdi.
Taberanî sahih bir senedle İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Müşrikler Uhud'dan geri dönünce şöyle dediler: "Ne Muhammed'i öldürdünüz, ne de arkanıza yıldızları taktınız, siz ne kötü iş yaptınız, haydi geri dönünüz." Resulullah (s.a.) bunu işitince Müslümanların savaşa çıkmalarını istedi. Onlar da onunla birlikte savaşa çıktılar ve Hamrâul-Esed'e yahut da Ebu Utbe kuyusuna varıncaya kadar yola devam ettiler. Yüce Allah da, "Yara aldıktan sonra bile yine Allah'ın ve Peygamberinin çağrısına koşanlar..." ayetini indirdi. Ebu Süfyan Resulullah (s.a.)'a şöyle demişti: "Seninle sözleşme yerimiz arkadaşlarımızı öldürdüğünüz yer olan Bedir panayırıdır." Korkak kimseler geri döndü, kahraman ve yiğit kimseler ise savaş için gerekli hazırlığı yaptı, oraya gittiler ve orada kimseyi göremediler. Alışverişte bulundular. Bunun üzerine Yüce Allah, "Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler" ayetini indirdi.
İbni Merdûveyh, Ebu Râfi'den rivayetine göre Resulullah (s.a.) Hz. Ali'yi beraberindeki bir grup ile birlikte Ebu Süfyan'ı takip etmek üzere gönderdi. Huzaalılara mensup bir bedevi onlarla karşılaştı ve şöyle dedi: "Bunlar sizin için asker toplamış bulunuyorlar." Hz. Ali ve beraberindekiler, "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. [37]
Hamrâu'1-Esed Gazası:
Rivayet edildiğine göre Ebu Süfyan ve arkadaşları Uhud'dan geri dönüp -Mekke ile Medine arasında bir yer olan- er-Ravhâ denilen yere ulaştıklarında pişman oldular, geri dönmek istediler. Maksatları geri kalan müminleri de öldürmekti. Resulullah (s.a.) durumu haber alınca onları korkutmak, kendisinin ve arkadaşlarının gücünü onlara göstermek istedi. O bakımdan arkadaşlarını harbe çıkmaya çağırdı ve şöyle dedi: "Bizimle birlikte dün bizimle hazır bulunanların dışında kimse çıkmasın." Resulullah (s.a.) Ashabından bir grup ile yola koyuldu. -Medine'den 8 mil uzaklıkta bir yer olan- Hamrâul Esed diye bilinen yere ulaşıncaya kadar yola devam ettiler. Hz. Peygamberin arkadaşları yaralı idi. Bu sıkıntılara katlanmak için kendilerini zorladılar. Ta ki ecir ve mükâfattan mahrum kalmasınlar. Yüce Allah da müşriklerin kalplerine korku yerleştirdi. Bunun üzerine süratle Mekke'ye gittiler. Buna dair bu ayet-i kerime nazil oldu.
Bu olay Hamrâul-Esed gazası adını alır. Uhud gazasının tamamlayıcısıdır. [38]
Küçük Bedir Gazası:
İbni Abbas, Mücahid ve Ikrime, "İnsanlar kendilerine ... dediler." ayetinin Küçük Bedir gazası hakkında nazil olduğunu rivayet etmişlerdir. Bu gaza kısaca şöyledir: Ebu Süfyan Uhud'dan ayrılmak istediğinde şöyle demişti: "Ey Muhammed, dilediğin takdirde seninle buluşma vaktimiz gelecek Bedir panayırı olsun." Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu, "İnşaallah bu bizimle sizin buluşma vaktimiz olsun." Ertesi sene Ebu Süfyan Mekkelilerle birlikte yola çıktı. Merr ez-Zahrân taraflarında Micenne denilen yerde konakladı. Allah kalbine korku saldı. Geri dönmek istedi. Bu sırada Umre yapıp geri dönmüş bulunan Nuaym b. Mes'ud ile karşılaştı.
Ebu Süfyan ona şöyle dedi: "Ben Muhammed ve arkadaşlarıyla Bedir panayırında buluşmak üzere sözleşmiş idim. Bu yıl ise bir kıtlık yılıdır. Meraların bol olduğu ve bol bol süt içeceğimiz bir yıl dışında böyle bir işe kalkışmamız uygun değildir. Şimdiden geri dönmek kanaatine sahip oldum. Fakat Muhammed oraya gelirken benim gitmemem de hoşuma gitmez. Çünkü bu, onların cesaretlerini artıracaktır. Haydi Medine'ye git, onların çıkmalarını önleyecek şekilde cesaretlerini kıracak sözler söyle. Buna karşılık sana Süheyl b. Amr'ın yanında emanet olarak bırakacağım on deve var."
Nuaym Medine'ye vardığında Müslümanların Ebu Süfyan'a verdikleri söz için hazırlık yaptıklarını gördü. Onlara şöyle dedi: "Bu uygun bir görüş değildir. Onlar yurtlarınızda kaldığınız yerde size geldiler. Kaçanlar dışında sizden kimse kurtulamadı. Şimdi de onların karşısına çıkmak mı istiyorsunuz? Bu panayır yerinde size karşı pek çok asker toplamış bulunuyorlar. Allah'a yemin ederim, sizden kimse kurtulamayacaktır." Nuaym'ın söylediği bu sözlerin bazılarının üzerinde büyük bir etkisi oldu.
Resulullah (s.a.) ise şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, yalnız başıma olsam dahi mutlaka çıkacağım." Hz. Peygamber beraberinde yetmiş süvari ile birlikte, "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" diyerek yola çıktılar. Küçük Bedir'e, sözleştikleri yere ulaşıncaya kadar yollarına devam ettiler. Hz. Peygamber orada sekiz gün süre ile kaldı. Ebu Süfyan'ın gelmesini bekledi, kimse ile karşılaşmadı. Çünkü Ebu Süfyan ordusu ile birlikte Mekke'ye geri dönmüştü. Beraberinde bin kişi vardı. Mekkeliler bu orduya "Sevîk ordusu" adını verdi ve onlara "Sizler sevik içmek (yemek) için çıktınız" dediler.
Müslümanlar Bedir pazarına vardılar. Beraberlerinde para ve ticaret malları vardı. Bunları sattılar, bunların yerine yiyecek ve kuru üzüm aldılar. Bir dirheme iki dirhem kâr ettiler. Medine'ye esenlikle ve kâr elde etmiş olarak geri döndüler. [39]
Açıklaması
Ayet-i kerime Uhud şehitleri hakkındadır.
Yüce Allah şehitler hakkında dünyada öldürülmüş olsalar dahi ahiret yurdunda ruhlarının diri ve rızıklanır halde olduğunu haber vermektedir. Hitap Resulullah (s.a.)'a veya herkesedir. Anlamı şudur: Ey daha önce geçen münafıkların sözünü işiten kişi! Sen, Allah yolunda öldürülenleri, dünyada iken yapmış oldukları amelleri karşılığında mükâfat görmeyen ölüler sanmayasın. Bilakis onlar bir başka âlemde diridirler. Rableri katında yakınlaştırılmış mevki sahibidirler. Yüce Allah'ın, "Rabbinin yanında olanlar..." (Fussilet, 41/38) buyruğunda da işaret edildiği gibi. Sair canlılar nasıl nzıklanıyorlarsa onlar da öylece rızıklanırlar; yerler, içerler. Bu ise onların hayatta oluşlarını daha bir pekiştirmekte ve Allah'ın rızkı ile gelen nimetler içerisinde olduklarını ifade eden hallerini nitelendirmektedir.
Burada "Allah katında" olmakla kendilerinden söz edilmesi, onların üstünlüklerine, yüksek mevkilerine ve şereflerine bir işarettir. Oldukça yakın olmalarını gerektiren bir tabirdir. Yoksa burada "yanında olmak" mekân, mesafe, yakınlık ve sınır itibariyle değildir. Kur'an-ı Kerim'in şehitler hakkında tespit ettiği bu hayat, gaybî bir hayattır. Biz bunun hakikatini idrak edemeyiz. Ancak Kur'an-ı Kerim'in haber ettiği şekilde bu hayata iman ederiz. Yüce Allah'ın, "Rableri katında diridirler, rızıklanırlar" buyruğunda bir muzaf hazfedilmiştir ki, takdiri şöyledir: Rablerinin lütuflarının yanındadırlar.
Bu şehitler ebedî nimetler, büyük lütuflar, şehitlik sebebiyle başkalarına üstün kılınmak gibi orada gördükleri şeylerle sevinç içerisindedirler. Aynı şekilde onlar henüz Allah yolunda öldürülmemiş mücahit kardeşlerinin durumundan dolayı da sevinirler. Bunlar henüz şehit olmamakla birlikte, aynı yol üzerinde gitmektedirler. Kendilerinden önce giden şehit kafilelerinin izine uymaktadırlar. Bu şehitler Rablerinin kendileri için hazırlamış olduğu güzel mükâfatı gördüler. Hoşa gitmeyen şeylerden yana korkunun, kaybettiklerine üzülmenin bulandırmadığı ebedî hayattır bu mükâfat.
Bu şehitler aynı zamanda amelleri karşılığında kendilerine tekrarlanıp duracak şekilde verilen ecir ve sevaptan, Yüce Allah'ın cennetten ve cennetteki nimetlerden kendilerine verdiği ilâhî lütuftan dolayı da sevinirler. Bu ayet-i kerimede geçen lütuf, sözü geçen nimetlerdir. Allah onlara ecir verir. Yani onlar Allah'tan gelen nimetlerle sevinirler. Allah'ın müminlerin ecirlerini boşa çıkarmamasından dolayı da sevinç içindedirler.
Bu cümle daha önce geçen, "Kendileri için hiç bir korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir" şeklindeki ifadenin bir açıklaması şeklindedir. Çünkü Allah'ın nimeti içinde olan bir kimse ebediyyen üzülmez. İşlediği amellerin sevabı kendisi için (ecri verilmek üzere) saklanılan kimsenin akibetinden korkulmaz.
İşte bunlar cihada bir teşvik olup şehadet arzusuna özlem duyuran ifadelerdir. İmam Ahmed'in rivayetine göre İbni Abbas şöyle demiştir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: "Kardeşleriniz Uhud günü isabet alınca Allah onların ruhlarını yeşil kuşların kursaklarına yerleştirdi. Bunlar cennet ırmaklarına gidiyor, cennet meyvelerinden yiyor ve Arş'ın gölgesinde altından kandillerin altına sığınıyor..."
Daha sonra Yüce Allah sevaplarının artmasının sebebi olan güzel amel sahibi olmakla onları nitelendirmekte ve Resulullah (s.a.)'ın Uhud Gazası akabinde Hamrâu'1-Esed gazvesinde Ebu Süfyan ile karşılaşmak üzere gitmekle Peygamber (s.a.)'in çağrısını çabucak kabul eden bu mücahitler için cihad ve kahramanlıkları ile mütenasip büyük bir ecir sahibi olduklarını haber vermektedir. Bunlar Uhud günü aldıkları yaralara ve içinde bulundukları acılara rağmen, bu çağrılara icabet ederek oralara gitmişlerdi.
Yüce Allah'ın, "Onlardan" ifadesi bu çağrıyı kabul eden kimselerin büyük lütuf ve ecre nail olduğuna işaret etmektedir. Geri kalanların ise kendileri ile ilgili yahut aileleri dolayısıyla kabul edilebilir mani ve özürleri vardı.
Daha sonra Yüce Allah Uhud Gazasının ertesi yılında Küçük Bedir gazasına katılanların da şanını yüceltmektedir. Bunlar, insanlar kendilerine –yani halen müşrik olan Eşcalı Nuaym b. Mes'ud'un kendilerine- şu sözleri söylemesine rağmen gazaya çıkmışlardı:" İnsanlar yani Ebu Süfyan ve onun yardımcıları sizinle savaşmak üzere size karşı kalabalık ordular topladı. Onlardan korkun, çekinin, onlara karşı çıkmayın. "Bu sözler ise onların Allah'a olan imanlarını, onun vaadine güvenlerini, dini üzere sebatlarını artırmıştı. Çünkü onlar Allah'ın desteğine, yardımına, zaferine güvendiler. Tüm bunlardan önce ise niyetleri samimi idi. Sonuçlar ne olursa olsun müşriklerle karşılaşmak kararlılıkları daha da arttı. Bu da Yüce Allah'ın Hendek (Ahzab) gazvesinde müminleri niteleyici şu buyruklarını andırmaktadır: "Müminler ahzabı gördüklerinde dediler ki: "Allah'ın ve Rasulünün bize vaad ettiği işte budur. Allah ve Rasulü doğru söylemiştir. "O da onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırdı." (Ahzab, 33/22).
Müminler bu durumda Allah'a olan imanlarının doğruluk ve samimiyetini ifade ederek şöyle dediler: "Bu kalabalıklara karşı Allah bize yeter. İşlerimizi kendisine havale ettiğimiz Rabbimiz ne güzel vekildir! O ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır!" Aynı şekilde bu ateşe atıldığı vakit İbrahim (a.s)'ın söylediği sözdür.[40] Hz. Muhammed (s.a.) de bunu insanlardan birisi kendisine, "İnsanlar (müşrikler) sizin için ordu topladılar, onlardan korkunuz" demeleri üzerine söylemişti. Gam, musibet ve büyük sıkıntıların, belâların insanın etrafını kuşattığı sırada bu sözleri söylemek müstehaptır.
İbni Merdûveyh, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Büyük bir işe (sıkıntıya) düştüğünüz takdirde "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" deyiniz." [41]
İbni Ebi'd-Dünya'nın Hz. Aişe'den rivayetine göre, Hz. Peygamber kederi arttığında eliyle başını ve sakalını sıvazlar sonra da derin nefes alıp verir ve: (Hasbünallah ve ni'mel-vekil) = Allah bana yeter, o ne güzel vekildir, derdi.
Müslümanlar bu şekilde işlerini Allah'a havale edip ona tevekkül etmeleri üzerine dört türlü mükâfatı elde ettiler: Allah'tan bir nimet, Allah'ın lütfü, kötülüğün bertaraf edilmesi, Allah'ın razı olduğu şeye tabi olmaları sonucunda onun da onlardan razı olması. Yani onlar Allah'a tevekkül edip düşmanlarıyla karşılaşmak üzere çıktıkları vakit Allah da onların üzülüp endişesini duydukları şey hakkında onlara kâfi geldi. Onlara kötülük yapmak isteyenlerin bu imkânlarını geri çevirdi, onları korudu, ticaretlerinde kâr sağladılar. Onlara herhangi bir öldürme ya da eziyet isabet etmedi. Kurtuluşun dünya ve ahirette mutluluğun temeli olan Rasullerine itaat ve Rablerinin rızasını elde etmek niteliğine sahip oldular. Allah'ın bunda onlar üzerindeki lütfü pek büyüktür. Çünkü onlara imanlarını artırmak, cihada muvaffak kılmak, düşmanlarının sakladığı kötülüklerden onları korumak suretiyle lütufta bulunmuştur.
İşte bu geriye kalan ve oturanların (savaşa çıkmayanların) ziyanda olduklarına bir işarettir. Çünkü bunlar başkalarının elde ettikleri nimetlerden mahrum kaldılar. Yüce Allah'ın, "Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler" buyruğunun anlamı işte budur.
Beyhakî, İbni Abbas'tan Yüce Allah'ın, "Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler" buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir: Nimet, onların esenliğe kavuşmaları, bolluk da o panayır günlerinde gelen bir kervanı Resulullah (s.a.)'ın satın alması ve bundan önemli bir kâr sağlayıp bu kârını da arkadaşları arasında paylaştırmağıdır.
Taberî, es-Süddfden şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.), Küçük Bedir'e çıkınca ashabıma bir miktar gümüş para (dirhem) verdi. Onlar da bu panayırlarda alışveriş yaptılar ve pek çok kâr elde ettiler.
Daha sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: İşte bu şeytandır, ancak kendi dostlarını korkutur. Yani sizi kendi dostlarıyla korkutmak ister. Onların büyük bir güç ve kuvvet sahibi oldukları vehmini size vermeye çalışır. Size söylenen, "İnsanlar size karşı bir ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun" sözleri, ancak müşriklerden olan yardımcıları ile sizleri korkutmaya çalışan, onların sayılarının çok olduğu, büyük bir güç kuvvet sahibi oldukları vehmini vermeye çalışan ve bu bakımdan sizlere, "Onlara karşı çıkmayın" diyen şeytandan gelmedir.
Fakat ey müminler size düşen şudur: Şeytan size bir işi güzel gösterip bu konuda size vehim verdiğinde yalnızca bana tevekkül ediniz, bana sığınınız. Ben size yeterim, size yardım edeceğim. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah kuluna kâfi gelmez mi? Halbuki onlar seni ondan başkalarıyla korkuturlar... De ki: Allah bana yeter. Tevekkül edenler yalnız O'na tevekkül ederler." (Zümer, 39/36-38); "Allah, elbette ben ve peygamberlerim galip geleceğim diye yazdı. Muhakkak Allah güçlüdür, azizdir." (Mücadele, 58/21); "Allah kendi (dini)ne yardım edene elbette yardım edecektir." (Hac, 22/40); "Ey iman edenler, eğer sizler Allah'a (dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınıza sebat verir." (Muhammed, 47/7). Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz bizler peygamberlerimize ve müminlere dünya hayatında ve şahitlerin ayağa kalkacakları günde yardım ederiz. O gün kâfirlerin özürleri fayda vermez. Hem lanet ve hem de kötü yurt onlarındır." (Mümin, 40/51-52). [42]
[37] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/416-417.
[38] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/417.
[39] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/417-418.
[40] Buharî İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "İbrahim (a.s.)'in ateşe atılırken söylediği son söz, "Hasbunallah ve ni'mel-vekil= Allah bize yeter, o ne güzel vekildir! sözüdür."
[41] Bu, bu şekliyle garib bir hadistir. Ancak bunu destekleyen pek çok rivayet vardır. Bk. İbni Kesir, 1/430.
[42] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/418-421.
[38] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/417.
[39] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/417-418.
[40] Buharî İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "İbrahim (a.s.)'in ateşe atılırken söylediği son söz, "Hasbunallah ve ni'mel-vekil= Allah bize yeter, o ne güzel vekildir! sözüdür."
[41] Bu, bu şekliyle garib bir hadistir. Ancak bunu destekleyen pek çok rivayet vardır. Bk. İbni Kesir, 1/430.
[42] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/418-421.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder