2 Aralık 2018 Pazar

AL-İ İMRAN SÛRESİ 169-175. ayetlerin tefsiri


Allah Yolunda Cihad Eden Şehitlerin Mevkii


169- Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar Rableri ka­tında diridirler, rızıklanırlar.

170- Allah'ın lütfundan kendilerine verdiği ile sevinç içindedirler. Arkalarından henüz kendilerine katılama­yanlara da, "Kendileri için hiç bir korku yoktur, onlar üzülecek de değiller­dir" diye müjdelemek isterler.

171- Onlar Allah'tan bir nimet ve bir lütfu ile Allah'ın müminlerin ecrini za­yi etmeyeceği müjdesini de vermek is­terler.


172- Yaralandıktan sonra yine Allah'ın ve peygamberin çağrısına koşanlar, iç­lerinden iyilik yapanlar ve sakınanlar için büyük bir mükâfat vardır.

173- Onlar öyle kimselerdir ki insanlar onlara, "İnsanlar size karşı bir ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun" dediler ve bu, onların imanını artırdı ve, "Allah bize yeter, O ne güzel vekil­dir" dediler.

174- Sonra da kendilerine hiç bir zarar dokunmaksızın Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler. Allah'ın rızasına da uydular. Allah pek büyük lütuf sa­hibidir.

175- İşte bu şeytandır, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, benden korkun! Eğer ger­çek müminler iseniz.

Nüzul Sebebi


196. ayet olan, "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma" ayet-i ke­rimesinin nüzulü ile ilgili olarak Ahmed, Davud ve Hâkim, İbni Abbas'tan şöy­le dediğini rivayet etmektedirler: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: Uhud'da kardeş­leriniz isabet alınca Allah onların ruhlarını yeşil kuşların kursaklarına yerleştirdi. Bu kuşlar cennet nehirlerine varır ve oranın meyvelerinden yerler. Arş'ın gölgesinde altından bir takım kandillere doğru gider, sığınırlar. Yediklerinin, iç­tiklerinin güzel, dinlendikleri yerin iyi olduğunu görünce şöyle dediler: Keşke kardeşlerimiz Allah'ın bize yaptıklarını bilseler. Ta ki cihad konusunda gevşek­lik göstermesinler, savaştan yüz çevirmesinler. Yüce Allah şöyle buyurdu: Sizin yerinize bunu onlara ben bildireceğim. Bunun üzerine, "Allah yolunda öldürü­lenleri sakın ölüler sanma..." ayeti ve ondan sonraki ayetler nazil oldu.

Yüce Allah'ın, "Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve peygamberin çağrısına koşanlar..." diye başlayan 172. ayet-i kerimenin nüzulü ile ilgili olarak İbni Cerir et-Taberî İbni Abbas'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Uhud günü meyda­na gelen olaylardan sonra Allah o gün Ebu Süfyan'ın kalbine korkuyu saldı; o da Mekke'ye geri döndü. Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Ebu Süfyan size bir parça zarar verdi. Artık geri dönmüş bulunuyor, Allah onun kalbine korkuyu saldı." Uhud vakası Şevval ayında olmuştu. Tüccarlar Medine'ye Zilkade ayın­da gelir ve küçük Bedir'de konaklarlardı. Bu sırada da Uhud vakasından sonra gelmiş bulunuyorlardı. Müminler yara almışlardı. Bundan dolayı da şikayette bulundular. Resulullah (s.a.) ise kendisiyle birlikte ashabının savaşa çıkmala­rını teşvik etti. Şeytan geldi, kendi dostlarını korkuttu (onların dedikleri kor­kuyu salmaya çalıştı) ve dedi ki: "İnsanlar (müşrikler) sizin için ordu topladı­lar." Bunun üzerine Hz. Peygamberle birlikte gitmek istemediler. Resulullah (s.a.) da, "İsterse arkamdan hiç kimse gelmesin ben gidiyorum" diye buyuranca Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Zübeyr, Saad, Talha, Abdurrahman b. Avf, Ab­dullah b. Mes'ud, Huzeyfe b. el-Yeman ve Ebu Ubeyde b. el-Cerrah, yetmiş kişi ile birlikte (Allah hepsinden razı olsun) onunla birlikte yola çıktılar. Ebu Süf-yan'ı takip etmek üzere yola koyuldular. es-Safra denilen yere varıncaya kadar onu takip ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah, "Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve peygamberinin çağrısına koşanlar..." ayetini indirdi.

Taberanî sahih bir senedle İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmekte­dir: Müşrikler Uhud'dan geri dönünce şöyle dediler: "Ne Muhammed'i öldürdü­nüz, ne de arkanıza yıldızları taktınız, siz ne kötü iş yaptınız, haydi geri dönü­nüz." Resulullah (s.a.) bunu işitince Müslümanların savaşa çıkmalarını istedi. Onlar da onunla birlikte savaşa çıktılar ve Hamrâul-Esed'e yahut da Ebu Utbe kuyusuna varıncaya kadar yola devam ettiler. Yüce Allah da, "Yara aldıktan sonra bile yine Allah'ın ve Peygamberinin çağrısına koşanlar..." ayetini indirdi. Ebu Süfyan Resulullah (s.a.)'a şöyle demişti: "Seninle sözleşme yerimiz arkadaşlarımızı öldürdüğünüz yer olan Bedir panayırıdır." Korkak kimseler geri döndü, kahraman ve yiğit kimseler ise savaş için gerekli hazırlığı yaptı, oraya gittiler ve orada kimseyi göremediler. Alışverişte bulundular. Bunun üzerine Yüce Allah, "Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler" ayetini indirdi.

İbni Merdûveyh, Ebu Râfi'den rivayetine göre Resulullah (s.a.) Hz. Ali'yi beraberindeki bir grup ile birlikte Ebu Süfyan'ı takip etmek üzere gönderdi. Huzaalılara mensup bir bedevi onlarla karşılaştı ve şöyle dedi: "Bunlar sizin için asker toplamış bulunuyorlar." Hz. Ali ve beraberindekiler, "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. [37]

Hamrâu'1-Esed Gazası:

Rivayet edildiğine göre Ebu Süfyan ve arkadaşları Uhud'dan geri dönüp -Mekke ile Medine arasında bir yer olan- er-Ravhâ denilen yere ulaştıklarında pişman oldular, geri dönmek istediler. Maksatları geri kalan müminleri de öldür­mekti. Resulullah (s.a.) durumu haber alınca onları korkutmak, kendisinin ve arkadaşlarının gücünü onlara göstermek istedi. O bakımdan arkadaşlarını harbe çıkmaya çağırdı ve şöyle dedi: "Bizimle birlikte dün bizimle hazır bulunan­ların dışında kimse çıkmasın." Resulullah (s.a.) Ashabından bir grup ile yola ko­yuldu. -Medine'den 8 mil uzaklıkta bir yer olan- Hamrâul Esed diye bilinen yere ulaşıncaya kadar yola devam ettiler. Hz. Peygamberin arkadaşları yaralı idi. Bu sıkıntılara katlanmak için kendilerini zorladılar. Ta ki ecir ve mükâfattan mah­rum kalmasınlar. Yüce Allah da müşriklerin kalplerine korku yerleştirdi. Bunun üzerine süratle Mekke'ye gittiler. Buna dair bu ayet-i kerime nazil oldu.

Bu olay Hamrâul-Esed gazası adını alır. Uhud gazasının tamamlayıcısıdır. [38]

Küçük Bedir Gazası:

İbni Abbas, Mücahid ve Ikrime, "İnsanlar kendilerine ... dediler." ayetinin Küçük Bedir gazası hakkında nazil olduğunu rivayet etmişlerdir. Bu gaza kısa­ca şöyledir: Ebu Süfyan Uhud'dan ayrılmak istediğinde şöyle demişti: "Ey Muhammed, dilediğin takdirde seninle buluşma vaktimiz gelecek Bedir panayırı olsun." Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu, "İnşaallah bu bizimle sizin buluşma vaktimiz olsun." Ertesi sene Ebu Süfyan Mekkelilerle birlikte yola çıktı. Merr ez-Zahrân taraflarında Micenne denilen yerde konakladı. Allah kalbine korku saldı. Geri dönmek istedi. Bu sırada Umre yapıp geri dönmüş bulunan Nuaym b. Mes'ud ile karşılaştı.

Ebu Süfyan ona şöyle dedi: "Ben Muhammed ve arkadaşlarıyla Bedir pa­nayırında buluşmak üzere sözleşmiş idim. Bu yıl ise bir kıtlık yılıdır. Meraların bol olduğu ve bol bol süt içeceğimiz bir yıl dışında böyle bir işe kalkışmamız uy­gun değildir. Şimdiden geri dönmek kanaatine sahip oldum. Fakat Muhammed oraya gelirken benim gitmemem de hoşuma gitmez. Çünkü bu, onların cesaret­lerini artıracaktır. Haydi Medine'ye git, onların çıkmalarını önleyecek şekilde cesaretlerini kıracak sözler söyle. Buna karşılık sana Süheyl b. Amr'ın yanında emanet olarak bırakacağım on deve var."

Nuaym Medine'ye vardığında Müslümanların Ebu Süfyan'a verdikleri söz için hazırlık yaptıklarını gördü. Onlara şöyle dedi: "Bu uygun bir görüş değildir. Onlar yurtlarınızda kaldığınız yerde size geldiler. Kaçanlar dışında sizden kimse kurtulamadı. Şimdi de onların karşısına çıkmak mı istiyorsunuz? Bu pa­nayır yerinde size karşı pek çok asker toplamış bulunuyorlar. Allah'a yemin ederim, sizden kimse kurtulamayacaktır." Nuaym'ın söylediği bu sözlerin bazı­larının üzerinde büyük bir etkisi oldu.

Resulullah (s.a.) ise şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, yalnız başıma olsam dahi mutlaka çıkacağım." Hz. Peygamber beraberinde yetmiş süvari ile birlikte, "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" diyerek yola çık­tılar. Küçük Bedir'e, sözleştikleri yere ulaşıncaya kadar yollarına devam ettiler. Hz. Peygamber orada sekiz gün süre ile kaldı. Ebu Süfyan'ın gelmesini bekledi, kimse ile karşılaşmadı. Çünkü Ebu Süfyan ordusu ile birlikte Mekke'ye geri dönmüştü. Beraberinde bin kişi vardı. Mekkeliler bu orduya "Sevîk ordusu" adını verdi ve onlara "Sizler sevik içmek (yemek) için çıktınız" dediler.

Müslümanlar Bedir pazarına vardılar. Beraberlerinde para ve ticaret mal­ları vardı. Bunları sattılar, bunların yerine yiyecek ve kuru üzüm aldılar. Bir dirheme iki dirhem kâr ettiler. Medine'ye esenlikle ve kâr elde etmiş olarak ge­ri döndüler. [39]

Açıklaması

Ayet-i kerime Uhud şehitleri hakkındadır.

Yüce Allah şehitler hakkında dünyada öldürülmüş olsalar dahi ahiret yur­dunda ruhlarının diri ve rızıklanır halde olduğunu haber vermektedir. Hitap Resulullah (s.a.)'a veya herkesedir. Anlamı şudur: Ey daha önce geçen müna­fıkların sözünü işiten kişi! Sen, Allah yolunda öldürülenleri, dünyada iken yap­mış oldukları amelleri karşılığında mükâfat görmeyen ölüler sanmayasın. Bila­kis onlar bir başka âlemde diridirler. Rableri katında yakınlaştırılmış mevki sahibidirler. Yüce Allah'ın, "Rabbinin yanında olanlar..." (Fussilet, 41/38) buy­ruğunda da işaret edildiği gibi. Sair canlılar nasıl nzıklanıyorlarsa onlar da öy­lece rızıklanırlar; yerler, içerler. Bu ise onların hayatta oluşlarını daha bir pe­kiştirmekte ve Allah'ın rızkı ile gelen nimetler içerisinde olduklarını ifade eden hallerini nitelendirmektedir.

Burada "Allah katında" olmakla kendilerinden söz edilmesi, onların üs­tünlüklerine, yüksek mevkilerine ve şereflerine bir işarettir. Oldukça yakın olmalarını gerektiren bir tabirdir. Yoksa burada "yanında olmak" mekân, mesafe, yakınlık ve sınır itibariyle değildir. Kur'an-ı Kerim'in şehitler hakkında tespit ettiği bu hayat, gaybî bir hayattır. Biz bunun hakikatini idrak edemeyiz. Ancak Kur'an-ı Kerim'in haber ettiği şekilde bu hayata iman ederiz. Yüce Allah'ın, "Rableri katında diridirler, rızıklanırlar" buyruğunda bir muzaf hazfedilmiştir ki, takdiri şöyledir: Rablerinin lütuflarının yanındadırlar.

Bu şehitler ebedî nimetler, büyük lütuflar, şehitlik sebebiyle başkalarına üstün kılınmak gibi orada gördükleri şeylerle sevinç içerisindedirler. Aynı şekilde onlar henüz Allah yolunda öldürülmemiş mücahit kardeşlerinin duru­mundan dolayı da sevinirler. Bunlar henüz şehit olmamakla birlikte, aynı yol üzerinde gitmektedirler. Kendilerinden önce giden şehit kafilelerinin izine uy­maktadırlar. Bu şehitler Rablerinin kendileri için hazırlamış olduğu güzel mü­kâfatı gördüler. Hoşa gitmeyen şeylerden yana korkunun, kaybettiklerine üzül­menin bulandırmadığı ebedî hayattır bu mükâfat.

Bu şehitler aynı zamanda amelleri karşılığında kendilerine tekrarlanıp duracak şekilde verilen ecir ve sevaptan, Yüce Allah'ın cennetten ve cennetteki nimetlerden kendilerine verdiği ilâhî lütuftan dolayı da sevinirler. Bu ayet-i kerimede geçen lütuf, sözü geçen nimetlerdir. Allah onlara ecir verir. Yani onlar Allah'tan gelen nimetlerle sevinirler. Allah'ın müminlerin ecirlerini boşa çıkar­mamasından dolayı da sevinç içindedirler.

Bu cümle daha önce geçen, "Kendileri için hiç bir korku yoktur, onlar üzü­lecek de değillerdir" şeklindeki ifadenin bir açıklaması şeklindedir. Çünkü Al­lah'ın nimeti içinde olan bir kimse ebediyyen üzülmez. İşlediği amellerin sevabı kendisi için (ecri verilmek üzere) saklanılan kimsenin akibetinden korkulmaz.

İşte bunlar cihada bir teşvik olup şehadet arzusuna özlem duyuran ifade­lerdir. İmam Ahmed'in rivayetine göre İbni Abbas şöyle demiştir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: "Kardeşleriniz Uhud günü isabet alınca Allah onların ruhla­rını yeşil kuşların kursaklarına yerleştirdi. Bunlar cennet ırmaklarına gidiyor, cennet meyvelerinden yiyor ve Arş'ın gölgesinde altından kandillerin altına sığı­nıyor..."

Daha sonra Yüce Allah sevaplarının artmasının sebebi olan güzel amel sahibi olmakla onları nitelendirmekte ve Resulullah (s.a.)'ın Uhud Gazası aka­binde Hamrâu'1-Esed gazvesinde Ebu Süfyan ile karşılaşmak üzere gitmekle Peygamber (s.a.)'in çağrısını çabucak kabul eden bu mücahitler için cihad ve kahramanlıkları ile mütenasip büyük bir ecir sahibi olduklarını haber vermek­tedir. Bunlar Uhud günü aldıkları yaralara ve içinde bulundukları acılara rağ­men, bu çağrılara icabet ederek oralara gitmişlerdi.

Yüce Allah'ın, "Onlardan" ifadesi bu çağrıyı kabul eden kimselerin büyük lütuf ve ecre nail olduğuna işaret etmektedir. Geri kalanların ise kendileri ile ilgili yahut aileleri dolayısıyla kabul edilebilir mani ve özürleri vardı.

Daha sonra Yüce Allah Uhud Gazasının ertesi yılında Küçük Bedir gazası­na katılanların da şanını yüceltmektedir. Bunlar, insanlar kendilerine –yani halen müşrik olan Eşcalı Nuaym b. Mes'ud'un kendilerine- şu sözleri söyleme­sine rağmen gazaya çıkmışlardı:" İnsanlar yani Ebu Süfyan ve onun yardımcı­ları sizinle savaşmak üzere size karşı kalabalık ordular topladı. Onlardan kor­kun, çekinin, onlara karşı çıkmayın. "Bu sözler ise onların Allah'a olan imanla­rını, onun vaadine güvenlerini, dini üzere sebatlarını artırmıştı. Çünkü onlar Allah'ın desteğine, yardımına, zaferine güvendiler. Tüm bunlardan önce ise ni­yetleri samimi idi. Sonuçlar ne olursa olsun müşriklerle karşılaşmak kararlı­lıkları daha da arttı. Bu da Yüce Allah'ın Hendek (Ahzab) gazvesinde mümin­leri niteleyici şu buyruklarını andırmaktadır: "Müminler ahzabı gördüklerinde dediler ki: "Allah'ın ve Rasulünün bize vaad ettiği işte budur. Allah ve Rasulü doğru söylemiştir. "O da onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırdı." (Ahzab, 33/22).

Müminler bu durumda Allah'a olan imanlarının doğruluk ve samimiyetini ifade ederek şöyle dediler: "Bu kalabalıklara karşı Allah bize yeter. İşlerimizi kendisine havale ettiğimiz Rabbimiz ne güzel vekildir! O ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır!" Aynı şekilde bu ateşe atıldığı vakit İbrahim (a.s)'ın söyledi­ği sözdür.[40] Hz. Muhammed (s.a.) de bunu insanlardan birisi kendisine, "İn­sanlar (müşrikler) sizin için ordu topladılar, onlardan korkunuz" demeleri üze­rine söylemişti. Gam, musibet ve büyük sıkıntıların, belâların insanın etrafını kuşattığı sırada bu sözleri söylemek müstehaptır.

İbni Merdûveyh, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Büyük bir işe (sıkıntıya) düştüğünüz takdirde "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" deyiniz." [41]

İbni Ebi'd-Dünya'nın Hz. Aişe'den rivayetine göre, Hz. Peygamber kederi arttığında eliyle başını ve sakalını sıvazlar sonra da derin nefes alıp verir ve: (Hasbünallah ve ni'mel-vekil) = Allah bana yeter, o ne güzel vekildir, derdi.

Müslümanlar bu şekilde işlerini Allah'a havale edip ona tevekkül etme­leri üzerine dört türlü mükâfatı elde ettiler: Allah'tan bir nimet, Allah'ın lüt­fü, kötülüğün bertaraf edilmesi, Allah'ın razı olduğu şeye tabi olmaları sonu­cunda onun da onlardan razı olması. Yani onlar Allah'a tevekkül edip düş­manlarıyla karşılaşmak üzere çıktıkları vakit Allah da onların üzülüp endişe­sini duydukları şey hakkında onlara kâfi geldi. Onlara kötülük yapmak iste­yenlerin bu imkânlarını geri çevirdi, onları korudu, ticaretlerinde kâr sağla­dılar. Onlara herhangi bir öldürme ya da eziyet isabet etmedi. Kurtuluşun dünya ve ahirette mutluluğun temeli olan Rasullerine itaat ve Rablerinin rı­zasını elde etmek niteliğine sahip oldular. Allah'ın bunda onlar üzerindeki lütfü pek büyüktür. Çünkü onlara imanlarını artırmak, cihada muvaffak kılmak, düşmanlarının sakladığı kötülüklerden onları korumak suretiyle lütufta bulunmuştur.

İşte bu geriye kalan ve oturanların (savaşa çıkmayanların) ziyanda olduk­larına bir işarettir. Çünkü bunlar başkalarının elde ettikleri nimetlerden mah­rum kaldılar. Yüce Allah'ın, "Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler" buyru­ğunun anlamı işte budur.

Beyhakî, İbni Abbas'tan Yüce Allah'ın, "Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler" buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir: Nimet, onların esenliğe kavuşmaları, bolluk da o panayır günlerinde gelen bir kervanı Resulullah (s.a.)'ın satın alması ve bundan önemli bir kâr sağlayıp bu kârını da arkadaşları arasında paylaştırmağıdır.

Taberî, es-Süddfden şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.), Küçük Bedir'e çıkınca ashabıma bir miktar gümüş para (dirhem) verdi. Onlar da bu panayırlarda alışveriş yaptılar ve pek çok kâr elde ettiler.

Daha sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: İşte bu şeytandır, ancak ken­di dostlarını korkutur. Yani sizi kendi dostlarıyla korkutmak ister. Onların bü­yük bir güç ve kuvvet sahibi oldukları vehmini size vermeye çalışır. Size söyle­nen, "İnsanlar size karşı bir ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun" sözle­ri, ancak müşriklerden olan yardımcıları ile sizleri korkutmaya çalışan, onların sayılarının çok olduğu, büyük bir güç kuvvet sahibi oldukları vehmini vermeye çalışan ve bu bakımdan sizlere, "Onlara karşı çıkmayın" diyen şeytandan gel­medir.

Fakat ey müminler size düşen şudur: Şeytan size bir işi güzel gösterip bu konuda size vehim verdiğinde yalnızca bana tevekkül ediniz, bana sığınınız. Ben size yeterim, size yardım edeceğim. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmak­tadır: "Allah kuluna kâfi gelmez mi? Halbuki onlar seni ondan başkalarıyla korkuturlar... De ki: Allah bana yeter. Tevekkül edenler yalnız O'na tevekkül ederler." (Zümer, 39/36-38); "Allah, elbette ben ve peygamberlerim galip gelece­ğim diye yazdı. Muhakkak Allah güçlüdür, azizdir." (Mücadele, 58/21); "Allah kendi (dini)ne yardım edene elbette yardım edecektir." (Hac, 22/40); "Ey iman edenler, eğer sizler Allah'a (dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınıza sebat verir." (Muhammed, 47/7). Bir başka yerde de şöyle buyur­maktadır: "Şüphesiz bizler peygamberlerimize ve müminlere dünya hayatında ve şahitlerin ayağa kalkacakları günde yardım ederiz. O gün kâfirlerin özürleri fayda vermez. Hem lanet ve hem de kötü yurt onlarındır." (Mümin, 40/51-52). [42]


[37] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/416-417.


[38] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/417.


[39] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/417-418.


[40] Buharî İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "İbrahim (a.s.)'in ateşe atılırken söylediği son söz, "Hasbunallah ve ni'mel-vekil= Allah bize yeter, o ne güzel vekildir! sö­züdür."


[41] Bu, bu şekliyle garib bir hadistir. Ancak bunu destekleyen pek çok rivayet vardır. Bk. İb­ni Kesir, 1/430.


[42] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/418-421.

Hiç yorum yok: