14 Aralık 2018 Cuma

AL-İ İMRAN SÛRESİ 137-141. ayetlerin tefsiri


Yalancılarla Takva Sahiplerinin Akıbeti Ve Müminlerin Cihadla Aziz Olması


137- Sizden evvel bir çok ümmetler ge­lip geçmiştir. Onun için yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların son­ları nice oldu, görün.

138- Bu, inananlar için bir açıklamadır. Takva sahipleri için de bir bidayet ve bir öğüttür.

139- Gevşemeyin, üzülmeyin de. Siz eğer müminler iseniz, muhakkak üs­tünsünüz.

140,141- Eğer size bir yara isabet ettiy­se o topluluğa da öylece bir yara isabet etmiştir. İşte o günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz. Ta ki Al­lah müminleri ayırt etsin, içinizden şe­hitler edinsin. Allah zalimleri sevmez. Bir de müminleri Allah temizlesin, kâ­firleri de helak etsin diye.


Nüzul Sebebi

"Gevşemeyin, üzülmeyin de..." buyruğunun inişi ile ilgili olarak İbni Abbas der ki: Resulullah (s.a.)'ın ashabı Uhud günü bozguna uğradı. Hâlid b. Velid dağın tepesinden arkalarından dolaşarak müşriklerin atlılarıyla birlikte üzer­lerine doğru geliyordu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.) şöyle dua etti: "Allahım, bizim üstümüze çıkmasınlar, Allahım bizim gücümüz ancak seninledir. Allahım bu beldede bunlardan başka sana ibadet eden kimse yoktur." Bunun üze­rine Yüce Allah bu ayet-i kerimeleri indirdi. Müslümanlardan bir grup okçu or­taya çıkarak tepeye tırmandı ve onları geri çekilmek zorunda bırakıncaya ka­dar müşriklerin atlılarına ok attılar. İşte Yüce Allah'ın, "Muhakkak üstünsü­nüz" buyruğu bunu anlatmaktadır.[8]

"Eğer size bir yara isabet ettiyse..." buyruğunun baş taraflarının nüzul se­bebi ile ilgili olarak Raşid b. Sa'd der ki: Resulullah (s.a.) Uhud günü kederli ve üzüntülü olarak dönünce kimi kadınlar -hafifçe üzüntü ve keder sesleri çıkararak- kocasını, oğlunu öldürülmüş olarak getiriyordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.), "Allah'ın Rasulüne böyle mi yapılır?" dedi, Yüce Allah da, "Eğer size bir yara isabet ettiyse..." ayetini indirdi.[9]

140. ayet-i kerimede "... içinizden şehitler edinsin" buyruğunun nüzulüne gelince: İbni Ebi Hatim, Ikrime'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Kadınlar, Uhud'dan bekledikleri haberlerin gecikmesi üzerine durumu öğrenmek üzere dışarı çıktılar. Deve üstünde gelen iki adam gördüler. Bir kadın, "Resulullah (s.a.) ne durumda?" diye sordu, "hayattadır, dediler. Bunun üzerine kadın şöyle dedi: "Allah'ın kullarından bazılarını şehit yapması umurumda de­ğildir." Bunun üzerine Kur'an-ı Kerim'in ayeti onun dediği şekilde, "İçinizden şehitler edinsin..." diye nazil oldu. [10]

Açıklaması

Gerçek şu ki Allah'ın meşieti (dilemesi), sabit bir takım düzenlemelere, sa­pasağlam, hikmeti sonsuz sünnetlere göre cereyan etmektedir. Bunda sebep ve sonuçlar arasında işin başlangıcındaki durumlar ile sonunda karşılaşılan du­rumlar arasında bir ilişki vardır. Şüphesiz bununla birlikte Allah her şeye kadirdir. Geçenler hakkında olsun, sonrakiler hakkında olsun onun sünneti şu­dur: İtaat eden, iman eden, kendilerine tevfik verilenlerin yolu üzere giden kimse mutluluğa, zafer ve kurtuluşa nail olur. İsyankâr ve yalanlayıcıların yo­lunu izleyenlerin akibeti ise helak olmaktır.
Barış hallerinde kişi ziraat, sanayi, ticaret ve buna benzer işler hakkında istenen usul ve ilmî esaslara, bilinen tecrübelere uygun olarak yol aldığı tak­dirde başarı kazanır, maksadına nail olur. İsterse inkarcı, putperest veya mecusî olsun. Şayet makul olandan uzaklaşır, alışılmış olanın dışına çıkarsa -is­terse salih ve takva sahibi bir kimse olsun- zarar edenlerdendir.

Savaş hallerinde ise eğer komutan düşmanla savaşmak için her çağda uy­gun olan hazırlığı yapacak olursa, Yüce Allah'ın, "Onlara karşı gücünüz yetti­ğince hazırlık yapınız..." (Enfal, 8/60) buyruğunu yerine getirir, orduyu üstün ve sağlıklı bir şekilde savaş tekniklerine uygun olarak eğitirse zafer ve galibi­yet Allah'ın yardımıyla onlara ulaşır. Şayet gerekli hazırlıkları ve eğitimi ih­mal ederse bu sefer bozguna mahkûm olurlar.

Yeryüzünde yürüyüp de ümmetlerin durumlarını yakından izleyen, tarihi düşünen, haberleri öğrenen bir kimse değişmez ilâhî sünnetin sonuçlarıyla karşılaşacaktır. Bu ise güzel davrananların arzularını elde edip zafere kavuş­ması, kötü davrananların da zarara uğramasıdır.

İşte bu, uygun hareket etmeyen, Uhud'da Resulullah (s.a.)'ın emrine aykı­rı davranan kimseler için bir uyarma; Bedir günü ise zaferin sebat, samimi ola­rak düşmana karşı koyma, Allah'a ve Rasulüne itaat edip Allah'a güzel bir şe­kilde tevekkülde bulunma, O'nun kudret, rahmet ve lütfuna duyulan güven se­bebiyle gerçekleştiğine dair bir hatırlatmadır.

Bütün bunlar Kur'an-ı Kerim'de tüm insanlara açık seçik bir beyanattır. Aralarından özellikle takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in hidayetinden yararlananlar onlardır, "İşte bu Kitap, onda hiç bir şüphe yoktur, takva sahipleri için bir hidayettir." (Bakara, 2/2); "İşte bunlar hakim olan Kitap'ın ayetleridir. İhsan edenler için hidayet ve bir rahmettir." (Lokman, 31/2-3). O herşeyi açık ve seçik bir şekilde açıklar. Öncekilerin düş­manlarına karşı ne durumda olduklarını beyan eder. Haramlara bulaşmaktan, emirlere aykırı davranmaktan alıkoyar, uyarır.

İşte bu, müşriklerin ve münafıkların, "Şayet Muhammed gerçek bir pey­gamber olsaydı, Uhud vakasında yenilgiye düşmezdi." şeklindeki sözlerini çü­rütmektedir. Çünkü şanı yüce Allah'ın sünnetinin peygamberler için de rasuller için de diğer insanlar için de geçerli olduğu bu olaydan açıkça anlaşılmaktadır. Askerleri tarafından kendisine itaat edilmeyip emirlerine aykırı hareket edilen komutanın ordusu mutlaka bozguna maruz kalır.

Müminler bu gerçeği bildiklerine göre Uhud'da cereyan edenler ve kendi­lerine isabet eden yaralar dolayısıyla savaşta zaaf göstermemelidirler. Uhud'da aralarından isabet alıp şehit düşenlere üzülmemelidirler. Çünkü aralarından öldürülen kimseler kıyamet gününde Allah katında ikrama mazhar olacak şe­hitlerdir. Bu vakıa Müslümanlar için bir ders, bir eğitim olmuştur. Bundan do­layı Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Uhud günü eğer yenilgi ile zafer ka­zanmaktan birisini seçmek hususunda muhayyer bırakılsaydım, şüphesiz yenilgiyi seçerdim."

Ey müminler! Siz en üstün kimseler iken, güzel akibet ve zafer sizin iken zaaf göstermemeniz, üzülmemeniz gerekir. Sizin sonunda zafere kavuşmanız ise, Yüce Allah'ın güzel akibeti takva sahiplerine vermesi sünnetinin bir gere­ğidir. Müminler arasından öldürülenlerin cennette olması, kâfirlerin maktullerinin ise cehennemde olması da bu sünnetin bir gereğidir. Zaaf göstermenin ve üzülmenin yasaklanmasından kasıt, (düşmana) teslimiyet göstermenin yasak­lanması ve samimi bir kararlılık, güçlü bir irade, Allah'tan güzel şeyleri um­mak, ona gereği gibi tevekkül edip yardıma güvenmekle birlikte, gereken ha­zırlıkların da yapılmasına yeniden dönmektir.

Acılarınız, yaralarınız ve savaşta öldürülenleriniz sebebiyle nasıl olur da zaafa düşersiniz? Eğer Uhud'da size bir takım yaralar isabet etmiş, sizden bir grup öldürülmüş ise düşmanlarınıza da buna yalan bir musibet gelip çatmış, onlardan da bir takım kimseler öldürülmüş ve yaralanmıştı. Hatta Bedir'de onlar bundan da daha büyük bir acıya maruz kalmışlardı. Sizler Uhud'da ye­nilgiye uğradınız ise Bedir'de de muzafferdiniz. Günler döner dolaşır, savaşta da kimi zaman bu taraf, kimi zaman öbür taraf muzaffer olur. Kimi zaman le­hinize kimi zaman aleyhinizedir. Bütün bunlar ise bir hikmet sebebiyle böyle­dir. Bir gün batıl üstünlük kazanmışsa pek çok günde de hak galip gelir. So­nunda ise güzel akibet ihlâslı takva sahiplerinindir. Sirette yer aldığına göre Uhud günü Ebu Süfyan dağa çıkar, bir süre durduktan sonra şöyle der: Ebu Kebşe'nin oğlu -Muhammed (s.a.)'i kastediyor- nerede? -Ebu Kebşe Peygamber efendimizin süt annesi Halime'nin kocası olup Hz. Peygamberin süt baba­sıdır-. Nerde Ebu Kuhafe'nin oğlu -bununla da Hz. Ebu Bekir'i kastediyor-. Nerde Hattab'ın oğlu? Hz. Ömer der ki: "İşte Resulullah (s.a.) burada, Ebu Be­kir bu ve işte ben de Ömer." Bunun üzerine Ebu Süfyan der ki: "Bir gününüze karşılık bizim bu günümüzdür. Günler döner dolaşır, savaşta da zaferi kimi zaman bu taraf kimi zaman öbür taraf kazanır." Hz. Ömer ona şöyle der: "Ama arada bir eşitlik yoktur. Çünkü bizden ölenler cennette, sizden ölenler cehen­nemdedir." Ebu Süfyan şöyle der: "Bunu siz iddia ediyorsunuz. Eğer durum dediğiniz gibiyse o zaman biz zarar etmiş, umduğumuzu elde edememişiz de­mektir." [11]

Şüphesiz devletler arası durumların değişip durması adaletin ortaya çık­ması, düzenin yerleşmesi, Allah'ın umumî sünnetlerine bakanların öğrenmesi, müminlerin imanının tahakkukuna dair Allah'ın ilmini ortaya çıkarması, düş­manlarla çarpışmaya sabredenlerin açığa çıkması içindir. Bu Yüce Allah'ın, "Allah murdar olanı temiz olandan ayırt etsin diye." (Enfal, 8/37) buyruğunu andırmaktadır. Yani insanlar bu ikisi arasındaki farkı bilsin, birbirinden ayrıl­sınlar diye bunlar böyle oluyor. Bundan dolayı Uhud vakasından sonra Resulullah (s.a.) müşrikleri kovalamak ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Bizimle savaşa -yani Hamrâul-Esed gazvesine- fiilen savaşanlardan başka kimse gelmesin." O bakımdan yorgunluklarına, sıkıntılarına rağmen samimi müminler onunla birlikte gittiler. Yüce Allah'ın, "Allah ayırt etsin..." buyruğunu "Al­lah'ın bildiğini, bu şekilde insanların durumu öğrenmelerini sağlayacak suret­te açığa çıkarması" diye tefsir ettik. Çünkü Allah'ın eşya ve olaylara dair bilgi­si ezelden beri sabit olmuştur. Meydana gelen her bir olay daha önce Allah'ın ezeldeki bilgisine uygun olarak ortaya çıkar. Yoksa Allah'ın bilgisi cereyan eden vakıalara uygun bir hale gelmez. Şanı yüce Allah'ın bilmediği bir şey, hiç bir zaman sabit ve değişmez bir hakikat olamaz.

Bunun bir diğer sebebi de Allah'ın bir takım kimseleri Allah yolunda şehit olmak için hazırlamasıdır. Bu, O'nun yolunda öldürülsünler, rızası uğrunda canlarını feda etsinler diyedir. Bedir günü bazı kimseler şehadeti kaçırdılar. Bundan dolayı şehitlik mertebesine erebilmek için düşmanla karşılaşmayı temenni ettiler. Yüce Allah şehitlere berzahta özel bir hayat ve peygamberlere yakın bir derece verme lütfunda bulunmuştur. Şöyle buyurmaktadır: "Allah yo­lunda öldürülenleri sakın ölü sanmayasın. Aksine onlar Rableri nezdinde diri­dirler, mıhlanırlar." (Âl-i İmrân, 3/169); "İşte bunlar Allah'ın kendilerine nimet ihsan ettiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle birliktedirler." (Nisa, 4/69). Sözün burasında ihlâslarına dikkat çekmek üzere şehitlerin zıddı olanlardan söz edilmektedir. Yüce Allah kendilerine zulmetmeleri, yeryüzünde fesat çıkartmaları, insanlara haksızlık etmeleri dolayısıyla zalim ve kâfirleri cezalan­dıracağını, onların devlet ve sultalarının zevalini çabuklaştıracağını belirtmektedir. Çünkü zulmün kalıcılığı söz konusu değildir.

Daha sonra Yüce Allah savaş alanlarının bazı şeyleri ortaya çıkartıp açığa vurmak ve imanları arındırmak için uygun alanlar olduğunu pekiştirmektedir. Samimi müminler münafıklardan bu alanlarda ayırd edilir. İmanın doğruluğu, sarsılmaz bir kararlılık ve belâlara karşı sebat göstermek bununla ortaya çı­kar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki siz onunla karşı­laşmadan önce ölümü temenni ediyordunuz. İşte ona bakıp dururken onu gör­dünüz." (Âl-i İmrân, 3/143). Uhud gazvesinde münafıklar geri dönmüş, çareyi kaçmakta bulmuşlardı. Hatta savaş esnasında kimi müminler dahi kaçmıştı. Bazıları ise Resulullah (s.a.)'ın etrafında sebat göstermişlerdi. Böylelikle düş­manla savaşma temennilerinin mücerred bir arzu olduğu, karar ve kalıcılığının olmadığı ortaya çıkmıştı. Buharî ile Müslim'de sabit olduğuna göre Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Allah'tan esenlik dileyiniz. Fakat onlarla karşılaştınız mı da sabır gösteriniz ve şunu bili­niz ki cennet kılıçların gölgesi altındadır."

Yine savaşın faydalarından birisi de kâfirlerin durumunu açığa çıkarması­dır. Onlar Uhud'da olduğu gibi zafer elde edecek olurlarsa azgınlık eder, haksızlık eder, şımarırlar. Bu ise onların yok olmalarına, helak olmalarına, kökle­rinin kazınmalarına, mahvedilmelerine sebeptir. Onların kalıcılıkları, devamlı­lıkları olmaz. Samimi müminler karşısında bu halleri devam etmez. Şayet Be­dirde olduğu gibi bozguna uğrayacak olurlarsa Allah da çabucak onları yok eder, darmadağın eder. Güzel akibet ise takva sahiplerinindir.

Bu ayetlerin muhtevasını dile getiren pek çok ayet-i kerime daha varit ol­muştur. Bunların bazıları şöyledir: "Yoksa siz, sizden önce geçenlerin halinin benzeri başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar ve sıkıntılar gelip çattı ve öyle sarsıldılar ki..." (Bakara, 2/214); "Elif, Lam, Mim. İnsanlar, "İman ettik" demeleriyle ve imtihan olunmadıkça bırakılıverileceklerini mi sandılar?" (Ankebût, 29/1-2) Bundan sonra gelen, "Yoksa siz Allah içinizden cihad edenlerle sabredenleri belli etmeden cennete girive­receğinizi mi sandınız?" (Âl-i İmran, 3/143) ayeti de bunlardan birisidir. [12]



[8] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzul, s. 71. Ancak bu rivayet hadis kaynaklarında tahric edilmemiş­tir; zayıf olduğu da görülmektedir.


[9] el-Vâhidî, Esbâbu'n-Nüzul, s. 71. Ancak bu rivayet hadis kaynaklarında tahric edilmemiş­tir; zayıf olduğu da görülmektedir.


[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/358-359.


[11] İbni Kesîr, 1/412; Kurtubî, IV 234.


[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/359-363.

Hiç yorum yok: