21 Aralık 2018 Cuma

YASİN SÛRESİ 33.- 44. ayetlerin tefsiri


İlahi Kudretin, Öldükten Sonra Dirilme Ve Diğer Bazı Konulardaki Delilleri:


33- Ölü toprak onlar için bir ayettir: Biz onu dirilttik, ondan tane çıkar­dık da ondan yiyorlar.

34- Orada hurma ve üzüm bahçeleri yarattık. Orada çeşmeler akıttık. Onun ürününden ve kendi ellerinin emeğinden yesinler. Hâlâ şükretmiyorlar mı?

36- Yerin bitirmekte olduğu şeylerden, kendilerinden ve bilmedikleri daha nice şeylerden bütün çiftleri yaratan o Allah ne yücedir!


37- Gece de onlar için bir ayettir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çıkarırız Bir de bakarlar ki karanlıkta kalıvermişler.

38- Güneş de kendi karargâhında akıp gitmektedir. Bu, mutlak galip ve her şeyi hakkıyla bilen Allah'ın takdiridir.

39- Aya da konaklar tayin ettik. Ni­hayet o, eski urcun
(kuruyup incelen eski hurma dalı) haline döner.

40- Ne aya erişmek güneşe düşer, ne de gece gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir felekte yüzmektedirler.

41- Onlar için bir ayet de, onların zürriyetini o dopdolu gemide taşı­mış olmamız

42- Ve kendilerine binecekleri bu­nun gibi nice şeyleri yaratmış bulunmamızdır.

43- Dilesek onları suda boğarız, ne kendilerine imdat eden bulunur, ne de kur­tarılırlar.

44- Ancak bizden bir rahmet ve bir süreye kadar yaşatma müstesnadır.


Açıklaması:


"Ölü toprak onlar için bir ayettir: Biz onu dirilttik, ondan tane çıkardık da ondan yiyorlar" Yani Allah'ın varlığına ve ölüleri diriltip onlara hayat verecek kudrete sahip bulunduğuna delâlet eden alâmetlerden biri de üze­rinde bitki bulunmayan kupkuru toprağı, üzerine yağmur yağdırarak yeni­den canlandırması ve onu üzerindeki muhtelif renk ve şekillerdeki bitkiler­le adeta dalgalanıp sallanır hale getirmesi; ondan, kulların ve onların hay­vanlarının rızkı olan taneyi çıkarmasıdır ki, bu tane, yenen şeylerin büyük çoğunluğunun aslı ve hayatın ve geçimin kendisiyle idame ettirildiği temel maddedir. İşte ölüleri de tıpkı ölü toprağa hayat verdiğimiz gibi diriltiriz.

"Orada hurma ve üzüm bahçeleri yarattık. Orada çeşmeler akıttık" Ya­ni canlandırdığımız yeryüzünde, incir, üzüm vs. ağaçlarıyla bezeli bahçeler var ettik; orada çeşitli yerlere dağılıp giden nehirler akıttık.

Diğer meyveler arasında hurma ve üzüm kelimelerinin müzekker (eril) kalıplarla ifade edilmesinin sebebi şudur: Yiyeceklerin en lezzetlileri, tatlı olanlardır ve zikredilen meyveler de en tatlı yiyeceklerdir. Çünkü hur­ma ve üzüm, diğerlerinin aksine hem gıda, hem de meyvedir, ayrıca fayda­ları en çok olan yiyeceklerdir.

"Ki onun ürününden ve kendi ellerinin emeğinden yesinler. Hâlâ şük­retmiyorlar mı?" Yani tanelerin ve bahçelerin yaratılmasıyla amaçlanan, insanların, hem hurma ve üzümlerin mezkûr ürününden yemesi, hem de kendi ellerinin emeğiyle diktikleri fidanlardan, ektikleri ekinlerden, tane ve ürünlerden elde ettikleri içecek ve yiyeceklerden faydalanmasıdır. Bütün bunlar, onların kudret ve kuvvetleriyle olan şeyler olmayıp, sadece Yü­ce Allah'ın onlara bir rahmetidir. Öyleyse onlar, kendilerine ihsan ettiği hadsiz hesapsız bu nimetlere karşılık Yüce Allah'a şükretseler ya! Bu ifa­de, terkini kınama tarzında gelen bir şükür emridir.

Bu ayetteki "ürününden" kelimesi, daha önce zikredilen "hurma ve üzüm bahçeleri"ne aittir. Râzî şöyle demiştir: "Meşhur olan görüşe göre bu kelime Allah'a racidir." "... ve kendi ellerinin emeği" ifadesi ise Râzî'ye göre ziraat ve ticareti kapsar.

Yüce Allah onlara şükretmelerini emir buyurduğuna göre Allah'a şü­kür ibadetle yapılır. Yüce Allah onların, kendisine ibadeti terketmekle kal­mayıp, başkalarına kulluk ettikleri ve şirke düştükleri konusunda uyarıda bulunmakta ve şöyle buyurmaktadır:

"Yerin bitirmekte olduğu şeylerden, kendilerinden ve bilmedikleri daha nice şeylerden bütün çiftleri yaratan o Allah ne yücedir!" Yani muhtelif renk, tat ve şekillerde çeşit çeşit ve sınıf sınıf ekin, ürün ve bitkiyi, "her şeyden iki çift yarattık; olur ki inceden inceye düşünürsünüz diye" (Zâriyât, 51/49) buyurduğu gibi nefislerden erkek ve dişiyi, "ve sizin bilmediğiniz daha nice şeyler yaratmaktadır" (Nahl, 16/8) buyurduğu gibi onların bilmediği daha pek çok mahlukâtı yaratan Allah, ortağı bulunmaktan münezzehtir.

Özetle şu insan, hayvan ve bitkilerden oluşan büyük mahlukâtın ve daha bilmediğimiz şeylerin yaratıcısı olan Allah, ortağı ve benzeri bulun­maktan münezzehtir. Daha önceki ayette şükür emredildiği gibi, bu ayette de, Yüce Allah'ın, lâyıkı olmayan şeylerden tenzih edilmesi emir buyurulmaktadır...

Mekân planında öldükten sonra dirilmenin ve haşrın imkân dahilinde olduğuna yeryüzünün ahvali ile delil getirdikten sonra Yüce Allah, zaman­ların ahvalinden de dört delil zikretmektedir:

1- "Gece de onlar için bir ayettir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çıkarırız. Bir de bakarlar ki karanlıkta kalıvermişler." Yani Yüce Allah'ın azametli kudretinin delillerinden biri de, gece ile gündüzün yaratılması, bu ikisinin hiç şaşmadan ardarda gelmesi, gündüzü geceden sıyırıp çıkarması ve böy­lece ışığı getirip karanlığı gidermesi, geceyi de gündüzden sıyırıp çıkarması ve bu suretle mahlukâtın karanlıkta kalması ve ışığı gidermesi, bunların birbirini takip etmesi ve birinin gelmesiyle diğerinin gitmesi, keza öbürü­nün gelmesiyle bunun gitmesidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmakta­dır: "Geceyi, onu durmadan kovalayan gündüze bürüyüp örter." (A'râf, 7/54). Bu, yeryüzünün, kendi ekseni etrafından batıdan doğuya dönmesi­nin sonucudur. Böylece güneş, yerkürenin bir yarısında doğarken, diğer yarısında kaybolur. Karanlık ve aydınlığın herbirinde bir fayda ve hayır var­dır. Zira gece olunca iş-güç terkedilir ve insanlar, gündüzün yorgunluğunu atmak için istirahata ve sükûnete çekilir. Aydınlıkta ise rızık kazanmanın verdiği fayda, lezzet, hareket ve iş vardır.

"Bir de bakarlar ki karanlıkta kalıvermişler." Yani karanlığa girmişler. Buradaki "ve izâ" ifadesi, birdenbire olmayı anlatır. Yani onlar ansızın ve birdenbire karanlığa girerler. Artık yapabilecekleri hiçbirşey yoktur, kaçı­nılmaz olarak karanlığa girerler.

2- "Güneş de kendi karargâhında akıp gitmektedir. Bu, mutlak galip ve her şeyi hakkıyla bilen Allah'ın takdiridir." Yani Yüce Allah'ın kudretine delâlet eden müstakil alâmetlerden biri de güneşin, kendi karargâhında, yörüngesinin sonuna kadar dönmesidir. Bu dönüş, her şey üzerine kahir ve galip olan ve ilmi her şeyi kuşatmış bulunan Yüce Allah'ın takdiridir.

Burada geçen "müstekarr"(karargâh) kelimesi hakkında müfessirlere ait iki görüş vardır:

a) Bu kelimeden murat, güneşin mekân olarak karar kıldığı yerdir. Bu­rası, Arş'ın altıdır ki, o tarafta dünyadan hemen sonra gelen kısımdır. Nere­de olursa olsun gerek güneş, gerekse bütün mahlukât Arş'ın altındadır.

b) Bu kelimeden murat, güneşin zaman olarak karar kılacağı andır ki, seyrinin sonudur. Bu da kıyamet günüdür.[4]

Astronomi bilginleri, dünyanın, güneş etrafını yılda bir kere dolanma­sı sebebiyle güneşin, yıldızların ortasındaki görünür dönüşüne ilâve bir ha­reket daha olduğunu ispat etmişlerdir.

Güneşin bundan başka iki hareketi daha vardır: Biri, takriben yirmi altı günde bir kendi ekseni etrafında dönmesi, diğeri de gezegen uydularıy­la birlikte saniyede yaklaşık ikiyüz mil hızla yıldız sisteminin merkezi et­rafında dönmesi. Müstekarr, güneşin bu ilk hareketi esas alındığında bil­ginlere göre güneşin sabit ekseni, ikinci hareketi esas alındığında ise bü­tün yıldız sisteminin merkezidir.

3- "Aya da konaklar tayin ettik. Nihayet o, eski urcun haline döner." Yani Allah, ay için de menziller takdir etmiştir ki ay bu menzillerde güneşinkinden başka bir seyirle seyreder. Bunlar, yukarıda zikrettiğimiz 28 menzildir. Ay, her gece bu menzillerden birine günde 13 derecelik bir sap­mayla varır. Sonra eğer ay 30 gün ise iki gece görünmez. Şayet ay 29 gün ise bir gece görünmez. Ay bu menzillerden sonuncusuna geldiği zaman in­celir, küçülür, sararır ve yay halini alır. Sonra da ilk menzile döner. Niha­yet eski urcun gibi olur. "Urcun", üzerinde hurma bulunan daldır ki sarı ve enli olup, insanlar tarafından bükülür ve üzerindeki hurma salkımları koparılır. Kendisi de hurma ağacının gövdesi üzerinde kuru olarak kalır.

Güneşin hareketleri sayesinde gece ve gündüz bilindiği gibi, ayın menzilleriyle de senenin aylarının gidişatı hakkında fikir yürütülür. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sana yeni doğan ayları sorarlar. De ki:

Onlar insanlar ve hacc için vakit ölçüleridir" (Bakara, 2/189); "Güneşi ışık, ayı nur yapan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için ona menziller ta­yin eden O'dur" (Yûnus, 10/5); "Biz geceyi ve gündüzü birer ayet olarak ya­rattık. Nitekim, Rabbinizin nimetlerini araştırmanız, ayrıca, yılların sayı ve hesabını bilmeniz için gecenin karanlığını silip aydınlatan gündüzün aydınlığını getirdik. İşte biz her şeyi açık açık anlattık. " (İsrâ, 17/12).

Güneş hergün doğar ve günün sonunda batar. Fakat doğuş ve batış yerleri yazın ve kışın değişir, bir noktadan diğerine intikal eder. Bu sebeple gündüz uzar, gece kısalır, sonra gece uzar, gündüz kısalır. Aya gelince, ona da menziller tayin buyurmuştur. Ayın ilk gecesinde zayıf ve az ışıklı olarak doğar. Sonra ikinci gece ışığı artar ve gökyüzündeki konumu yükselir. Son­raki her yükselişinde güneşten aldığı ışıkla daha parlak ve aydınlık olur. Nihayet 14. gecede en ışıklı ve yuvarlak haline ulaşır. Sonra ayın sonuna doğru noksanlaşmaya başlar ve nihayet eski urcun gibi olur.

Astronomi bilginleri, ayın yörüngesi çevresindeki yıldızları 28 gruba ayırmışlardır ki bunlara ayın menzilleri denir. Araplar, yağmur yağıp yağmayacağını bunlarla anlarlar ve gezegenlerin yerlerini -ki güneş de bun­lardandır- bunlardan hareketle tespit ederlerdi.

4- "Ne aya erişmek güneşe düşer, ne de gece gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir felekte yüzmektedirler." Yani ne güneş, ne de ay için birbirlerine ka­vuşmak doğru ve kolaydır. Çünkü bunlardan her biri için müstakil bir yö­rünge vardır ve onlardan hiçbiri, bu yörüngesindeyken diğeriyle bir araya gelmez. Güneş, bir günde 1 derece, ay ise günde 13 derece miktarı yol alır.

Gecenin ayeti olan ay, gündüzün ayeti olan güneşi geçemez. Çünkü bunların herbirinin zamanı farklıdır. Güneşin alanı ve zamanı gündüz iken, ayın zamanı gecedir.

Güneş, ay ve dünya, tıpkı balığın suda yüzmesi gibi gökyüzündeki kendi feleklerinde yüzer ve dönerler. Güneş, yarıçapı 93 milyon mil olan kendi yörüngesinde seyreder ve dönüşünü 1 yılda tamamlar. Ay, her ay dünyanın etrafında yarıçapı 24 bin mil olan yörüngesinde döner. Dünya ise güneşin çevresini bir yılda dönerken, kendi etrafında da bir gün ve bir ge­cede döner.

Bu, Yüce Allah'ın, güneş, ay ve dünyanın herbiri için, üzerinde dön­dükleri müstakil bir yörünge tayin ettiğinin delilidir. Güneş ile ayın hiçbiri diğerinin ışığını engellemez. Güneş ve ay tutulmasında meydana gelen na­dir durumlar bunun istisnasıdır.

Böylece mekân ile ilgili -ki o yeryüzüdür- delil ile yukarıda verdiği­miz dört zaman ile ilgili delili zikrettikten sonra Yüce Allah, kudretini gös­teren bir başka delil daha getirmektedir. Bu delil, insanın, tıpkı karada yü­rüdüğü gibi denizde de yürütülmesidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyuruyor: "... ve onları karada ve denizde taşıdık" (İsrâ, 17/70). Bu manada, üze­rinde durduğumuz surede de şöyle buyurmaktadır:

"Onlar için bir ayet de, onların zürriyetini o dopdolu gemide taşımış ol­mamızdır." Yani Yüce Allah'ın kudret ve rahmetinin delillerinden biri de, denizin, zürriyetin gemi ve taşıtlarını taşımaya amade kılınmasıdır. Bura­daki "zürriyet'ten kasıt, azık ve maişet temin edecek şeyleri çoğaltmak için bir memleketten diğerine naklettikleri mallarla dolu olan gemilerdeki ev­lâtlardır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kudret delillerinden bir kısmını size göstermek için Allah'ın nimetiyle gemilerin denizde akıp gittiğini görmedin mi? Şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır." (Lokman, 31/31).

Buradaki "zürriyet'in, Hz. Nuh (a.s.)'un gemisinde taşınanlar olduğu söylenmiştir. Bu gemi, çeşitli mal ve eşyalar ile Yüce Allah'ın, mahlukâtı so­yunu korumak amacıyla taşınmasını emir buyurduğu -her türden bir erkek ve bir dişi olmak üzere ikişer eşten oluşan- hayvanlarla dolu bulunuyordu.

Şu halde bu ayetin anlamı şöyle olur: Allah, onların baba ve dedelerini Hz. Nuh'un gemisinde taşıdı.

"ve kendilerine binecekleri bunun gibi nice şeyleri yaratmış bulunmamızdır." Yani insanlar için, o gemiler misali kara gemileri olan develer ya­rattık. Zira insanlar bu develer üzerine hem yük ve eşya yüklerler, hem de kendileri binerler.

Ancak Razi, ekseri müfessirlerin görüşüne göre bu ayetteki "mislihî: bunun gibi" kelimesindeki zamirin "gemiler" kelimesine raci olduğunu söy­lemiştir. Yani kendilerine, binecekleri o gemiler gibi daha başka çeşit çeşit gemiler yaratmış bulunmamızdır. Bu durumda söz konusu ayet, "Ve daha başka çeşit çeşit azap vardır." (Sâd, 38/58) ayeti gibi olur. Bu görüşün kabul edilmesi halinde buradaki "fülk" kelimesinden maksat, develer değil, onla­rın zamanında mevcut bulunan başka gemilerdir. En açık anlam budur.

Bunu, buradaki "Dilesek onları suda boğarız" kavl-i ilâhisi de tayit et­mektedir. Eğer "fülk" kelimesiyle develer kastedilmiş olsaydı, "ve kendileri­ne binecekleri bunun gibi nice şeyleri yaratmış bulunmamızdır" ayeti, an­lamca birbirine bağlı iki ifadeyi birbirinden ayırmış olurdu.

Bir diğer ihtimal de söz konusu zamirin, malum fakat burada zikredil­memiş olan bir ifadeye raci olmasıdır. Bu durumda da ayetin takdiri anla­mı şöyle olur: Zikrettiğimiz mahlukât gibi.. Nitekim "Ki onun ürününden ... yesinler" ayetinde de aynı durum söz konusudur.[5]

Şu halde bu ayet kara taşıtları, tren ve uçaklar gibi modern her türlü taşıta da şamil olur. Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu kavl-i ilâhisidir: "Hem binmeniz, hem de süs için atları, katırları, merkepleri yarattı ve sizin bilmediğiniz daha nice şeyler yaratmaktadır." (Nahl, 16/8).

Yüce Allah'ın rahmet ve lütfunun bir delili de bu vasıtalara binenleri korumasıdır. Zira ayette "Dilesek onları suda boğarız, ne kendilerine imdat eden bulunur, ne de kurtarılırlar" buyurulmaktadır. Yani eğer onları, yükleriyle birlikte suda boğmayı isteseydik, o durumda onların imdadına gele­cek veya kendilerini boğulmaktan kurtaracak kimse olmazdı ve onlar, baş­larına gelen o olaydan kurtarılmazlardı.

"Ancak bizden bir rahmet ve bir süreye kadar yaşatma müstesnadır." Bu ayette geçen "illâ rahmeten minnâ" ifadesindeki "illâ" harfi münkatı istisnadır. Bu ayetin takdiri anlamı da şöyledir: Ancak sizi, karada ve deniz­de rahmetimizle yürütüyor, boğulmaktan koruyor, belli bir süreye kadar selâmette tutuyor ve Yüce Allah katında malûm olan bir vakte, yani ölüme kadar sizi dünya hayatıyla nimetlendiriyoruz. [6]


[4] İbni Kesir, III/571 vd.

[5] Razî, XXVI/81; Alûsî, XXIII/27.

[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 12/15-20.

Hiç yorum yok: