...Görüldüğü gibi Cahiliye Arapları kız çocuklarına değer atfetmezken, onları yararsız ve yük olarak görürlerken, bundan dolayı da diri diri gömdükleri vaki iken; taptıkları, kutsal gördükleri putlarına dişi isimler koyar, melekleri dişi suretinde görür ve bunları Allah’ın kızları diye nitelendirirlerdi. Biraz önce Necm Sûresi’ndeki ayette de geçtiği üzere; “Bu insafsızca bir taksim” değil miydi? Hem kız çocuklarını bir utanç vesilesi kabul edecekler, onlara yaşam hakkı vermeyecekler, hem de tanrı diye taptıklarının dişi olduğuna inanacaklar ve tanrılarını tanrıça olarak edineceklerdi. Bu büyük bir çelişki idi ve ne yazık ki Cahiliye Arabı pek de bu çelişkiyi izaha yanaşmadığı gibi, anlama noktasında da bir çaba ortaya koymazlardı. En azından Kur’an’ın birkaç yerde sorduğu bu soruları müşrikler cevapsız bırakacaklardı.30
Peki, neden böyle bir mantık vardı müşriklerde? Aslında bunun cevabı çevre kültürlerde yatmaktaydı. Çünkü tanrıları dişi görme geleneği, kadim bir gelenekti. Gerek eski Mısır’da, gerek eski Mezopotamya’da, gerekse Babil’de tüm tanrılar dişi idi. Bunun sebebi ise, dişinin genellikle doğum, üreme, verimlilik, şehvet, güzellik, aşk vs. gibi şeyleri bünyesinde barındırmasıdır. Tüm bu dinlerde tanrılar müşahhaslaştırıldığı, yani kişileştirildiği için özellikle bir tanrının yaratabilmesini, birini var edebilmesini doğum yapabilme özelliğinde olmasına bağlamışlardı.31 Şimdi daha iyi anlıyoruz, Kur’an’ın “lem yelid velem yûled” ifadesini... 32 Yani ne O (cc) biri tarafından doğrulmuştur, ne de O (cc) doğurmuştur. Böyle bir ifade daha işin başında muhataplarına bu yanlış düşünceyi ve çarpık zihniyeti düzetme amacını taşıyordu.
İşte Cahiliye Arabı aslında Hz. İbrahim’den beri özünde olmayan putçuluğu coğrafyasına ithal edince eski dinlerde var olan bu geleneği hiçbir sorguya tabi tutmadan aldı ve tanrılarını, tanrıçalaştırdı. Allah’tan bağımsız, işin içinde Allah’ın olmadığı akıl işte insanı böyle çıkmaza götürüyor; insanı gülünç duruma düşürüyor. Bu sapmaya farklı bir örnek daha verebiliriz. Kaynaklarımız, bize İsâf ve Nâile adında iki put ile alakalı bilgi verirler. Hz. Aişe’nin rivayetine göre; İsâf b. Bağy ile Nâile bint Dik, Cürhümiler kabilesinde iki gençtiler.
Birbirlerini seven bu iki genç, bir gün şeytana uyarak Kâbe’nin yakınlarında zina ettiler. Allah da Beyti’nin mukaddesatını koruma adına bu iki genci taşa dönüştürdü. Daha sonra taştan heykeller Safa ile Merve tepelerine yakın bir yere konarak, kutsanmaya başlandı. Derken tapılan, vesileleri istenen iki puta dönüştü.33 İşte müşrik aklın vardığı nokta böyle sahibini gülünç duruma düşürüyordu.
Bu putların, İslam bölgede hakim olduktan sonra ne olduğuna gelince, Hz. İbrahim’in soyundan gelen Efendimiz’in (sas) atası gibi, elindeki asa ile tüm bu sahte tanrıları yerle bir ettiğini görmekteyiz. Hicretin 8. yılında Mekke’nin fethi olunca Efendimiz, “Hak geldi, batıl zail oldu. Muhakkak ki batıl yok olmaya mahkûmdur”34 ayetini okuyarak, Kâbe ve Mekke içerisindeki tüm putları yerle bir etti. Allah Resulu istiyordu ki, bölgede tamamen tevhid hakim olsun ve şirk namına hiçbir şey kalmasın. Bunun içinde vakit kaybetmeden Huneyn savaşının hemen akabinde ashâbının arasından altı ismi seçti ve o gün için bölgede bulunan altı büyük putu kırmaları için onları görevlendirdi.
Halid b. Velid’i Uzzâ putunu, Said b. Zeyd’i Menât putunu, Amr b. As’ı Süvâ putunu, Tüfeyl b. Amr’ı Zülkeffeyn putunu, Halid b. Said’i Urane bölgesindeki putu, Hişam b. As’ı Yelemlem bölgesindeki putu yok etmeleri için görevlendirdi. 35 Bu sahâbîler yanlarına bir grup asker alarak görev bölgelerine gittiler ve kendilerine verilen bu vazifeyi yerine getirerek, şirkin sembolleri olan bu sahte ilahları yerle bir ederek, Arap yarımadasını şirkten tevhide taşıdılar ve yıllardır tevhide hasret olan Hz. İbrahim’in topraklarını yeniden tevhide kavuşturdular.
Burada önemli bir soruya cevap arayarak dersimizi toparlayalım. Nasıl olur da genelde tüm insanlık, özelde ise onlarca peygambere ve ilahi mesaja muhatap olan bölge insanı akla ve mantığa tamamen ters böyle bir putçuluğa kapı açar? Allah’ın ikramlar üzere yarattığı insan, nasıl cansız, kendisine bile fayda ve zararı olmayan taştan ve topraktan kendi elleri ile yaptıkları tabir caiz ise oyuncaklara taparlar? Bu önemli soruya doğru cevaplar bulmamız bize, şirkin tabiatını biraz daha tanımamızı sağlayacak ve aslında o zaman bizler Kur’an’da ister adı açıkça beyan edilen, ister beyan edilmeyen putlarla olan kavgasını daha iyi anlamış olacağız. İnsanlığın neden böyle bir yanlışa kapı araladığını
anlamamız için Kur’an’ın bu sapma ile mücadele ederken kullandığı üslup ve muhtevaya iyice dikkat etmemiz gerekmektedir. Kur’an’ın genel üslubu bu meseleyi anlamamızı sağlayacaktır. Bu nazarla ilgili ayetlere baktığımızda, sapmanın temelinde yatan etkenin uzak bir Allah tasavvuru olduğu anlaşılmaktadır. Yaratıcısı olan Allah’ı (cc) uzak görmek, O’na (cc) ulaşmanın mümkün olmadığını zannetmek, O’nun (cc) hayata müdahalesini imkansız görmek, böyle bir sapmaya insanı vardırıyor. İnsan böyle bir yanlış temelden hareket edince de, sapmalar ortaya çıkıyor.
Uzak bir Allah inancı insanda şu üç temel problemi oluşturuyor: Yanlış vesile anlayışı, şahıslaştırma ve kavrayamama... Biraz açalım:...
Devamı bir sonraki yazıda.
29 Cevâd, Ali, el-Mufassal, c. 6, s. 247
30 Nahl Sûresi, 16/57; İsra Sûresi, 17/40; Enbiya Sûresi, 21/26; Saffat Sûresi, 37/150-157; Zümer Sûresi, 39/4; Zuhruf Sûresi, 43/19, 20
31 Yıldırım, Suat; Kur’an’da Uluhiyet, s. 350,351
32 İhlâs Sûresi, 112/3
33 İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 123
34 İsra Sûresi, 17/81
35 İbnü’l-Kelbi, Kitâbu’l-Asnâm, s. 14, 16; Taberi, Tarih, c. 3, s. 307, 308
Muhammed Emin Yıldırım-Siyer usulu ders notları
https://www.siyervakfi.org/siyerusulu/siyer-usulu-21.pdf
https://www.siyervakfi.org/siyerusulu/siyer-usulu-21.pdf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder