2 Şubat 2020 Pazar

MÜLK SURESİ 20-27. ayetlerin tefsiri


Putlara Tapmalarından Ötürü Müşriklerin Azarlanması, Yüce Allah'ın Kudreti Ve Ölümden Sonra Diriliş Bilgisinin O'na Ait Oluşu:

20- Rahman'a karşı sizlere yardım edecek de kimmiş? Şu sizin ordu­nuz mu? Kâfirler ancak bir aldanış içerisindedirler.

21" Eger ° nzkmı kesiverirse size rızık verebilecek kim? Hayır, onlar az-

gmhkediPiııatlakaÇmaktadırlar-

22- Acaba durmadan yüzüstü düşerek yürüyen kimse mi daha çok hi- dayettedir; yoksa dosdoğru bir yol üzere dimdik yürüyen kimse mi?

23- De ki: 'Sizi yaratan, size işitme, gözler ve kalpler veren O'dur. Ne kadar az şükredersinizr'

24- "De ki:"°sizi y vara tıp yayandır. Yalnız O'nun huzuruna toplamp' götürülecek8in-"

25- "Eğer doğru söyleyenler iseniz bu vadiniz ne zaman gerçekleşe-

26- "De ki: "Ona büsi»ancak a1lah'ın yanındadır. Ben ancak apa- çık bir korkutucuyum."

27- Artık onu yakınlaşmış gördükle­rinde o kâfirlerin hoşlanmadıkları yüzlerinden belli olur ve: 'İşte bu sizin acele gelmesini istediğinizdir." denilir.

Açıklaması:

Yüce Allah kendisiyle birlikte başka varlıklara tapanların, bu varlık­ların kendilerine yardımcı olacağını, kendilerine rızık vereceğini zanneden müşriklerin bu kanaatlerini reddetmekte, onların bu inançlarını kabul et­meyip umduklarının asla gerçekleşmeyeceğini haber vererek şöyle buyur­maktadır:

1- "Rahman'a karşı sizlere yardım edecek de kimmiş? Şu sizin ordunuz mu? Kâfirler ancak bir aldanış içerisindedirler." Yardım edecek bu ordu kimmiş, yahut size bir azap getirmeyi murad ettiği vakit Allah'ın azabına karşı sizi koruyacak, size yardımcı olacak kimdir? Gerçek şu ki Allah'ın dı­şında sizin bir yardımcınız, bir koruyucunuz yoktur. O'ndan başka kimse size yardım edemez. Bu sebeple kâfirler şeytan tarafından pek büyük bir aldanış içerisine düşürülmüşlerdir. Azap kendilerini gelip bulmayacak diye aldatılmışlardır.

"Rahman a karşı" ifadesi insanların küfür ve zulümlerine karşı yeryü­zünde varlıklarını devam ettirmelerinin rahmeti herşeyi kuşatan rahman olan (Allah)'m rahmetiyle olduğuna bir işarettir. Ayet-i kerime iman etmek istemeyen, yanlış kanaat ve inançları ile yardımcılarının gücüne güvenen kâfirlerin kanaatlerini reddetmekte, onların Allah'ın dışında bir yardımcı­larının olmadığını onlara haber vermektedir.

Daha sonra Yüce Allah, onların Allah'tan başka rızık veren bir kimse­nin varlığına, putların sahip oldukları bütün hayırların kaynağı ve başları­na gelecek hertürlü musibeti onların önleyeceğine dair iddialarını reddede­rek şöyle buyurmaktadır:

2- "Eğer o rızkını kesiverirse size rızık verebilecek kimdir? Hayır, onlar azgınlık edip inatla kaçmaktadırlar." Yani Allah size rızkını vermeyip ke­serse onun dışında, yağmur ve başka yollarla sizi rızıklandıracak kimdir? Rızık veren ve rızkı engelleyen, rızık verip, yardım eden Allah'tan başkası değildir. Hiçbir ortağı olmaksızın bunu yapan sadece O'dur, demektir. On­lar da bunu bilmektedirler. Bununla beraber başkasına ibadet ediyorlar. Bu sebeple Yüce Allah onları: "Hayır, onlar azgınlık edip inatla kaçmakta­dırlar." diye nitelendirmektedir. Yani onlar hakka karşı büyüklenmelerini, inatlarını, ondan kaçış ve nefretlerini sürdürüp gitmektedirler. Azgınlık, if­tira ve sapıklıktan ibaret yollarını izlemeye devam etmekte, ibret alma­makta, düşünmemektedirler.

Böylelikle iki ayet, Allah'ın azabına karşı kimsenin yardım edemeye­ceğini, yaratıklarına rızık vermeyecek olursa Allah'tan başka rızık verecek kimse olmadığını göstermektedir.

Daha sonra Yüce Allah, mümin ile kâfire ya da tevhide iman eden ve şirk koşana örnek vererek şöyle buyurmaktadır: "Acaba durmadan yüzüstü düşerek yürüyen kimse mi daha çok hidayettedir. Yoksa dosdoğru bir yol üzere dimdik yürüyen kimse mi ?" Mümin ile kâfirin durumunu hiç düşün­dünüz mü? Kâfirin hali yüzüstü kapaklanarak düşen, yani her zaman tö­kezleyerek yürüyen, dimdik duramayan bir kimseye benzer. Bu nereye gi­deceğini, nasıl gideceğini bilemez. Aksine böyle birisi şaşkın ve yolunu şa­şırmış birisidir.

Bu mu yoksa dimdik, dosdoğru yolda giderken önünü gören, yolu eğri büğrü olmayıp, dümdüz olan, kendisi de istikamet üzere olup yolu doğru olan, dünyada da ahirette de bu halde olan kimsenin durumuna benzeyen mümin kimse mi hidayettedir? Böyle birisi dünyada Allah'ın gösterdiği yol­da yürüdüğü için hidayet üzere yürür, basiret sahibidir. Ahirette de cenne­te götürecek dosdoğru bir yol üzere haşredilecektir. Bu, hakikati kastedilen bir soru değildir. Bundan maksat şudur: Böyle bir soruyu işiten herkes, dosdoğru bir yolda dimdik yürüyen kimsenin daha doğru yolda olacağı şek­linde cevap verecektir.

Daha sonra Yüce Allah kudretinin kemâlini ortaya koyan ikinci delili söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: "De ki: Sizi yaratan, size işitme, görme ve kalpler veren O'dur. Ne kadar az şükredersiniz." Yani ey peygam­ber! Şu müşriklere de ki: Anılmaya değer bir şey değilken sizleri ilkin ya­ratıp var eden, size öğütleri duymanız için kulaklar, Allah'ın harikulade yaratıklarını görebilmeniz için gözler, Allah'ın yarattıkları üzerinde dik­katle düşünüp eşyanın hakikatini idrak etmeniz için akıllar veren kimdir? Fakat Yüce Allah'ın sizlere nimet olarak bağışlamış olduğu bu güçlerinizi O'na itaat ve O'nun emirlerini yerine getirmek, yasaklarını terketmek ve yaratıldıkları hayırlı maksatlar için ne kadar da az kullanıyorsunuz! Bu maksat ise bütün bu güçler için gerçek manada O'na şükretmektir. Yoksa dil ile şükretmeyi tekrarlarken isyan etmeye devam etmek değildir. Çünkü Yüce Allah'ın nimetine şükretmek, o nimetin razı olacağı alanda kullanıl­ması ile olur. Eğer bu güçler Allah'ın rızasını elde etmek uğrunda kullanıl­mayacak olursa, sizler kesinlikle onun nimetine şükretmiş olmazsınız. Yü­ce Allah'ın: "Ne kadar az şükredersiniz." buyruğu bu pek büyük güçleri on­lara onun verdiğine fakat kendilerinin bu güçleri yaratılış maksatları dı­şında kullandıklarından ötürü değerlerini bilmediklerine bir işarettir.

Özellikle bu organların söz konusu edilmelerinin sebebi, ilmin ve anla­manın araçları oluşlarından dolayıdır.

Daha sonra Yüce Allah kudretinin mükemmelliğinin üçüncü delilini söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

"De ki: O sizi yeryüzüne dağıtıp yayandır. Yalnız O'nun huzuruna top­lanıp götürüleceksiniz." Yani onlara şunu da söyle: Sizi yaratan, sizi yeryü­zünün çeşitli yerlerine dağıtan, dillerinizin çeşitliliğine, renk ve şekillerini­zin ayrılığına rağmen sizi etrafa yayan O'dur. Bu şekildeki dağılmadan sonra O'nun huzuruna toplanacaksınız. Sizi dağıttığı gibi, sizi toplayacak olan, ilkin yarattığı gibi hesap ve amellerinizin karşılığının verilmesi için sizi tekrar yaratacak olan da O'dur.

Yüce Allah Muhammed (s.a.)'e kâfirleri Allah'ın azabı ile korkutmayı emrettikten sonra, kâfirlerin alay ve reddetmek maksadıyla ölümden son­ra diriliş vaktinin belirlenmesine dair istek ve sözlerini söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: "Eğer doğru söyleyenler iseniz bu vaadiniz ne zaman gerçekleşecek derler." Müşrikler Muhammed (s.a.)'e ve müminlere onları küçümseyerek ve onlarla alay edercesine derler ki: Bizi kendisiyle tehdit ettiğin kıyamet, mahşer, ahiretteki azap ve cehennem ateşi ile dünyada ye­rin dibine geçirilmek veya taş yağdıran fırtınalarla azaba uğratılmak ne zaman gerçekleşecektir? Ey Muhammed ve ey ona iman edenler, eğer bu söylediklerinizde doğru iseniz bize bunları haber veriniz yahut bunu açık­layınız.

Yüce Allah onlara şöylece cevap vermektedir:"De ki: Ona dair bilgi ancak Allah 'in yanındadır. Ben ancak apaçık bir korkutucuyum." Yani ey peygamber, onlara şunu söyle: Bunun bilgisi ancak Allah'ın yanındadır. Kıyametin ve azabın muayyen olarak zamanını Yüce Allah'tan başka kimse bilemez. Fakat O bana size bu azabın geleceğini ve kesinlikle gerçekleşeceğini bildirmemi emretti. Bu bakımdan O'ndan sakı­nınız. Ben sizin için sadece bir uyarıcıyım. Ben sizleri küfrünüzün akıbeti­ni hatırlatarak uyarıyor ve korkutuyorum. Benim görevim tebliğden iba­rettir ve size karşı olan bu görevimi de yerine getirmiş bulunuyorum.

Daha sonra Yüce Allah, azabı görmeleri halinde bu kâfirlerin durumu­nu anlatarak şöyle buyurmaktadır:

"Artık onu yakınlaşmış gördüklerinde o kâfirlerin hoşlanmadıkları yüzlerinden belli olur ve "İşte bu sizin acele gelmesini istediğinizdir." deni­lir." Yani kâfirler kendisiyle tehdit olundukları azabın dünyada pek yakın olduğunu, kıyametin de koptuğunu görüp işin artık pek yakında gerçekle­şeceğini göreceklerinden -çünkü ne kadar uzun süre geçse bile gelecek olan her bir şey yakındır- yüzleri simsiyah kesilir, keder yüzlerini örter. Zillet ve hakirlik onları kaplar. Azap melekleri, cehennem zebanileri onları azarla­mak maksadıyla onlara şöyle der: Dünyada iken alay maksadı ile istediği­niz ve Allah'ın Rasulüne: "Eğer doğru söyleyenlerden isen o halde bizi ken­disiyle tehdit etmekte olduğun şeyi (azabı) getir." (Ahkaf, 46/22) diyerek acele gelmesini istediğiniz işte budur.

Ayetin bir benzeri de şu buyruklardır: "Halbuki Allah'tan ummadıkla­rı şey kendilerine görünür. Kazandıkları amellerin fenalıkları kendilerine görünecek ve alaya aldıkları şey onları çepeçevre sarıp kuşatacaktır." (Zü-mer, 39/47-48) [5]

[5] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/33-36.

Hiç yorum yok: