7 Şubat 2020 Cuma

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in Şirk İle Mücadelesi -3-


2 DEHR 


“Mutlak zaman” anlamına gelen dehr, “Kainatın varlığının başlangıç ve bitişi arasında geçen zaman dilimine” denir.12 Dehr’in insanlar tarafından nasıl ilah olarak ittihaz edildiğine Kur’an açıkça değinir. Rabbimiz buyurur ki : “Dediler ki:‘Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız, bizi ancak dehr/zaman helak eder. Aslında bu hususta onların hiçbir bilgisi yoktur. Onlar sadece zanna göre, yersiz tahmin ve kuruntularına göre hüküm veriyorlar” 13 

Ayette ifade edildiği gibi, Kur’an’ın nazil olduğu coğrafyada dehr’e inanan ya da daha doğru bir ifade ile zamana Allah’ın yüklediği anlam ve çizdiği sınırın ötesinde bir mana yükleyen bir kesim vardı. Daha sonraları ise bu düşünce, fikri bir akıma dönüşüp, Dehriyyun ya da günümüzde materyalizm gibi maddeyi kutsayan ve fiiliyatta tanrısızlık ihtiva eden bir hale dönüştü. Kur’an’ın nazil olduğu dönemlerde özellikle Mekke’de var olan bu anlayışı ne yazık ki her yönü ile bilemiyoruz. Ama bazı tarihi rivayetlerden öğrendiğimize göre, o günün dünyasında var olan dehrilik anlayışı mutlak bir inkardan ziyade, yaşayış planında fiili bir tanrısızlık olarak uygulanırdı. Bu düşünce Allah’ın yarattığı zaman kavramını Allah’tan bağımsız ele alır, zamanı bir özne olarak algılarlardı.14 Böyle olunca da iyi şeyler ortaya çıkınca bunu zamana bağlar tabir caiz ise, zamana teşekkür eder, kötü şeyler olunca da zamanı sorumlu tutar ve adeta zamana küfrederlerdi. Böyle bir anlayışı düzeltme adına Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) birçok hadis kitabında yer alan şu beyanı ifade buyurmuşlardır: “Dehr’e/zamana sövmeyin/kötü söz söylemeyin. Zira Dehr Allah’tır.” 15 

Hadisin nasıl bir zeminde söylendiğine baktığımız zaman, hem kastedilen şeyin ne olduğu anlaşılacak, hem de bugünün dünyasında bizlere de çok önemli mesajlar verecektir. Cahiliye Arapları başlarına kötü bir iş ve musibet geldikleri anda, bundan zamanı sorumlu tutar ve: “Ya haybete’d-dehr/ Kör olası zaman , harab olasın zaman” derlerdi. 16 Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) başa gelen her işin Allah’ın bir takdiri olduğunu ve hiçbir şeyin Allah’tan bağımsız olmadığını, dolayısı ile zamana söylenen her sözün aslında Allah’a söylenmiş olduğunu ifade etmek için dehri Allah ile özdeşleştirerek kullanmıştır.

 Oradan bugünün dünyasına geldiğimizde, benzer ifadelerin insanlar tarafından kullanıldığını görmekteyiz. “Zalim felek, kör olası felek, evin yıkılsın felek, kaderin gözü çıksın, kader mahkumu” ve daha nice sözler hepsi Cahiliye Arabının kullandığı ifadelere benzemekte, böylece zamanı Allah’tan bağımsız bir değer olarak görmenin sonucu ortaya çıkmaktadır. O halde Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) uyarısı gereği bu tarz sözlerden uzak durmalı ve zamanı Allah’ın iradesinde olduğunu unutmadan hareket etmelidir. 

Casiye Sûresi’nde geçen, “Bizi ancak dehr/zaman helak eder” 17 sözünü, kimin söylediği konusunda kaynaklarımızda çok açık beyanlar bulmak zordur. Ama içlerinde Alûsi gibi bazı müfessirlerin bulunduğu bir kısım müfessirimiz, bu sözün sahibi olarak, Mekke’nin tanınmış isimlerinden biri olan ve biraz önce hevâ bahsinde de ismini aktardığımız Hâris b. Kays es-Sehmî olduğunu söylerler. 18 Hâris b. Kays, diğer Mekke eşrafı gibi zengin, soylu ve toplum üzerinde etkili isimlerden biriydi. Mekke’deki sosyal organizasyon içerisinde bu şahsın görevi; Emval Muhaccere denen putlara sunulan hediyelere, kurbanlara ve mallara bakmaktır.19 Peki, burada bir çelişki yok mu? Hem tanrılara inanmayacaksın, bizi zaman helak eder diyeceksin, hem de tanrıların üzerinden geçinecek, buradan rant elde edeceksin. Evet, ciddi bir çelişki vardır. Ancak bu tarz adamlar, hevâlarını ilah edindikleri için, en büyük değerleri maddedir. Onların inanmak diye bir dertleri yoktur. Tüm dertleri elde edecekleri kazançlarıdır. Bu menfaat adamları, hayatlarını Allah yokmuş tezi üzerine kurar, yeri geldi mi Allah’a yakınlaşma vesilesi olan putlar üzerinden paralar kazanır, ama kendileri fiiliyatta tanrı tanımaz bir hayat düşüncesini taşırlardı. 

Bu düşüncede olanların Mekke’de var olması zihinlerimize şöyle bir düşünceyi de getirebilir. Demek ki, Müşriklerin hepsi aynı dini inancı taşımıyorlardı. Eğer Dehri düşüncesini taşıyanlar vardıysa, başka düşüncelerinde onlar içerisinde olması mümkündür. Elbette bu söz doğrudur. Tüm Müşrikleri aynı düzlemde değerlendirmek mümkün değildir. Özelde Mekke’de, genel de ise Hicaz’da müşrikler çok çeşitli din tasavvurlarına sahiptiler. Onlar, melek, cin, şeytan, şefaat, vesile ve putların çeşitliliği gibi meselelerde çok farklı uygulama ve inanışları vardı. Burada bunların hepsine değinmemiz mümkün değildir. Ama şu kadarını söyleyelim ki, o günün Müşrik akıl yapısı üç temel inanç üzerine kuruluydu. 

Bunlar sırası ile şunlardır: 

1. Dehriyyun: Tanrı tanımazlar. 

2. Ahiret hayatını inkâr edenler: Mekke ahalisi içerisinde ilk yaratılışı kabul eden ama sonrasında ahiret hayatını inkâr eden bir grupta vardı. Bunlar tüm hayatı sadece dünya ile sınırlı zan eder, çürümüş kemiklerin yeniden nasıl hayat bulacaklarını bir türlü anlamaz, anlamak istemez; söylenenlerden de ikna olmazlardı. Ahiret bilincinden yoksun bir Allah inancı taşır ve ölüm sonrası hayat üzerinde bazen Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ile tartışmalara girişirlerdi. Yasin Sûresi’nin 78. ayetinden 20 öğrendiğimize göre eline aldığı çürümüş kemikleri Efendimiz’e getirip: “Bunlar mı tekrar dirilecek?” diye alay eden, Ümeyye b. Halef ya da kardeşi Übey b. Halef’e verilen cevapla anlıyoruz ki 21 ahiret hayatına inanmayan bir kesim vardı.22 

3. Allah’a inanmakla beraber, putlara da inananlar: Bu üçüncü sınıf Mekke ahalisinin en fazla içerisinde bulundukları sınıftır. Çoğunluğu Allah’ın varlığını kabul eder, bazı eksikleri olsa da ahiret hayatının olduğuna inanır, ama bazı özellikler isnat ettikleri putların kendilerine şefaatçi olacaklarını iddia ederlerdi. 23
Devamı bir sonraki yazıda.

12 el-İsfahânî, Rağıb, el-Müfredat, s. 319
13 Casiye Sûresi, 45/ 24
14 Yıldırım, Suat, Kur’an’da Ulûhiyyet, s. 376, 377
15 Buhari, Tefsir, 45; Müslim, Elfâz, 1-2; Ebû Davud, Edep,169; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 5, s. 299
16 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim, c. 7, s. 254
17 Casiye Sûresi, 45/ 24
18 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, c. 11, s. 234
19 Şerif, Ahmed İbrahim; Mekke ve’l-Medine fi’l-Cahiliye ve Ahdi’r-Resûl, s. 136
20 “Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: ‘Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ diyor.” Yasin Sûresi, 36/78
21 “De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.”Yasin Sûresi, 36/79
22 İbn Kesir, Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim, c. 6, s. 579; İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 361, 362
23 Yunus Sûresi 10/18; Zümer Sûresi 39/3



Muhammed Emin Yıldırım-Siyer usulu ders notları

https://www.siyervakfi.org/siyerusulu/siyer-usulu-22.pdf

Hiç yorum yok: