8 Şubat 2020 Cumartesi

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in Şirk İle Mücadelesi -4-


3. ŞÂRΠ


Şârî, “hüküm koyan, helal haram sınırlarını belirleyen” demektir. Elbetteki mutlak manada şârî olan sadece ve sadece Allah’tır.24 Bu konuda sınırları zorlayan Allah’ın (cc) ulûhiyetine ait vasıfları ihlal etmiş sayılmaktadır. Ne yazık ki tarih boyunca bu yanlışa kapı açanlar hep olagelmiş, kendilerini hüküm koyma makamında görenler olmuş, onların koydukları hükümleri Allah’ın hükümleri gibi zannedip, gereğini yerine getiren halk kitleleri de eksik olmamıştır. Bu şârîler; bazen din adamları, bazen cansız putlar, bazen otorite ve güç sahibi olan liderler veya devlet başkanları olmuştur.

 Bunun nasıl olduğuna dair Kur’an-ı Kerim’de pekçok örnek bulunmaktadır. Biz burada özellikle iki örnek üzerinden meseleyi daha iyi anlamaya çalışalım. İlk örneğimiz putların nasıl şârî olarak edinildiğine dairdir. Burada hemen zihnimize cansız putlar nasıl bir şeyleri helal ya da haram kılabilirler ki? diye gelebilir. Elbette kendilerine bile fayda ve zararları olmayan o cansız varlıklar bazı şeyleri helal ve haram kılmıyorlardı, kılmazlardı da ama onlar adına başkaları bunu yapıyorlardı. Nasıl mı? Kur’an’dan öğreniyoruz: “Allah bahîra, sâibe, vasîle ve hâm diye bir şeyi meşru kılmamıştır. Fakat hakikati inkara şartlanmış olanlar kendi uydurdukları yalanlarla Allah’a iftira etmektedirler. Çünkü onlar akıllarını kullanmazlar.” 25 

Burada ayette dile getirilen, bahîra, sâibe, vasîle ve hâm, müşriklerin inançlarında yer alan bazı hayvanlardı. Onlar kendi kuruntuları ile bunları ortaya çıkarmış, helal ve haram kılma gibi bir tehlikeli sonuca işi vardırmışlardı. Bu dört sınıf hayvanın ne olduğunu birer cümle ile izaha çalışalım:

 Bahîra: Cahiliye Arapları arka arkaya beş kez doğuran ve beşinci doğumu dişi olan deveye bahîra derlerdi. Böyle olan bir deve putlar adına salıverilir, tanınsın diye de kulağı ortasından ikiye ayrılır, ne sütünden, ne de etinden istifade edilirdi. Ayrıca hiçbir işe de sürülmez, bir nevi kutsallık atfedilirdi. 

Sâibe: Bir iş ya da adak sonucu yine putlar adına salıverilen develere denilirdi. Mesela; Cahiliye Arapları “Eğer şu işim istediğim gibi olursa bir deve adayacağım” der, o işi gerçekleştiği zaman da bir deve seçer ve onu putlar adına salıverirdi. O deve de kutsallık kazanır, dokunulmaz olur, ne sütünden ne etinden yararlanılır ve ne de herhangi bir iş için kullanılırdı. 

Vasîle: Eğer bir koyun ya da deve bir batında ikiz doğurursa ve bu ikizlerden biri erkek, diğeri dişi olursa bunlar da kutsal sayılır ve vasîle diye isimlendirildi. 

Hâm: Bir erkek deve on batın doğuracak kadar dişi deveyi döllerse yani onları gebe bırakırsa, ona da hâm denerek, kutsallık atfedilirdi.26 

İşte bu yaygın ve sapkın dini düşünceyi Kur’an yasaklıyor, böyle bir işin Allah’a iftira olduğunu söylüyor ve bunun Allah’a ait bir alanın ihlal edilmesi gibi büyük bir cürüm olduğunu ifade ederek, bir daha uygulama imkanı vermiyordu. Böyle bir düşünceyi taşıyan her müşrik aslında kendine şârî/hüküm ve kanun koyucusu olarak o putları ittihaz etmiş oluyordu. Kur’an da bunu hedef alarak, “Hayır mutlak şârî Allah’tır; helal ve haram kılma yetkisi sadece O’nun otoritesindedir” demiş oluyordu. 

Bu ayetin bugünün dünyasına bakan yüzü nedir? Yaşadığımız bu hayatta, bahîra, sâibe, vasîle ve hâm gibi nitelendirilen deve ve koyunlar var mı? Elbette ki yok. Ama onlarda var olan üç temel sapma, ne yazık ki bugünün dünyasında de vardır. Zaten Kur’an’ın savaşı da isimlerle değil, o isimlerle ifade edilen zihniyetlerledir. Nedir bu üç temel sapma? 

1. Allah’ın kutsal saymadığını kutsal saymak 

2. Batıl inanç ve hurafelere kapılar açmak 

3. Eşyayı amacı doğrultusunda kullanmayarak, ya gereğinden fazla yüceltmek, ya hak ettiğinden daha aşağı indirgemek.

 Bunların hepsi Allah’a ait alana müdahaledir ve bunu yapan farkında olarak ya da olmayarak kendisini veya bir başkasını şârî olarak edinmiştir.

İkinci örneğimiz ise insanın şârî olarak edinmesine dairdir. Bu konuda da şu ayeti verebiliriz: “Yahudiler Allah’ı bırakıp hahamlarını, Hristiyanlar ise rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilaha kulluk etmeleri emrolunmuştu. Çünkü Allah’tan başka ilah yoktur. O (cc) bunların koştukları her türlü isnaddan elbette ki münezzehtir.” 27 

Bu ayette Rabbimiz, çok açık bir beyan ile Ehl-i Kitap dediğimiz Yahudi ve Hristiyanların kendi din adamlarını rabler edindiklerini söylüyor. Peki, bunlar din adamlarına tapıyorlar mıydı ki, Kur’an onların rabler edindiklerini belirtiyordu. Rab olması için sadece tapması mı gerekiyor? Elbette ki hayır. Bu ayetin kaynaklarımızda geçen bir hatırası, mesajın daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. 

O gün için halen Müslüman olmamış, Tay kabilesinden cömertliği ile dillere destan olan Hatem-i Tay’in oğlu, Adiy b. Hatem boynunda gümüşten bir haç olduğu halde Medine’ye gelir. Efendimiz Mescid-i Nebevî’de, bu ayeti okumaktadır. Adiy b. Hatem ayeti duyar duymaz sarsılır ve hemen Efendimiz’e der ki: “Ya Resûlüllah! Kur’an, biz Hristiyanların rahiplerini ve Hz. İsa’yı Rab olarak edindiğimizi söylüyor. Ama biz onlara tapmıyoruz ki? Öyleyse neden Kur’an bize böyle bir isnatta bulunuyor?” Allah Resûlü bize durup saatlerce üzerinde düşünmemiz gereken, hayatlarımızı yeniden bu ayetin gölgesinde gözden geçirmemiz gereken bir söz söylüyor, diyor ki: “Siz Rahiplerinizin helal kıldığını helal, haram kıldığını ise haram kabul etmiyor musunuz? İşte Allah’tan başka kime bu yetkiyi verirseniz o sizin rabbinizdir.” 28 

İşte şârîlik, yani kanun koyma yetkisi bu kadar önemlidir ve insanın bu alanda çok dikkatli olması gerekmektedir. Yoksa bilerek ya da bilmeyerek, Allah’ın ulûhiyeti ve rububiyeti ile doğrudan alakalı olan bu alan/yetki, başkalarına paylaştırılabilir, böylece insanı şirke düşürecek yanlışlıklar ortaya çıkabilir ve iman bu virüslerle zedelenebilir.

 Demek ki, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), nazil olan ayetler doğrultusunda son vahyin ilk muhatapları olan o günün insanını müşahhas tanrılar konusunda uyardığı gibi, böyle mücerred tanrılar konusunda da uyarır ve onların şahsında bize de çok önemli mesajlar iletir. Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bu sapmalarla mücadele ederken açık bir şekilde Kur’an’da var olan ayetleri kullandığı gibi, mücerred tanrıların ittihaz edilmesinin baş sebebi olarak gördüğü uzak Allah tasavvurunu, yakın bir Allah tasavvuruna kavuşturma gayreti verdiğini de görmekteyiz. Allah’ın en güzel isimleri anlamına gelen Esmaü’l-Hüsna üzerinden böyle bir mücadele sürdürülmüştür. O’nun (cc) her ismi güzeldir ve önemlidir, ama özellikle vahyin iniş sürecinde varolan yaygın dini yapı ile mücadele ederken Kur’an’ın öne çıkardığı üç isim bizim için çok önemlidir. Bunlar, Rab, Allah ve Rahman’dır. Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) şirk ile olan mücadelesini anlayabilmek için kısaca bu üç önemli isme değinmemizde fayda vardır. 

Devamı bir sonraki yazıda.

24 “Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” Yusuf Sûresi, 12/40
25 Maide Sûresi, 5/103
26 Kurtubî, el-Câmiu li, Ahkâmi’l-Kur’ân, c. 6, s. 456-459; İbn Habib, el-Munammak, s. 328
27 Tevbe Sûresi, 9/31
28 Taberi, Câmiu’l-Beyan an Tevili’l-Kur’an, c. 10, s. 114


Muhammed Emin Yıldırım-Siyer usulu ders notları

https://www.siyervakfi.org/siyerusulu/siyer-usulu-22.pdf

Hiç yorum yok: