15 Şubat 2020 Cumartesi

SİYER COĞRAFYASI’NIN DİNİ YAPISI-3-


....“Ve dediler ki: Sakın ilahlarınızı bırakmayın. Hele Ved’den, Suvâ’dan, Yeğûs’tan, Yeûk’tan ve Nesr’den asla vazgeçmeyin.” 6


Burada açıkça isimleri sayılan beş put, Nuh kavminin suretler, timsaller önünde tazim ettikleri, onlarda bazı olağanüstü güçlerin toplandıklarına inandıkları kutsal varlıklardı. Bu beş isme dair tefsirlerimizin bize verdikleri bilgiler şöyledir: Bu isimler, ya Hz. Adem’in oğulları veyahut Hz. Nuh’tan önce yaşamış salih ve abid insanlardı. Halk bu salih insanlardan o kadar etkilenmişlerdi ki, onların ölümü, kendilerini çokça üzmüş ve sırf hatıraları, o güzel ahlak ve hayatları unutulmaması için her biri adına bir heykel yapmışlardı. İlk nesillerde sadece hatıralarını yaşatma gibi, masumane bir düşüncede olan insanlar, nesiller araya girdikçe sapmaya başlamış ve derken bu beş abid insanın hatıraları unutulmuş, heykeller birer tapınma aracına dönüşmüştü.7 İbnü’lKelbi’nin bize bildirdiğine göre yüzyıllar boyunca bu putların adı yaşamış hatta Mekke’de Efendimiz döneminde bile müşrikler bu putlara tazim etmeye devam etmişlerdir.8

Ayetin isimlerini açıkça beyan ettiği putlar hakkındaki diğer bir yorum ise şöyledir: İnsanlık kainatta var olan tüm idareyi tek bir tanrının otoritesinde toplanacağına bir türlü inanamadıkları için çok tanrıcılık inancı insanlar arasında yayıldı. Bunun içinde her işin bir faili olarak bir tanrı olduğu düşüncesi gelişti, hatta tanrının karısı, çocukları, akrabaları vs. oluştu ve bu tanrı ailesi aynen insan nesli gibi çoğalıp durdu. İnsanlarda gördükleri nice şeyleri bu tanrılara izafe etmeye başladılar. Derken bu izafet daha iyi anlaşılsın diye şekilli suretlere dönüştü. Nuh Sûresi’nde bahsi geçen beş putun isimleri; aslında güç, kuvvet, azamet, güzellik ve idare gibi beş önemli sembolü temsil etmekteydi. Ved: Erkek savaşçı, Suvâ: Güzel kadın, Yeğûs: Aslan, Yeûk: At, Nesr: Kartal…9

İşte görüldüğü gibi insanlık, ilk çağlardan itibaren bu tür eğilimleri ile putperestliğe yol açan sapmalara kapı açmıştı.

 Bu sapma ne yazık ki Hz. Nuh’tan sonra da devam etmiş, gelen tüm peygamberler de bu sapmayı düzeltmek için uğraşmışlardı. Ama gördüğümüz bir gerçek var ki, insanlığın bu çok tanrıcılık fikrinden ayrılmaları çok da kolay olmamıştır. Hz. İbrahim’in Harran’da verdiği mücadeleyi hatırlarsak, o günlerde Babil merkez olmak üzere Mezopotamya’nın genelinde putçuluğun nasıl yaygınlaştığını daha iyi anlarız. Hz. İbrahim o mücadelesinin sonunda ateşten kurtulup, Mısır’a geldiğinde, Mısır’da değişen bir şeyin olmadığını gördü. Firavun medeniyetinin dini yapısı da Babil gibi çok tanrıcılığa dayanıyordu. Hz. İbrahim, Mekke’ye ailesini getirip bıraktıktan bir müddet sonra, Hz. İsmail ile birlikte Kâbe’nin temellerini yükseltip, o çorak araziyi şenlendirip, insanların teveccühleri o bölgeye doğru yönelince bir müddet tevhidin o bölgede hakim olduğunu görüyoruz. Hz. İsmail’in Cürhümilerden bir hanım ile evlenmesi daha sonra Cürhümilerin o bölgenin idaresini ellerinde tutmalarını geçen derslerimizde görmüştük. 10Ama ne olduysa belli bir süreç sonrasında Hz.İbrahim’in dininden yüz çevirmeler yaşandı ve insanlar yavaş yavaş tevhidden, şirke doğru bir sapmaya başladı. Bu dönemdeki sapmanın altında da, yine çok masumane bir düşünce yatıyordu. İbn İshak’ın bize aktardığına göre, Mekkeliler bazen ticari veya başka sebeplerle Harem’in dışına çıkacakları zaman, yanlarında Harem’in toprağından bazı taşları götürürlerdi. Sırf Kâbe ve çevresine olan saygılarının bir işareti olsun diye o devirlerde hemen hemen herkes bu işi yapıyordu. Yıllar sonra bu uygulamalar, o toplumun genel bir adeti haline dönüştü. Tabi sapma bir başladı mı ne yazık ki başladığı noktada durmuyor, merkezden muhite doğru genişleyerek devam ediyordu. Bir müddet sonra Harem’den dışarıya çıkan insanlar, yanlarında götürdükleri taşların etraflarında Kâbe’nin etrafında döner gibi dönmeye yani tavafa başladılar. Bu sefer, onları gören bölge halkı o taşlar da bazı kutsallıklar olduğunu zannederek, Harem ehlinden olan insanlara döndükleri zaman, o taşları kendilerine bırakmalarını istediler. Bu istek tabii ki kabul gördü, derken bir anda Hicaz, kutsallık atfedilen bu tarz şekilsiz taşlarla dolmaya başladı. Böyle bir alt zeminle yavaş yavaş sapmaya başlayan Mekke ve Hicaz ahalisi ile birlikte o günlerde oldukça yakın ticari ve sosyal ilişkilerde bulundukları Şam, Mısır, Yemen ve İran gibi çevre bölgeler de yıllardır kendilerinde mevcut olan çok tanrcılığın da etkisiyle bu putçuluğu(paganizmi) kabullenmekte çok da zorlanmadılar. Derken Cürhümilerden sonra Kâbe’nin idaresini ele geçiren Huzâ’alıların reisi Amr b. Lühey, Şam topraklarına yaptığı bir ziyaret sırasında, bölge ahalisinin suretli putlara taptığını gördü. Bu putlar hakkında bilgiler alan Amr b. Lühey, oradan insan suretinde kırmızı akikten yapılmış bir put satın aldı ve bunu Mekke’ye getirdi. İşte bu put Mekke’ye giren ilk suretli puttu ve put, yüzyıllar boyu Mekke ahalisinin saygıda kusur etmedikleri Hubel isimli putları idi. O günlerde tarihler Milattan önce 3.yüzyılı gösteriyordu. Yani Hz. İbrahim’in ateşe atılmasına sebep olan putçuluk, şimdi Hz. İbrahim’in inşa ettiği Kâbe’nin hemen yanı başına kadar gelmişti.11 Hubel isminin ne anlama geldiği konusunda birkaç farklı yorum yapılmıştır. Bunlardan en isabetli gördüğümüz şudur: Hubel muhtemelen İbranice’deki Ha-bal’ın muharref şeklidir. Ha-Bal; ise aslında iki kelimeden oluşur: Ha İbranicenin harf-i tarifidir, yani Arapça’daki el takısı gibi... Bal ise, Rab anlamındadır – ki Kur’an’da bu ifade birkaç ayette Rab anlamında geçmektedir.12 Dolayısı ile Habel yani Hubel, aslında er-Rab demektir. 13

Devamı bir sonraki yazıda.

6 Nuh Sûresi, 71/23 
7 Kurtubî, el-Câmiu li, Ahkâmi’l-Kur’ân, c. 18, s. 56, 57 
8 İbnü’l-Kelbi, Kitâbu’l-Asnâm, s. 18 
9 Kurtubî, el-Câmiu li, Ahkâmi’l-Kur’ân, c. 18, s. 58, 59; Çelikkol, Yaşar; İslam Öncesi Mekke, s. 159, 160 
10 Bkz. 16. Ders
11 İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 155-165; Taberi, Tarih, c. 1, s. 140-150 12 Saffat Sûresi, 37/124-126 13 Günaltay, M. Şemseddin; Kable’l-İslam Araplar ve Tedeyyünleri, Darü’l-Fünûn İlahiyat Fakültesi, Mecmuası, Sayı. 3, s. 151


Muhammed Emin Yıldırım-Siyer usulu ders notları

https://www.siyervakfi.org/siyerusulu/siyer-usulu-21.pdf

Hiç yorum yok: