24 Nisan 2019 Çarşamba

TEVBE SÛRESİ 71.- 72. ayetlerin tefsiri


Müminlerin Vasıfları Ve Uhrevî Mükâfatları

71- Mümin erkeklerle mümin kadınlar da, birbirinin velileridir. Bunlar iyiliği emreder, münkerden vazgeçirmeye ça­lışırlar. Namazı dosdoğru kılarlar, ze­kâtı verirler. Allah'a ve Resulüne de itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edecekleri bunlardır. Şüphesiz Allah azizdir, hakimdir.

72- Allah, mümin erkeklere de, mümin kadınlara da, içlerinde ebediyen kal­mak üzere, altından ırmaklar akan cennetler vaadetti. Bir de Adn cennet­lerinde hoş meskenler. Allah'ın rızası ise, hepsinden büyüktür. İşte bu, en büyük saadetin tâ kendisidir.

Açıklaması

Şüphesiz, erkek ve kadın bütün iman ehli birbirleriyle yardımlaşırlar, bir­birlerine destek olurlar. Nitekim Peygamber(s.a.) Efendimiz: "Müminin mümi­ne bağlılığı, taşları birbirine kenetli bir duvar gibidir" buyurmuşlar ve parmak­larını birbirlerine geçirmişlerdir. Yine, başka bir sahih hadiste: "Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, müminler, -bir organı rahatsız olduğu za­man, diğer organlarını da, uykusuzluk ve ateş saran- bir vücud gibidir..." bu­yurmuşlardır.

Müslüman erkeklerle müslüman kadınlar arasında, savaş meydanlarında ve her türlü zor durumda -meselâ hicret ve cihad gibi- erkeklerin iffetlerini ve gözlerini korumaları, kadınların büyük bir edep, haya ve iffetle hareket etme­leri, gözlerini korumaları, konuşma, giyim ve işlerinde güzel ve övünülecek davranış içinde olmaları şartıyla, karşılıklı yardımlaşma oldu. Hicretin başa­rıyla gerçekleşmesinde kadının -zâtü'n-Nıtâkayn Esma gibi- açık bir rolü ol­muştur. Düşmanlarla savaşlarda, çatışmalarda kadınlar su dağıtıyor, yemek hazırlıyor ve savaşa teşvik edip yenilip geri çekilen erkekleri geri döndürüyor­lar, yaraları sarıyor, hastaları tedavi ediyorlardı.

Cenab-ı Hakk'ın, müminler hakkındaki: "Onlar birbirinin velileridir" sö­zü, münafıklar hakkındaki, "onlar birbirlerindendir" sözünün karşılığıdır. Çünkü müminler, kardeştir. Onları, muhabbet, sevgi birbiriyle yardımlaşmala­rı, birbirlerini sevmeleri efendi eder. Münafıkları birbirlerine bağlayan hiçbir inanç ve kuvvet bağı yoktur. Onlar ancak şüphede, korkaklıkta, cimrilikte, ye­nilgide ve tereddütte birbirlerinin uydusudurlar. Çünkü onların kalbleri farklı­dır.

Allahü Teâlâ burada, birbirlerinin velileri olma özelliğinden başka, mümi­nin münafıktan farklı olduğu beş özellik daha zikretmektedir: "Onlar, iyiliği emrederler, kötülükten nehyederler, namazı güzelce kılarlar, zekâtı verirler, Al­lah'a veRasulüne itaat ederler.."

Müminler iyiliği, münafıklar ise kötülüğü emreder. Müminler kötülükten, münafıklar ise iyilikten nehyederler. Müminler, en güzel şekilde ve Allah'a hu­şu içinde namaz kılarlar, münafıklar ise, namaza tembel tembel ve insanlara gösteriş için kalkarlar.

Müminler, nafile sadakaları vermekle beraber, üzerlerine farz olan zekâtı da verirler. Münafıklar ise, cimrilik ederler, Allah yolunda harcamaktan elleri­ni tutarlar.

Müminler, emrettikleri şeyleri yapmak, nehyettiklerini terketmek suretiy­le Allah'a ve Peygamberine itaat ederler. Münafıklar ise, Allah'a itaatin dışına çıkmış, fasık azgın kimselerdir. Müminler, sahip oldukları bu sıfatlar sebebiyle, rahmeti hak ettiler: 


"İşte bunlar: Allah onlara rahmet edecektir." Yani Allah, bu sıfatlarla vasıflananlara rahmet edecek, dünya ve ahirette onları rahmetiyle gözetecektir. Bunun mukabili, Allah'ın münafıkları rahmetinden uzaklaştırmasıdır: "Onlar, Allah'ı unuttular. O da, onları unuttu." Allah münafıklara cehen­nem azabını vaadettiği gibi, müminlere de gelecek rahmeti -ahiret sevabı- vaadetti.

Şüphesiz Allah, azizdir, mükâfat ve cezasını gerçekleştirmekten, hiçbir şey O'nu engelleyemez. Hakimdir, hiçbir şeyi yerinin dışına koymaz. O'nunla kulla­rı arasına hiçbir engel giremez. Onun rahmetini, ya da cezasını engelleyemez. O, kullarının işini adalet, hikmet ve sevaba uygun olarak düzenleyen hikmet sahibidir. Müminlere cenneti ve rıdvanı verir, münafıkları ise cehenneme atar, azap ve gazap eder.

Sonra Allahü Teâlâ, müminlere vaadettiği rahmetinin birçok hayırlara ve ağaçları altından nehirler akan ve altlarını örten ağaçlar içinde ebedî kalınan cennetlere ve o cennetlerdeki yapısı güzel, oturması hoş evlere şamil olduğunu açıklamıştır. Sahihayn'da Ebu Musa el-Eş'arî'den rivayet olunan bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: "İki cennet vardır ki, kap kacakları ve eşyaları altındandır. Yine iki cennet daha vardır ki, onların da kap kacakları ve eşyaları gümüştendir. Adn cennetindeki insanlar Rablerini, yüzünde kibriya ridâsı olduğu halde görürler..." Sonra Resulullah (s.a.): "Şüphesiz, müminin cen­nette içi boş, tek bir inciden bir çadırı olacaktır. Onun uzunluğu, altmış millik bir mesafedir. Müminin orada ehli olur, o onları dolaşır, onlar birbirlerini gör­mezler."

Yine Buhari ve Müslim'de Ebu Hüreyre'den rivayet olunan hadiste, Hz. Peygamber (s.a.): "Şüphesiz cennette yüz derece vardır. Allah onları, yolunda cihad edenlere hazırlamıştır. İki derece arasında gökle yer arası kadar mesafe vardır. Allah'tan istediğiniz zaman, Firdevsi isteyin. Çünkü o, cennetin en yüce ve en üstün olanıdır. Cennetin ırmakları oradan fışkırır. Onun üstünde Rahman'ın arşı vardır" buyurmuştur.

Adn Cennetleri:
Firdevs gibi, cennet derecelerinden bir derecenin ve bir yerin ismidir. Nitekim: "O Adn cennetlerine ki, onları Rahman kullarına gıya­ben vaad etmiştir" (Meryem, 19/61) ayetiyle "Kelime ve İbareler" bölümünde geçen Ebu'd-Derdâ hadisi buna işaret eder. Adn'ın oturmak, karar kılmak mâ­nâsına olduğu da söylenmiştir. Bu mânâya göre Adn cennetleri, yerleşme ve ebedî kalma cennetleridir. Şu ayetlerde de bu mânâyadır: "Cennet-i huld (ebe­dilik cenneti)" (Furkan, 25/15) "Cennetü'l-Me'vâ" (Necm, 53/15). O halde, cen­netlerin hepsi de, Adn cennetleridir.

Yine müminler için, cennetlerden daha büyük daha yüce olan Allah'ın rı­zası vardır. Bu, manevî mutluluğun bedenî saadetten daha mükemmel, daha şerefli olduğuna kesin delildir. İmam Malik ile Buhari ve Müslim'in Ebu Said el-Hudrî vasıtasıyla rivayet ettiği şu hadisi de bunu destekler: Allahü Teâlâ, cennet halkına seslenir: "Ey cennet halkı!". Cennet halkı: "Buyur Rabbimiz, buyur! Hayır sendendir" der. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Razı oldunuz mu?" Cennet halkı sorar: "Niye razı olmayalım, ey Rabbimiz! Mahlûkatından hiç kimseye vermediğini bize verdin..." Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Size, bundan daha üstününü vereyim mi?" Cennet halkı sorar: "Bundan daha üstün ne var, ya Rabbi?" Allahü Teâlâ şöyle buyurur: "Size rızamı indiriyorum. Ondan sonra size, asla kızmayacağım"

Şöyle de denilmiştir: Rıza, kıyamet gününde Allah'ı görmektir. Nitekim, Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "İhsanda bulunanlara daha güzel ve bir de fazlası vardır" (Yunus, 20/26).

Cenab-ı Hak, bu üç şeyi (cennetler, Adn cennetlerinde hoş meskenler, Al­lah'ın en büyük rızası) zikrettikten sonra: "İşte bu, en büyük saadetin tâ kendisi­dir" buyurdu. Yani, Allah'ın bu vaadi, yahut rızası veya her ikisi (bedenî ve ruhî saadet) yegane büyük kurtuluştur. Aksine insanların kurtuluş zannettiği ve münafıklarla kâfirlerin daima ihtirasla istediği fani dünya nimetleri değildir. [58]


[58] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 5/462-464.

Hiç yorum yok: