25 Nisan 2019 Perşembe
TEVBE SÛRESİ 107.- 110. ayetlerin tefsiri
Dırar Mescidi (Münafıkların Mescidi) Ve Takva Mescidi (Küba Mescidi)
107- Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını açmak için ve daha önce Allah'a ve Peygamberine karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlamak için bir mescit yapanlar "İyilikten başka bir niyetimiz yoktu" diye yemin ederler. Allah şahittir ki onlar yalancıdırlar.
108- Orada asla namaza durma. Şüphesiz ki, ilk gününden itibaren takva üzerine kurulan mescitte namaza durman daha uygundur. O, mescitte (maddî-manevî kirlerden) temizlenmeyi sevenler vardır. Allah da temizlenenleri sever.
109- Binasının temelini Allah korkusu ve O'nun rızasını kazanma esası üzerine kuran mı, yoksa binasını bir uçurumun kenarına kurup da onunla birlikte cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi daha hayırlıdır? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
110- Yürekleri paramparça oluncaya (ölünceye) kadar, yaptıkları o bina daima kalplerinde bir şüphe kaynağı olarak kalacaktır. Allah her şeyi çok iyi bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.
Açıklaması
Münafıklardan bir kısmı da Küba Mescidi civarında Dırar Mescidi inşa ettiler. Bunlar Evs ve Hazrec Kabilesi'nden 12 kişiydiler. Bu mescidi yapmalarının dört sebebi vardı:
1- Peygamberimiz (s.a.)'in Medine'ye varır varmaz bina ettiği Küba Mescidi'nde müslümanlara zarar vermek.
2- Peygamberimiz (s.a.)'i ve getirdiği Kitabı inkâr etmek, O'na ve İslâm'a dil uzatmak. Bu mescidi müslümanlar aleyhine hile ve desise için karargâh olarak kullanmak.
Bu Dırar Mescidi fitne merkezi, nifak ocağı, münafıkların namazı cemaatle eda etmekten kaçıp sığındıkları yuvaları olmuştu. Bu ise küfürdü. Çünkü imana aykırı inanç ve amele küfür ismi veriliyordu.
3- Tek mescitte Rasulullah (s.a.)'ın arkasında namaz kılan müminlerin arasını açmak. Çünkü müminlerin bir kısmı orada namazı kılınca tefrika çıkacak, ülfet bozulacak, birlik dağılacaktı. Bunun için asıl olan müslümanların tek mescitte namaz kılmaları idi. Mescitlerin ihtiyaç olmaksızın çoğaltılması dinin hedef ve gayelerine aykırı idi.
4- Burasının gözetim ve kontrol merkezi olarak kullanılması, Allah ve Rasulüyle savaşan kişilerin oraya gelmelerini ve karargâh haline getirmelerini beklemeleri; burayı inşa eden münafıkların savaşa hazırlandıkları ve müslümanları gözetmek için kullandıkları bir yer olması.
Allah ve Rasulü'ne savaş açan kimseden maksat, -Nüzul Sebebi'nde belirtildiği gibi- Hazrec Kabilesinden Ebu Amir er-Rahib idi. Bu Meleklerin yıkadığı Hanzala'nın babası idi. Rasulullah (s.a.) ona "fasık" ismini vermişti. Cahiliyette Hristiyan olmuş, rahiplik yapmış, ilim tahsil etmişti. Rasulullah (s.a.) ortaya çıkınca O'na düşman olmuştu. Çünkü reislik elinden gitmişti, Uhud günü Peygamberimiz (s.a.)'e "Seninle çarpışcak bir kavim bulsam, ben de onlarla birlikte seninle çarpışırım" demişti.
Huneyn Savaşı'na kadar Peygamberimiz (s.a.)'le hep karşı tarafta çarpıştı. Hevazin'le birlikte yenilgiye uğrayınca Şam'a kaçtı. Kayser'den Rasulullah (s.a.) ile savaşacak askerler isteyip getirecekti. Suriye'nin kuzeyinde Kınnesrîn'de yalnız başına öldü. Bir rivayete göre ise Hendek Savaşı'nda düşman ordularını toparlıyordu. Düşman yenilgiye uğrayınca Şam'a kaçtı.
Bu rivayetlere göre Ebu Âmir'in Herakl'e gidişi ya Uhud, ya Huneyn, veya Hendek Savaşı'ndan sonra olmuştur.
O münafıklar yemin edecekler ve diyecekler ki: Biz bu mescidi yapmakla sadece iyilik yapmak istedik. Niyetimiz müslümanlara şefkatle yaklaşmak, güçsüz ve zayıfların rahatlarını sağlamak, hatta yağmurlu günlerde cemaatle namazda bulunmalarını temin etmekti. Diğer müslümanlara kanarak Rasulullah (s.a.) onları tasdik edecek ve o mescitte namaz kılacaktır, ama Allah Tealâ gayet iyi biliyor ki onlar bu yeminlerinde ve iddialarında yalancıdırlar, amellerinde ikiyüzlüdürler.
Allah, Rasulüne bu durumu bildirdi. "Allah şahittir ki..." ayetinin manası, Allah onların kalplerindeki fesatlığı ve yemin ettikleri konuda yalancı olduklarını da gayet iyi bilir, demektir.
Onların bu mescidi zarar vermek ve kötülük etmek için inşa etmeleri sebebiyle Allah, Cebrail'e vahyedip Rasulü'nün orada namaz kılmasını yasakladı. Ümmet de bu konuda ona tabidir.
"Orada namaza durma!" Yani orada namaz kılma. Bazan namaz "kıyam" kelimesiyle ifade edilebilir. Meselâ, "Falan geceyi kıyamla geçiriyor" denir. Buharî'deki sahih hadis böyledir: "Kim Ramazan'da inanarak ve sevabını yalnız Allah'tan umarak kıyamla geçirirse geçmiş günahları bağışlanır."
Gelecek zamanın tamamını içine almak üzere "ebediyyen" manasında kullanılan "ebedî" kelimesinin nehiy cümlesinde yer alınca genellik ifade ederek "sakın, kesinlikle, asla" manasında kullanıldığı görülmektedir.
Cenab-ı Hak bundan sonra iki sebeple Rasulünü Küba Mescidi'nde namaz kılmaya teşvik etmiştir:
Birincisi: Bu mescit takva üzerine bina edilmiştir. Binası, ilk gününden itibaren takva yani Allah'a ve Rasulü'ne itaat esası üzerine, müminlerin birliğini temin ve müslümanlara bir merkez ve karargâh olması için kurulmuştu.
"Takva esası üzerine kurulmuş mescit..." yani Allah korkusu, ihlâsla ibadet etmek, müminleri Allah Rasulünün sevgisi üzerine toplamak ve İslâm birliği uğruna çalışmak için bir merkez olmak üzere kurulmuş mescit, içinde namaz kılmak için, diğer yerlerden daha uygun ve daha evlâdır ey Rasulüm!
Burada zikredilen mescit -Sahih-i Buharı'de belirtildiği, ayetlerin ve bu konudaki olayların gösterdiği gibi- Küba Mescidi'dir. Bunun içindir ki sahih bir hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.), "Küba Mescidi'ndeki namaz bir umre gibidir" buyurmuşlardır.
Ancak İmam Ahmed, Müslim ve Nesai'nin rivayetine göre Peygamberimiz (s.a.)'e bu ayette geçen mescidin hangi mescit olduğu sorulmuş o da "Medine'deki mescit" şeklinde cevap vermiştir. Ayette her iki mescidin de murad edilmiş olmasına hiçbir engel yoktur. Çünkü her iki mescit de inşasına başlanıldığı ilk günden itibaren hayırlara mekân olmuştur.
İkincisi: Bu mescitte hem (günah ve masiyetlerden arınma anlamında) manevî temizliği hem de (elbise temizliği, abdest ve gusülle beden temizliği, istincada taş kullanıldıktan sonra su ile taharet alınması manasında) maddî temizliği seven kişiler vardır. Bu ikinci çeşit temizlik müfessirlerin çoğunluğunun görüşüdür. Evlâ olan her iki çeşit temizliğin murad edilmiş olmasıdır.
Allah çok temizlenenleri yani ruhî, manevî, cesedî ve bedenî temizliğe çok önem verenleri sever. Bunlar insanlar arasındaki kâmil şahsiyetlerdir.
Beyzavî der ki: Orada Allah rızasını kazanmak için günahlardan ve kötü hasletlerden temizlenmeyi isteyenler vardır. Allah çok temizlenenleri sever, yani onlardan razı olur. Aşığın sevgilisine yakınlık duyması gibi onları kendisine yaklaştırır.
Keşşafta Zemahşeri şöyle demektedir: Onların çok temizlenmeyi sevmelerinin işareti, temizliğe önem vermeleri ve buna bir şeyi çokça sevenin gösterdiği riayeti göstermeleridir. Allah Tealâ'nın onları sevmesi ise onlardan razı olması, onlara aşığın sevgilisine gösterdiği gibi lütuf ve ihsanda bulunmasıdır.[76]
"Allah'ın kullarını sevmesi"nin manası ise Onun razı olması, müminleri kabul eylemesi ve kendisine yakın kılmasıdır. Çünkü Allah sıfatlarımıza benzemekten münezzehtir. O'nun sevmesi bizim sevmemizden başkadır. Bu Onun kemaline lâyık bir vasıftır.
Nitekim Buharî'nin rivayet ettiği hadis-i kudsîde şöyle buyurulmaktadır: "Kulum bana nafilelerle yaklaşır. Nihayet onu severim. Onu sevdiğim zamanda onun işiten kulağı, gören gözü olurum."
Bu ayette geçen "Allah'ın sevgisi" Allah'ın Peygamberin ehl-i beytini tertemiz kılma hususundaki sevgisine benzemektedir: "Ey Peygamber ailesi!. Şüphesiz Allah sizi günah ve kötülüklerden arındırıp tertemiz kılmak ister." (Ah-zab, 33/33).
Bundan sonra Cenab-ı Hak her iki mescidin inşa edilmesinin hedeflerini karşılaştırdı: Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine -yani dünya ve ahirette faydalı sağlam bir temel üzerine- bina edenle, zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını açmak ve daha önce Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlamak için mescit bina eden birbirine eşit olamaz. Çünkü böyleleri binalarını çökecek bir uçurum kenarına, yani bir vadiye düşmeye hazır, zayıf ve yıkılmaya yüz tutmuş bir yere yapmaktadırlar. Eğer çökerse Cehennem'in dibine yuvarlanacaktır. Allah fesatçıların yaptıkları işleri düzeltmeyen zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. Onları hak, adalet, istikamet ve doğruluğa; kendilerinin menfaati ve kurtuluşu olan hususlara muvaffak kılmaz.
Razî der ki: "Dünyada münafıkların durumuna bu misalden daha uygun bir misal bulamayız."
Sözün özü şöyledir: İki binadan birini yapanlar bu binayı yaparken Allah korkusu ve rızasını, ikinci binayı yapanlar ise masiyet ve küfrü gözettiler. Birinci bina şerefli ve ayakta kalması gerekli bir bina, ikinci bina ise değersiz, yıkılması gerekli bir bina oldu.
"... Onunla birlikte Cehennem ateşine yuvarlandı" ayeti bir rivayette "Bu gerçektir. Burası Cehennem'den bir yerdir" denildi. Diğer bir rivayette ise, "Bu mecazdır, ayetin manası, "Bina Cehennem'e girdi, sanki yıkılıp Cehennem'in içine düştü" demektir.
Bundan sonra da Cenab-ı Hak münafıkların Dırar Mescidine yerleşmekle meydana gelen tarih boyunca kalacak kötü manaları beyan etmektedir:
Onların bu binaları ve yıkımı dinde şüphe etmelerine, iki yüzlülüklerinin artmasına sebep olacaktır. Çünkü bu bina nifak ve küfrün tesirlerini müşahhas kılıyordu. Bu durum onların kalplerinde nifakı yerleştirdi. Tıpkı buzağıya tapanlara onun sevgisinin verildiği gibi. Bu şekilde devam edecek; yürekleri paramparça oluncaya, idrak kabiliyeti tamamen kayboluncaya, yani ölünceye kadar öyle devam edecek.
İnşa etmeleriyle sevindikleri bu bina dindeki şüphelerinin kaynağı, gönüllerine yerleşen küfür ve nifakın müşahhas bir ifadesidir. Peygamberimiz (s.a.) bu binanın yıkılmasını emrettiği zaman bu onlara çok ağır gelmiş, kızgınlıkları artmış, onun peygamberliği hakkındaki şüpheleri çoğalmıştı. Korkuları bir kat daha büyümüş, kendi durumları hakkında tereddüde düşmüşlerdi: Acaba öldürülecekler miydi, yoksa serbest mi bırakılacaklardı? Bu binanın kendisi bizzat şüphe idi, şüphelere de sebep oldu. Şüpheye sebep oluşu binanın tahrip edilmesi ve yıkılmasıyla ortaya çıktı.
Allah yarattıklarının amellerini gayet iyi bilendir, hayır veya şer onlara karşılık vermekte tam bir hüküm ve hikmet sahibidir. Münafıkların halini açıklamak, gerçeklerin bilinmesi için Onun hikmetindendir. [77]
[76] Zemahşerî, 11/58.
[77] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/41-45.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder