Temiz Şeylerin Helâl Ve Haram Şeylerin Haram Kılınmasının Menşei
168- Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerden helâl ve temiz olanlarını yiyin. Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o size apaçık bir düşmandır.
169- O size ancak kötülüğü, hayasızlığı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.
170- Onlara: "Allah'ın indirdiğine uyun!" denildiği zaman onlar: "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız" derler. Ya ataları bir şeye akıl erdirememiş ve doğruyu da bulamamış idiyseler?
171- O inkâr edenlerin hali bağırıp çağırıştan başka bir şey duymayanlara haykıranın haline benzer. (Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler ve kördürler. Onun için akıl erdiremezler.
Nüzul Sebebi
168. ayetin nüzul sebebi ile ilgili olarak el-Kelbî şöyle demektedir: Bu ayet-i kerime Sakîf, Huzâa ve Âmir b. Sasaa hakkında nazil olmuştur. Bunlar kendilerine bir takım ekin ve davarları haram kılmışlardı. Ayrıca Bahîra, Sâıbe. Vasile ve Hâmî denilen (çeşitli şekillerde niteledikleri) develeri de haram kılmışlardı. [18]
Açıklaması
Yüce Allah, Allah'a eş tutanların durumunu, bunların görecekleri azabı, uyanlarla uyulanlar arasındaki, başkanların yönetimleri altındakilerden sağladığı menfaatler demek olan ilişki ve bağlantıların kopuşunu beyan ettikten sonra, bu ilişkilerin haram kılınan ilişkiler olduklarını açıklamaktadır. Çünkü bunlar pis ve murdar şeyleri yemek, şeytanın adımlarına tabi olmaktır. Sapıklığın sebebi ise akıl ve belgeye dayalı olmaksızın ataların izledikleri yola güven beslemektir.
Yüce Allah: "Ey insanlar!" şeklinde hitab etmektedir. Yani hitap mümin ve kâfiri kapsamaktadır. Diğer taraftan Allah'ın nimetleri bütün insanları kuşatmaktadır. Küfür, ilâhî nimetlere nail olmaya engel değildir. Allah bütün insanlara yeryüzünde bulunan Allah'ın kendileri için helâl kıldığı şeyleri ve herhangi bir şüphe, bir günah ve başkasının hakkı taalluk etmeyen temiz şeyleri yemelerini istemektedir. Onlardan başkaların kendilerine uyanlardan aldıkları pis ve murdar şeyleri de yememelerini emretmektedir. Çünkü bunlar haramdır, murdardır, yenilmeleri helâl şeyler değildir. Bu aynı zamanda Kitap Ehline mensup din adamlarının kendi dinleri üzere kaldıklarını, İslâm'a iman etmediklerini göstermektedir. Onların bu durumları ise kendi konumlarını, batıl başkanlıklarını korumak ve batıl yollarla başkalarının mallarını batıl yollarla almak içindir.
O bakımdan ey insanlar! Şeytanın aldatma, saptırma ve vesveseleri sonucu onun yoluna tabi olmayınız. Çünkü şeytan ancak kötülüğü ve münkeri telkin eder. Şeytan, atamız Adem (a.s.)'den itibaren apaçık bir şekilde insanın bir düşmanıdır. Hiç bir zaman hayır namına bir şey emretmez. O çirkinden başka bir şeyi emretmez. O kötü duyguların kaynağıdır, masiyetleri süsleyendir. O bakımdan ona uymayınız. O vesvesesiyle, üzerinizdeki tasallut ve baskısıyla kendisine itaat edilen bir âmir gibidir. Siz dünyanızda da ahiretinizde de size kötülük getiren şeyleri yapmakla onu bu konuma yükseltmiş oluyorsunuz.
Şeytan sizlere Allah hakkında, O'nun dini ile ilgili olarak, kesin olarak itikad, dini ibadetler hususunda Allah'ın şeriatinden olduğunu bilmediğiniz şeyleri söylemenizi ya da haramı helâl yapmaya, helâli de haram yapmaya kalkışmanızı emretmektedir. Böylelikle o akideyi ifsad etmek, şeriati de tahrif etmek gayesini gerçekleştirmek istemektedir.
Daha sonra Kur"an-ı Kerim müşriklerden ve bazı Yahudilerden şöylece söz etmektedir: Onlara "Allah'ın Rasulü Muhammed (s.a.)'in üzerine indirdiği vahye uyunuz. Çünkü bu daha hayırlıdır ve daha uygundur. Buna karşılık onun dışında edindiğiniz dost ve velilerinize uymayınız," denildiği zaman bunlar, kör bir taklid ile atalarını taklidin yoluna düşmektedirler. Bunu yaparken de sadece geçmişte yapılageldikleri, alışageldiklerine güvenip dayanmaktadırlar. Yüce Allah ise onların bu tutumlarını şöylece reddetmektedir:
Taklit ve adetlerinde onlar atalarını üzerinde gördükleri şeylere mi tabi olacaklardır! Ataları akaid ve ibadetler konusunda hak namına hiç bir şeye aklı ermeyen kimseler olsalar da mı? Evet, onlar bu konuda mantıkî her türlü delilden uzak kalsalar ve doğrudan ayrı olsalar dahi (yine de atalarına) uymaya devam edeceklerdir. İşte bu, delilsiz olarak taklidin yerilmiş olduğunu göstermektedir. Müctehidlere tabi olmak yani onların delillerini bildikten sonra müctehidleri taklid etmek ise caizdir. Çünkü Yüce Allah, "Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (bilenlere) sorunuz." (Enbiyâ, 21/7) diye buyurmaktadır.
Atalarını, başkanlarını körü körüne taklid eden, üzerlerinde bulundukları sapıklık ve bilgisizlikleri sürdürüp giden, konumlarının sağlıklı olup olmadığını düşünmeyen, kâfirleri imana davet eden kimsenin hali ya da niteliği hayvanlarına seslenip onları suya ve mer'aya güden, yasak şeylerden onları dürtüp uzaklaştıran yani çobanlarının söylediklerinden hiçbir şey akledip anlayamayan davarları güden kimsenin haline benzer. Kâfir ve hayvanlardan her birisi işittiklerinden bir şey anlayıp kavrayamaz. Bunlar sadece seslere ve çıngırakların çıkardıkları gürültülere takılır, ardından giderler. Çünkü kâfirler kalplerini, kulaklarını, gözlerini hidayetin nuruna karşı perdelemişlerdir. O bakımdan Allah da onların bu azaları üzerine perde indirerek mühür basmıştır. Böylece bunlar herhangi bir hayrın nüfuz edemeyeceği bir hale gelmişlerdir. Adeta -kendilerini imana iletecek türden- hiç bir şeyi işitemeyen sağırlar, konuşamayan dilsizler, Allah'ın ayetleri hakkında ve kendi nefisleri üzerinde düşünüp görmeyen körler haline gelmişlerdir. Hatta bunlar hayvanlarda olduğu gibi başkalarının arkasından gider, onlara uyarlar. Kurtubî der ki: Yüce Allah kâfirlere öğüt veren, onları imana davet eden kimseyi -ki o da Muhammed (s.a.)'dir- koyun ve develerine bağırıp çağıran çobana benzetmektedir. Bu deve ve koyunlar ancak onun bağırıp çağırmasını işitirler, fakat neler söylediğini kavrayamazlar. [19]
[18] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 1/360-361.
[19] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 1/361-362.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder