Savaşın Farz Oluşu Ve Haram Aylarda Da Mubah Kılınması
216- Hoşunuza gitmediği halde, savaş üzerinize yazıldı. Bazen hoşlanmadığınız bir şey size hayırlı olur. Sevdiğiniz birşey de hakkınızda şer olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
217- Sana haram ayı, onda savaşmayı sorarlar. De ki: "Onda yapılan savaş büyüktür. Allah yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram'dan alıkoymak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyüktür. Fitne katilden büyüktür." Eğer güç yetirseler sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri kalmazlar. Artık içinizden her kim dininden irtidat eder de kâfir olarak ölürse, onların bütün amelleri dünyada da ahirette de heder olup gider. Onlar ateşliktirler. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar.
218- Şüphesiz iman edenler, hicret edip de Allah yolunda cihad edenler var ya, işte onlar Allah'ın rahmetini umarlar. Allah Ğafûr'dur, Rahîm'dir.
Nüzul Sebebi
216. ayet-i kerimenin nüzul sebebiyle ilgili olarak İbni Abbas şöyle demektedir: Allah müslümanlara cihadı farz kılınca bu onlara ağır geldi ve bundan hoşlanmadılar. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.
217. ayet-i kerimenin nüzulü ile ilgili olarak da İbni Cerir et-Taberi, İbn Ebi Hatim, el-Mu'cemu'l-Kebir' inde Taberânî ve Sımen'inde Beyhâkî, Cündeb b. Abdullah'dan şunu rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.) bir grup kişiyi Abdullah b. Cahş el-Esedî komutasında gönderdi. Yolda Amr b. el-Hadramî ile karşılaştılar. Ancak o gün Recep ayından mı, yoksa Cemaziyelahir de mi olduklarını bilemediler. Müşrikler müslümanlara: Sizler haram ayda adam öldürdünüz, deyince Yüce Allah, "Sana haram ayı, onda savaşmayı sorarlar" buyruğunu indirdi. Buna göre bu ayetin nüzul sebebi, müfessirlerin ittifakıyla Abdullah b. Cahş'ın başından geçen olaydır.
Müfessirler derler ki: Resulullah (s.a.) Peygamber (s.a.)'in halasının oğlu olan Abdullah b. Cahş'ı Bedir savaşından iki ay kadar önce Medine'ye gelişinin 17. ayının başında Cemaziyelahir'de (askeri birliğin komutanı olarak) göndermiş idi. Onunla birlikte muhacirlerden sekiz kişilik bir topluluk vardı. Görevleri Kureyşlilere erzak götüren kervanı gözetlemek idi. Kervanda aralarında Amr b. el-Hadremî'nin de bulunduğu üç kişi daha vardı. Abdullah b. Cahş ve beraberindekiler Amr'i öldürdüler, iki kişiyi de esir aldılar ve kervana da el koydular. Kervan arasında kuru üzüm ve yiyecek taşıyan Kureyş'in develeri, ayrıca Taiflilere ait ticaret malları da bulunuyordu. Olay Receb'in ilk gününde olmuştu. Onlar ise bunun Cemaziyelahir'de olduğunu zannediyorlardı. Medine'ye Peygamber (s.a.)'in huzuruna geldiklerinde, onlara: "Allah'a yemin ederim ben haram ayda savaşmanızı size emretmedim" dedi. Ganimeti dağıtmayı durdurdu, Kureyşliler ise şöyle dediler: Muhammed haram ayda haram olan savaşmayı helâl kıldı. Halbuki bu ayda korku içerisinde olan bir kimse bile güvenlik kazanır ve insanlar geçimlerini sağlamak için çalışırlar [29]
Bazı müslümanlar da şöyle demişti: Onlar bu işleriyle günah kazanmamış olsalar bile ecirleri yoktur. Bunun üzerine Yüce Allah, "Şüphesiz iman edenler, Allah yolunda cihad edenler var ya..." ayetini inzal buyurdu. [30]
Açıklaması
Ey müslümanlar topluluğu, kâfirlerle savaşmak, -ihtiyaç kapatılabildiği takdirde- farz-ı kifaye olmak üzere farz kılındı. İhtiyaç karşılanamadığı ve düşman İslâm topraklarına girdiği takdirde ise, farz-ı ayn olur. Cumhur der ki: Cihadın ilk olarak farz kılınması, muayyen değil de kifaye olmak üzere gerçekleşmiştir. Daha sonra düşman İslâm topraklarına girinceye kadar cihadın farz-ı kifaye olacağı, girmesi halinde de farz-ı ayn olacağı üzerinde icmâ' devam ede-gelmiştir. Atâ der ki: Savaşın farz kılınışı Muhammed (s.a.)'in ashabı üzerinde farz-ı ayn şeklinde olmuştur. Şeriat hakim olunca artık kifaye yoluyla farz haline gelmiştir. [31]
Tabiatınız itibarıyla savaş sizin için hoşlanılmayan bir şeydir ve zordur. Çünkü savaş için malın feda edilmesi, nefsin telef olmak ile karşı karşıya bırakılması söz konusudur. Fıtri olan savaştan çekinme duygusu insanın mükellef kılındığı bu şeye razı olmasına aykırı değildir. Çünkü insan bazen taşıdığı fayda dolayısıyla acı olan şeyleri alıp kullanmaya razı olabilir. Diğer taraftan sizler, tabiatınız gereği bazı şeylerden hoşlanmayabilirsiniz, fakat daha sonraları o şeyde sizin için hayır ve menfaat olduğu görülür. Çünkü savaşta ya zafer ve ganimet, ya da şehadet ve ecir ile Yüce Allah'ın rızası söz konusudur. Cihad ile Allah'ın kelimesi yüceltilir, hakkın, adaletin burcu yükseltilir zulüm bertaraf edilir. Sizler savaşı terketmek gibi bazı şeyleri sevebilirsiniz. Gerçekte ise bunlar sizin için bir kötülüktür. Çünkü savaşı terketmekte zillet, fakirlik, düşmanların İslam topraklarına, mallarına tasallutu, saygı duyulması gereken değerlerin ayaklar altına alınması söz konusudur. Bu kimi zaman tümüyle müslümanlarm yok olmaları sonucunu dahi verebilir.
Allah, savaşın sizin için dünyanızda hayırlı olduğunu bilir. O size hakkınızda hayırlı ve faydalı olandan başka bir şeyi emretmez. Ayrıca sizler bilginizin az ve sınırlı olması dolayısıyla Allah'ın bildiğini bilemezsiniz. O bakımdan cihad vazifesini ifa etmemeye meyletmeyiniz. Böyle yaparsanız sizin için zararlı olur. Çünkü dünya karşılıklı olarak tarafların birbirlerini savması esası üzerinde kuruludur. Sizler Rabbinizin size emrettiğini yerine getirmek hususunda elinizi çabuk tutunuz. Tabiat ve nevalarınıza meyletmekten sakınınız. Allah'ın ilminde onun dinini yücelteceği, az olmalarına rağmen o dine mensub olanlara zafer vereceği; çokluklarına rağmen de batılın peşinden gidenleri yardımsız bırakacağı sabit olmuştur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Nice az bir topluluk vardır ki, Allah'ın izniyle sayıca kalabalık bir topluluğu mağlup etmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara, 2/249).
Size savaşı farz kılan Allah, yine bilir ki; şu düşmanlara karşı savaştan, onları korkutmaktan ve zelil kılmaktan başka bir şeyin faydası olmaz. Ancak bu şekilde tekrar müslümanlara karşı saldırıda bulunmaya, haksızlıklar yapmaya kalkışamazlar.
Bu ayet-i kerimede üzerlerine savaşmanın farz kılınanların kimler olduğu hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır:
el-Evzai ve Atâ der ki: Bu ayet-i kerime ashab-ı kiram hakkında nazil olmuştur. O halde üzerlerine cihadın farz olduğu kimseler onlardır.
Cumhur ise şöyle demektedir: İhtiyaca veya duruma göre savaşmak bütün müslümanlar üzerine farzdır. Şayet İslâm galip ve üstün ise bu farz-ı kifâyedir. Eğer düşman galip ve üstün ise zafer gerçekleşinceye kadar farz-ı ayndır. Tercih edilen görüş de budur. Resulullah (s.a.) da sahih hadiste şöyle buyurmuştur: "Fetihten sonra hicret yoktur, fakat cihad ve niyet vardır. Cihada katılmak için çağırıldığınız vakit cihada çıkınız."
Bu, savaşı farz kılan ilk ayet-i kerimedir. Bu farz oluş, hicretin ikinci yılında olmuştu. Daha önce Mekke'de savaşmak müslümanlar için yasak idi. Yüce Allah Medine'ye hicret ettikten sonra müşriklerden savaşanlarla savaşmayı: "Zulme uğratıldıkları için kendileriyle savaşılanlara (savaşa) izin verildi." (Hacc, 22/30) buyruğu ile izin verdi. Arkasından bütün müşriklerle savaş mubah kılındı, daha sonra da cihad farz kılındı.
Abdullah b. Cahş seriyyesi tarafından İbnü'l-Hadranıî'nin öldürülmesi meselesi, Kur'an-ı Kerim'in söz konusu ettiği bir çalkantıyı ve bir takım soruları gündeme getirmişti. Yüce Allah buyurdu ki: Ya Muhammed, ashabın haram ayda -o da Receb'tir- savaşmanın hükmünü helal midir, yoksa haram mıdır? diye soruyorlar.
Onlara de ki: Evet, haram ayda savaşmanın günahı, büyüktür. Bu kabul edilmeyecek bir iştir. Çünkü haram ayda savaşmama hükmü o gün için söz konusu idi. Fakat Kureyşlilerin müslümanları dinlerinden çevirecek şekilde Allah'ın yolundan alıkoymaları, müslümanları öldürmeleri, yurtlarından çıkarmaları Allah'ı inkâr etmeleri, müslümanları hac ve umreden alıkoymak suretiyle Mescid-i Haram'dan alıkoymaları, oranın ahalisini -ki onlar Resulullah (s.a.) ile ashabıdır- Mekke'den çıkarmalarının ise, evet bütün bunların, Allah katında olsun insanlar arasında olsun günahı, haram ayda savaşmaktan daha büyüktür. Esasen fitne öldürmeden daha ağırdır. Onların Ammâr b. Yâsir'e, babasına, kardeşine, annesine ve diğer müslümanlara karşı işledikleri görülmedik kötülükteki işleri ve barbarca cinayetleri İbnü'l-Hadramî'nin öldürülmesinden çok daha büyüktür. Yani sizler, ey müslümanlar, iki zarardan daha hafif olanını, iki kötülükten daha ehven olanını işlemek durumundasınız.
Bu müşrikler veya kâfirler hâlâ şer ve münker üzerindedirler. Müslümanlara karşı savaşı sürdürmektedirler ve Müslümanları dinlerinden döndürünceye kadar da bunu yapacaklardır. Onlar İslâmı müminlerin kalplerinden çıkarmaya çalışmaktadırlar. Her kim onlara muvafakat eder, kâfir olarak ölür, İslama dönmek suretiyle tevbe etmezse onun ameli boşa çıkmış olur, sevabı ve ecri yok olur, gider, orada ebedi kalmak üzere cehennemlikler arasına katılır. İşte bu irtidat eden kâfirlerin cezasıdır.
Abdullah b. Cahş ve ona benzer Allah yolunda cihad edenlere gelince; bunlar Allah'ı ve rasulünü tasdik edenler, ailelerinden, vatanlarından ayrılan müşriklerle birlikte müşriklerin yurdunda kalmayı terkeden, müşriklerin egemenliklerini tiksinerek reddeden, bunun için de dinlerinde fitneye uğratılmaktan korkarak Allah'ın adını yükseltmek, dininin zafere kavuşması için hicret eden, Allah'ın yolunda savaşan ve Peygamber (s.a.)'e katılan kimselerdir. İşte asıl kamil olan bu insanlar ancak Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah en güzel şekilde onları mükâfatlandıracak onların günahlarını örtecek, lütuf ve ihsanıyla onlara merhamette bulunacaktır. O, onlara ve onların benzerlerine karşı mağfiret sahibi, merhametli olandır. Soruyu soranların ashab-ı kiramdan olduğunu kabul edersek, anlamı böyle olur.
Konuyla ilgili bir rivayet daha vardır [32] Buna göre müşriklerden bir grup haram ayda savaşma hakkında soru sormuşlardı. O takdirde bu buyruğun anlamı da şöyle olur: Müşrikler çelişki içindedirler. Bir taraftan haram ayın hürmetini, saygınlığını kabul ediyorlar, diğer taraftan da bundan daha büyük olan bir işi yapıyorlar. Allah'ın yolundan alıkoymak, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'a gitmekten alıkoymak, oranın halkını oradan çıkarmak, müslümanları dinlerinden geri çevirmek için fitneye maruz bırakmak. İşte bunlar Yüce Allah nezdinde günah olarak çok daha büyüktürler. [33]
[29] el-Vahidî, Esbabu'n-Nüzul'den özetlenerek, 36-38.
[30] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 1/522-523.
[31] el-Bahru'l-Muhît, 11/143.
[32] Bu konuda soru soranların kimler oldukları hakkında farklı görüşler vardır. Hasan-ı Bas-rî ve başkaları der ki: Haram ayda savaşmayı helâl kabul edip müslümanları ayıplamak kasdıyla Resulullah (s.a.)'a soru soranlar kâfirlerin kendileridir. Başkalarının görüşlerine göre ise; bu hususta hükmün nasıl olduğunu bilmek üzere buna dair soru soranlar müslümanlardır. Cassâs, Ahkâmu'l-Kur'an, 1/322).
[33] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 1/523-526.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder