17 Kasım 2018 Cumartesi

AL-İ İMRAN SÛRESİ 100-103. ayetlerin tefsiri


Müminlerin, Kişiliklerini Korumaya, Kur'an'a Ve İslâm'a Sarılmaya Yöneltilmesi

100- Ey iman edenler! Eğer siz Kitap Ehli'nden bir zümreye itaat edecek olursanız sizi imanınızdan sonra kâfir­ler olarak döndürürler.

101- Size Allah'ın ayetleri okunup dur­makta ve Onun peygamberi de içinizde iken nasıl inkâr edersiniz? Kim Allah (ın dinin)'a sımsıkı tutunursa muhak­kak ki dosdoğru yola iletilmiş olur.

102- Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun ve siz ancak Müslümanlar olarak ölünüz.

103- Hepiniz toptan Allah'ın ipine sım­sıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Al­lah'ın üzerinizdeki nimetini de hatırla­yın. Hani siz düşmanlar idiniz de o kalplerinizi birleştirmişti ve O'nun ni­meti ile kardeş olmuştunuz. Ve yine siz ateşten bir çukur kenarında iken ora­dan da sizi O kurtardı. İşte Allah hida­yete ulaşasınız diye size ayetlerini böyle­ce apaçık bildiriyor.


Nüzul Sebebi

el-Firyâbî ve İbni Ebî Hatim İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmek­tedirler: Cahiliye döneminde Evs ile Hazrec kabileleri arasında çok kötü olay­lar geçmişti. Onlar (İslâm geldikten sonra) bir arada otururlarken aralarında cereyan eden olayları, kızıp hiddetlenecek noktaya gelene kadar anıp durdular. Kimisi kimisine karşı silah dahi çekti. Bunun üzerine, "Nasıl Allah'ı inkâr edersiniz?" ayeti ve ondan sonraki ayet-i kerime nazil oldu. Bu da bundan önce­ki iki ayet-i kerimenin nüzul sebebini açıklarken zikredilen rivayeti destekle­mektedir. [83]

Açıklaması

Allah müminleri kâfirlere itaat etmekten, onların aldatma ve saptırma­larına kanmaktan -Kitap Ehli'ni küfürleri dolayısıyla ve Allah'ın yolundan insanları alıkoymaları sebebiyle azarladıktan sonra- sakındırmaktadır. Buna sebep ise İslâmî kişiliğin tutarlılığı ve bu kişiliğin diğerlerinden ayrı ve bağımsız halini korumaktır. Bundan önce ise Kitap Ehli Allah'ın dosdoğru yo­lundan sapmış bulunuyordu. Bu genel hususu aşağıdaki şekilde açıklayabili­riz:

Ey Müminler! Fitneyi körükleyen, sönmüş cahiliye ateşini alevlendiren hususlarda şu Yahudilere itaat edecek olursanız, imandan sonra sizleri küfre, birlikten sonra tefrikaya, ayrılığa, sevgi, samimiyet ve içten bağlılıktan sonra da tiksintiye, kin ve düşmanlığa döndürürler. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Kitap Ehli'nden bir çoğu hak kendilerine besbelli olmuşken ruhlarında yerleşmiş olan kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan son­ra kâfirler olarak geriye döndürmek ister." (Bakara, 2/109). Küfür ise ahireti kaybetmeye sebep olduğundan, dinî bakımdan bir helak oluştur. Dünyada ise kötü gidişe ve kötü geçime sebeptir. Fitneleri, düşmanlıkları ve kini körükledi­ğinden dolayı dünyada da bir helak oluştur.

Nasıl olur da Allah'ı inkâr edersiniz? Sizin bundan uzak olmanız gereki­yor. Size gösterdikleri şekilde nasıl olur da kâfirlere itaat edersiniz? Halbuki siz şu iki özelliğe sahipsiniz: Birincisi gece gündüz Rasulüne indirilen Allah'ın ayetlerinin okunmasıdır. Size bu ayetleri o okumakta ve tebliğ etmektedir. Bu ayetler mucize olduğu apaçık olan Kur'an-ı Kerim'in ayetleridir. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Peygamber sizi Rabbinize iman etmeye davet edi­yor ve sizden misakınızı (ahdinizi) almış bulunuyorken ne diye Allah'a iman et­mezsiniz? Eğer gerçekten müminler iseniz..." (Hadîd, 57/8).

İkinci husus, davetini destekleyen harikulade mucizeleri açıkça göstermiş bulunan Rasulün aranızda, varlığıdır. Bu iki halin varlığı küfür ve inkâra aykı­rıdır. Bunun anlamı, onlar gerçekten saptılar da bu bakımdan azarlandılar de­mek değildir. Çünkü onlar mümin kimselerdi. Bundan dolayı iman nitelikleri söz konusu edilerek "ey iman edenler" diye kendilerine seslenilmiştir [84]

Allah'a ve Kitabına sımsıkı sarılan, onun dinine sıkı sıkıya yapışıp Allah'a tevekkül eden bir kimse hidayeti elde etmiş, sapıklıktan uzaklaşmış, doğrulu­ğun ve gerçeğin yolunda yürümüş ve arzu edileni gerçekleştirmiş demektir.

Daha sonra Yüce Allah müminlere gerçekten takvaya yapışmalarını em­retmektedir. Bu ise görevlerini, farklarını ifa etmek, yasaklardan da kaçınmak suretiyle olur. Bu da güç yettiğince bütün masiyetlerden uzak durmak, emirle­re de uymakla olur. Nitekim Yüce Allah, "Gücünüz yettiğince Allah'tan kor­kun." (Teğâbün, 64/16) diye buyurmaktadır. Resulullah (s.a.) da şöyle buyur­muştur: Size yasakladığım şeyden uzak durunuz. Size emrettiğim şeyi de gücü­nüz yettiğince yerine getiriniz." [85] İbni Mes'ud da şöyle demiştir: "Allah'tan ge­reği gibi korkmak, ona itaat etmek, unutmaksızın onu anmak, inkâr ve nan­körlük etmeksizin ona şükretmekle olur." [86] İbni Abbas da der ki: "Bu, bir göz açıp kapayacak kadar bir süre dahi Allah'a asi olmamak demektir."

Müfessirlerin naklettiklerine göre bu ayet-i kerime nazil olunca Ashab-ı kiram, "Ey Allah'ın rasulü buna (Allah'tan nasıl korkmak gerekiyorsa öylece korkmaya) kimin gücü yetebilir ki?" dediler ve bu onlara ağır geldi. Bunun üze­rine Yüce Allah da, "Gücünüz yettiğince Allah'tan korkunuz." buyruğunu indir­di ve bu ayet-i kerimeyi neshetti. Mukatil der ki: Âl-i İmran suresinde bu ayet dışında mensuh ayet yoktur. Ancak daha uygunu ise Yüce Allah'ın, "Gücünüz yettiğince Allah'tan korkunuz." buyruğunun bu ayet-i kerimeyi beyan sadedin­de olduğudur. Yani, sizler gücünüz yettiğince Allah'tan nasıl korkmak gereki­yorsa öylece korkunuz, demektir. Çünkü nesih ancak nasların bir arada anla­şılması mümkün olmadığı durumlarda söz konusu olur. Burada ise iki nassı bir arada anlamamız mümkündür. O bakımdan bunu kabul etmek daha uygundur.

Daha sonra Yüce Allah onlara şöyle bir yasak getirmektedir: Bütün benliğinizle Allah'a ihlâsla bağlanmadıkça ölmeyiniz. Yani sizler ölüm vaktiniz geldiğinde ancak İslâm hali üzere olunuz. Bu ise baştan itibaren ve devamlı su­rette İslâm üzere kalmaya, bu konuda eli çabuk tutmaya bir teşviktir. Sağlığı­nız ve esenliğiniz halinde bunu korumanız için bir teşviktir. Böylelikle bu hal üzere ölmeniz mümkün olabilsin. Yoksa "İslâm'a girmedikçe ölmeniz yasaktır" gibi bir anlamda değildir. Burada istenen, ansızın ölüm gelmeden önce İslâm dinine uymaktan ibarettir.

Daha sonra Yüce Allah, Allah'ın Kitabına ve Allah'ın insanlara olan ahdi­ne sımsıkı sarılmayı emretmekte ve bu konuda ayrılığa düşmeyi ebediyen yasaklamaktadır. Her zaman için Allah'a ve Rasulüne itaat etrafında toplanma­ya, buna bağlı kalmaya çağırmaktatır. Allah'ın ipi, iman, itaat ve Kur'an-ı Kerim gereğince amel etmektir. Çünkü Tirmizî'nin rivayetine göre Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kur'an Allah'ın sapasağlam ipidir, O'nun apaçık nurudur. O'nun hayret verici özellikleri bitip tükenmez; insanların ondan bilmele­ri gereken şeylerin sonu gelmez. Defalarca okunup durmasına rağmen eskimez, her kim ona uygun söz söylerse doğru söyler, her kim onunla hükmederse adalet uygular, her kim gereğince amel ederse doğruyu bulur. Her kim ona sımsıkı ya­pışırsa o da dosdoğru yola iletilmiş olur."

Daha sonra Allah'ın Araplara ihsan etmiş olduğu en büyük nimeti onlara hatırlatılmaktadır. Bu ise tefrikadan sonra birlik ve bir araya gelmek, düşmanlık ve adaletten sonra, biribirlerini öldürmekten, güçlünün zayıfa musallat ol­masından sonra birleşip kaynaşmak, küfür ve şirkten sonra iman kardeşliği­dir: "Müminler ancak kardeştir." (Hucurat, 49/10). Şirk ve putperestlik sebebiy­le ateşin ve helak olmanın kenarına yaklaşmış iken insanların efendileri, dün­yanın liderleri olmalarıdır. Allah İslâm sayesinde onları yok olmaktan, helak olmaktan kurtarmıştır: "Şayet siz Allah'ın nimetlerini sayıp dökmeye kalkışır­sanız onları sayıp dökemezsiniz." (İbrahim, 14/34).

Evs ve Hazreclilerin bir bölümünü teşkil ettikleri Araplar arasında cahiliye döneminde pek çok savaşlar olmuştu. Aralarında ileri derecede düşmanlık, kin ve kötü duygular vardı. Bunlar sebebiyle uzun süre birbirleriyle çarpışıp durdular. Allah İslâm'ı gönderince bu dine giren girdi ve bunlar Allah'ın aza­meti sayesinde birbirini seven kardeşler, Allah uğrunda birbirlerini gözeten kimseler, iyilik ve takva üzere biribirleriyle yardımlaşan kişiler oldular. Nite­kim Yüce Allah şöyle buyurdu: "O seni yardımıyla ve müminlerle destekleyen­dir. Onların gönüllerine sevgi verip birleştirendir. Sen yeryüzünde olan her şeyi toptan harcamış olsaydın yine de onların kalbini birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup birleştirdi." (Enfal, 8/63).

Bu ayetlerde Yahudilerin size karşı içlerinde gizlediklerini, size verdiği emirleri ve yasakları, cahiliye döneminde iken üzerinde bulunduğunuz hali, İs­lâm'dan sonra da vardığınız noktayı, Rabbinizin size bu ayetlerde gayet açık bir şekilde beyan ettiği gibi, diğer ayetlerini de Rasulüne indirdiği ayet ve belgeleriyle böylece açıklamaktadır. Ta ki bununla daimî bir hidayete nail olası­nız, hidayetiniz artıp dursun. Ve ta ki ayrılık ve düşmanlıktan sonra tekrar cahilî ortama, putperestliğe ve şirke, sapıklığa geri dönmeyesiniz. [87]



[83] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/293.


[84] el-Bahru'l-Muhît, 111/14.


[85] Buharî ve Müslim Ebu Hureyre'den rivayet etmişlerdir.


[86] İsnadı sahih ve mevkuftur. Buharî rivayet etmiştir.


[87] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/293-295.

Hiç yorum yok: