Allah Yolunda İnfakın Sevabı Ve Adabı
261- Allah yolunda mallarını infak edenlerin hali yedi başak bitiren ve her başağında yüz tane bulunan tek bir tohum gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah Vâsi'dir, Alîm'dir.
262- Allah yolunda mallarını infak edip de sonra harcadıklarının arkasından başa kakmayan ve bir eziyet katmayanların Rabları yanında mükâfatları vardır. Onlar için hiç bir korku yoktur ve onlar üzülmezler de.
263- Maruf bir söz ve bağışlama, arkasından eziyet gelen bir sadakadan hayırlıdır. Allah Gani'dir, Halîm'dir.
264- Ey iman edenler! Sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet etmekle boşa çıkarmayın. Malını insanlara gösteriş olsun diye infak eden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan bir kimse gibi (olmayın). Onun hali, üzerindeki azıcık toprağı sağnak halinde yağan bir yağmurla sıyrılıp da dümdüz bir taş kesilen kaypak bir kayaya benzer. Onlar kazandıkları hiç bir şeyi de ele geçiremezler. Allah kâfirler topluluğuna hidayet vermez.
Nüzul Sebebi
el-Kelbî şöyle der: 261. ayet Osman b. Affan ve Abdurrahman b. Avf hakkında nazil olmuştur. Abdurrahman b. Avf Resulullah (s.a.)'a sadaka olarak dört bin dirhem getirip verdi ve dedi ki: Sekiz bin dirhemim vardı. Kendim ve ailem için dört bin dirhem alıkoydum ve dört bin dirhemi de Rabbime borç veriyorum. Resulullah (s.a.) ona, "Alıkoyduğuna da verdiğine de Allah bereket ihsan etsin" dedi.
Hz. Osman ise şöyle demişti: Tebûk gazvesinde teçhizatı bulunmayanı teçhizatlandırmayı üzerime alıyorum. Daha sonra çullan ve semerleri ile bin deve vererek Müslümanları teçhizatlandırdı. Kendisinin olan Rûme kuyusunu Müslümanlara tasadduk etti. [19] İşte bu ayet-i kerime ikisi hakkında nazil oldu.
Ebu Said el-Hudrî dedi ki: Resulullah (s.a.)'ı ellerini kaldırıp Osman'a, "Rabbim gerçekten ben Osman b. Affan'dan razı oldum, sen de ondan razı ol" diye dua ettiğini gördüm. Tan yeri ağarıncaya kadar ellerini bu şekilde açıp durdu. Yüce Allah da, "Allah yolunda mallarını infak edenlerin hali..." ayetini indirdi. [20]
Açıklaması
Bu Yüce Allah'ın, yolunda ve kendi rızasını arayarak infakta bulunanların sevabının kat kat olacağına ve iyiliğin (hasenenin) on katından yedi yüz katına kadar mükâfat göreceğine dair verdiği bir misaldir. Yüce Allah bu buyruklarda Allah'a itaat uğrunda, O'nun rızasını aramak ve güzel sevabını ummak kasdıyla ilmi yaymak, cihad, silah tedariki, İslâm vatanını ve ailesini korumak gibi yollarda mallarını infak edenlerin bu infaklarının niteliğini açıklamaktadır. Bu tür infaklar verimli bir araziye ekilip de her birisinde yüz tane bulunan yedi başak bitiren bir tohuma benzer. Ziraat uzmanlarınca tespit edildiğine göre meselâ bir buğday, pirinç veya darı tanesi tek bir başak değil, bir kaç başak bitirir. Bazen bu kırk, elli altı veya yetmişe kadar çıkabilir. Bazen tek bir başak yüzden fazla tane taşıyabilir. Fiilen yüz yedi tane taşıyan başaklar dahi tespit edilmiştir. Bu infak edenin sevabının kat kat artırılacağına dair bir ifadedir.
"Allah dilediğine kat kat verir." Yani amelindeki ihlâsına göre bundan daha fazlasını da verebilir. Allah'ın lütfunun sınırı yoktur. O'nun bağışının sınırı olmaz. Lütfü mahlûkatından çoktur, geniştir, boldur. Bu şekilde kat kat ecir almaya kimin lâyık olduğunu, kimin olmadığını çok iyi bilir.
Bu misal, doğrudan yedi yüz katı söz konusu etmekten daha bir etkileyicidir. Çünkü sınırlandırma ve sayı verme yine de bir eksikliği ifade eder. Herhangi bir sınır koymamak ise çoğalma, bereketlenme ve artma ihtimaline işaret eder. Ayrıca Yüce Allah'ın salih amelleri sahipleri lehine artırıp çoğaltacağına işaret vardır. Tıpkı verimli bir araziye tohum atan kimsenin ekinini artırıp çoğaltması gibi. Sünnet-i seniyyede bir hasenenin yedi yüz katına kadar artırılacağına dair hadisler varit olmuştur.
İbni Mace, Ali ve Ebu'd-Derdâ'dan İbni Ebî Hatim de İmrân b. Hu-sayn'dan Resulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: "Kim Allah yolunda (cihad için) bir nafaka gönderir ve kendisi evinde kalırsa onun için kıyamet gününde her bir dirhem karşılığında yedi yüz dirhem vardır. Her kim Allah yolunda bizzat gaza ederek bu uğurda da infakta bulunursa, onun için her bir dirhem karşılığında yedi yüz dirhem vardır." Daha sonra şu, "Allah dilediğine kat kat verir" ayetini okudu.
İmam Ahmed de Ebu Ubeyde'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Resulullah (s.a.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Allah yolunda bir infakta bulunanın infakı yedi yüz katı ile, kendisi ve ailesine infakta bulunur yahut bir hastayı ziyaret eder veya rahatsız edici bir şeyi ortadan kaldırırsa iyilik on misli ile karşılık görür. Oruç ise onu bozmadıkça bir kalkandır. Yüce Allah her kime cesedinde bir belâ vererek sınarsa, bu da onun günahlarının affına bir sebeptir." Bu hadisin bir bölümünü Nesaî "Oruç" bölümünde rivayet etmektedir.
Ahirette bu sevabı hak etmek için infakın şart ve adabının bir kısmı şunlardır: Fakire infak ettikleri yahut verdikleri şeyler ardından, onu verdiğine karşılık hesaba çekmemesi, ona lütufta bulunduğunu izhar etmek suretiyle başa kakmaması, ardından ona haksızlık etmek yahut yaptığı işin karşılığını istemek gibi herhangi bir eziyet ve bir zarar vermemesi gerekir. Yaptıkları iyiliklerini başa kakmayan ve onlara eziyet vermeyen kimseler için miktarı değerlendirilemeyecek kadar çok değerli ecir vardır. İnsanların korkacakları vakitte onlar için korku yoktur. Allah yolunda hiç bir şey infak etmeyen cimri insanlar üzülüp bundan dolayı da pişman olacakları vakitte bunlar üzülmezler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Herhangi birinize ölüm gelip de, "Rabbim beni yakın bir zamana kadar geciktirseydin de sadaka verseydim ve salihlerden olsaydım" diyeceği gün gelmeden önce bizim size verdiğimiz rızıktan infak edin." (Münâfikûn, 63/10).
Dilenciye güzel söz söylemek, güzel bir şekilde onu geri çevirmek ve sadaka vermemek, dilencinin ısrar ederek alacağından ve ardından eziyet ve zararın geleceği bir sadakadan dilenci için de, kendisinden dilenilen kimse için de daha hayırlıdır. Çünkü sadaka zayıfın elinden tutmak, zenginlere karşı duyulan kıskançlık ve kini hafifletmek, zenginin malını, hırsızlık, talan ve yok olmaya karşı korumak için meşru kılınmıştır. Başa kakmak ve eziyet ise sadakayı, kendisi sebebiyle meşru kılınan bu üstün gayenin dışına çıkartır. Esasen Allah kullarının sadakasına muhtaç olmayan Ganî'dir. Herkesi rızıklandırabilir. Kötülük işleyene -sadakasını başa kakan yahut eziyet veren kimse gibilerine-çabucak ceza vermeyen Halîm'dir. Fakat cimri nefsine karşı mücahade edip onu Allah yolunda cömertçe infâka, gönül hoşluğu ile ilâhî mükellefiyetleri yerine getirmeye zorlayan kimseleri tanımakla ilgili sonsuz ilâhî hikmet dolayısıyla sadaka meşru kılınmıştır. Yüce Allah sadakayı dostluğun kazanılması, sevginin elde edilmesi, karşılıklı herkesin birbirine bağlanıp birbiriyle dayanışması, birbirine sevgi beslemesi için meşru kılmıştır.
İnsanların ruhlarındaki başa kakma ve eziyet etme tabiatını kökten sökmek için şanı yüce Allah, büyük sevaba hak kazananların niteliklerine dair verdiği haberleri daha bir pekiştirmektedir. Bu ise verdikleri sadakaların ardından onları başa kakmayan ve eziyette bulunmayan kimselerin davranışıdır. Eziyet ecri ve sevabı yok eden, sadakanın şaibelerindendir. Allah ilâhî emre bağlanmayı gerektiren iman niteliğini zikrederek, müminlere hitabı pekiştirerek başa kakmayı ve eziyet vermeyi onlara yasakladı ve haram kıldı. Çünkü sadakanın diğer şaibelerden arındırılarak yalnızca Allah için halisane verilmesi, Allah tarafından daha bir kabul edilmesini ve sevabına hak kazanılmasını sağlar.
Çünkü sadakasının ardından başa kakan veya eziyet veren kimsenin durumu, Allah'ın rızası ve İslâm ümmetinin yücelmesi için değil, insanlar kendisini övsün, ondan cömert ve eli açık diye söz edilsin ve buna benzer fani dünya maksatlarından herhangi birisi için, riyakârlık ve desinler diye malını infak edenin haline benzer. Böyle bir riyakâr ise gerçekte sahih bir şekilde Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse değildir ki, herhangi bir sevap umsun veya herhangi bir cezadan korksun. İşte dilenciye eziyet verip yaptığını başa kakan kimsenin hali de bunun gibidir.
Riyakârlık yapan ve başa kakıp eziyet veren kimsenin durumu, dümdüz bir taş üzerindeki toprağa benzer. Buna şiddetli bir yağmur isabet edince toprak çekilir ve taş çıplak kalıverir. Yani böyle birisinin amelinin herhangi bir meyvesi, bir kalıcılığı yoktur. Aksine karşılaşılan olaylar sebebiyle eriyip gider, darmadağın olur ve geriye amelinin herhangi bir etkisi olmaksızın bomboş kalıverir. Dünyada olsun, ahirette olsun yaptıklarından hiç bir fayda sağlayamaz. Dünyada fayda sağlayamaz, çünkü başa kakan, insanlar tarafından sevilmez. Riyakâr bir kimse herkes tarafından dışlanır, yerilir. Ahirette ise şüphesiz Allah ancak kendisi için ihlâsla ve kendi rızası aranarak yapılan amelleri kabul eder. Riya ve onunla aynı durumda olan başa kakma ve eziyet ise ihlâsa aykırıdır ve bu bir çeşit Allah'a şirk koşmaktır. Çünkü riyakârlık gizli şirktir. Böyle yapan kimse bu ameli Allah'tan başkasını gözeterek yapar.
Allah kâfirler topluluğuna küfürleri üzere kaldıkları sürece, kendileri için hayırlı olana ve doğruya iletmez. Yahut da onlar küfür üzere kaldıkları sürece onlara hidayet vermez.[21] Sahibini ihlâsa, hayra ve Allah'ın rızasına, Yüce Allah'ın iman ehlini edeplendirdiği infak edebiyle edeplenmeye ileten imandır. İşte bu, riyakârlığın, başa kakmanın müminlerin değil, kâfirlerin niteliklerinden olduğuna işarettir. [22]
[19] Bir rivayette de şöyle denilmektedir: Resulullah (s.a.)'ın önüne bin dinar bıraktı. Resulullah (s.a.) bunları eline alıp, "Bundan sonra yapacaklarının Osman'a bir zararı olmaz." demeye koyuldu.
[20] Nisaburî, Esbâbu'n-Nüzûl, 47-48; Kurtubî, III/303.
Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/43-44.
[21] el-Bahru'l-Muhît, 11/310.
[22] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/44-47.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder