16 Kasım 2018 Cuma

AL-İ İMRAN SÛRESİ 130-136. ayetlerin tefsiri


Hayırlı İşleri Yapmak Ve Münkerleri Terk Etmek İçin Müminlere Bir Takım Emirler, İtaatkârların Mükâfatı Ve İsyankârların Görecekleri Ceza

130- Ey iman edenler! Ribayi kat kat yemeyin. Allah'tan korkun ki felah bu­lasınız.

131- Kâfirler için hazırlanmış olan o ateşten de sakının.

132- Bir de Allah'a ve Peygamber'e ita­at edin ki rahmete nail olasınız.

133- Rabbinizin mağfiretine ve takva sahipleri için hazırlanmış eni göklerle yer kadar olan cennete koşuşun.

134- Onlar bolluk ve darlıkta infak edenler, öfkelerini yutanlar ve insanla­rı affedenlerdir. Allah iyilik yapanları sever.

135- Ve çirkin bir günah işledikleri ya­hut nefislerine zulmettikleri vakit Al­lah'ı hatırlayarak hemen günahlarının affedilmesi için bağışlanma dileyenlerdir. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlar? Bir de işledikleri üzerinde bi­lip dururlarken ısrar etmeyenlerdir.

136- İşte bunların mükâfatı rablerinden bir mağfiret ve altlarından ırmak­lar akan cennetlerdir ki orada ebediyyen kalıcıdırlar. (Böyle) amel edenle­rin mükâfatı ne güzeldir!


Nüzul Sebebi

130. ayetin nüzul sebebi ile ilgili olarak el-Firyâbî, Mücahit'ten şöyle dedi­ğini rivayet etmektedir: Belli bir va'de ile (Cahiliye Arapları) alışveriş yapar­lardı. Va'de geldiğinde borçluların borcunu artırırlar, buna karşılık va'deyi de uzatırlardı. Bunun üzerine, "Ey iman edenler! Ribayı kat kat fazlasıyla yeme­yin" ayeti nazil oldu.

Yine (Firyâbî) Atâ'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Sakîfliler Muğire oğullarına [1] borç verirlerdi. Va'de geldiğinde, "Biz size faiz verelim, buna kar­şılık borcumuzun ödemesini erteleyin" derlerdi. Bunun üzerine, "Ribayı kat kat fazlasıyla yemeyin" ayeti nazil oldu.

135. ayetin nüzulü ile ilgili olarak İbni Abbas Atâ'dan gelen rivayete göre şöyle demiştir: Bu ayet-i kerime Nebhân et-Temmâr (hurma satıcısı) hakkında nazil olmuştur. Künyesi Ebu Mukbil idi. Yanına güzel bir kadın gelir, ondan hurma satın almak ister. O da kadını alıp kucaklar ve öper. Buna pişman olur, Peygamber (s.a.)'in yanına varıp olayı anlatır. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil olur. [2]

Açıklaması

Ey iman edenler! Cahiliye döneminde insanların yaptıkları gibi faiz yemeyiniz. Bu, kat kat fazlasıyla faiz alıp vermenin müminlere yasak olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Cahiliye döneminde borcun va'desi geldiğinde ala­caklılar borçluya, "Ya borcunu ödersin, yahut faiz ödersin" derlerdi. Vaktinde borcunu öderse mesele yok, aksi takdirde va'desini uzatır öbürü de ödeyeceği faiz miktarını artırırdı. Bu her sene böyle devam ederdi. Kimi zaman azıcık bir borç kat kat artarak büyük meblağlara ulaşırdı.

Faizin haram kılınışını tekit için Yüce Allah bu yasak ile birlikte dünyada da ahirette de felaha kavuşabilmeleri için müminlere takvayı da emretmekte­dir. Arkasından bu yasağı daha bir pekiştirmek için onları cehennem ile tehdit etmekte, cehennemden onları sakındırmakta, sonra da Allah'a ve Rasulüne ita­at emrini daha bir sıkı tutmaktadır. Arkasından da hayırlı işleri yapmak ve Al­lah'a yakınlaştırıcı amellere kavuşmak için eli çabuk tutmaya onları teşvik et­mektedir.

Faiz ayetlerini (Bakara, 275, 276, 278 ve 279. ayetler) üçüncü cüzde tefsir ettiğimizde sözünü ettiğimiz bu ayet-i kerimenin faizin haram kılınmasındaki tedricilikte üçüncü aşamada nazil olduğunu belirtmiştik. Yine orada faizin yüz­de bir gibi az bir oran olması ile çok olmasının değişmediğini ve hepsinin ha­ram olduğunu, son inen hükümlerden Bakara süresindeki ilgili ayetlerin her iki tür faizi de haram kıldığını açıklamıştık. Bu faiz türlerinden birisi va'de fa­izi (nesîe), diğeri ise peşin fazlalık faizi (ribâ ül-fadl)dir. Her iki türüyle faizin haram kılınmasının ümmetin menfaatine olduğu da açıklanmıştır. Çünkü faiz­de fert ve toplum aleyhine büyük tehlikeler vardır. Fazlalık faizinin haram kı­lınması ise şeddi zerâi' kabilindendir; yani bu faizin va'de faizine gitmesini en­gellemek içindir. Arkasından bir menfaat çeken her bir karz bir faizdir. Sözü geçen bu menfaat ister nakdî olsun ister aynî ve maddî olsun, ister az ister çok olsun fark etmez.

Cahiliye dönemi faizi yahut nesîe faizi, günümüzdeki bankalarda aşırı fa­iz yahut zaman geçmesi ile birlikte ortaya çıkan mürekkep kâr yahut mürek­kep diye bilinen faizdir. Bu da Kur'an-ı Kerim'in nassıyla kat'î olarak haram­dır. Ayet-i kerimede bunun "kat kat fazlası" diye kayıtlandırılması vakıanın beyanı ve cahiliye döneminde insanların durumunu tasvir etmek için gelmiş bir kayıttır. Ayrıca bu işlemlerde gayet açık bir zulüm, borç alanın ihtiyacının açıkça sömürüldüğünün ortaya konulması ve bunun çirkinliğinin sergilenmesi maksadı vardır. Bu kaydın bulunması, hiç bir zaman düşük orandaki faizin helâl olduğu, haram olanın sadece aşırı faiz olduğu anlamına gelmez. Bu, ayet-i kerimenin anlatmak istediği bir şey değildir. Faiz ister az ister çok ol­sun haramdır, büyük günahlardan birisidir. Bu kaydın aksine bir manası yok­tur. Aşırı zaruret içerisinde bulunan kimseler dışında hiç bir zaman faiz mu­bah olamaz. Tıpkı meyte (leş) yemeye kalkışmak gibidir. Eğer bir kimse kendi kanaatine göre açlıktan öleceğini biliyor ise yahut da barınacağı bir evi olmadığından sokakta kalmaya maruz kalacak ve helak olacaksa bu yola baş vurabilir. Ticaretini, sanayi ya da ziraatini geliştirmek için faizli borç almak kesin­likle haramdır.

Şimdilerde görülen İslâmî uyanış gerçeği içerisinde müjdeler veren hayırlı gelişmeler arasında İslâmî finans kurumları ve sigorta şirketleri de vardır. Bunlar ise mudarebe, murabaha, teminat ve buna benzer fukahanın mubah gördüğü esaslar çevresinde çalışmayı hedeflemektedirler. Bunlarda haram olan faiz yahut şer'an haram görülen garar ve kumar da -İslâmî kayıdlara uyulduğu takdirde- söz konusu değildir.

Yüce Allah bize yasaklanan işler arasında Allah'tan korkmamızı emre­derek faiz yasağını bir daha pekiştirmektedir. Bu yasağı pekiştirmesinin amacı ise, sevgiye götüren, karşılıklı dayanışma ve merhamet ile kendimiz için felah ve kurtuluşu gerçekleştirelim diyedir. Sevgi ise mutluluğun esası­dır. Ahirette bu yolla Allah'ın rızası ve cennete nail olunur. Faiz yasağını, ce­henneme götüren şeylerden sakındırmak suretiyle daha da pekiştirmektedir. Cehenneme götüren şeylerden birisi de faizdir. Yüce Allah cehennemi kâfir­ler için hazırlamıştır. Bunlardan bir kısmı ise faizcilerdir. Eğer bunlar takva­ya sarılmaz ve masiyetlerden uzak durmazlarsa cehennem halkı arasında sayılırlar. Ebu Hanife'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Şüphesiz bu, Kur"an-ı Kerim'de en korkutucu ayet-i kerimelerdendir. Çünkü Allah, haramlarından sakınmak hususunda kendisinden korkmayacak olurlarsa mü­minleri de kâfirler için hazırlanmış cehennemle tehdit etmektedir. Bakara suresinde de Yüce Allah'ın faiz yiyenlere karşı Allah ve Rasulü tarafından savaş açılmış olduğunu, Allah'ın ve Rasulünün faizcilere düşman olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz.

Daha sonra Yüce Allah bu yasağı oldukça beliğ bir şekilde daha da pekiş­tirmekte, faiz almaktan uzak durmak hususunda Allah ve Rasulüne itaati emretmektedir. Ta ki Allah durumlarını düzelttikleri için dünyada insanlara mer­hamet etsin, ahirette de amellerine güzel bir mükâfat vermek suretiyle onlara rahmet buyursun.

Daha sonra Yüce Allah günahların bağışlanmasını, Allah'ın takva sahiple­ri için hazırlamış olduğu oldukça geniş cennetlere girmeyi gerektiren işlere koşuşmayı emretmektedir. Bu ise cennetin halihazırda yaratılmış olduğunun de­lilidir. İmam Ahmed Müsned'inde şunu rivayet etmektedir: Heraklius Peygam­ber (s.a.)'e şunu yazar: "Sen beni eni gökler ve yer kadar olan cennete çağırı­yorsun. Peki cehennem nerede?" Bunun üzerine Resulullah (s.a.) şöyle buyur­du: "Allah, Allah! Peki gündüz gelince gece nereye gidiyor!" Yani yörüngede dö­nüş olunca gündüz dünyanın bir tarafında gece öbür tarafındadır. İşte cennet de bu şekilde üst tarafta, cehennem de alt taraftadır. Dolayısıyla cennetin gök­lerle yerin eni kadar olması ile cehennemin varlığı arasında bir aykırılık yok­tur.

Mananın şöyle olma ihtimali de vardır: Gündüz geldiği zaman bizim gece­yi göremeyişimiz onun hiç bir yerde olmamasını -biz bu yeri bilmesek dahi- gerektirmez. Aynı şekilde cehennem de Yüce Allah'ın dilediği yerdedir. İbni Kesir der ki: Bu daha açıktır. Çünkü el-Bezzar tarafından rivayet edilen Ebu Hureyre hadisinde o şöyle demiştir: Adamın birisi Resulullah (s.a.)'ın yanına gelerek şöyle dedi: Yüce Allah, "Eni göklerle yer kadar olan bir cennet" diye buyurmak­tadır. Peki cehennem nerede? Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Ne dersin, gecele­yin gelip her şeyi örtü gibi kuşattığı vakit gündüz nereye gidiyor?" Adam, "Nere­ye dilerse" deyince Resulullah (s.a.) şu cevabı verdi: "îşte cehennem de böyledir. Aziz ve Celîl olan Allah nerede dilerse oradadır."

İşte bunlar faizden uzaklaştırmak için arka arkaya gelmiş dört tane tekit edici ifadelerdir: Allah'tan korkunuz, cehennemden korkunuz, Allah'a itaat ediniz, Rasulüne itaat ediniz. Daha sonra Yüce Allah korkutmanın akabinde hayır fiil işlemeyi teşvik ederek, sadaka, akrabalık bağlarını gözetmek, sıla-i rahim, karşılıklı merhamet, dayanışma, faiz ve benzeri günahlardan uzak durmak gibi itaat işlerine gecikmeden koşuşmayı da emretmektedir. İşte bu hayırlı işler, İslâm toplumunu merhameti, mutlu ve huzurlu bir toplum haline getirir. Kinlerin olmadığı, mücadelelerin olmadığı, kıskançlığın, buğzun, fakirlerle zenginler arasında nefretleşmenin olmadığı bir toplum haline getirir. Da­ha sonra Yüce Allah cennetliklerin niteliklerini şöylece söz konusu etmekte­dir:

1- Darlıkta ve genişlikte, yani sıkıntılı ve rahat zamanlarında, hoşuna gi­den ve gitmeyen zamanlarda, sağlık ve hastalık hallerinde, Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi "Onlar ki mallarını gece ve gündüz gizli ve açık infak ederler..." (Bakara, 2/274). Yani bütün durumlarda infak ederler. Yüce Allah'a itaat, O'nun razı olduğu yollarda infak etmekten, yakın akrabalarına olsun, başkalarına olsun çeşitli iyiliklerde bulunmaktan hiç bir şey onları alıkoymaz. Ahmed, Buharî ve Müslim, Adiyy b. Hâtim'den gelen rivayete göre, Resulullah (s.a.)'ın şu buyruğunu nakletmektedirler: "Bir hurmanın yarısı ile dahi olsa ce­hennemden korununuz." [3]

İnfak Emrinin İki Hedefi Vardır:


a) Sadaka ihtiyaç sahibi olan kimseye bir yardım, sıkıntılarını giderme yo­lunda elinden tutmaktır. Buna karşılık faiz ise zenginin, fakirin ihtiyacını is­tismar etmesidir. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Artış göster­sin diye faiz gününden insanlara verdiğiniz Allah katında artmaz. Fakat Allah'ın rızasını elde etmek kasdıyla verdiğiniz zekât ise işte onlar kat kat artan­lardır." (Rûm, 30/39); "Allah faizin bereketini giderir, fakat sadakaları da artı­rır." (Bakara, 2/276).

b) Zenginlik yahut sıkıntı zamanlarında ve bunların dışında kalan hal­lerde infak etmek, takvanın en açık delili, tekerrür edip duran ihtiyaçları karşılamanın en iyi yoludur. Ve bu tedrici olarak ağır ağır gerçekleşir. Böyle bir yolla infak eden bir kimse sıkıntıya düşürülmez. Ayrıca muhtaç olan da ihtiyacı en alt seviyeye ininceye kadar ihmal edilmiş olmaz. İbretli bir sözde şöyle denilmektedir: "Sen az bir şeyler ver. Çünkü mahrumiyet ondan daha da azdır." Hayra duyulan sevgi ve ahireti hatırlamak insanda merhamet duy­gularını harekete getirir, az da olsa sürekli infaka teşvik eder. Devamlılığı olan az bir infak, aralıklarla verilen pek çok infaktan hayırlıdır. Az olan bir infak, fert ve toplumlardan bir araya getirilip toplandığı vakit arzuyu gerçek­leştiren fazla bir miktar olur. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Genişlik sahibi olan genişliğince infak etsin. Rızkı kendisine daraltılan kimse ise Allah'ın kendisine verdiğinden infak etsin. Allah hiç bir nefse ona verdi­ğinden başkasını yüklemez. Allah güçlükten sonra kolaylık ihsan edecektir." (Talâk, 65/7).

2- Öfkelerini bastıranlar, yani öfkeleri kabarıp arttığı takdirde onu bastı­rıp gizleyenler. Gereğini yerine getirme ve uygulama imkânları bulunmakla birlikte -zaaf ve acizlikten dolayı değil- gereğini yerine getirmezler. Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Güçlü kimse başkasının sırtını yere getirmekten dolayı güçlü değildir. Fakat güçlü kimse kızdığı zaman nefsine hâkim olabilen­dir." [4] Yine İmam Ahmed'in rivayetine göre Harise b. Kudâme es-Sa'dî, Ey Al­lah'ın Rasulü, bana vasiyette bulun, demiş, Resulullah (s.a.) ona, "Kızma" diye vasiyette bulunmuştur.

Kızgınlığın tedavi yolu Ahmed ve Ebu Davud'un Atıyye b. Sa'd es-Sa'dfden rivayetine göre şöyledir: Atıyye dedi ki: Resulullah (s.a.) şöyle bu­yurdu: "Kızgınlık şeytandandır, şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateş ise an­cak su ile söndürülür. O bakımdan sizden herhangi bir kimse kızdı mı abdest alsın." Abdürrezzâk'm Ebu Hureyre'den rivayetine göre Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Gereğini yerine getirebilme gücüne sahip olduğu halde her kim bir öfkesini tutarsa Yüce Allah onun içini güvenlik ve iman ile doldurur."

Aişe (r. anhâ)'den nakledildiğine göre bir hizmetçisi onu öfkelendirmiş o da, "Allah takvayı ne güzel yaratmıştır, öfke sahibine intikam alma fırsatını vermez" demiştir.

3- İnsanları affedenler. Yapılan düşmanlığın karşılığını verebilme güçleri bulunmakla birlikte kendilerine kötülük yapanları hoşgörülü davranıp bağışla­yanlar demektir. Bu ise aklın genişliğine, fikrin üstünlüğüne, irade gücüne, ki­şiliğin metanetine açıkça delâlet eden, nefsin dizginlenmesi basamağıdır. Öfke­yi yenmekten daha üstün bir basamaktır. Çünkü kişi kimi zaman kin ve kötü duygularını muhafaza ederek öfkesini bastırabilir. Bu buyruk Yüce Allah'ın, "Ve onlar kızdıkları zaman bağışlarlar." (Şûra, 42/32) buyruğunu andırmakta­dır. Hâkim ve Taberânî, Übeyy b. Ka’b'dan Resulullah (s.a.)'ın şöyle buyurdu­ğunu rivayet etmektedirler: "Her kim cennette köşklerinin yükseltilmesini, derecelerinin yüceltilmesini arzu ediyor ise kendisine zulmedenleri affetsin, mah­rum edenlere versin, bağını koparanların bağlarını düzeltsin." [5] İbni Abbas (r. anhumâ)dan ise şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: "Kıyamet günü olduğunda bir münadi şöyle seslenir: İnsanları affedenler nerede? Haydi Rabbinizin huzuruna geliniz, ecirlerinizi alınız. Affettiği takdirde cennete sokulması her Müslümanın bir hakkıdır."

İşte bunda Peygamber (s.a.)'in Uhud gazvesinde emrine aykırı davranan okçuları affettiğine ve Hz. Hamza'ya yaptıkları dolayısıyla müşrikleri cezalandırmadığına bir işaret vardır. Çünkü siret-i nebeviyede de belirtildiği gibi O, Hz. Hamza'ya müsle yapıldığını (ölünün azalarının parçalandığını) görünce, "Ve nefsim elinde olana yemin olsun ki, onlardan yetmiş kişiye müsle uygulaya­cağım" diye buyurmuştu.

4- Allah ihsan edenleri, iyilik yapanları, kötülüğe iyilikle karşılık verenle­ri sever. Bu ya kötülük yapana faydalı işler yapmakla olur yahut o kötülüğüne misliyle karşılık vermemek suretiyle dünyada ona gelebilecek zararı önlemek suretiyle; veya ahirette alacağı hakları affetmesiyle olur. Bu ise önceki mertebelerin en yükseği olan bir mertebedir. Beyhakî'nin rivayetine göre Hz. Hüse­yin'in oğlu Ali'nin (r.a.) bir cariyesi vardı. Namaza hazırlanmak üzere ona su döküyordu. Elindeki ibrik başını yaraladı. Başını kaldırınca cariye şöyle dedi: "Yüce Allah, "Öfkelerini yutanlar" diye buyurmaktadır. Ali ona, "Öfkemi yut­tum," dedi. Cariye, "Ve insanları affedenler" diye buyurmaktadır" deyince, "Al­lah seni affetmiştir" dedi. Yine cariye, "Allah ihsan edenleri sever" deyince Ali, "Git, Yüce Allah'ın rızası için hürsün" cevabını verdi.

5- Çirkin bir günah işledikleri vakit yani zina, faiz, hırsızlık, gıybet ve bu­na benzer zararı başkasına ulaşan bir günah işlediklerinde veya kendilerine zulmettiklerinde yani içki içmek ve buna benzer zararı yalnız kendilerine do­kunan bir günah işlediklerinde Allah'ın vaadini, tehdidini, azamet ve celâlini hatırlar, tevbe ederek, Rabbinin rahmetini umarak ona dönerler.

Şunu bilelim ki günahları Allah'tan başka bağışlayacak kimse yoktur. Kö­tülük yapanı bağışlaması -şirkin dışında olmak şartıyla- günahkârı, günahları ne kadar büyük olursa olsun affetmesi onun lütfunun, ihsan ve kereminin bir belirtisidir. Şirk ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak Allah kendi­sine şirk koşulmasını bağışlamaz. Fakat bundan başka bunu (yani günahı) di­lediğine bağışlar." (Nisa, 4/48) Yine rahmetinin genişliği ile ilgili olarak şöyle buyurur: "Ve benim rahmetim her şeyi kuşatmıştır." (A'râf, 7/156).

Tevbenin kabul edilmesinin şartı ise günah üzerinde ısrar etmemektir. İş­te Yüce Allah'ın, "Bir de işledikleri (günah) üzerinde bilip dururlarken ısrar etmeyenlerdir" buyruğu bunu ifade etmektedir. Yani günahlarından tevbe edip yakın bir süre sonra Allah'a dönen, masiyet üzere ısrar etmeyen, onu sürdür­meyen kimselerdir. Eğer günahı bir defada işleyecek olurlarsa ondan tevbe ederler. Nitekim Hafız Ebu Yala, Müsned'inde böyle demektedir. Aynı zamanda bu Ebu Davud, Tirmizî ve el-Bezzâr'ın Müsned'inde de yer almaktadır ki, bun­lar Ebu Bekir (r.a.)den şöyle dediğini rivayet ederler: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: "İstiğfar eden (günahında) ısrar etmiş olmaz. İsterse bir günde (aynı güna­ha) yetmiş defa dönsün." [6]

Bunlar yaptıklarının bir masiyet olduğunu bilirler ve günahlarını hatırla­yarak onlardan dolayı Allah'a tevbe ederler. Esasen Allah tevbe edenin tevbesini kabul eder. Bu buyruk Yüce Allah'ın şu buyruklarına benzemektedir: "Onlar şüphesiz Allah'ın kullarının tevbesini kabul ettiğini bilmezler mi?" (Tevbe, 9/104); "Her kim bir kötülük işler yahut kendisine zulmeder sonra da Allah'tan bağışlanma dilerse Allah'ı çok mağfiret sahibi ve çok merhametli bulur." (Nisa, 4/110).

Sözü geçen niteliklerle Yüce Allah takva sahiplerini nitelendirdikten sonra şunu açıklamaktadır: Bu niteliklere sahip olan takva sahibi kimselerin mükâfatları günahlarının Rableri tarafından bağışlanması, cezadan yana gü­venlik içerisinde olmalarıdır. Bunlara Rableri nezdinde altından ırmaklar akan cennetlerde yani çeşitli içeceklerden nehirlerin aktığı cennetlerde bü­yük bir sevap vardır. Onlar orada ebediyyen kalıcıdırlar. İşte o salih amellere verilen bu karşılık -ki o da cennettir- ne güzeldir! Şanı yüce Allah cenneti öv­mektedir. Esasen cenneti övmek de O'nun hakkıdır. Cennet övülmeye lâyık­tır. Çünkü orada mutlak ve ebedî nimetler vardır. Orada hiç bir gözün görme­diği, hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir insanın hatırından geçirmediği şey­ler vardır. [7]



[1] Metinde en-Nadir olan kelimenin doğru şekli el-Muğîre'dir. bkz. Süyutâ, er-Durru'l-Men-sûr, 11/314 (Çeviren).


[2] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/346.


[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/347-349


[4] Hadisi İmam Ahmed, Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayet etmiştir.


[5] Hâkim dedi ki: Buharî ile Müslim'in şartına göre sahih olmakla birlikte, bunu rivayet et­memişlerdir.


[6] Hasen bir hadistir.


[7] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/349-352.

Hiç yorum yok: