Belalara Sabır
153- Ey iman edenler! Sabırla ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir.
154- Allah yolunda öldürülenler için "ölüler" demeyiniz. Aksine onlar diridirler; fakat siz anlayamazsınız.
155- Andolsun sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve mahsullerden eksiklikle imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele!
156- Onlar ki kendilerine bir musibet geldiği zaman: "Muhakkak biz Allah'ınız ve muhakkak biz O'na dönücüleriz." derler.
157- İşte Rablerinden mağfiret ve rahmet hep onların üzerindedir ve onlar hidayete erenlerin ta kendileridir.
Nüzul Sebebi
154. ayet-i kerime Bedir'de şehit düşenler hakkında inmiştir. Bunların sayısı on küsur olup sekizi ensardan, altısı muhacirlerden idi. İnsanların Allah yolunda öldürülen kimse hakkında filan kişi öldü ve dünya nimet ve lezzetlerinden artık mahrum kaldı demesi üzerine, Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi indirdi. İbni Abbas dedi ki: Umeyr b. el-Humam, Bedir'de öldürüldü. İşte bu "Allah yolunda öldürülenler için ölüler demeyiniz." ayeti onun ve onun durumunda olan başkaları hakkında nazil oldu. [10]
Açıklaması
Kıblenin değiştirilmesi gerçek mümin ile yalancı münafıkın birbirinden ayırdedilmesi ve onların sınanmaları içindi. O bakımdan bu değişiklik bir nimettir; bir azab değildir. Fakat kıt akıllılar ile Kitap Ehli bu büyük olayı istismara yöneldiler ve müminlerin aleyhine ruhlara kin ve düşmanlığı ekmek kasdı ile iftira kampanyası başlattılar. Allah bunun diğer insanları müminlere karşı birleştirmek gayesi ile oldukça yoğun bir takım gayretleri peşinden getireceğini ve bunun kaçınılmaz olarak bir savaşa yol açacağını biliyordu. Nitekim daha sonraları fiilen çarpışma ve savaş ortaya çıkmıştı.
Şanı Yüce Allah bu ayet-i kerimelerde nimetin kimi zaman belâ ve çeşitli musibetlerle bir arada bulunabileceğini beyan etmektedir. Fakat musibete katlanmak, müşriklerden ve Kitap Ehli'nden oluşan düşmanlara karşı direnmek için sabır ve namaz ile yardım dilemekten başka çare yoktur. Çünkü sabır ile irade güçlendirilir, sıkıntılara karşı tahammül gösterilir, musibetlere karşı sebat elde edilir ve Allah sabredenlerle beraberdir yani yardımı, zaferi, koruyup gözetlemesi ve desteklemesi ile onların yanındadır. Şanı Yüce Allah şükretme emrini beyan ettikten sonra sabra dair açıklamalara geçti ve sabır ve namaz ile yardım istenebileceğini bize gösterdi. Çünkü kul ya bir nimet içerisindedir, ona şükretmesi gerekir ya da bir sıkıntı içerisindedir, buna da sabretmesi gerekir.
Namaz ile yardım dilemek, ibadetlerin özü olduğundan Allah ile ilişkiye geçmenin, ona seslenmenin, Yüce Allah'ın heybet ve celâlinin şuuruna varmanın yolu, korku duyanların sığınağı, dertlilerin kederlerinden kurtuluş ve müminlerin ruhlarının huzura erme vesilesi olduğundan dolayıdır. Peygamber (s.a.) de: "Benim gözümün nuru namazdadır." buyurmuştur.
Mümin sabır ile ve haşyet doğuran, Allah'a karşı huşu ile kalbi dolduran ve insanın ruhunu her türlü hayasızlık ve münkerlerden uzaklaştıran namaz ile yardım dilediği takdirde; onun için zorluklar önemsizleşir, her türlü sıkıntı ve meşakkate katlanır, her türlü zorluk ve kedere direnç gösterir.
Bundan dolayı Yüce Allah her ikisini de emrederek şöyle buyurmaktadır: Dininizi ve dininizin şiarlarını zafere götürmek için yardım isteyiniz. Karşı karşıya kaldığınız her türlü sıkıntı ve musibete karşı yardım dileyiniz. Bu hususlarda insana ağır gelen her türlü dert ve tasayı hafifleten sabır ve insanın kalbine Allah'a güveni yerleştiren, sıkıntıları unutturan namaz yardımcınızdır. Bu ayet-i kerime Yüce Allah'ın şu buyruğuna benzemektedir: "Bir de sabır ile ve namaz ile yardım isteyiniz. Şüphesiz o huşu, duyanlardan başkasına elbette büyük gelir." (Bakara, 2/45). Özellikle sabrın söz konusu edilmesi nefis için en ağır gelen psikolojik, ruhî (batınî) bir durum olduğundan dolayıdır. Namazın da özellikle anılması insana en zor gelen zahirî bir amel olduğundan dolayıdır. Bununla birlikte namaz ile insan dünyadan kopar, Allah'a yönelir. Resulullah (s.a.)'ın bir işten dolayı sıkıntı ile karşı karşıya kaldığında hemen namaza koşup sığındığını ve bu ayet-i kerimeyi okuduğu rivayet edilmektedir.
Allah sabredenlerin yardımcısıdır, onların duasını kabul eder, kederlerini giderir. Vakıa şu ki; ferdî ameller ile büyük toplumsal işlerin gerçek anlamda meyvelerini vermeleri ancak sebat ve sürekli mücadele ile mümkün olur. Bütün bunların aracı ise sabırdır.
Mücadele ve katıksız cihadda şehit düşenler hakkında "ölüler" demeyiniz, aksine onlar kabirlerinde özel tarzda ve özel bir takım belirtilere sahip bir hayata sahiptirler. Belli bir keyfiyette bir rızık ile rızıklanırlar ki; Allah bunun nasıl olduğunu en iyi bilendir. Fakat bizler müşahade ve his ölçülerimiz ile bu hayatın gerçeğini idrak edemeyiz. Bu bir başka alemde, başka bir şekilde gaybî hayattır. Bütün mesele Yüce Allah'ın bize böyle bir hayatı vermesinden ibarettir. O bakımdan biz bunu araştırmaya koyulmayız; buna iman etmek ise farzdır. Bunu yüce Allah'ın şu buyruğu da teyid etmektedir: "Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma, aksine onlar Rableri katında diridirler, rızıklanırlar." Âl-i İmran, 3/169).
Belirtilen bu hususlarda, dinini zafere ulaştırmak yolunda, Rabbine davet yolunda canını feda eden müminin ebedîlik cennetine nail olan hayırlı kimselerden olacağına bir işaret vardır. Onlar diridirler. Ruhları yeşil kuşların kursaklarındadır. Bu kuşlar cennette diledikleri gibi uçar. Nitekim sahih hadiste de böylece sabit olmuştur.
Daha sonra Yüce Allah yemin ile şöyle buyurmaktadır: Allah'a yemin olsun ki ey müminler, sizleri savaşta düşmana karşı duyacağınız az bir korku, bir miktar kıtlık ve kuraklıktan dolayı açlık, kaybolmaları, zayi olmaları suretiyle mallardan yana eksiklik, kâfirlerle savaşmak ve başka şeylerle uğraşmaktan dolayı ölüm suretiyle canlardan yana eksiklik, telef etmek suretiyle meyvelerden yana eksiklik gibi musibetlerle karşı karşıya bırakacağız. Şafiî'ye göre mahsullerin azlığı çocukların ölümü demektir. Çünkü kişinin çocuğu kalbinin meyvesidir. Nitekim bu konuda böyle bir haber de varid olmuştur. Bu yeminin yapılmasının sebebi ise; gelecekte ansızın karşı karşıya kalacakları olaylardan yana müminlerin gönüllerinin rahatlaması, huzura ermesi, bir musibete maruz kaldıklarında ise Allah'ın kaza ve kaderine rıza göstermeleri içindir. Nitekim bütün bunlar gerçekleşti. Mümin iman edince fakir oluverir, ailesi onu terkediverirdi. Ya da Medine'ye hicret edip de Mekke'yi terkettikleri sırada yurdundan, malından uzak kalırdı. Bir savaşçı savaşa gittiği sırada birkaç hurma ile yetinmek zorunda kalırdı. Özellikle Ahzab ve Tebük gazvelerinde. Muhacir, Medine'nin sıtma ve vebası ile karşılaştığında ölüme maruz kalıyordu. Daha sonraları ise Medine'nin iklimi zamanla güzelleşti.
Kaza ve kadere iman eden müminlere müjdele! Fakat bu müjde ancak felaket ve musibetin çöktüğü ilk anda sabredenler içindir. Bunlar bu sabırlarından dolayı da Allah katında ecirlerini umarak: "Muhakkak biz Allah'ınız ve muhakkak biz O'na dönücüleriz." derler. İşte bu, onların işlerinde güzel akıbet ile karşılaşacaklarının müjdesidir. Sabredenlere ecirleri hesapsızca verilir. Rablerinden günahları için bir mağfiret onlara has bir rahmet de vardır. Bu rahmetin etkisini musibet ile karşılaştıkları vakit kalplerindeki serinlikte, ruhlarının sükûn ve huzurunda bulurlar. İşte kâfirler müminleri bu rahmetten dolayı kıskanır. Çünkü kâfir bir musibet ile karşılaştığında dünya ona dar gelir. Bazen kendisini öldürüp intihar dahi edebilir.
Gerçekten sabreden kimseler hakka, doğruya hidayet bulan, faydalı fiiller işlemeye Allah tarafından yönlendirilenler dünya ve ahiret hayrını elde ederek umduklarına kavuşanlardır. Buharî'nin Enes'ten rivayet ettiği: "Sabır ancak ilk sadme esnasında (felaket ve musibetin çöktüğü ilk anda) olandır." mealindeki hadis dolayısıyla sabır, birinci sadme esnasında söz konusu olur. Kaza ve kadere teslimiyet göstermekte birlikte ağlamak ve üzülmek sabra ve imana aykırı değildir. Buharî ile Müslim'deki rivayete göre Resulullah (s.a.) oğlu İbrahim'in vefat ettiği sırada ağlamıştır. Ona: "Sen bize bunu yasaklamamış miydin?" diye sorulunca, o şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki bu rahmetin kendisidir." Daha sonra şöyle buyurdu: "Şüphesiz göz yaş akıtır ve kalp rahatsızlaşır, fakat Rabbimizin razı olduğundan başka bir şey demeyiz. Şüphesiz ki biz ey İbrahim, senden ayrıldığımız için üzüntülüyüz." Yerilen ise şeriatın yasakladığı dövünmek, elbiseleri yırtmak, cahiliye devrinde olduğu gibi ölülere haram olan ağıtlar yakmak, aklın çirkin gördüğü Allah'ın takdir ve hükmüne karşı itiraz ve gazabı ifade eden sözler söylemektir.
Sabır, sabrın ölçüsü, tarifi, musibet esnasında istircada bulunmaya dair pek çok hadis ve seleften rivayet gelmiştir. Bunlardan birisini Müslim Ümmü Seleme (r.anha)'den şöylece rivayet etmektedir: Ümmü Seleme dedi ki: Resulullah (s.a.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Bir musibet ile karşı karşıya kalan her bir kul; "İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn[11] Allahım bu musibetimden dolayı bana ecir ver ve bana ondan hayırlısını onun yerine ihsan et" dediği takdirde mutlaka Allah o musibetinin ecrini ona verir ve ondan daha hayırlısını onun yerine ona ihsan eder."
Beyhakî de Şuabu'l-İmân' da İbni Abbas'dan Resulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Musibet esnasında istirca'da bulunan kimse (İnna lillah ve inna ileyhi raci'ûn diyenin) Allah musibetini giderir, akıbetini güzelleştirir ve hoşuna gidecek şekilde onun yerine salih bir halef ihsan eder."
Ahmed ve Tirmizî de Ebu Musa'dan Resulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: "Kulun oğlu öldüğünde Yüce Allah meleklerine: Kulumun oğlunun ruhunu kabzettiniz mi? diye sorar. Onlar: Evet derler. Yüce Allah: Onun kalbinin meyvesini mi aldınız! der. Onlar: Evet, derler. Yüce Allah: Peki kulum ne dedi? der. Onlar: Sana hamdü sena etti, istircada bulundu. Yüce Allah şöyle buyurur: Siz kuluma cennette bir ev yapınız ve ona "hamd evi" adını veriniz."
Ömer b. el-Hattab (r.a) der ki: "Bana isabet eden her bir musibette mutlaka şu üç nimeti buldum: Evvela bu musibet benim dinimde olmuyordu. İkincisi bu musibet daha önce olanlardan daha büyük değildi. Üçüncüsü Allah o musibete karşı büyük bir mükâfat verir." Daha sonra Yüce Allah'ın şu ayet-i kerimesini okudu: "İşte rablerinden mağfiret ve rahmet hep onların üzerindedir ve onlar hidayete erenlerin ta kendileridir."
Hülâsa; din düzenini ortaya koyan ayet ve hadisler aynı zamanda sabrı, istircaıda bulunmayı, Allah'ın razı olacağı sözler söylemeye, Allah'ın kaza ve kaderine teslimiyet göstermeye, hükmüne razı olmaya da teşvikte bulunmuştur. İşte o vakit Allah o musibeti ondan hayırlısını vermek suretiyle telafi eder; sabreden kişi de ecir ve sevap alarak Allah nezdinde güzel kabul görür ve cennete nail olur. [12]
[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 1/329.
[11] "Muhakkak biz Allah'ın (varlıkla rıy)ız" Kulluğu ve Allah'ın mülkünde oluşu ikrar etmektir. "Ve muhakkak biz O'na dönücüleriz" ifadesi de ölmeyi ve kabirlerden dirilmeyi ikrarın ifadesidir.
[12] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 1/329-332.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder