23 Kasım 2018 Cuma
AL-İ İMRAN SÛRESİ 104-109. ayetlerin tefsiri
Ma'rufu Emretmek, Münkerden Alıkoymak Ve Ayrılığa Düşme Yasağının Pekiştirilmesi
104- Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
105- Siz kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ihtilâfa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.
106- O günde kimi yüzler ağaracak, kimi yüzler kapkara olacaktır. Yüzleri kapkara olanlara (denir ki): "Siz imanınızdan sonra kâfir oldunuz ha?! O halde kâfir olmanızdan ötürü azabı tadın!"
107- Yüzleri ağaranlar ise Allah'ın rah-metindedirler. Onlar orada ebediyyen kalıcıdırlar.
108- Bunlar sana hak ile okuduğumuz Allah'ın ayetleridir. Allah âlemlere zulmetmek istemez.
109- Göklerde ne var yerde ne varsa hepsi Allah'ındır; bütün işler yalnız Allah'a döndürülür.
Açıklaması
Yüce Allah, İslâm ümmetine, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoymakla görevli bir cemaatin oluşturulmasını emretmektedir. İşte bu mükemmel insanlar dünya ve ahirette kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Bu cemaatin sözü geçen anlamda uzmanlaşması iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın her bir kimseye kendi durumuna göre farz olmasına mani değildir. Nitekim Müslim'in Sahih'inde Ebu Hureyre'den sabit olduğuna göre Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Sizden kim bir kötülük (münker) görürse onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalbiyle. İşte bu imanın en zayıf halidir." Bir diğer rivayette de, "Bunun gerisinde imandan bir hardal tanesi kadar dahi eser yoktur." diye buyurulmaktadır. Ahmed, Tirmizî ve İbni Mace Huzeyfe b. el-Yemân (r.a.)'dan Resulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: "Nefsim elinde olana yemin ederim, ya iyiliği emreder münkerden alıkoyarsınız yahut da fazla zaman geçmeden Allah kendi katından üzerinize bir azap gönderecektir. Sonra ona dua edeceksiniz de O da sizin duanızı kabul etmeyecektir."
Selef-i Salih'ten herhangi bir kimse bu görevi yapmayı ağırdan almaz, Allah yolunda kınayanın kınamasından çekinmezdi. Hz. Ömer minberde bir hutbe irad ettiği sırada şunları da söylemiştir: "Bende bir eğrilik gördüğünüz takdirde onu doğrultunuz." Deve çobanlarından biri kalkıp şöyle dedi: "Eğer biz sende bir eğrilik görecek olursak kılıçlarımızla onu doğrulturuz."
Ey müminler! Sizler din hususunda tefrikaya düşen, bölük pörçük olan ve pek çok ayrılıklara düşen Kitap Ehli gibi olmayınız. Halbuki onlara daha önceden kendilerine uydukları takdirde onları dosdoğru yola iletecek apaçık deliller de gelmiş bulunuyordu. Onların bu hale düşmelerinin sebebi ise iyiliği emri, kötülükten alıkoymayı da terk etmeleriydi. O bakımdan dünya ve ahirette en büyük azabı hak ettiler. Dünyadaki azapları birbirlerine karşı son derece sert ve katı olmalarıdır. Onlara horluğu, rüsvaylığı ve cezayı tattırmasıdır. Ahiretteki azap ise cehennemde olacaktır. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır. Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruğundur: "İsrailoğulları'ndan kâfir olanlar Davud'un ve Meryem oğlu İsa'nın diliyle lanet olunmuşlardır. Bu onların isyan etmeleri ve haddi aşmalarından ötürüydü. Onlar işledikleri kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Gerçekten onların yaptıkları bu çok kötü bir şey idi." (Mâide, 5/78-79).
Kitap Ehli'ne yapılan bu tehdit karşılığında iman ehline kurtuluş, felah ve umduklarına nail olma vaadi yer almaktadır. Yasaklanan anlaşmazlık, genel meselelerde hevayı ve kişisel menfaatleri hakem kabul edip hükmüne başvurmak ve dinin asıl prensiplerinde anlaşmazlığa düşmektir. Mezheplerin fer'î hükümlerdeki ve cüz'î içtihatlardaki anlaşmazlıkları ise -mezhepler arası ibadet ve muamelâtın tafsili bir çok hükümdeki anlaşmazlıkları gibi- yerilmiş değildir. Çünkü Kur'anî nastan anlaşılanlar pek çok olduğundan, peygamberin fiilleri çeşitli, haber ve rivayetlerin sübut keyfiyeti türlü türlü olduğundan dolayı bu yerilmiş bir ayrılık değildir.
Kâfirlere azabın zamanı kıyamet günüdür. Bir başka ayet-i kerimede yer aldığı gibi o günde müminlerin yüzleri ağaracak, aydınlanacak ve sevinçle parlayacaktır: "O gün bir takım yüzler apaydınlıktır. Rabbine bakacaktır." (Kıyamet, 75/22-23).
Kitap Ehli'nden olup birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmeyen, ihtilâfa düşen kimselerin yüzleri ise kendileri için hazırlanmış bulunan devamlı azabı görecekleri vakit kararacaktır. Bu da Yüce Allah'ın şu buyruklarını andırmaktadır: "O günde asık ve karanlık nice suratlar vardır. Onlar bel kemiklerini kıracak çok belâlı işlerin kendilerine yapılacağını bilirler." (Kıyamet, 75/24-25); "O günde üzerlerini toprak kaplamış yüzler de vardır. Bunları da karanlık ve siyahlık kaplayacaktır." (Abese, 80/40-41); "Ve onları bir horluk kaplayacaktır. Onları Allah'tan kurtaracak da yoktur. Sanki yüzleri karanlık gecenin bir parçasıyla durulmuştur." (Yunus, 10/27).
Daha sonra Yüce Allah her iki kesimin de akıbetini açıklamaktadır. Önce ikinci kesimin kötü durumunu beyan etmekte, daha sonra da birinci kesimin durumunu açıklamaktadır ki bu da müşevveş (yani düzensiz) leff ü neşr üslûbudur. Ayrılığa düşüp anlaşmazlık çıkarmaları dolayısıyla yüzleri kararanları Yüce Allah şu buyruklarıyla azarlayacaktır: Kendisine iman ettikten sonra peygamber Muhammed'i inkâr mı ettiniz. Halbuki sizler onun peygamber olarak gönderileceğini çok iyi biliyordunuz ve sizin elinizde onun nitelikleri ve geleceğine dair müjdeler vardı. Fakat kin ve kıskançlığınızdan dolayı onu inkâr ettiniz. O bakımdan küfrünüzden ötürü sizin cezanız azabı tatmak olmuştur.
Sözbirliği edip dinde ayrılığa düşmemek suretiyle yüzleri ağaranlara gelince, onlar da Allah'ın rahmetinde ebediyyen kalacaklardır. Asla yerlerinin değiştirilmesini istemeyeceklerdir.
Bu ayet-i kerimeler, sana açık açık okuduğumuz Allah'ın belgelerinin apaçık ayetleridir ya Muhammed! Kendilerinde şüphe bulunmayan değişmez haktır bunlar. Bunlar dünya ve ahiretteki işin gerçek mahiyetini açıkça ortaya koyarak sana okunuyor.
Yüce Allah kulları hakkında zulüm istemez; yani O zalim değildir. Aksine asla haksızlık yapmayan mutlak âdil, hâkimdir. Çünkü O her şeye kadir olandır, her şeyi bilendir. Ve çünkü zulüm, düzende, şeriat ve hukuk düzeni ihdas etme hususunda hikmet ve mükemmellik ile çatışan bir uygulamadır. O bakımdan Allah'ın, yarattıklarından herhangi bir kimseye zulmetmeye ihtiyacı yoktur. O'nun emredip yasakladıklarına gelince, O bununla insanları yolların en doğrusuna hidayet etmek istemektedir. İtaat sınırları dışına çıkıp fasıklık ettikleri takdirde kendilerine zulmedenler bizzat onlar olur. Zulmeden kimse ise bizzat kendisinin ceza görmesine sebep teşkil eder. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "İşte Rabbin zulmeder halde bulunan memleketleri yakaladığı zaman böyle yakalar. Şüphesiz O'nun yakalayışı pek acıklı, pek çetindir." (Hûd, 11/102).
"Rabbin o memleket halkını, ıslah edip durdukları halde, zulmederek helak edecek değildi." (Hûd, 11/117).
Yarattıklarından herhangi bir kimseye zulmetmeye Allah'ın muhtaç olmadığının delillerinden bir tanesi de şudur: Göklerde ve yerde bulunan bütün yaratıklar O'nun mülküdür, O'nun kullarıdır ve bunların hepsi O'na döneceklerdir. Dünyada da mutlak tasarruf ve hüküm sahibi olan O'dur. [88]
[88] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/300-302.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder