29 Kasım 2018 Perşembe

AL-İ İMRAN SÛRESİ 176-180. ayetlerin tefsiri


Uhud'dan Sonra Peygamber (S.A.)'İn Kalbinden Kederin Giderilmesi, Kâfir Ve Cimrilerle Münakaşa Ve İyilerin Kötülerden Ayırd Edilmesi

176- Küfürde yarışan o kimseler seni üzmesin. Şüphesiz onlar, Allah'a asla bir zarar veremezler. Allah onlara ahirette hiçbir nasip bırakmamak ister. Onlar için büyük bir azap da vardır.

177- Şüphe yok ki iman karşılığında küfrü satın alanlar Allah'a hiç bir za­rar veremezler. Onlar için çok acıklı bir azap vardır.

178- Sakın o inkâr edenler kendilerine mühlet vermemizi haklarında hayırlı sanmasınlar. Onlara mühlet vermemiz ancak günahlarını artırmaları içindir. Onlar için horlayıcı bir azap da vardır.

179- Allah müminleri üzerinde bulun­duğunuz halde asla terk etmez. Niha­yet murdarı temizden ayıracaktır. Allah size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah peygamberlerinden kimi dilerse seçer. O halde Allah'a ve rasullerine iman edin, eğer iman eder ve sa­kınırsanız sizin için pek büyük bir mü­kâfat vardır.

180- Allah'ın lütuf ve kereminden ken­dilerine verdiği şeylerden cimrilik gös­terenler zannetmesinler ki o hakların­da hayırlıdır. Bilakis o, onlar için bir şerdir. Cimrilik etikleri şey kıyamet günü boyunlarına bir halka olarak ge­çirilecektir. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yaptıklarınızdan ha­berdardır.


Nüzul Sebebi

"Allah müminleri üzerinde bulunduğunuz halde asla terk etmez." mealin­deki 179. ayetin nüzulü ile ilgili olarak es-Süddî şöyle demektedir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: "Ümmetim suretleri ile bana -tıpkı Adem'e arzolunduğu gibi-arzolundu ve bana kimin iman edeceği, kimin de kâfir olacağı bildirildi." Mü­nafıklar bunu haber alınca alaya aldılar ve şöyle dediler: Muhammed kendisi­ne kimin iman ettiğini kimin kâfir olduğunu bildiğini iddia ediyor; biz de onun­la birlikteyiz ve bizi bilmiyor. Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi in­dirdi.

el-Kelbî der ki: Kureyş şöyle dedi: "Ey Muhammed, sana muhalefet edenin cehennemde olacağını, Allah'ın ona gazap edeceğini söylüyorsun. Senin dinine uyup sana tabi olanların ise cennetlik olduğunu, Allah'ın da onlardan razı ola­cağını söylüyorsun. Peki sen bizlere sana kimin iman ettiğini, kimin de etmedi­ğini haber ver." Bunun üzerine Yüce Allah bu ayet-i kerimeyi indirdi.

Ebul-Âliye der ki: Müminler, mümin ile kâfiri birbirlerinden ayırd edecek­leri bir alâmetin kendilerine verilmesini istediler. Bunun üzerine Yüce Allah da bu ayet-i kerimeyi indirdi.[43]

"Allah'ın lütuf ve kereminden kendilerine verdiği şeyde cimrilik gösterenler zannetmesinler ki..." mealindeki 180. ayet, müfessirlerin çoğunluğuna göre ze­kât vermeyen kimseler hakkında inmiştir. Atıyye, İbni Abbas'tan Muhammed (s.a.)'in niteliklerini ve peygamberliğini gizleyen Yahudi hahamları hakkında indirildiğini rivayet etmektedir. Burada "cimrilikle de Yüce Allah'ın kendileri­ne vermiş olduğu bilgiyi kastettiğini ifade eder [44]

Açıklaması

Yüce Allah insanlara karşı aşırı derecedeki tutkunluğu sebebiyle peygam­berine şöylece hitap etmektedir: Ey peygamber, kâfirlerin sana ters düşmeye, sana karşı inatlaşmaya, ayrılığa düşmeye, küfre yardımcı olmaya koşuşmaları seni üzmesin! (Ebu Süfyan, onun dışında kalan Mekke halkı, Yahudiler ve mü­nafıklar gibileri)

Şüphesiz bunların Allah'ın dostlarına -ki bunlar Peygamber ve onun arka­daşlarıdır- hiç bir zararları olmaz. Onlar ancak kendilerine zarar verebilirler. Onlar Yüce Allah'a karşı savaşıyorlar. Kendi aleyhlerine hazırlıklarda bulunu­yorlar ve musibet, sonlarında başlarına çökecektir. Ahirette Allah'ın sevap ve ecrinden mahrum kalacaklardır. Miktarı bilinmeyecek ölçüde büyük azap onla­rındır. Yaptıklarına karşılık Allah onları cezalandıracak ve fakat onlara zulmetmeyecektir. Küfürleri, sapıklıkları, kâfirlere yardımcı olmaları, müminlere karşı direnmeleri sebebiyle bizzat kendilerine zulmedenler yine kendileridir. Nitekim, "Kötü hile ise ancak onu yapanları kuşatır." (Fâtır, 35/43). İşte bu, on­lara aldırış edilmeyeceğini ve tehlikelerinden korkulmayacağını göstermekte­dir.

Bu ayet-i kerime Yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır: "Ey Peygam­ber! Kalpleriyle iman etmedikleri halde ağızlarıyla inandık deyip de küfür için­de koşuşup duranlar seni kederlendirmesin." (Mâide, 5/41).

Bu ise onlara münhasır olmayıp genel bir hükümdür. Küfrü imana tercih eden herkesi kuşatır. Bundan dolayı şöyle buyurmuştur: İmanı küfre değişen­ler Allah'a asla zarar veremezler, fakat onlar bizzat kendilerine zarar verirler. Onlar için dünyada da ahirette de oldukça can yakıcı bir azap vardır.

Bu buyruk, şu ayet-i kerimeyi de andırmaktadır: "Onlara mal ve evlâttan verdiklerimizle kendilerine hayırları çabuklaştırdığımızı mı sanıyorlar? Bilakis onlar fark etmezler." (Müminun, 23/55-56); "Artık beni ve bu sözü yalanlayanla­rı başbaşa bırak! Biz onları bilemeyecekleri bir yerden derece derece azaba yak­laştıracağız." (Kalem, 68/4); "Onların malları da evlâtları da seni imrendirme­sin. Allah onları dünyada bunlarla bir azaba çarptırmayı ve canlarının kâfir oldukları halde güçlükle çıkmasını ister." (Tövbe 9/85).

Daha sonra Yüce Allah, kâfirlerin derece derece azaba yaklaştırılmalarını ve belli bir süreye kadar onlara mühlet verilmesini beyan etmekte; kâfirlerin kendilerine mühlet verilmesini, ömürlerinin uzatılmasını kendileri için hayırlı bir şey sanmamaları gerektiğini bildirmektedir. Çünkü kâfirler ömrü hayırlı iş­lerde kullanmamaktadırlar; kötülükte kullanırlar. O bakımdan onların akıbeti günah üstüne günah katmak, batıl ve iftirada aşırıya gitmektir. Onlar için hor kılan bir azap vardır. Yani bu azap onları zelil kılar, hakir kılar. Onlar için böy­le bir azabın hazırlanmış olduğu anlamına gelir.

Kâfirler bizim kendilerine mühlet verişimizden maksadın, yaptıkları gibi günahlarının arttırılması olduğunu sakın sanmasınlar. Onlara mühlet verilme­si aslında tevbe etmeleri ve imana girmeleri içindir; günahlarının daha çok art­tırılması ve azap görmeleri için değil. Buna göre onlara mühlet verilmesi kendileri için hayırlıdır. Fakat Yüce Allah ezelden beri şunu bilmiştir: Onların bir kısmı hiçbir zaman hak, hayır ve doğruluk dairesine geri dönmeyecektir. İşte böyleleri için hor kılan bir azap söz konusudur.

Zemahşerî'ye göre, Yüce Allah'ın, "Onlara mühlet vermemiz ancak..." cüm­lesi yeni bir cümle olup bir önceki cümlenin gerekçesi durumundadır. Sanki, "Bunlar kendilerine mühlet verilmesini kendileri için hayır zannetmesinler" denilmiş de buna karşılık şöyle cevap verilmiş gibidir: "Onlara mühlet verme­miz ancak günahlarını artırmaları içindir."

Allah'ın kendilerine mühlet vermesinden kastın onların günahlarının art­ması olduğu nasıl mümkün olabilir? Böyle bir soruya şu cevabı veririz: Bu, mühlet vermenin sebebidir. Her bir sebep bir maksat değildir. "Ben âciz ve muhtaç olduğumdan dolayı gazaya çıkmadım. Aynı şekilde kötülük korkusuyla şehirden çıktım" diyecek olsa, bu açıklamalarından belli bir garezin olduğu an­lamı çıkmaz. Aksine bunlar bir takım sebep ve gerekçelerdir. Aynı şekilde bu­rada günahın artması, mühlet vermeye bir sebep ve gerekçe gibi arzedilmiştir.

Acizlik savaşa gitmemenin bir sebebi olduğu gibi günahın artışı, mühlet vermenin nasıl sebebi olabilir? Böyle bir soruya da şu cevabı veririz: Allah'ın her şeyi katındaki bilgisinde onların günahlarının artacağı malum olduğundan dolayı sanki mühlet vermek -mecaz yoluyla- bundan dolayı olmuş gibi ifade edilmiştir. [45]

Özetle: Böyle bir mühlet verme ve erteleme Allah'ın onlara bir inayeti de­ğildir. O ancak Allah'ın yarattıklarındaki bir sünnetine göre cereyan etmiştir. Bu sünnet gereği insana hayır yahut şer isabet eder. İsabet eden bu şey de onun davranışının bir neticesidir. Bu adaletli sünnetin bir gereği de, insanın kendisine verilen bu müddette aldanması ve günahlara dalıp gitmesidir. Bu da insanın hakir kılan ve küçük düşüren azap ile sonuçlanan günahlara düşmesi­ne sebep olur. [46]

Daha sonra Yüce Allah şunu açıklamaktadır: Mihnetler ve sıkıntılar ima­nın sadakatini açığa çıkartır. Allah'ın kendisi vasıtasıyla dostlarını ortaya çı­kartacağı, düşmanlarını da rezil edeceği belli bir takım mihnetleri yaratması da gerekli bir şeydir. O bakımdan insanları Uhud günü karşı karşıya kaldıkları durumların benzeri bir halde bırakmaz. Nihayet Allah mümini münafıktan ayırd eder, sabreden mümin ile günahkâr münafıkı ortaya çıkartır. Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki biz sizleri imti­han edeceğiz. Ta ki içinizden cihad edenleri de sabredenleri de açığa çıkartalım ve haberlerinizi açıklayalım." (Muhammed, 47/31).

Bundan kasıt şudur: Uhud günü, Yüce Allah'ın müminleri sınadığı bir im­tihan alanıydı. Bununla insanların imanları, sabırları, yiğitlikleri, Allah'a ve Rasulüne itaatleri ortaya çıktı. Yine bu yolla Yüce Allah münafıkların üzerin­deki Örtüleri kaldırdı, böylelikle münfıkların emirlere aykırı davranışları ve cihaddan dönmeleri, Allah'a ve Rasulüne hainlikleri açık seçik ortaya çıktı.

Bazı kimseler şöyle düşünebilir: Samimi müminin münafıktan ayırd edil­mesi, vahiy ve Allah'ın müminleri gayba muttali kılması ile gerçekleşir. Yüce Allah buna böyle cevap vermektedir. Bütün insanları gayba muttali kılmak, Al­lah'ın yapacağı bir iş değildir. Allah insanı yarattı ve onun muradına ermesini kesbî ameline bağlı olarak takdir etti. Esasen fıtrat da insanı bu doğru yola ile­tir. Din bunu gösterir, peygamberlik buna delâlet eder. Yüce Allah da peygam­berlerinden dilediğini seçer ve onu gaybî bazı hususlara muttali kılar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O gaybı bilendir. Gaybına hiç bir kimseyi muttali kılmaz. Meğer ki beğenip seçtiği bir peygamber ola." (Cin, 72/26-27). Daha sonra peygamber bir takım kimselere kimisinin münafık olduğunu, bir diğerinin ihlâslı olduğunu haber verir. Böylelikle bu haberin kaynağını yine Yüce Allah'ın bir takım kimselerin küfrüne, bazılarının da imanlarına muttali kılması teşkil eder. Yoksa o kimseyi Allah'ın muttali olduğu şekilde kalplere muttali kılması anlamında değildir.

Daha sonra Yüce Allah mümin olanı münafık olandan ayırd eder. Bu ise bu ayrılığı açıkça ortaya çıkartan sebepler aracılığı ile olur. îşte bundan dolayı sizin Allah'a ve Muhammed (s.a.)'in onlardan birisi olduğu peygamberlere iman etme­niz, Allah'a ve Rasulüne itaat edip şeriata tabi olmanız gerekir. Peygamberlerin Allah'ın kendilerine haber verdiği gaybın dışındaki bir şeyi haber vereceğine inanmalısınız. İşte bu kâfirlere bir reddir. es-Süddî der ki: Kâfirler dediler ki: "Eğer Muhammed doğru sözlü ise haydi bizden kimin iman ettiğini, kimin de kâ­fir olduğunu bize haber versin." îşte bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.

Sizler peygamberlerin getirdikleri gayb haberlerine iman eder, onun emir­lerini yerine getirmek suretiyle yasaklarından da kaçınmakla Allah'tan korkarsanız, sizin için çok büyük bir sevap vardır. Bu sevabın miktarını kimse tes­pit edemez, sınırlandıramaz.

Dikkat edilecek olursa Kur'an-ı Kerim daima iman ile takvayı birlikte zik­reder. Tıpkı namaz ve zekâtı birlikte zikrettiği gibi. Çünkü bunlar birbirlerinden ayrılmaz şeylerdir. Ayrıca bunlar olmaksızın imanın kemal bulmayacağını ifade eder. Yine Kur'an-ı Kerim can ile cihadı mal ile cihadla birlikte zikreder.

Bundan önceki ayet-i kerimeler cihada ve canını feda etmeye teşvik mahi­yetinde olduğu için, bunun akabinde cihad yolunda malını feda etmeye de teş­vik etmektedir.

O bakımdan hiç bir kimse cimrilerin cimriliklerinin mal yığmak ve sakla­makla, biriktirmekle kendileri için hayırlı olduğunu, cömertliğin ve infakın da kendilerini hakir düşüreceğini zannetmesin. Cimrilik dünyada da ahirette de hem toplum için, hem fert için büyük bir kötülüğün kaynağıdır. Cimrilikten ka­sıt ise, farz olan zekâtı hak sahiplerine vermemek ve muhtaçların ihtiyacı gö­rüldüğü takdirde sadaka vermemektir.

Dünyada cimriliğin zararına gelince: Zenginin malı zayi olmaya, telef ol­maya, talan edilmeye, hırsızlığa maruz kalır; kafirlerde kine sebep teşkil eder. Çağımızda olsun başka dönemlerde olsun lüks içerisindeki zenginlere oldukça ağır saldırılar yapılmış ve kapitalizmin temellerini sarsmak için sosyalizm adı alfanda bir takım düşünceler, teoriler yaygınlık kazanabilmiştir.

Cimriliğin ahiretteki ve dindeki zararına gelince: Yüce Allah cimrilikleri­nin vebalini çekeceklerini, sıkı elli olmalarının akıbeti ile karşılaşacaklarını haber vermektedir. Bu vebal ve akıbet boyna dolanmış gerdanlık gibidir. Kı­nanmaktan, sorgulanmaktan ve bu işleri dolayısıyla ceza görmekten asla kurtulamayacaklardır. Buharî'nin rivayetine göre Ebu Hureyre şöyle demiştir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: "Allah her kime bir mal verir o da onun zekâtını ödemezse, malı ona gözünün üzerinde iki kara noktası bulunan büyük bir ejder­ha suretinde gösterilir. Bu ejderha kıyamet gününde boynuna dolanır. Onu iki çenesiyle yakalar ve şöyle der: "Ben senin malınım, ben senin hazinenim." Daha sonra şu, "Allah'ın lütuf ve keriminden kendilerine verdiği şeyde cimrilik göste­renler zannetmesinler ki o haklarında hayırlıdır. Bilakis o onlar için bir şer­dir..." ayetini sonuna kadar okudu.

Gerçek şu ki, insanların birbirlerinden miras alıp durdukları mal ve ben­zeri göklerde ve yerde bulunan her bir şey Allah'ındır. Peki nasıl olur da bazı insanlar Allah'ın mülkünde Allah'a karşı cimrilik eder ve o malı Allah yolunda infak etmezler? İşte bu Yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır: "Onun sizi üzerinde halife kıldığı şeyden (maldan) infak ediniz." (Hadid, 57/7). Bütün işler Yüce Allah'a döndürülür. O bakımdan Allah'ın huzuruna gideceğiniz günde si­ze fayda verecek şekilde mallarınızın bir kısmını önden gönderiniz. Allah sizin niyetlerinizi, kalplerinizi, amellerinizi çok iyi bilir. Onlardan haberdardır. Bun­lardan hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O, hayır yahut kötülük olsun, herkese ka­zandığının karşılığını verecektir. [47]


[43] el-Vâhidî, Esbabu'n-Nüzul, s. 75-76.


[44] el-Vâhidî, Esbabu'n-Nüzul, s. 75-76.

Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/428.


[45] Zimehşerî 1/364.


[46] el-Menâr, IV/205; el-Merâğî, IV/141.


[47] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/429-432.

http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/

Hiç yorum yok: