22 Mart 2018 Perşembe

***EHL-İ BİDAT ve DALALETİN ÖZELLİKLERİ-1-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

İnsanlığın iftihar tablosunun dünyayı şereflendireceği güne kadar akın-karadan, gecenin-gündüzden, gülün de dikenden farkı yoktu; dünya âdetâ umumî bir mâtemhâne, varlık da tıpkı bir kaostu..

İslâm dünyasında dinî görünümlü inanç ve davranışların arttığı, İslâmiyet'in ruhuna uymayan inanç ve tutumların din gibi gösterilmeye çalışıldığı, hak ile bâtılın iç içe girdiği sıkıntılı bir süreç yaşanmaktadır. Ümmetin aklî, dinî ve sosyal fesatlara maruz kaldığı böylesi netameli bir dönemde yapılması gereken; bir yandan İslâmî hakikatlerin temel kaynaklarından hareketle ısrarla açıklanması, öte yandan bâtıl veya sapkın grup ve tutumların özelliklerinin anlatılarak toplumun aydınlatılması, İslâm'ın Allah Teâlâ'nın (celle celâluhu) razı olduğu en güzel uygulaması olan Sünnet-i Seniyye'ye Müslümanların sarılmalarının sağlanmasıdır. Zîrâ olumsuz atmosferlerde Sünnet-i Nebeviyye'ye sımsıkı sarılmak, hattâ küçük adaplarına bile dikkat etmek oldukça önemli bir kuvvet-i imaniye ve takva oluşturmaktadır. Bu doğrultuda bu çalışmada, İslâm'ın ana bünyesini oluşturan Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat çizgisinden inhiraf eden ve geleneğimizde "bid'at" ve "bid'at ehli" kavramlarıyla ifade edilen zihniyetin özellikleri ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Arapça kökenli bir kelime olarak bid'at, "bir şeyi misâli olmaksızın ilk kez meydana getirmek, eskiden olmadığı hâlde sonradan icat etmek, icat edilen" demektir.
1


 Istılahta ise Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) ahirete irtihalinden sonra ortaya çıkmış, dinî bir delile dayanmayan dinî görünümlü inanç ve davranışları ifade eden tabirdir. Bazı İslâm âlimleri bid'atı "Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ve din büyüklerinin uygulamalarına muhalif, dinin kesin emirlerine aykırı görüşler ileri sürmek ve bunlarla amel etmek" olarak;2 

Seyyid Şerif Cürcânî gibi kelâm âlimleri ise "Sünnet'e muhalif her söz ve fiil yahut sahabe ve tabiûnun yapmadığı, dinî bir delile dayanmayan sonradan dinde ortaya çıkarılmış her şey" şeklinde tanımlamıştır.3 

Ehl-i bid'at ise, "aklı esas alıp âyet ve hadîsleri yorumlamak suretiyle Hazreti Peygamber'den (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra Sünnet'e aykırı bazı inanç ve davranışları benimseyenler" şeklinde tarif edilmiştir.4

 Ehl-i bid'at terimi yerine "Fırak-ı dâlle, Ehl-i dalâlet, Ashâbü'l-bida', Ehl-i ehvâ," gibi tabirler de kullanılmaktadır. Ehl-i bid'at ve onu ifade eden diğer tabirlerin karşıtı ise "Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaat, Ehl-i hak, Sevâdu'l-a'zam/büyük çoğunluk" gibi kavramlardır ve bu ifadelerle Müslüman ülkelerde yaşayan Kur'ân'a, Sünnet'e ve sahabe örfüne tâbi olan Müslüman çoğunluk kastedilmektedir.

İslâm âlimlerin genel kanaatine göre başta Eşarilik, Mâtürîdilik olmak üzere Yüce Allah'ı (celle celâluhu) herhangi bir varlığa benzetme (teşbih) ve Allah'ı cisim olarak algılama (tecsim) anlayışı gibi aşırı görüşlere sapmayan bütün İslâm âlimleri ve tasavvuf çevreleri Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaat kabul edilmiş; bunların dışında kalan Şia, Kaderiyye, Mûtezile, Haricilik, Cehmiyye, Mürcie gibi itikadî mezhep ve fırkalar bid'at ve dalâlet ehli sayılmıştır.5

Ehl-i bid'at ve dalâlet konusunda önemle belirtilmesi gereken husus, onların İslâm dışı olmaması yani tekfir edilmemesi; Ehl-i kıble ve Müslüman oldukları hâlde belli konularda Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaat'ten ayrılmış olmalarıdır. Ehl-i bid'atin bu konumu bazı âlimler tarafından şöyle değerlendirilmiştir: Her bâtıl mezhep veya meslek her yönüyle batıl olması gerekmediği gibi her hak meslek veya mezhebin her yönüyle hak olması da gerekmez. İslâm dünyasındaki ehl-i bid'at fırkalarının bazı hakikatlere dayandığı, fakat garaz, inat gibi menfi yönleriyle onların dalâlet hesabına işlediği görülecektir. Meselâ Şia; Kur'ân'ın emrine tâbi olarak Ehl-i Beyt'e muhabbeti esas almakla birlikte sonradan milliyetçilik düşüncesiyle oluşan intikam hissi ve kiniyle meşru olan Ehl-i Beyt sevgisini gerekçe göstererek Hz. Ebu Bekir'e, ülkelerinin/İran Halid b. Velid tarafından fethedilip eski bâtıl dinlerinin ortadan kaldırılması sebebiyle de Hz. Ömer ve Halid b. Velid gibi sahabîlere buğzetmiştir.6

Öte yandan tarihte Hariciler, Şia, Mûtezile gibi bid'at mezhepleri kendi görüşlerinin Kur'ân, Sünnet ve ashabın anlayışına uygun, kendilerinin dışında kalanların ise bid'at grupları olduğunu iddia etmekten geri kalmamışlardır. Meselâ Mûtezile mensupları asıl kendi kanaatlerinin Kur'ân ve Sünnet'e uygun olduğunu, kendilerine zıt düşünce ve inançların ise sonradan ortaya çıktığını ve dolayısıyla bid'at olduklarını ileri sürmüşlerdir.7 Keza Şiîler de, kendi iddialarına göre Resul-i Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Ali'yi (r.a) halifeliğe nas ile tayin ettiği hâlde, buna aykırı davranan bütün ashabın ve onların yolunda gidenlerin kafir olduklarını iddia edebilmişlerdir.

Bid'atin Kısımları

İslâm dini bizzat Allah Teâla tarafından Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) sağlığında kemâle erdirilip tamamlanmış; bu evrensel hakikat Kur'ân-ı Kerîm'de ;"...Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'dan hoşnut oldum..."8 meâlindeki âyetle açıklanmıştır. İslâm'ın Allah Teâla tarafından kemale erdirilip tamamlandığı noktasından hareket edildiğinde Allah Resûl'ünden (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra ortaya çıkan her dinî hususun bir yenilik, yani kelime mânâsıyla bid'at olarak algılanması tabiî kabul edilebilecektir. Böyle olmakla birlikte sonradan ortaya çıkan her yeni dinî hususun ne değer ve hüküm ifade ettiğinin açıklanması gerekmiştir. Bu çerçevede bazı İslâm âlimleri, sonradan ortaya çıkmış olmayı ölçü alarak iyi-kötü ayırımı yapmaksızın her dinî yeniliği kötü, dalâlet ve sapkınlık olarak algılamış ve hepsine bid'at ismini vermişlerdir.

Bunlar İslâm'ın Allah tarafından mükemmel şekilde tamamlandığını bildiren söz konusu âyet ile Hz. Peygamber'den (sallallahu aleyhi ve sellem) rivayet edilen "Şüphesiz ki sözlerin en güzeli Allah'ın Kitab'ıdır. Yolların en hayırlısı ise Muhammed'in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan ortaya çıkarılanlardır. Her bid'at bir sapma, dalâlettir."9 hadîsini delil olarak ileri sürerek, İslâm mükemmel hâlde tamamlandığına göre dinde herhangi bir ilâve ve eksiltme yapmak şeklindeki bir yeniliğin/bid'atin kesinlikle kötü olduğunu, böyle bir yeniliğin/bid'atin iyisi-kötüsünün olamayacağını ileri sürmüşlerdir. Hâlbuki hadîsteki "Sonradan ortaya çıkan her şey bid'attir ve her bid'at dalâlettir." ifadesinin mânâsının genel değil, hususiyet ifade ettiği bildirilmiştir. Meselâ İbnü'l-Esîr hadîsin mânâsını tahsis ederek Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kötülediği bid'atin "İslâm'ın asıllarına muhalif olan ve Sünnet'e uymayan her şey" mânâsındaki bid'at olduğunu vurgulamıştır.10

İçlerinde Bediüzzaman'ın da yer aldığı İslâm âlimlerin çoğunluğu ise İslâm'ın temel ilkelerine uygunluğu ve dinî bakımdan faydalılığını ölçü alarak dinî yenilikleri/bid'ati, bid'at-i hasene (hayırlı yenilik) ve bid'at-i kabiha (kötü yenilik) şeklinde ikiye ayırmışlardır.11

a) Bid'at-ı hasene: Bunlara "bid'at-ı hüdâ, bid'at-ı marziyye" de denmektedir. İslâm'ın temellerine ve ruhuna uygun olan, Yüce Allah'ın ve Resulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) izin verdiği, güzel görüp teşvik ettiği hususlar kapsamına giren dinî yeniliklerdir. Bu tür övgüye layık bütün hayırlı, yeni dinî işler/bid'atler, daha önce örneği görülmese bile övülmüştür, güzeldir, hayırlıdır, bid'at-ı hüdâ kapsamdadır. Bu nitelikte olanların İslâm'a aykırı olması caiz değildir.12

b) Bid'at-ı kabîha: Bunlara "bid'at-ı seyyie, bid'at-ı dalâl" da denmektedir. İslâmiyet'in temel prensiplerine uygun olmayan, Kur'an ve Sünnet'in muhkem/mânâsı açık naslarına aykırı olarak sonradan ortaya çıkan dinî yeniliklerdir. Bid'at-i kabihanın ölçüleri, asıllarının Kur'ân ve Sünnet'te bulunmaması veya onlara aykırı olması; Sünnet'i değiştirmesi ve yozlaştırması; İslâmiyet'in küllî ilkeleri ve Sünnet'in düsturlarını beğenmeme ve yetersiz görme kanaatini uyandırmasıdır. Bu çerçevede Bediüzzaman "bugün sizin için dininizi kemale erdirdim…" âyeti ile "her bid'at dalâlettir ve her dalâlet cehennemdedir." hadîsi gereği İslâmiyet'in külli ilkeleri ve Sünnet'in düsturları tamamlanıp kemalini bulduktan sonra yeni icatlarla bu düsturları beğenmeme ve eksik görme hissini veren yenilikleri icat etmenin dalâlet olduğunu belirtmiş; asıllarının Kur'ân ve Sünnet'ten alınması, Sünnet'e muhalefet ve onu tağyir etmemek şartıyla farklı tarikatların evrat, ezkar ve meşreplerinin bid'at olmadığını vurgulamıştır. 13

Bid'atı, iyi-kötü olarak ayıran İslâm âlimleri "Kim hayırlı bir yol (sünnet-i hasene) açarsa, açtığı hayırlı yolun sevabı ve onunla amel edenlerin sevabının bir misli bu kişinindir. Kim de kötü bir yol (sünnet-i seyyie) açarsa, açtığı kötü yolun günahı ve onunla amel edenlerin günahının bir misli o kişinindir."14 hadîsi ile Hz. Ömer'in teravih namazını cemaatle yirmi rekat olarak kıldırmasını kendi kanaatlerine delil olarak göstermişlerdir. Bu hâdiseye göre, Hz. Ömer, mescitte teravih namazının münferiden kılındığını gördüğünde Ubey b. Ka'b'a imamete geçip teravihi cemaatle kıldırmasını emretmiş; ertesi gün insanların teravihi cemaatle kıldıklarını gördüğünde Hz. Ömer "Bu ne güzel bid'attir." demekten kendini alamamıştır.15 Hz. Ömer burada yaptığı bu işin Hazreti Resul (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Ebû Bekir zamanında olmadığına dikkat çekmek üzere bunun "yeni bir şey/bir bid'at" olduğunu belirtmiş, yapılan işin hayırlı bir iş olduğuna da vurgu yaparak "ne güzel" olduğunu söylemiştir. Böylelikle Hz. Ömer, yeni olan dinî bir uygulamanın mahiyetine dikkat çekerek bid'at kavramını mutlak mânâda kötülememiş; bir şeyin hem bid'at yani yeni bir şey hem de hayırlı bir iş olabileceğini açıkça belirtmiştir. Üstelik Hz. Ömer'in bu uygulaması sahabe tarafından kabul görmüş, fiilî olarak uygulanmış ve böylece sahabenin fiilî sünneti olarak tahakkuk etmiştir. Bu durumda sahabe teravih namazını cemaatle kılma konusunda icma etmiş olmaktadır ve sahabenin icması dinin temel delillerindendir.

Bid'at Çeşitleri


Dinî alandaki yenilikler olan bid'atler, genellikle itikat, ibadet, adetlerde olmak üzere üç grupta sınıflandırılmıştır. Söz konusu yeniliklerin her birinin ayrı bir dinî değeri ve hükmü bulunmaktadır. Bunlar şöyle ifade edilmiştir:

a) İtikadda Bid'at: Kur'an-ı Kerîm, sahih Sünnet, sübutu ve delâleti kesin muhkem dinî asıllara aykırı ve Ehl-i Sünnet'in mütehassıs âlimlerince zarûrî görülmeyen itikad sahasındaki her yenilik, maksatlı bir şekilde 'dinden olanı terk veya olmayanı icat etmek" olacağı için gayrimeşrudur ve böylesi girişimler dalâlet Bid'ati olarak kabul edilmiştir.

b) İbadetlerde Bid'at: İbadet sahasında bir şeyi ilâve ederek uygulamaya koymak veya terk etmek şeklinde sonradan ortaya çıkarılabilecek her amelin gayrimeşru sayılacağı anlayışı, İslâm alimlerinin genel kabulünü kazanmıştır. Bununla birlikte Hz. Ömer'in teravih namazı misâlinde olduğu gibi sahabe ve ümmet çoğunluğu tarafından hayırlı kabul edilmiş amelî hususlar bu hükmün dışındadır. Buna ilâveten ibadetle alâkalı olmadığı, Kur'ân-ı Kerîm veya Sünnet tarafından ibadet ve taat türüne dâhil edilmediği hâlde sonradan ortaya çıkarılarak ibadet ve taat rengi verilen her dinî yenilik gayrimeşru ve dalâlet bid'ati olarak kabul edilmiştir.

c) Âdetlerde Bid'at: İslâmiyet'in özü ve genel prensipleri içinde kalmak, ibadet hüviyetine bürünmemek şartıyla sonradan ortaya çıkarak gelenek hâline gelmiş her dinî görünümlü şey meşru görülmüş, hattâ teşvik edilip övülmüştür. İnsanın ihtiyaçlarının değişim ve gelişim hâlinde olmasından ve değişikliklerin devir ve bölgelere göre farklılaşmasından dolayı, örf ve adet kapsamına giren değişimleri, kötü -yani dalâlet bid'ati- olarak kabul etmek, hayatı dondurmak ve yaşanmaz hâle getirmek mânâsına geleceği için, İslâm'ın genel ilkelerine uygun olan ve kutsallaştırılarak ibadete dönüştürülmeyen örf ve adetler meşru kabul edilmiştir. 16

Bid'at çeşitlerini Sünnet üzerinden sınıflandırarak değerlendiren Bediüzzaman göre, Sünnet'in farz ve vacip ile nafile kısımları bulunmaktadır. Bunların farz ve vacip olan kısmı, tafsilatlı olarak beyan edildiği, muhkemattan olduğu ve değişmediği için bunlara ittiba zorunludur, terk edilmez. Sünnet'in nafile kısmı da ibadetler ile örf ve âdâb olarak ikiye ayrılmaktadır. Ubudiyetle ilgili hükümlerde yeni icatlar, "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim." Mealindeki âyete aykırı olduğundan reddedilmiş bid'at olduğu gibi, ibadetle alakalı Sünnet'in değiştirilmesi de bid'attir; terkinde günah olmasa dahi büyük sevabın kaybedilmesi söz konusudur; değiştirilmesinde ise büyük hata bulunmaktadır. Sünnet'in örf ve âdâb kısmına aykırı davranmaya bid'at denmezse de Hazreti Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) âdâbına bir mânâda muhalefet etmek olduğu için, onların feyiz ve bereketinden mahrumiyete yol açar. Meselâ konuşma, yeme-içme, yatma gibi âdab-ı muaşerete ait ve kendilerine "âdâb" denilen Sünnet-i Senniyye'ye ittiba eden adetlerini ibadete çevirir ve bundan büyük feyiz alır.17

Ehl-i Bid'atin Özellikleri

İslâm âlimleri ehl-i bid'at ve dalâlet hakkında bazı ayırıcı vasıf ve ölçüler koymuşlardır. Buna göre, genel mânâda İslâm'ın temel esaslarından birine veya Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaat'in küllî bir ilkesine aykırı görüşlere sahip olan herhangi bir zümre, bu görüşü sebebiyle ehl-i bid'at sınıfına girmiş olur. Ancak temel esas ve küllî ilkelerden sayılmayan hususlarda farklı görüşlere sahip olmak, Ehl-i Sünnet'ten ayrılmayı ve bid'at bir mezhep olmayı gerektirmez.18 Dinî bir yapının ehl-i hak veya ehl-i bid'at olup olmadığı noktasında Bediüzzaman; biri, mezhebin ortaya koyduğu görüşlerde ölçünün hak ve hakikat olması; diğeri de müspet yönlerinin olumsuz yönlerinden çok ve etkin olması şeklinde iki ölçü ortaya koymuştur. 19 Ehl-i dalâletin bir başka özelliği, dinin emir ve yasaklarına karşı takındığı olumsuz veya gevşek tavırlarında ortaya çıkmaktadır ki, onlar sefahat tiryakiliği ve bağımlılığına kapıldıkları için dinin emirlerini yerine getirmemektedirler. Bir diğer özellikleri de değiştirilmesi mümkün olmayan zaruriyat-ı diniyyede akılları karıştırmak, zaruriyatı diniyyeyi veya İslâm'ın temel alametleri olan şeairi diniyeyi değiştirmek, terk etmek arzusu ve bu yöndeki uygulamalarıdır.20 Meselâ İslâmiyet'in şeairinden olan namazın Arapça dışında bir dille kılınması, ezanın Türkçe okutulması, Kur'ân alfabesi yerine başka alfabenin konulup onunla ibadet edilmesi, bir kısım Vehhabilerde görüldüğü gibi kabir ziyaretlerinin şirk olarak algılanması, velilik ve kerameti inkâr gibi hususlar bu kapsamdadır. 21 Bu ifade edilenlerin yanısıra ehl-i bid'atin diğer belirgin vasıfları şunlardır.

1) Cemaattan ayrılma: Buradaki cemaatten maksat, "sahabe cemaati, müçtehit İslâm âlimleri cemaati ve Müslümanların büyük çoğunluğunu oluşturan Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaattir; yoksa Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaat çerçevesinde yer alan dinî hizmet gruplarını oluşturan tarikatlar, cemaatler değildir. Çünkü bunlar Ehl-i Sünnet'i oluşturan alt birimlerdir.

2) Müteşabihata tâbi olma: Ehl-i bid'atin en belirgin özelliklerinden biri, Kur'ân-ı Kerîm ve hadîslerdeki mânâsı açık, anlaşılması kolay muhkem âyet ve hadîsleri bırakıp bunlarla amel etme yerine anlaşılması güç, müteşabih olanlarını esas alarak bunları kendi maksatları doğrultusunda yorumlamalarıdır. Hâlbuki Allah Teâlâ "Bu Kitab'ın bazı âyetlerinin mânâsı açık ve muhkemdir; bunlar Kitab'ın esasıdır; diğerleri ise anlaşılması zor çeşitli mânâlar ihtiva eden müteşabihlerdir. Kalblerinde eğrilik bulunanlar fitne çıkarmak ve kendilerine göre yorumlamak için Kitab'ın müteşabih olanlarına tutunurlar…" 22 mealindeki âyetle müteşabih ayetleri kendi maksatlarına vesile edenleri açıkça kınamış, böylelerini kalblerinde hastalık bulunan kimseler olarak ilân etmiştir. Resul-i Ekrem de (sallallahu aleyhi ve sellem): "Kitab'ın müteşabihatına tâbi olanları (veya tartışanları) gördünüz mü anlayın ki Allah Teâlâ'nın müteşabihât âyetinde kastettiği onlardır, onlardan kaçının." buyurmuştur.23

3) Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnet'e uymaları gerektiren itikadî konularda kendi nefsanî anlayış ve arzularına uymak.

4) Sahabeye, Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaate ve ehl-i hadîse dil uzatmak ve onları çeşitli küçültücü isimlerle anmalarıdır.24

Ehl-i Sünnet ile Ehl-i Bid'at/Dalâlet Arasındaki Farklar

Öncelikle vurgulamak gerekir ki, Ehli Sünnet Ve'l-cemaat akâid ve fıkıh sahasında Hazreti Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ve sahabe sünnetine tabi olan, İslâm ümmetin omurgasını ve ana gövdesini oluşturan büyük çoğunluktur. Bu yüzden kendilerine sünnete uyanlar anlamında "Ehli Sünnet" denilmiştir.


Ehl-i bid'at ise Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve sahabe sünnetine değil, kendilerinin ortaya koydukları prensipler doğrultusundaki fikir ve inançlara tâbi olan, İslâm ümmetinin ana gövdesinden ayrılan Müslüman topluluklardır.

Ehli Sünnet, Yüce Allah'ın cisim olmadığına (tecsim) ve herhangi bir varlığa benzetmediğine (teşbih) inanır. Teşbih ve tecsim anlayışına düşmemek için âyet ve hadîsleri dinin asıllarına bağlı kalarak, Arap dili kurallarına uygun bir şekilde açıklar.

Ehl-i bid'at ise, âyet ve hadîsleri sadece zahir mânâlarına göre değerlendirmiş ve neticede teşbih ve tecsim anlayışlarına saparak yoldan çıkmıştır.

Ehli Sünnet anlayışında esas olan, dinde yeni bir şey icat etmek değil, Kur'ân ve Sünnet'i en doğru şekilde anlamak ve tabi olmaktır.


Ehli Bid'at ise -özellikle Batınîler de olduğu gibi- âyet ve hadîsleri dinin ruhuna ve temel esaslarına uyup uymadığına bakmaksızın kendilerine göre yorumlar.

Ehl-i Sünnet, İslâm ümmetinin birlik ve beraberliğine büyük önem verir, ümmet arasında tefrikaya sebebiyet verecek anlayışlara karşı çıkar; Ehl-i kıbleden olan ve Müslüman'ım diyenleri Müslüman kabul ederek tekfir etmekten şiddetle kaçınır. Çünkü Ehl-i Sünnet'e göre, kişi ve grupların kafir olduğunu söylememede (tekfir) herhangi bir şerî emir bulunmamakta; fakat tekfir etmekte şerî hüküm vardır. Ayrıca şahsı veya bir grubu haksız yere lânetleme ve tekfir etmede büyük bir zarar ve vebal bulunmakta; lânet ve tekfir etmede haklı olunduğunda ise, hiçbir hayır ve sevap bulunmamaktadır.25


Ehli bid'at ise, kendilerinden olmayanları, çoğu kez Müslüman kabul etmez ve küfürle itham etmekten çekinmez.

Ehli Sünnet mensupları genellikle müsamahalı ve hoşgörülü olduklarından itikatlarını zorla kimseye kabullendirmeye çalışmadıkları gibi başkalarının öldürülmelerini veya esir edilmelerini kabul etmez.


Ehli Bid'at ise mutaassıp, tahammülsüz, şiddet taraftarıdırlar ve inançlarını kabul ettirmek için baskı yapar, kendilerinden olmayanları tekfir ettikleri için öldürülmelerini veya esir edilmelerini caiz görür.

Ehli Sünnet, İslâm'ın iman, ibadet, ahlâk ve muamelat gibi alanlarındaki temel esaslara ters düşmeyen hususlarda yabancı inanç ve düşünce sistemlerinden -mantık ilkeleri ve bazı felsefî prensipler, bilimsel gerçekler gibi- belli ölçüde istifade etmişlerse de, temel hususlarda bâtıl inanç ve düşüncelerden özellikle uzak durmuştur. 


Ehl-i bid'at ise, İslâm öncesi eski inanç ve kültürlerinden, yabancı din ve felsefelerden oldukça etkilenmiştir. Meselâ Hariciler cahiliyye Arap telâkkilerinden, Şiîler genel olarak eski Pers-İran kültüründen, Mûtezile Yunan felsefesinden etkilenmiş ve bu tesirler yüzünden İslâmî inanca ters düşen fikirler ileri sürmüşlerdir.

Son olarak Ehli Sünnet mensupları ashaba hakaret etmez, onların hepsini hayırla anıp hürmet gösterdikleri hâlde Hariciler, Şiîler ve Mutezile gibi ehl-i bid'at gruplar, ashaba hakaret eder ve hattâ daha da aşırı giderek bazı sahabeyi tekfir eder.26 Meselâ Haricî gruplar; Hz. Ali, Hz. Aişe, Talha, Zübeyr, Muaviye gibi bir kısmı cennetle müjdelenen önde gelen sahabeyî kâfir olmakla suçlamış; Şiiler Ehl-i Beyt muhabbeti perdesi altında Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Aişe düşmanlığı yapmışlardır.27

Netice

Bid'at kavramı, en genel mânâsıyla İslâmiyet'in bütün alanlardaki temel esaslarına aykırı olan dinî yenilikleri ifade etmektedir ki, bu genel mânâda Hazret-i Resul Efendimiz'den (sallallahu aleyhi ve sellem) sonra dinî alanda sonradan ortaya çıkarılan her şey bid'at kapsamına dâhil edilmiştir. Böyle olmakla birlikte bid'at, özellikle İslâm'ın inanç ve ibadet ilkeleri olan akaid ve ibadet alanında Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ile ashab-ı kiramın takip ettiği yoldan ayrılma ve bu alanda yeni bir dinî inanç, tutum, davranış ve ibadet şekilleri oluşturma demektir. İslâm âlimlerinin çoğunluğu mahiyet ve dinî faydasını esas alarak bid'ati, kötü ve iyi şeklinde ikiye ayırmışlardır. Buna göre kötü bid'at, Kur'ân-ı Kerîm, Sünnet ve ashabın örfüne, İslâm'ın asıllarına veya bu asıllara dayanan ana ilkelere aykırı olarak sonradan ortaya çıkmış dinî yeniliktir. Böyle olmayanlar ise kötü bid'at değil, iyi ve hidayet bid'atidir.

Ehl-i bid'at, başta sahabe, tabiin ve tebei tabiinin müçtehit imamlar topluluğu olmak üzere, her zamanda İslâm ümmetinin büyük çoğunluğunu oluşturan Ehl-i Sünnet ve Cemaat'e aykırı inanç, ibadet, tutum ve davranış içinde olan dinî-felsefî toplulukların ortak adıdır. Ehl-i bid'at ve dalâlet, Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaat'ten ayrılarak azınlıkla kalma; dinin temelini oluşturan âyet ve hadîslerin müteşabih olanlarına tâbi olma; dinin asıl iman ve ibadet esaslarında kendi nefsanî anlayış ve arzularına uyma; Sahabeye ve Ehl-i Sünnet Ve'l-cemaat mensuplarına dil uzatma, onları çeşitli küçültücü isimlerle anma ve tekfir etme özellikleriyle ön plâna çıkmaktadırlar. İslâm dini inanç esaslarında Tevhid'i ortaya koyduğu gibi ibadet ve ahlâk uygulamalarında tezahür ettiği üzere, sosyal hayatta da Tevhid'i esas aldığı için 'ehl-i kıblenin tekfir edilmemesi' Ehl-i Sünnet tarafından Müslüman topluluklarının vahdetini sağlayıcı ve koruyucu bir prensip olarak kabul edilegelmiştir.

Mustafa Kasımoğlu

Dipnotlar
1. İbn Manzûr, Lisânü'l-Arab, "bede'a", II, 38, Beyrut, 2000.
2. Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât, "bede'a", md.
3. Seyyid şerif Cürcânî, Ta'rifât, "bid'at" md.
4. Yusuf Şevki Yavuz, "Ehl-i Bid'at", DİA, X, 501.
5. Topaloğlu, a.g.e., s. 109-110; Yusuf Şevki Yavuz, "Ehl-i bid'at", DİA, X, 501.
6. Said Nursî, Risale-i nur Külliyatı, 27. Mektup, II, 2313-1314, Nesil Yay, İst.1996.
7. Kâdî Abdülcebbâr, Fazlü'l-i'tizâl ve tabakâtü'l-Mu'tezile, (nşr. Fuad Seyyid), Tunus 1974, s. 138-164.
8. el-Mâide 5/3.
9. Müslim, "Cum'a", 43; Ebû Dâvûd, "Sünne", 5; Nesâî, " 'ideyn", 22; İbn Mâce, "Mukaddime", 7; Dârimî, "Mukaddime", 16, 33; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 310, 371; IV, 126-127.
10. İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, I, 107.
11. İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, I, 106; Nursî, a.g.e., Lemalar, I, 610; Topaloğlu, a.g.e., s. 154.
12. İbnü'l-Esîr, a.g.e, I, 106.
13. Nursî, a.g.e., Lemalar, I, 609-610.
14. Müslim, "İlim", 15; "Zekat", 69; Nesâî, "Zekat", 64; Dârimî, "Mukaddime", 44; İbn Mâce, "Mukaddime", 14; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 357, 359, 362.
15. Buhârî, "Salâtü't-teravih", 1; Mâlik, Muvatta, "Ramazan", 3.
16. bk. Topaloğlu, Kelâm ilmi, Giriş, s. 152-153.
17. Nursî, a.g.e., Lemalar, I, 609-610.
18. Topaloğlu, a.g.e., s. 156.
19. Nursî, a.g.e., II, 2313.
20. Nursî, a.g.e., Sözler, I, 220; 556.
21. bk. Nursî, a.g.e., Mektubat, I, 537,556; Emirdağ Lahikası, II, 1746, 1766; Hanımlar Rehberi, II, 2277; 2312-2313.
22. Âli İmran, 3/7.
23. İbn Kesir, Tefsîr, I, 345-346, Beyrut, 1402/1982.
24. Topaloğlu, a.g.e., s. 156-157.
25. Nursî, a.g.e., II, 1766.
26. Süleyman Uludağ, Kelâm ilmi ve İslâm Akâdi, s. 95-96.
27. Nursi, a.g.e., II, 2313.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

Hiç yorum yok: