11 Ocak 2024 Perşembe

GÜNÜMÜZDE ZAYIF VE MEVZÜ HADİSLERİN SAHİH HADİSLERLE KARIŞTIRILMA PROBLEMİ-4- MEVZU HADİSLER

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

D. Mevzu Hadisler ve Ortaya Çıkışı 
Günümüzde önümüze çıkan problem; mevzu hadislerin sahih hadislerle karıştırılması, sahih hadisler gibi halka takdim edilmesi ve halka sunulmasıdır. Amacımız günümüzle ilgili olarak mevzu hadis konusunda bazı pratik bilgiler vermek ve akabinde bazı örnekler sunmaktır. Önce mevzu hadisin ilmi tarifini yaparak konuya başlayalım.Peygamber' e 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ait olmadığı halde O'nun adına uydurulmuş ve O'na izafe edilmiş sözlere mevzu hadis denir. 41

Mevzu hadislerin ilk defa tarih sahnesine çıkışı konusunda farklı görüşler olmasına karşı alimlerin çoğu, Hz. Osman'ın (radıyallahu anh)şehid edilmesinden sonra ortaya çıktığı görüşündedirler. İlk olarak mevzu hadis uyduranlar arasında Şia, Mürcie, Kaderiye, Cehmiye, Müşebbihe ve Hariciler gibi siyasi ve itikadi fırkaların etkili olduğu tesbit edilmektedir.42 Daha sonraki dönemlerde mevzu hadis faaliyetine daha başka fırkalar ve cemaatler katılarak bu süreç devam etmiş, hicri II. ve III. asırda en yüksek seviyeye ulaşmıştır.43 
Hadis uydurmayı çok kesin ifadeleriyle yasaklayan Hz. Peygamber(Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bu fırkalar tarafından hiç dinlenmemiştir. Halbuki Peygamberimiz'in 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu konudaki hadisleri çok kesin ve nettir. O şöyle buyuruyor: "Benim hakkımda kasıtlı olarak yalan söyleyen Cehennem'deki yerine hazır olsun. " 44 

"Her kim yalan olduğunu bildiği bir sözü, benim hadisim olarak rivayet ederse, yalancılardan biri de kendisidir. " 45

"Bana izafe edilen yalan, başka birine izafe edilen yalan gibi değildir. Kim benim adıma bilerek yalan uydurursa, Cehennem'deki yerine hazırlansın. " 46 

 Sahabe ve tabiundan bazıları bu hadislerdeki vaidden korktukları için, hata yaparım, eksik veya ziyade yaparım endişesiyle Hz. Peygamber' den (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çok fazla hadis rivayet etmemişlerdir. 47

 Ibnü'l-Cevzi (ö.597/1201) bazen hadisin isnadındaki ravilerin hepsi güvenilir olmasına karşın hadisin uydurma olabileceğini, ancak bunun tesbitinin çok zor olduğunu ve bunu işin uzmanlarının bileceğini söyler.48 Az da olsa bu şekilde uydurma hadislerin mevcudiyetine zaman zaman rastlanmaktadır. Muhteva açısından mevzu hadisleri incelediğimizde bir kısmının, Islam'a aykırı, mantık dışı, gülünç ifadeler olduğu, bir kısmının ise, Islam'a aykırı olmadığı, güzel, faydalı, veciz ve hakimane sözler olduğunu tesbit etmekteyiz. Hangi tür mevzu hadis olursa olsun Peygamber adına onlarla amel etmek caiz olmadığı gibi, bu tür uydurmaları Peygamber'e izafe ederek nakletmek de caiz değildir ve haramdır.49 

Uydurulan hadislerin Peygamber'in(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) lehinde ve aleyhinde olması kişiyi hiçbir şekilde sorumluluktan kurtarmaz. Önemli olan nokta Peygamber'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ait olmayan bir sözü, Peygamber'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ait olduğunu söylememek ve O'nun adına yalan uydurmamaktır. Hadis rivayetinde aranılan bu ilmi dürüstlüğe bugün de riayet edilmesi gerekir. Mevzuat sahibi bazı alimler, naklettikleri bazı mevzu hadislerden sonra bu tür hadisleri değerlendirirken "Manası doğru, ancak uydurmadır, Peygamber' e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)ait değildir." ifadelerine yer verirler. Bu ifadelere mevzuat kitaplarında çok sık raslanmaktadır.

 Tarihi süreç içerisinde yaşanılan problemlerden birisi de, bazı hadislerin mevzu olup olmaması noktasındaki farklı değerlendirmelerin ve içtihadların ortaya çıkmasıdır. Bu da, değerlendirmeyi yapan hadisçilerin farklı kriterlere, metodolojilere ve anlayış tarzlarına sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla mevzu hadislerin tümü üzerinde ittifak sağlanmış olmayıp, bazı hadisçilerin mevzu dediklerine bazıları itiraz ederek, hadisin mevzu olmadığını söylemişlerdir. Çünkü bu, neticede içtihadi verilmiş bir karardır. Bunun en belirgin örneği Suyuti (ö.911/1505) ile lbnü'l-Cevzi (ö.597/1201) arasında yaşandığı müşahede edilmektedir. Ibnü'l-Cevzi'nin mevzu olarak kabul ettiği pek çok hadis, Suyuti tarafından mevzu olarak kabul edilmemektedir. Bu durum her iki alimin hadis üzerinde yaptığı inceleme ve tetkikler neticesinde verdiği içtihadi hükümden kaynaklanmaktadır. Alimlerin vermiş olduğu bu tür değerlendirmelere saygı duymak gerekir.

 Bu konudaki bizim şahsi kanaatimiz şudur: Eğer bir hadise ehil bir muhaddis tarafından uydurma hükmü verilmiş ise, o hadise bir başkası her ne kadar uydurma değildir dese de o hadis üzerine bir şaibe, bir şüphe düşmüş demektir. Neticede o hadisle amel etmeyi insanın içine sindirmesi oldukça zordur.

 E-Mevzu Hadislere Örnekler 
Günümüzde mevzu olduğu bilinmeden yaygın olarak nakledilen mevzu hadislere şunları örnek olarak verebiliriz:

 "Dünya ahiretin tarlasıdır" 50 
"Dünya bir kaya üstünde, o da bir öküzün boynuzu üzerindedir. Öküz boynuzunu hareket ettirdiği zaman kaya kımıldar ve yer sallanır ki, buna da deprem denir. " 51 
"Kibirlenene karşı kibirlenmek sadakadır. " 52 "Alimlerin mürekkepleri şehitlerin kanından efdaldir. " 53 
"Fasığın gıybeti olmaz. " 54 
"Kim aşık olur, iffet gösterir ve bunu gizleyerek ölürse o şehittir. " 55 
"Az bir sadaka pek çok belayı defeder." 56 
"Vakti geçmeden önce namazı kılmakta, ölmeden öncede tevbe etmekte acele ediniz. " 57 
"Alimin uykusu ibadettir." 58 
"İlim Çin'de olsa bile arayınız. " 59 
"Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız kurtuluşu bulursunuz. " 60
 "Vatan sevgisi imandandır. " 61 
"Tuz size gereklidir. Çünkü yetmiş derde devadır." (Ya Ali sana tuz gerekir. Çünkü o, yetmiş derde devadır.) 62 
"Şüphesiz gül, peygamber'in terinden yaratılmıştır. " 63
 "Yemeğe üflemek bereketi giderir. " 64
 "Ben kırık kalplerle beraberim." 65 
"Patlıcan her derde devadır ve onda hastalık da yoktur. " 66 
"Bir dirhem faiz yiyen kimse, otuz altı kez zina etmiş gibi olur. " 67
 "Allah'ın ilk yarattığı şey akıldır ... " 68
 "Ben hikmet eviyim, Ali ise kapısıdır." 69
 "Bir saat tefekkür etmek altmış sene ibadetten daha hayırlıdır." (Veya bir saat tefekkür etmek bir senelik ibadetten daha hayırlıdır.) 70  
"Mescidde konuşmak ateşin odunu bitirdiği gibi iyilikleri yok eder. " 71 
"Çok konuşan çok yanılır ... " 72 
"Çocuklarınızı mescidlerinizden uzaklaştırınız. " 73 
"Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış." 74 
"Güzel yüze bakmak ibadettir. " 75 
"Zor duruma düşerseniz mezarda bulunanlardan yardım isteyiniz." 76 
"Kork Allah'tan korkmayandan."77 
"Kim satranç oynarsa, o melundur. " 78
"Ümmetimin alimleri İsrailoğullarının peygamberleri gibidir. " 79 
"Mü'minin artığı şifadır." 80
 "Şarap içen kimse (Allah'a) şirk koşmuş olur. 81 
"Insanlar, yöneticilerinin dini üzeredir." 82

Mevzu hadis konusunda tasavvuf çevrelerinde de çok miktarda mevzu hadis kullanılmakta ve bu çevreler kullandıkları bu hadislerin kendilerine göre mevzu olmadığını iddia etmektedirler. Keşf ve rüya yoluyla hadisleri Hz. Peygamberden (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) doğrudan aldıklarını söyleyerek, bu hadis alma usülünün, hadisçilerinkinden daha sağlam ve daha muteber olduğunu iddia ettikleri için tarih boyunca hadis alma usulleri konusunda hadisçilerle mutasavvıflar arasında görüş farklılıklarının olduğu ve tartışmalar yaşandığı bilinmektedir. 83 Sufilerin genelde başvurdukları önemli metodlardan birisi keşif, ilham ve rüya yoluyla hadis elde etmek veya elde edilen hadisleri yine bu yollarla Hz. Peygamber'e (Sallallahü Aleyhi ve
Sellem)onaylatmaktır. Çünkü sufilere göre vazgeçilmez olan keşif ve ilhamın, hadis almada yeri ve önemi büyüktür. 84 Rüya ve keşif yoluyla hadis alınamayacağı konusunda hadisçiler arasında bir nevi ittifakın oluştuğunu söyleyebiliriz. Hadisçiler bu konuda tavizsizdirler.85 Yapılan bir araştırmada tasavvufta temel dayanak olarak kullanılan 420 hadisin sıhhat durumları incelenmiş ve bunların % 15 i uydurma,% 21 i zayıf,% 10 u kaynaklarda bulunamamış,% 6 sı da hakkında hüküm verilmemiş hadisler olarak bu tesbit yapılmıştır. 86 Bu araştırmanın sonuçları bize gösteriyor ki, tasavvuf sahasında hadisçilere göre sahih olmayan pek çok hadis delil olarak kullanılmaktadır.

Tasavvuf çevrelerinde asıl olarak kabul edilen, mevzu kabul edilmeyen, ancak hadisçiler tarafından mevzu kabul edilen şu hadisleri örnek olarak verebiliriz:
 "Ölmeden önce ölünüz"87 
"(Ey Muhammed) eğer sen olmasaydın alemleri yaratmazdım. " 88
 "Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi murad ettim, halkı bilinmem için yarattım. " 89 
"Kim nefsini bilirse rabbini de bilir. " 90 
"Dünyayı sevmek her kötülüğün başıdır. " 91 
"Kalp Allah'ın evidir." 92
 "Ben yer ve göğe sığmadım, ancak mü'min kulumun kalbine sığdım." 93 
"Sarıkla kılınan namaz, sarıksız kılınan yirmibeş namaza, sarıkla kılınan Cuma namazı, sarıksız kılınan yetmiş cumaya bedeldir. Sarıkla namaz kılmakta onbin sevap vardır. " 94

 (Kadınların aleyhine uydurulmuş şu mevzu hadislerin halk arasında yaygın olarak kullanıldığını müşahede etmek mümkündür.) 
"Kadınlar evlerin lambalarıdır, fakat onlara okuma yazmayı öğretmeyiniz. "95 
"Kadınlara danışın onlarla İstişare edin. Sonra da onlara muhalefet edin. " 96
 "Sizden birisi İstişare yapmadan bir iş yapmasın. Eğer İstişare edecek hiçbir kimse bulamazsa bir kadınla İstişare etsin ve onun dediğinin tersini yapsın. Çünkü onun dediğinin tersini yapmasında bereket vardır. " 97
"Kadına itaat pişmanlıktır. " 98
"Kadınlar olmasaydı erkekler Cennet'e girecekti." 99


 Dünya-ahiret dengesinin bozulmasına sebep olan; dünya ve çalışmanın aleyhinde, fakirliğin lehinde uydurulmuş mevzu hadislere de örnekler vermek istiyoruz. Çünkü bu tür hadisler de günümüz insanını menfi olarak etkilemekte ve bu sebepten dolayı bazı insanların dünyaya, çalışmaya ve zenginliğe karşı soğuk olduğu ve uzak kaldığı müşahede edilmektedir. Bu konuda da insanı­mızı bilinçlendirmek ve aydınlatmak gerekir.

 Konuyla ilgili mevzu hadisler: 
 "Fakirlik benim övünç vesilemdir, ben onunla övünürüm. "100 
"Bu ümmetin en hayırlıları fakir olanlarıdır. En süratli bir şekilde Cennet'e yerleşecek olanları da zayıf olanlardır. 101
 "Fakirlerle birlikte bir toplum olun, çünkü kıyamette onların devleti olacaktır. " 102 
"Dünya bir leştir. Onu elde etmek isteyenler de köpeklerdir." 103
 "Dünya, ahiret adamlarına haram, ahiret de dünya adamlarına haram, dünya ile ahiret ise Allah adamlarına haramdır. "104 
"Selamet uzlettedir. "105 
"Her bir ümmet için anahtar vardır. Cennet'in anahtarları, miskin ve fakirlerdedir. Onlar kıyamet gününde Allah ile beraberdir. "106 
"Dünyayı terk etmek sabır işi olup, Allah yolunda kılıç sallamaktan daha zordur. Dünyayı terkeden kimseye Allah mutlaka şehit sevabı kadar sevap verir. "1o7 
"Her şeyin anahtarı vardır. Cennetin anahtarı sabırlı fakir ve miskinleri sevmektir. Onlar kıyamet gününde Allah ile beraber olacaklardır. " 108 
"Allah dünyaya dedi ki: Ey dünya! Benim velilerime uğra ve 
onlara hile ve fitne verme. Bana hizmet (itaat) edene ikram et, sana hizmete (itaat) edene eza et."1o9
"Allah zengine zengin olduğu için tevazu gösteren fakire lanet eder ve (o kişinin) dininin üçte biri gider." 110


 Kandil geceleri, mübarek ay, gün ve gecelerle ilgili de pek çok zayıf ve mevzu hadislerle karşılaşıyoruz. Değişik mahfillerde bu tür hadislerin nakledildiğini, özellikle kandil gecelerinde yapılan konuşmalarda bu tür hadislerin sahih hadis gibi insanlara aktarıldığını görmekteyiz. 

"Özellikle gün ve gecelerdeki namazlara dair hadisler. Pazar günü ve gecesi kılınan namazlar, Pazartesi günü ve gecesi kılınan namazlar ile haftanın diğer günleriyle ilgili namazlara dair hadislerin tamamı yalandır. Şaban'ın ortasındaki gecede kılınan namazla ilgili hadisler de uydurmadır." 111 

"Kim Receb'den onbeş gün oruç tutarsa, Allah onu kıyamet günü emin olanlarla beraber haşredecektir. " 112
 "Receb'in diğer aylara göre fazileti, Kur'an'ın sair kelamlara olan üstünlüğü gibidir. " 113 
"Kim Receb ayından bir geceyi ihya eder ve gündüzünden de bir gün oruç tutarsa, Allah ona Cennet meyvelerinden yedirir ve ona Cennet libaslarından giydirir. Ve ona Rahik-i Mahtumdan su verir" 114 
"Kim Receb'den bir gün oruç tutar ve iki rekat namaz kılar ve her rekatında yüz defa ayete'l-kürsiyi okur, ikinci rekatında da yüz defa (ihlası) okursa Cennet'teki makamını görmeden ölmez." 115 
"Kim Şaban'ın onbeşinci gecesi oniki rekat namaz kılar ve her rekatta otuz defa ihlası okursa Cennet'teki makamını görmeden ve ailesinden cehennemlik on kişiye şefaat etmeden ölmez." 116 
"Kim Şaban'ın onbeşinci gecesi bin kez ihlas suresini, yüz rekat namazda okursa, o kimseye ölüp dünyadan çıkmadan önce Allah, rüyasında yüz melek gönderir, o meleklerden otuzu onu cennet'le, otuzu Cehennem'den emin olduğunu müjdeler, otuzu da onu hata yapmaktan korurlar, on tanesi de ona düş­manlık edene tuzak kurarlar. "117 
"Kim Receb'in ilk gecesi akşamından sonra yirmi rek'at namaz kılarsa .... sıratı hesapsız geçer."118
 "Kim aşure günü oruç tutarsa Allah ona 60 sene ibadet etmiş gibi sevap yazar." 119

 Yiyeceklerle de ilgili halkın dilinde dolaşan bazı mevzu hadislerin yer ettiğini görmekteyiz. Kabak, patlıcan, nar, üzüm, bakla, karpuz, mercimek, pirinçi, vb. yiyeceklerin faziletiyle ilgili sözler Hz. Peygamber'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) izafe edilmeye çalışılı­yor.

 Örneğin, "Patlıcan her derde şifadır" sözü 120 uydurma hadisler arasında yer alır.

Devam edecek...

DİYANET ilmi Dergi Cilt: 37. Sayı:l • Ocak-Şubat-Mart 2001 ·

GÜNÜMÜZDE ZAYIF VE MEVZU HADİSLERİN SAHİH HADİSLERLE KARIŞTIRILMA PROBLEMİ Yard. Doç. Dr. Saffet Sancaklı

isam.org.tr


41 Koçyiğit Talat, Hadis Istılahları, sh., 225. ·
 42 Bk. Ebu Zehv, el-Hadis ve'l-Muhadisun, sh., 480; Accac, es-Sünne Kable't-Tedvin, sh., 189-191; Sıbai Mustafa,lslam Hukukunda Sünnet, sh, 83-84, terc, Edip Gönenç; ed'Dümeyni, Hadiste Metin Tenkidi, sh., 31., terc., llyas Çelebi-Adil Bebek-Ahmet Yücel; Kandemir Yaşar, a.g.e., sh.,30;_Talat Koçyiğit; Hadis Tarihi, sh. 106,109. ·
 43 Bk. Cihan Sadık, Uydurma Hadislerin Doğuşu ve Sosyo-Politik Olaylarla Ilgisi, sh., 203. 
44 Buhari, İlim, B.38, Cenaiz, B.34, Enbiya, B.50, Edeb, B.109; Müslim, Mukaddime, H.No;2-3; Zühd, H.No:72; Ebu Davud, Ilim, B,4; Tirmizi, Ilim, B.8, 13, Tefsir, B.1; lbn Mace, Mukaddime, -B.4; Ahmet B.Hanbel, Müsned, II, 159, 171,202,214,410,413,469. 
45 lbn Mace, Mukaddime, B.5. 
46 Buhari, Cenaiz, B.34; Müslim, Mukaddime, H.No:2.
47 Bk. Begavi, Şerhü's-Sünne., I, 209-210.
48 lbnü'l-Cevzi, a.g.e., I, 99-100.
 49 Bk. lbnü's-Salah, a.g.e., sh., 58; Suyuti, Tedribu'r-Ravi, I, 274; Abdülfettah Abu Gudde, Mevzu Hadisler, sh., 53, terc., Enbiya Yıldırım. 
50 Sağani, el-Mevzuat, sh., 111; Aliyyü'l-Kari, el-Masnua sh., 71, Esraru'l-Merfua, sh., 206., Sehavi, a.g.e., sh., 260; Şevkani, a.g.e., sh, 272; Acluni, a.g.e., I, 412. 
51 lbn Kayyim el-Cevziyye, el-Menarü'l-Münif, sh., 78. 
52 Aliyyü'I-Kari, Esraru'l-Merfua, sh., 175; Acluni a.r.e., l, 313, Derviş el-Hut. a.g.e., sh, 171. 53 Aliyyü'l-Kari, a.g.e., sh., 303; Şevkani, a.g.e., sh., 287; Acluni a.g.e., II, 200. Ayrıca bk., Sehavi, a.g.e., sh., 442-443. 
54 Aliyyü'l-Kari, a.g.e., sh., 367; Suyüti, ed-Düreru'l-Müntesira, sh., 424; lbn Kayyim Cevziyye, a.g.e., sh., 134; Elbani, a.g.e., Il, S3. 
55 Aliyyü'l-Kari, a.g.e., sh. I, 338; lbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e., sh., 140; Acluni, a.g.e., II, 363; Elbani, a.g.e., I, S87. 
56 Sehavi, a.g.e., sh. 311; Aliyyü'l-Kari, Esraru'l-Merfua, sh., 234; Acluni, a.g.e., II, 23.,
 57 Sagani, a.g.e., sh., 96; Elbani, a.g.e., !,174.
 58 Aliyyü'l-Kari, Esraru'l-Merfua, sh., 3S9, Acluni a.g.e., II, 329: 
59 lbnü'l-Cevzi, a.g.e., I, 21S; Sehavi, a.g.e., sh., 86; Acluni a.g.e., I, 138, Derviş el-Hut, a.g.e., sh., 89; Elbani, a.g.e., I, 600. 
60 Elbani, a.g.e., I, 144. 
61 Sagani, a.g.e., sh., 105; Aliyyü'l-Kari, el-Masnüa, sh., 61; Suyuti, a.g.e.,sh., 197; Acluni, a.g.e., I, 345; Elbani, a.g.e., ı, 11 O.
62lbnü'l, Cevzi, a.g.e., Il, 289; lbn Kayyım, el-Cevziyye, a.g.e., sh., 55; Şevkani; a.g.e., sh. 161; Suyuti, el-Lealiu'l-Masnua, Il,179.; Derviş el-Hut, a.g.e., sh., 284.
63 Sehavi, a.g.e., sh., 159.
64 lbn Kayyım el-Cevziyye, a.g.e., sh.,
 65. Aliyyü'l-Kari, Esraru'l-Merfua, sh,. 137; Sehavi, a.g.e., sh., 123; Şebani, a.g.e., sh., 41; Acluni, a.g.e.,ı, 203;
66 lbnü'l-Cevzi, a.g.e., II, 301; Ayrıca bk. lbn Kayyım el-Cevziyye, a.g.e., sh. 51; Acluni, a.g.e., ı, 327-328. 
67 lbnü'I-Cevzi, a.g.c., ll, 245. 
68 Sağani, a.g.e., sh., 94. Aliyyü'l-Kari, Esrarul-Merfua. Sh., 154; Sehavi, a.g.e., sh., 163; Acluni, a.g.e., ı, 263. 
69 lbnü'l-Cevzi a.g.e., 349 vd.; lbn Arrak, Tenzihü'şirket-Şeriati'l-Merfua, ı, 377-378; Şekani, a.g.e., sh. 348; Sehavi, a.g.e., sh. 12-124; Acluni, a.g.e., ı, 203-204. 
70 Aliyyü'l-Kari, el-Masnua, sh. 53, esraru'l-Merfua, sh. 175; Acluni, a.g.e., ı, 310-311. 
71 Bu mevzu hadisin değişik lafızları da mevcuttur. Bk. Aliyyü'l-Karl, el-Masnua, sh. 63, Esraru'l-Merfua, sh. 194; Acluni, a.g.e., ı, 354, Elbani, a.g.e., ı, 60.
72 Sehavi, a.g.e., sh. 499; Derviş el-Hut, a.g.e., 459-460. 
73 Acluni, a.g.c., ı, 334, Derviş el-Hut, a.g.e., sh., 176.
74 Elbani bu ifadelerle aslının olmadığını söyler. bk. a.g.e., I, 63-65.
75 lbn Kayyım el-Cevziyye, a.g.e., sh., 62; Aliyyü'l-Kari, Esraru'l-Merfua, sh., 355. 
76 Abdurrahman Abdülhak, Mevzu ve Zayıf Hadislerin Akideye Etkisi, sh., 42, terc., İbrahim Özsoy.
77 Aliyyü'l-Kari, Esraru'l-Merfua, sh., 344; Sehavi, a.g.e., sh., 500; Şeybani, a.g.e., sh., 191. 
78 Aliyyü'l-Kari, Esraru'l-Merfua, a.g.e., 343-344; Derviş el-Hut, a.g.e., sh., 462; Sehavi, a.g.e., sh. 500. 
79 Aliyyü'l-Kari, Esraru'l-Merfua, sh., 247, d-Masnüa, sh., 92, Sehavi, a.g.e., sh., 340; Acluni, a.g.e., II, 64, Elbani, a.g.e., I, 679.
 80 Elbani, a.g.e., I, 177.
 81 lbn Arrak, a.g.c., ll, 222.
 82 Derviş el-Hut, a.g.e., sh., 508. 
83 Bu konuda süfilerin görüşlerini savunan lbn Arabi'nin iddiaları için bk. Acluni, a.g.e., I, 10. 84 izmirli Ismail Hakkı, Yeni Ilm-i Kelam, sh., 36. Konuyla ilgili tartışmalar için bk. Yıldırım Ahmet, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, sb., 40-49
 85 Bk.Kasimi, Kavadü't-Tahdis, sh., 183-184. ibrahim Canan bu konudaki görüşlerini şöyle ifade eder: Bazı kitaplarda rastlanan mükaşefe ve rüya yoluyla Hz.Peygamber'den telakki edildiği söylenen sözlere hadis denemez, onların dini hiçbir değeri yoktur. Rüyayı sadıka hak ise de, sika bir kimse rüyasında Rasulullah'dan bazı sözler öğrenmiş olsa da buna hadis denemez. Rüya sadece gören kimse için bir kıymet taşır. Halbuki hadis kıyamete kadar, herkes için din ortaya koyar. Bunun yolu da objektif şartlara ve belli kaidelere göre her zaman kontrolü, tahkiki mümkün olan rivayetten geçer. Bunun aksini söyleyen, subjektiviteyi esas alan tek bir sünni muhaddis çıkmamıştır. Canan lbrahim, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, II, 68)
 86 Bk. Yıldırım Ahmet, a.g.e., sh.; 412.
 87 Aliyyü'l-Kari, el-Masnüa, sh., 161, Esraru'l-Merfua, sh., 34.8. Sehavi, a.g.e., sh., 510-511; Derviş el-Hut, a.g.e., sh., 482; Acluni, a.g.e II, 291. 
88 Sağani, a.g.e., sh., 105; Aliyyü'l-Kari, el-Masnua, sh., 116, Esraru'l-Merfua, sh., 288; Şevkani, a.g.e., sh., 326; Acluni, a.g.e. II, 164. Elbani, a.g.e., I, 450. 
89 Aliyyü'l-Kari, el-Masnua, sh., 110, Esraru'l-Merfua, sh., 269; Suyuti, a.g.e, 342; lbn Arrak, a.g.e., I, 148; Sehavi, a.g.e., sh.,386; Derviş el-Hut, a.g.e., sh., 341, Acluni, a.g.e II, 132, Ismail Hakkı Bursevi (ö.1137/1724), bu hadisi şerheden "Kenz-i Mahfi" isminde müstakil bir kitap yazmıştır. 
90 Sağani, a.g.e., sh., 105; Aliyyü'l-Kari, el-Masnua, sh., 155; Esraru'l-Merfua, sh., 337; Suyuti, a.g.e., 382; Sehavi, a.g.e., sh., 491; Derviş el-Hut, a.g.e., sh., 446; Elbani, a.g.e., I, 165. lbnu'l-Arabi (ö.638/1240), bu hadis hakkında şöyle der: Her ne kadar bu hadis, hadisçiler yanında rivayet yönüyle sahih değilse de bize göre keşif yoluyla sahihtir. (bk. Acluni, a.g.e., ll, 262). Dolayısıyla lbnu 'l-Arabi bu sözleriyle lıadisçilerin, hadis rivayetlerindeki metodolojilerini bir nevi küçümsemektedir.
 91 Bu hadise zayıf diyenler olduğu gibi mevzu diyenler de olmuştur. Bk. Sağani, a.g.e., sh., 96; Aliyyü'l-Kari, Esraru'l-Merfua, sh., 188; Suyuti, a.g.e., 191; Acluni, a.g.e., I, 344-345; Derviş el-Hut, a.g.e., sh.,181; Elbani, a.g.e., III; 370. 
92 Aliyyü'l-Kari, Esraru'l-Merfua, sh., 258; lbn Arrak a.g.e., I.148; Sehavi, a.g.e., sh., 365; Aclüni, a.g.e., II, 99. 
93 Aliyyü'l-Kari, el-Masnua, sh., 130, Esraru'l-Merfua, sh., 301; Sehavi, a.g.e., sh., 438; Derviş el-Hut, a.g.e., sh., 399; Acluni, a.g.e II, 195; Şebani,a.g.e., sh., 168. 
94 Aliyyü'l-Kari, el-Masnua, sh., 87-88, Derviş el-Hut, a.g.e., sh., 256. Ayrıca sarıkla namaz kılmanın faziletiyle ilgili sağlam olmayan diğer rivayetler ve değerlendirmeler için Bk. Elbani, a.g.e., I, 249-254. 
95 Acluni, a.g.e., II, 316.
 96 Aliyyü'l-Kari, Esraru'l-Merfua, sh., 225; Sehavi, a.g.e., sh., 297; Şevkani, a.g.e., sh., 130; Acluni, a.g.e., II, 3. 
97 Aliyyü'l-Kari, a.g.e., sh. 226; Şevkani, a.g.e., sh. 130. 
98 lbnü'l-Cevzi, a.g.e., II, 272-273; Aliyyü'l-Kari a.g.e., sh., 226; Şevkani, a.g.e., sh., 129, Sehavi, a.g.e., sh., 297. 
99 Elbanı, a.g.e., I, 140. 
100 Aliyyü'I-Kari, Esraru'l-Merfua, sh., 254, ei-Masnua, sh., 97; Derviş el-Hut, a.g.e., 303; Acluni, a.g.e., II, 87.
 101 Elbani, a.g.e., ll, 40. '
 102 lbn Kayyım ei-Cevziyye, a.g.e., sh., 140.
 103 Sağani, a.g.e., sh., 96; Acluni, a.g.e., I, 409. ıo4 Elbani, a.g.e., I, 
105. 105 Aliyyü'I-Kari, Esraru'l-Merfua, sh., 222. 
ı06 lbnü'I-Cevzi, a.g.e., III, 141.
 107 Elbani, a.g.e., I, 408. Fakirliği öven ancak sıhhat durumu tenkid edilen başka hadisler için bk. Yıldırım Ahmet, a.g.e., sh., 399-403.
 108 lbn Arrak, a.g.e., Il,286. 
109 lbnü'l-Cevzi, a.g.e., Ill,136. 
110 lbn Arrak, a.g.e., Il., 287; Ayrıca bk. Sehavi, a.g.e., sh., 477; Acluni a.g.e., IL, 242.
111 Abdülfettah Abu Gudde, a.g.e., sh., 143. Ayrıca bk. lbn Kayyım el-Cevziyye, a.g.e., sh., 48 vd. 95 vd . • 1 Konuyla ilgili geniş bilgi için, mübarek gün ve gecelerde yapılacak ibadetlerle ilgili uydurulan hadisleri ' biraraya toplayan Leknevi'nin (ö.1304/1886) el-Asaru'l-Merfüa (Beyrut, 1984) isimli esere bakılabilir.
 112 lbnü'I-Cevzi, a.g.e., II., 206; lbn Arrak, a.g.e., Il., 151-152. 
113 lbn Arrak, a.g.e., Il., 160"161. ;
 114 lbn Arrak, a.g.e., II., 164. 
 115 Aliyyü'l-Karl, Esraru'I-Merfüa, sh., 439. 
116 lbnü'I-Cevzi, a.g.e., II.,129.
117 Suyüti, a.g.e., II., 50.
 118 lbn Kayyım ei-Cevziyye, a.g.e., sh., 96; Aliyyü'I-Kari, Esraru'I-Merfua, sh., 440. Gün ve gecelerle ilgili başka örnekler için bk. lbn Kayyım el Cevziyye, a.g.e., sh., 95; vd. 
119 Aliyyü'I-Kari, Esraru'I-Merfua, sh., 402. 
120 lbn Kayyım el Cevziyye, a.g.e., sh., 51. Başka örnekler için bk. a.g.e., sh., 51-56.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR       

GÜNÜMÜZDE ZAYIF VE MEVZÜ HADİSLERİN SAHİH HADİSLERLE KARIŞTIRILMA PROBLEM-3-ZAYIF HADİSLER

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


B-Zayıf Hadislere Örnekler
Günümüzde zayıf hadislerle ilgili olarak gördüğümüz problemlerden en önemlisi zayıf hadisi, zayıf olarak belirtmeksizin sahih hadis gibi nakletmektir. Nakledilen her hadisin özellikle de zayıf hadisin, ister onunla amel edilsin veya edilmesin sıhhat durumu açıklanmalıdır. Problem olarak karşımıza çıkan, sahih hadisle karıştırılan ve halk arasında sıhhat durumu bilinmeyip yaygın olarak nakledilen şu zayıf hadisler akla gelmektedir:
 "Üç sebepten dolayı Arabı seviniz: Çünkü ben Arabım, Kur'an Arapça ve Cennet ehlinin lisanı Arapça' dır. " 25 

"Ümmetimin ihtilafı rahmettir. " 26

"Mü'minin niyeti, amelinden hayırlıdır. " 27

 "işlerin hayırlısı orta olanıdır. " 28 

"İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır. " 29

 "Küçük yaşta ilim öğrenmek taşa nakış yapmak gibidir." 30

 "Kelamdan önce selam gelir." 31 

"Fakirlik neredeyse imansızlık olacaktı." 32

 Hz. Peygamber bir savaştan dönerken "Küçük savaştan büyük savaşa döndük" buyurmuşlardır. Bunun üzerine ashab "Büyük savaş nedir?" diye sormuşlar. Hz. Peygamber de "Nefisle savaşmaktır." şeklinde cevap vermiştir. 33 

"Ümmetim için, dinine dair kırk hadis ezberleyeni Allah'ü Teala, kıyamet gününde, fakih ve alimler zümresi arasında diriltir." 34 

"Abdest üstüne abdest, nur üstüne nurdur. "35 

"Hikmetin başı Allah korkusudur." 36 

"Mü'minin firasetinden sakının. Çünkü o baktığında Allah'ın nuru ile bakar." 37

 "Rabbim beni terbiye etti, terbiyemi ne güzel yaptı. " 38 

"Insan dostunun dini üzerinedir; kiminle dostluk yaptığına bakın. " 39 

"Namaz dinin direğidir. " 40

 C- Zayıf Hadisleri Tanıma Yolları 
Zayıf hadisleri tanımanın ve öğrenmenin yolu, bazı kaynakları tanımaktan ve onlara müracaat etmekten geçiyor. Muhaddisler bazı zayıf hadisleri bir araya toplayan ve zayıflık sebeplerini açıklayan eserler te'lif etmişlerdir. Zayıf ravileri her yönüyle tanıtan ve onlar hakkında geniş bilgi veren rical dediğimiz tabakat kitapları da hayli çoktur. Zayıf hadisleri ve zayıf ravileri bize tanıtan ve onlara müracaat etmekten müstağni kalamayacağımız eserlerin bazıları şunlardır:
 a)-lbn Hibban (ö.354/965): Kitabu'l-Mecruhin b)- Zehebi (ö.748/1347): Mizanul'-İ'tidal, el-Muğni fi'd-Duafa
 c)- Ukayli (ö.322/934): Kitabu'd-Duafai'l-Kebir d)-lbn Adi (ö.365/975): el-Kamil fi Duafai'r-Rical. 
e)- Buhari (ö.256/870): Kitabu'd-Duafai's-Sağir.
 f)-lbn Hacer (ö.852/1449): Lisanu'l-Mizan.
 g)- Darekutni (ö.385/995): ed-duafa ve'l-Metrukin.
 h)- lbnu'l-Cevzi (ö.597/1200): Kitabu'd-Duafa ve'l-Metrukin.
 ı)- Nesai (ö.303/915): Kitabu'd-Duafa ve'l-Metrukin.

 Zayıf hadisleri bilmenin yollarından birisi de bazı hadis kaynaklarının müellifleri tarafından hadisin sıhhat durumunun belirtilmesidir. Örneğin, Tirmizi (ö.279/892), Sünen'inde pek çok zayıf hadisi sebepleriyle beraber belirtmiştir. Aynı şekilde Suyuti de ( ö.911/1505) el-Camiu's-Sağir isimli eserinde hadislerin sıhhat durumlarını açıklamıştır. Bununla beraber bazı kaynaklara yapılan tahriç çalışmalarından da bu yönde istifade edilebilir. Örneğin, İraki'nin (ö.806/1403), Gazali'nin (ö.505/1111) İhyas'ına yaptığı Tahricu Ahadisi lhya,lbn Hacer el-Askalani'nin (ö.852/1448), Keşşaf üzerine yaptığı tahrici el-Kafiş'­ Şaf fi Tahrici Ehadisi'l-Keşşaf, Zeylai'nin (ö.762/1360) Hidaye üzerine yaptığı Nasbu'r-Raye li Tahrici Ehadisi'l-Hidaye isimli eserlerden zayıf hadis bulma açısından istifade edilebilir. Ayrıca bazı zayıf hadisleri, daha sonra isimlerini vereceğimiz mevzuat kitaplarından ve halkın dilinde meşhur olmuş olan hadisleri bir araya getiren kitaplardan da tanıma imkanımız söz konusudur. Bu arada zayıf raviler ve zayıf hadisler hakkında hadis şerhlerinde verilen bilgileri de unutmamak gerekir. 

Devam edecek....

DİYANET ilmi Dergi Cilt: 37. Sayı:l • Ocak-Şubat-Mart 2001 ·

GÜNÜMÜZDE ZAYIF VE MEVZU HADİSLERİN SAHİH HADİSLERLE KARIŞTIRILMA PROBLEMİ Yard. Doç. Dr. Saffet Sancaklı

isam.org.tr

25 lbnü'l-Cevziu'l-Cevzi, Kitabu'l-Mevzuat:, ll, 41; Derviş el-Hut, Esne'l,Metalib, sh., 49; Acluni, Keşfu'l-Hafa, I,54; Elbani, Silsiletü'l-Ehadis'z-Zaife ve'l-Mevzua, 1.293.
 26 ilimlerin çogu bu hadis için "Senedi yoktur" ifadesini kullanmışlardır. Bk. Aliyyü'l-Kari, Esraru'l-Merfua, sh. 108.Sehavi, Mekasidü'l-Hasene, sh.46-47; Şeybani, Temyizü't-Tayyib, sh.16; Acluni, a.g.e., I,64; Elbani, a.g.e., I, 141. 
27 Hadis zayıftır. Bk. Aliyyü'l-Kari, Esraru'l-Merfua, sh. 359; Suyuti, ed-Dürerü'l-Mümeşira, sh. 402; Sehavi, a.ı>;.e., sh., 526-527; Şevkani, el-Fevadü'l-Mecmua, sh. 2SO; Derviş el-Hut, 3.g.e., sh .. 507. 
28 Hadis zayıfır. Suyuti, a.g.e., sh. 221; Sehavi, a.g.e., sh. 245-246.
 29 Sehavi, a.g.e., sh., 471; Aliyyü'l-Kari, Esrarü'l-Merfua, sh., 316; Acluni, a.g.e., II, 233. 
30 Sehavi, a.g.e., sh. 341; Aliyyü'l-Kari, Esrarü'I-Merfua,,sh., 289; Acluni, a.g.e., II, 66.
 31 Sehavi, a.g.e., sh. 289; Derviş-el-Hut, a.g.e., sh.244; Acluni, a.g.e., I, 454. 
32 Sehavi, a.g.e., sh., 368; Aliyyü'l-Kari, Esrarü'l-Merfua, sh., 320; Suyuti, Camiu's-Sagir, ll, 696; Şeybani, a.g.e., sh., 103; Acluni, a.g.e., II, 107. 
33 Suyuti, Camiu's-Sağir, ll, 253; Aliyyü'l-Kari, el-Esrarü'l-Merfua, sh.211-212;'Derviş-el-Hut, a.g.e., sh. 308; Acluni, a.g.e., I, 424-425. 
34 Nevevi hadisin bütün tariklarının zayıf oldugunu söylemiştir. Bk. Suyuti, ed-Durerü'l-Münteşira, sh. 379; Sehavi, a.g.e., sh., 480-481; Şeybani, a.g.e.sh., 183; Şevkani, a.g.e.sh., 290-291; Acluni, a.g.e. ll, 246. 35 Suyuti, a.g.e., sh., 416; Sehavi, a.g.e., 529; Derviş-el-Hut, a.g.e.sh., 519; Acluni, a.g.e., II, 336. 
36 Sehavi, a.g.e., sh., 265-266; Suyuti, ed-Düreru'l-Münteşira, sh., 245; Derviş el-Hut, a.g.e.sh. 220; Şeybani, a.g.e., sh., 95; Acluni, a.g.e., I, 421. 
 37 lbnü'l-Cevzi, a.g.e.lll, 143 Sehavi, a.g.e., sh.,38-39; Şevkani, a.g.e.sh., 244;; Acluni, a.g.e., I, 41-43; Derviş el-Hut, a.g.e.sh., 43-44; Elbani, a.g.e., IV, 299-302. Ayrıca hadisin seneddeki ravilerinin değerlendirilmesi için bk.Sofuoğlu Cemal, Zayıf ve Mevzu Hadisler Açısından Tirmizinin Süneni, sh., 49, D.E.Ü.I.F.D., sayı: VI, izmir, 1989. 
38 Sehavi, a.g.e., sh., 49; Acluni, a.g.e., I,70; Elbani, a.g.e., I,173.
 39 Aliyyü'l-Kari, Esraru'l-Merfua, sh., 304; Şevkani, a.g.e., sh., 260; Sehavi, a.g.e., sh., 443-444. Ayrıca mevzu şeklinde yapılan değerlendirmeler için bk. Sofuoğlu, Cemal, a.g.e., sh.52. 
40 lbnü'l-Salah, bilinen bir hadis olmadığını, Nevevi ise münker ve batıl olduğunu söylemiştir. Aynca zayıf olduğunu söyleyenler de vardır. Bk. Aliyyü'I-Kari, Esraru'l-Merfua, sh., 238; Sehavi, a.g.e., sh., 316-317; Şevkani, a.g.e., sh., 27; Acluni, a.g.e., ll, 316-317 .

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

GÜNÜMÜZDE ZAYIF VE MEVZÜ HADİSLERİN SAHİH HADİSLERLE KARIŞTIRILMA PROBLEM-2-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


A. Zayıf Hadis ve Zayıf Hadisle Amel Etme

 Zayıf hadisin tarifini doğru bir şekilde anlayabilmek için öncelikle sahih hadisin ilmi olarak tarifini yapmak gerekir.

 Sahih hadis: Adalet ve zabt şartları­na sahip olan ravilerin, muttasıl bir senedle şazz ve illetten uzak olarak rivayet ettikleri hadislerdir.6

Zayıf hadis: Sahih veya hasen hadisin şartlarından birisi ya da bir kaçı bulunmayan hadistir. 7

 Görüldüğü gibi sahih hadis için beş şart (ravinin adaleti, zabtı, senedin kopuksuz olması, hadisin şazz ve illetli olmaması) söz konusudur. Eğer bu beş şarttan birisi veyahut bir kaçı bulunmazsa hadis zayıf olarak isimlendirilmektedir. Hadisteki zayıflık genel olarak ya hadisi rivayet eden ravinin şahsiyetinden, ya da hadisin senedinden kaynaklanmaktadır.

 Bugün için zayıf hadisler konusunda bilinmesi gereken en önemli hususlar;
zayıf hadis ve çeşitleri, zayıf hadisle amel edilmesi, sahih hadisle karıştırma meselesi ve zayıf hadislerin tanınması gibi konulardır.

 Zayıf hadisle amel söz konusu olunca, öncelikle elimizdeki hadisin zayıf olup olmadığının tesbiti gerekmektedir. Bunun için hadisin sıhhat veya za'fında, ricalin sika olup olmadığı konusunda muhaddisler arasındaki ihtilafları bilmek gerekir. Çünkü rical hakkında verilen zayıf veya sika; hadis hakkında verilen sahih veya zayıf hükmü, alimlerin ferdi içtihatlarına dayanmaktadır. Birine göre zayıf olan bir ravi diğerine göre sika, birine göre zayıf olan bir hadis diğerine göre sahih veya hasen olabilir.8 Dolayısıyla hadislerin sıhhat durumlarının değerlendirilmesi içtihadi olduğundan hadisin sıhhati değişkenlik arzetmektedir. İçtihadi kararlarda ise her zaman yanılma payı olduğu için en sahih bildiğimiz hadis kaynakları içerisinde bile zayıf veya mevzu hadis bulunabileceği ihtimalini unutmamak gerekir. Zayıf hadisle amel etme konusunda her dönemde alimler arasında leh ve aleyhte çok şeyler söylenmiş ve ortaya farklı görüşler çıkmıştır. Genel olarak bu farklı görüşler üç grupta toplanmaktadır:

 1)- Hiçbir konuda zayıf hadisle amel etmek caiz değildir. İster haram, helal konularında olsun, ister amellerin faziletiyle ilgili konularda olsun hiçbir surette zayıf hadisle amel edilmez. Yahya b. Main (ö.233/847), Ebu Şame Adurrahman b. Ismail (ö.665/1267), Ebu Bekr b. el-Arabi (ö.543/1148), Ibn Hazm ( ö.45 6/1064) gibi alimler bu görüşü savunmaktadırlar.

 2)- Ahkam konuları dışında amellerin faziletiyle ilgili konularda zayıf hadisle amel edilir. Bu konuda icmanın olduğu ifade edilmektedir.10 İbnü's-Salah (ö.643/1245) tergib ve terhib konularında zayıf hadisinin rivayet edilmesinin caiz olduğunu belirtir.11

 İbn Hacer (ö.852/1449) amellerin fazileti konusundaki hadislerle amel edebilmek için üç şart ileri sürer:

 a)- Hadisteki zayıflığın şiddetli olmaması.
 b)- Amel edilecek zayıf hadisin İslam dininin prensiplerinden birine uygun olması.
 c)- Amel ederken hadisin Hz. Peygamber'e ait olup olmama noktasında ihtiyatlı davranarak hadisin subutüna kesin olarak inanılmaması. Çünkü hadisin Hz. Peygamber'e ait olmama ihtimali sözkonusudur.

Alai (ö.761/1359) birinci şartta alimlerin ittifakı olduğunu ifade eder.

İkinci ve üçüncü şartı da İbn Abdisselam (ö.660/1262) ve İbn Dakik el-İd (ö.702/1302) zikretmişlerdir.12

 Yusuf el-Kardavi bu üç şartı yeterli görmeyip bunlara şu iki şartı da ilave etmektedir:
a)- Aklın, dinin veya dilin kabul etmediği mübalağalara ve korkutmalara şamil olmaması.
 b)- Kendisinden daha kuvvetli diğer bir şer'i delil ile çelişmemesi.13

 3 )- Bazı şartlarla ahkam konularında da zayıf hadislerle amel edilebilir. Uygulamada müşahede edildiğine göre, fedail için ileri sürülen şartlardan farklı bir takım şartlarla, ahkamda da zayıf hadisle amel edilmiştir. Ahkamda zayıf hadisle amel konusundaki görüşler kısaca şöyledir:

 a)- Başka zayıf hadislerle veya diğer bir takım delillerle takviye edilen hadislerle ahkamda amel edilir.
 b)- İsnadları zayıf da olsa, muhtevasıyla ümmetin amel edegeldikleri hadisle ahkamda amel edilir.
 c)- İhtiyata daha uygunsa zayıf hadisle ahkamda amel edilir.
 d)- Herhangi bir konuda zayıf hadisten başka delil yoksa re'ye tercih edilerek zayıf hadisle amel edilir.14 Ahmet b. Hanbel (ö.241/855) ve Ebu Davud esSicistani'ye (ö.275/888) göre başka bir hadis bulunmadığı takdirde ahkam konularında da amel edilebilir.15 Ancak bu tür hadislerin çok zayıf olmaması gerekir. Çünkü çok zayıf olan hadisle hiçbir surette amel edilmez. 16 Ebu Davud ve İbn Hanbel'in bu görüşü alimler arasında tartışmaya yol açmış ve onların bu görüşleri değişik şekillerde değerlendirilmiştir. Örneğin onların döneminde zayıf sayılan hadislerin pek çoğu, daha sonraki dönemlerde hasen olarak kabul edilen hadislerdir yorumu yapılmıştır. Veyahut onlar, bu görüşleriyle zayıf hadisin kıyasa tercih edilmesini kastetmiş olabilirler denilmiştir. 17 

Zayıf hadislerin zayıflık derecesi hepsinde aynı değildir. Zayıflığı bir şahid veya mütabaatla bertaraf edilen zayıf hadis ki, bu bir cihetten hasene, bir başka cihetten de zayıfa benzer, ancak hasene daha yakındır.

 Zayıflığı mutavassıt olan hadis: Bu da ravisi hakkında "zaifu'lu- hadis" veya "merdudu'lu- hadis" veya "münkeru'lhadis" denen rivayettir. Senedinde müttehem veya metruk birisi bulunan rivayetler de, çok zayıf hadisler olarak değerlendirilir. 18 Dolayısıyla zayıf hadisler amel etme konusunda hadisin zayıflık derecesi ile amel edilecek konu gözardı edilmemelidir. Zayıf hadisleri rivayet ederken mutlaka zayıf oldukları beyan edilerek rivayet edilmesi gerektiği unutmamak gerekir.19 Ayrıca bu tür hadisler, cezim sigasıyla (kesinlik ifade eden) değil de, temriz sigasıyla (meçhul) rivayet edilmesi hadisçiler arasında kabul edilen bir kural haline gelmiştir. 20 Ancak günümüzde bu kurala hiç uyulmamaktadır.

Hayri Kırbaşoğlu, zayıf hadisle amel edilmesinin doğru olmadığını, bunun pek çok sakıncasının bulunduğunu şöyle açıklar: Zayıf hadisle amel edilebilir anlayışı, tahmin edilenden fazla zayıf, hatta mevzu hadisin bünyemize girip yerleşmesi ile sonuçlanmıştır. Bu ise İslami ilimler ve düşünce geleneğimizde ciddi yaralar açmıştır. Bilhassa vaaz-u nasihat amacıyla bu tür hadislere sık sık başvurulmuş, halka yönelik olarak yazılmış popüler dini kitaplarda da özellikle bu tür hadisler yoğun olarak kullanılmıştır ve hala kullanılmaktadır.

 Başka bir sakınca da, bu kapı açılınca amellerin fazileti veya tergib ve terhib alanına hasretmek de mümkün olmamış ve başka alanlarda da zayıf hadis kullanılmasında beis görülmemiştir. Tergib-terhib, amellerin faziletleri v.b. konulardaki hadislerin zayıf olmasını önemsiz görmenin müslümanlara ne kadar pahalıya mal olduğunu bugün her zamankinden daha iyi anlamış oluyoruz. Zira İslam dünyasının sağlıksız bir din anlayışının oluşumunda, zayıf hadislerin büyük rol oynadığı tartışma kabul etmez bir hakikattır. Din denilen şey, fıkhı ilgilendiren ahkam hadisleri kadar, hatta ondan da önemli olarak bir zihniyettir, insanın insana, tarihe, tabiata, eşyaya ve yaratıcısı olan Allah'a bakış açısını şekillendiren bir "dünya görüşü" dür. Bu zihniyet ve dünya görüşünü belirleyen ise ahkam hadislerinden ziyade tergib-terhib, amellerin faziletleri v.b. konulardaki hadisler olmuştur. Bu olumsuz gidişata bir son vermek ve din anlayışımızı daha sağlıklı bir hale getirmek için, en az ahkam hadislerine gösterdiğimiz titizlik kadar, tergib-terhib(Hayra yönlendirme ve kötülükten sakındırma anlamında bir tabir.) , fedail(Farz ve vâcib olmayan nâfile ibâdetler.) v.b. konulardaki hadislerde de titizlik göstermek ve bu alanda da olabildiğince sahih hadislere başvurmak gerekir.21

 Subhi Salih de zayıf hadisle amel etmeyi sakıncalı bulduğunu şu şekilde ifade eder: Fedail de ahkam gibi dinin esas prensiplerindendir. Müsamahakar davrananların, amellerin fazileti konusunda zayıf hadis rivayet edebilmek için öne sürdükleri şartlar ne kadar çok ve müsait olursa olsun, zayıf hadis rivayetini kabul etmiyoruz. Gerek şeri ve gerekse fedail babında, elimizde, başkasına lüzum bırakmayacak kadar çok sahih ve hasen hadis vardır. Biz-bu şartların çokluğuna rağmen-zayıf hadislerin sabit olduğuna bir türlü inanamıyoruz. Böyle olsaydı ona hiç zayıf dermiydik. Hasılı, zayıf hadisler hakkında şüphe etmekten kendimizi alamı­yoruz.22

Yusuf el-Kardavi de zayıf hadisle amel etmeye pek ılımlı bakmamakta ve bazı sakıncalarının olduğunu şöyle dile getirmektedir: Çok tehlikeli durumlardan birisi de, bazı salih amellere, ondaki sevabı büyütmek suretiyle, hacminden büyük ve hakettiğinden çok kıymet verilmesi, hatta, din nazarında daha önemli ve daha yüksek derecedeki amelleri aşmasıdır. Bunun karşısında ise bazı mahzurlu amellere önem verilmesi, diğerlerini sönük bırakacak derecede ondaki cezanın büyütülmesi vardır. Ortaya çıkan bu durum toplumda psikolojik çalkantılara yol açmış ve bazı kişileri dinden dahi uzaklaştırmıştır. 23 

 Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki, yukarıda yer verdiğimiz görüşlerdeki bazı kaygıları taşımakla beraber, bize göre mu'tedil ve makul olan görüş; zayıf hadislerin hiçbir işe yaramayacağı kanaati son derece yanlıştır. Bu kanaata varılmasında çok zaman zayıf hadislerin mevzu hadislerle karıştırılması rol oynadığı gibi, zayıf hadisleri mertebeleri olduğunun göz önüne alınmayışının da tesiri vardır. Zayıflığı şiddetli olmamak şartıyla, bir takım karine ve delillerle desteklenen zayıf hadislerin, i'tikat ve haram-helal konuları dışında delil olabileceği görüşünü benimsiyoruz. Fakat zayıf hadisle fedail konusunda herkesin amel edebilmesi mümkün iken, fıkhi bir konudaki zayıf hadisle ancak alimler ve fukaha amel edebilir. Çünkü ahkam hadislerinden hüküm çıkarmak belli bir formasyonu gerektirir. Zayıf hadisleri mutlak kabul veya red yerine, özelliklerine ve kullanılacakları konuya göre ayrı ayrı değerlendirmek en isabetli yoldur. Nitekim alimlerin çoğunluğunun geçmiş tatbikatı da budur. 24 

Devam edecek....

DİYANET ilmi Dergi Cilt: 37. Sayı:l • Ocak-Şubat-Mart 2001 ·

GÜNÜMÜZDE ZAYIF VE MEVZU HADİSLERİN SAHİH HADİSLERLE KARIŞTIRILMA PROBLEMİ Yard. Doç. Dr. Saffet Sancaklı

isam.org.tr

6 lbnü's-Selah, Ulumu'l-Hadis, sh., 9; Suyuti, Tedribu'r/Ravi, 1,63. 
7 lbnü's-Salah, a.g.e. sh., 25; Suyuti, a.g.e., 1., 179. 
8 Polat Salahattin, Hadis Araştırmaları, sh., 114. 
9 Bk. Leknevi, el-Ecvibetü'l-Fadile li'l-esileti'l-Aşreti'l-Kamile, sh, 50, 53-54-56; Suyüti, a.g.e., 1. 299; Kasımi, Kavaidu't-Tahdis, sh., 113; Ahmet Naim, Tecrid-i Sarih, I, 342,343; Yusuf el Kardavi, a.g.e., sh., 76-77. 
10 Bk. Sehavi, Fethu-l, Muğis, I, 311. Ayrıca bk. Leknevi, a.g.e., sh., 37,42,52-53; 57-58; Kasımi, a.g.e., sh., 113-114. 
11 lbnü's-Salah, a.g.e. sh., 58 .
 12 Suyüti, a.g.e., ı, 298-299 Tehanevi, Yeni Usül-i Hadis, sh., 90, rerc., lbrahim Canan; Leknevi, a.g.e., sh., 40- 41. Yusuf el-Kardavi konulan bu şartlara gerektiği şekilde uyulmadığını sitem ederek şöyle dile getirmektedir: Tergib, terhib, rekaik, vb. konularda zayıf hadisleri rivayeti caiz görenlerin koymuş olduğu üç şarta maalesef ilmi açıdan riayet edilmemiştir. Zühd ve rekaik hadisleriyle meşgul olanların çoğu, zayıf ile çok zayıfın arasındaki farkı görmüyorlar, hadisin Kur'an'la veya Sünnet'le sabit, şer'i bir asla ters düşüp düşmediğine bakmıyorlar. Bilakis münker veya üzerinde uydurma alametleri görülen bir hadisi, çarpıcı ve yeni bir şeyi ilk defa aktarmış olmanın verdiği cazibeye kapılarak nakletmede bir sakınca görmüyorlar. (Yusuf el-Kardavi, a.g.e., sh., 78.) 
13 Yusuf el-Kardavi, a.g.e., sh., 88-90.
 14 Geniş bilgi ve örnekler için bk. Polar Selahattin, a.g.e., sh, 124-127. Ayrıca bk., Kasımi, a.g.e., sh., 113.
 15 Ahmet Naim, a.g.e., ı, 343. Ayrıca bk. Leknevi, a.g.e., sh., 46.
 16 Et-Tehanevi, a.g.e., sh., 92-93. 
17 Bk. et-Tehanevi, a.g.e., sh., 94-104; Ahmet Naim, a.g.e., ı, 343-344.
18 Bk. et-Tehanevi, a.g.e., sh., 96 (dipnot, 20).
19 Ahmet Naim, a.g.e., ı, 344.
20 Bk. Suyuti, Tedribu'r-Ravi, I, 297; Nurettin ıtr, Menhecü'n-Nakd fı Ulumi'I-Hadis, sh., 296; Uğur Mücteba, Ansiklopedik Hadis Terimler Sözlüğü, sh, 402.
21 Kırbaşoğlu Hayri, a.g.e., sh., 132,134.
22 Subhi Salih, Hadis llimleri ve Hadis Istılahları, sh., 169, terc., M. Yaşar Kandemir.
 23 Yusuf el-Kardavi, a.g.e., sh., 84. 
24 Polar Salahattin, a.g.e., sh. 128-129. 

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

GÜNÜMÜZDE ZAYIF VE MEVZÜ HADİSLERİN SAHİH HADİSLERLE KARIŞTIRILMA PROBLEM -1-


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Zayıf ve mevzu hadislerle ilgili DİYANET ilmi Dergisinde Yard. Doç. Dr. Saffet Sancaklı'nın çok bilgilendirici bir yazını hemen paylaşıyorum.Bu konulara ilginiz varsa mükemmel bir yazı. Mutlaka okuyun.

Hadislerin doğru anlaşılması konusunda günümüzde yaşanan problemlerden birisi de, zayıf ve mevzu hadislerin sahih hadislerle karıştırılarak sahih hadis gibi sunulmasıdır. 

Özellikle günümüzde yapılan vaazlarda, dini sohbet ve konuşmalarda zayıf ve uydurma hadislerin yoğun bir şekilde kullanıldığını müşahade etmekteyiz. Dini mahiyette yazılan bazı eserlerde yer verilen hadislerin, dipnotlarda kaynaklarının, sıhhat durumlarının verilmemesi, bir hata ve eksikliktir.

 Pek çok zayıf ve mevzu hadis, din görevlileri ve din dersi öğretmenleri tarafından sahih hadis gibi halka ve öğrencilere nakledilmektedir. Yaşar Kandemir konunun önemine binaen şu tesbitlerde bulunmaktadır: "Hz.Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adına hadis uyduranlar, muhaddislerin azimli çabaları sonunda tanınmış, icad ettikleri sözler de mevzuat kitaplarında toplanmıştır. Bununla beraber onlardan gelecek tehlikenin tamamen ortadan kalktığı söylenemez; çünkü manasının doğruluğu ve İslam prensiplerine uygunluğu sebebiyle hadis diye meşhur olmuş pek çok uydurma haber bugün dahi dillerde dolaşmakta ve bazı kitaplarda yer almış bulunmaktadır. Bahis konusu tehlikelerden tamamen emin olmak için, bahis olduğu kati surette bilinmeyen sözlerin güvenilir hadis kitaplarında bulunup bulunmadığını tahkik etmekten başka çıkar yol yoktur." 1

Yusuf el-Kardavi, yaşanan bu acı gerçeği-ülkemizde olduğu gibi- gezdiği İslam ülkelerinde de müşahede ettiğini sitemkar bir şekilde şöyle anlatır: "Bir çok İslam beldesinde bulunan mescitlerdeki hatip ve vaizlerin çoğunun afeti, onların geceleyin odun toplayanlar gibi olmalarıdır. Onların düşüncesi, sahih veya hasen bir senedi olmasa da, halkı harekete sevk edecek hadisleri almaktır. Öyle ki, nerede ise bulunduğum her Cuma hutbesinde veya her vaaz dersinde zayıf hadislerden, hatta çok zayıflardan, bazen de uydurmalardan bir demet işitmişimdir" 2

Yusuf el-Kardavi, İbn Hacer el Heysemi'nin (ö.974/1566) kendi döneminde hatiplerden, konuşmalarında kullandıkları hadislerin ravilerini bilmeleri, onlar hakkında bilgi vermeleri, sahih ile sahih olmayan hadisleri birbirine karıştırmamaları gerektiğini, aksi takdirde hatibi, hitabetten men etmelerini zamanının yöneticilerinden ısrarla istediğini "el-Feteva el-Hadisiyye" isimli eserinden nakletmekte ve haklı olarak günümüzde de aynı uygulamanın yapılmasını ısrarla istemektedir.3 M. Tayyib Okiç de Osmanlı döneminde benzer bir uygulamadan şöyle bahseder: Memnuniyetle burada ifade edelim ki, Osmanlı imparatorluğunda bu meseleye gereken ehemmiyet verilmiş ve mevzu hadislerden sakınılması için kadılara ta'mimler yapılmıştır. Böyle bir ta'mime Ankara şer'i mahkeme sicilinde de tesadüf ettiğimizi hatırlatalım. Bu ta'mim Şeyhü'l İslam Yahya tarafından verilmiş ve 1673 Ağustos ayı başlarında kayda geçilmiştir.4 Geçmişte gösterilen bu tür uygulamaların benzerlerine günümüzde de ihtiyaç duyulduğu kanısındayız. Halkımızın, hadis kültürü ve bilgisi yok denecek kadar az ve zayıf olduğu için kendilerine sunulan sahih olmayan hadisleri ayırt etme imkanı yoktur. Güvendiği kimselerden duyduğu hadisleri tereddütsüz kabul etmektedir.

Çünkü halkın hadis kültür ve bilgisi kitabi ve ilmi olmayıp, şifahi olarak duyduklarından, vaaz kürsülerinden, takvim yapraklarından, gazete köşelerinde yer alan dini içerikli yazılardan, radyo ve televizyon konuşmalarından oluşmaktadır. 5 Durum böyle olunca insanımızın kendisine nakledilen hadislerin kritiğini yapmasını, makbul ve merdut rivayetleri tefrik etmesini beklemek beyhudedir.

Devam edecek....

DİYANET ilmi Dergi Cilt: 37. Sayı:l • Ocak-Şubat-Mart 2001 ·

GÜNÜMÜZDE ZAYIF VE MEVZU HADİSLERİN SAHİH HADİSLERLE KARIŞTIRILMA PROBLEMİ Yard. Doç. Dr. Saffet Sancaklı

isam.org.tr


1 Kandemir Yaşar, Mevzu Hadisler, sh. 198.
 2 Yusuf el-Kardavi, Sünneti Anlamada Yöntem, sh., 69, terc., Bünyamin Erul.
 3 Yusuf el-Kardavi, a.g.e., sh., 71-72.
 4 Okiç M.Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tedkikler, sh., 231.
 5 Halkımızın zayıf ve mevzu hadisler açısından bilgilenmesi ve bilinçlenmesi konusunda mevzu hadislerle ilgili telif ve tercüme sahasında hadis uzmanları tarafından pek fazla çalışma yapılmadığını itiraf etmek durumundayız. Mevzu hadisler sahasında bir boşluğun olduğu herkesçe hissedilmektedir. En azından birkaç mevzuat kitabı tercüme edilerek bu boşluk giderilmeye çalışılmalıdır. 

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

10 Ocak 2024 Çarşamba

Hadis Rivayetleri Açısından Kandil Geceleri

Kandil gecelerine özel bir ibadet var mıdır?

REGAİB GECESİ

Receb ayının ilk cuma gecesi.

Sözlükte “kendisine rağbet edilen şey, bol ve değerli bağış” anlamındaki ragībenin çoğulu olan regāib kelimesi hadis ve fıkıh literatüründe “bol sevap ve mükâfat, faziletli amel”, özellikle Mâlikî fıkıh kaynaklarında sünnetin mukabili olarak “müstehap, nâfile ibadet” mânalarında kullanıldığı gibi (İbn Ebû Şeybe, II, 49; İbn Abdülber en-Nemerî, I, 127; Hattâb, II, 79) hicrî takvime göre yedinci ay olan recebin ilk perşembesini cumaya bağlayan geceye ad olmuştur (ayrıca bk. KANDİL).

Regaib gecesi, Kur’an’da saygı gösterilmesi istenen ve hadislerde -gün belirtilmeden- oruç tutulması tavsiye edilen haram aylardan (el-Bakara 2/217; el-Mâide 5/2, 97; Ebû Dâvûd, “Ṣavm”, 55; İbn Mâce, “Ṣıyâm”, 43) receb ayında bulunmakla birlikte özellikle tasavvufî eserlerde yer alan, Hz. Peygamber’in Regaib gecesinde ana rahmine düştüğü, receb ayının ilk perşembe günü oruç tutup gecesinde Regaib namazı adıyla bir namaz kılmanın sevap olduğu ve bu gecenin birçok faziletinin bulunduğu yönündeki rivayetlerin asılsız olduğu hadis âlimlerince belirtilmiştir. İbnü’l-Cevzî, Regaib orucu ve namazıyla ilgili hadisin Zâhid Ebü’l-Hasan Nûreddin Ali b. Abdullah b. Hüseyin b. Cehdam (ö. 414/1024) tarafından uydurulduğunu ve hadisin başka hiçbir kaynakta geçmediğini belirtir (el-Mevżûʿât, II, 47). Ayrıca isrâ ve mi‘rac olayının Regaib gecesi meydana geldiğine dair rivayetin de aslı bulunmamaktadır (İbn Kesîr, III, 109; Bedreddin el-Aynî, IV, 39). Regaib gecesiyle ilgili özel ibadet ve kutlamalar IV. (X.) yüzyılda ortaya çıkmış olup bu gecenin ilk defa kandil olarak kutlanmasına Kudüs’te 448 (1056), Bağdat’ta 480 (1087) yılında başlanmış, Gazzâlî de bütün Kudüs halkının bu geceyi ihya ettiğini söylemiştir (İḥyâʾ, I, 203). Ebû Tâlib el-Mekkî gibi bazı mutasavvıflar Regaib gecesinden söz etmeyip receb ayının ilk gecesini ihya etmenin müstehap olduğunu belirtseler de (Ḳūtü’l-ḳulûb, I, 121) bu geceyle ilgili rivayetlerin çok zayıf ya da uydurma olduğu hadis âlimlerince tesbit edilmiştir.

İslâm âlimlerinin büyük bir kısmı Hz. Peygamber, sahâbe ve tâbiîn dönemlerinde Regaib kandilinin bilinmediğini, kandil geceleri kutlanmasının diğer dinlerin tesiriyle ortaya çıktığını, dolayısıyla bu gecede özel bir ibadet yapmanın dinde yeni ibadet ihdası anlamına geleceğini, Resûl-i Ekrem tarafından genel olarak bid‘atların yasaklanmasının yanı sıra (Buhârî, “Ṣulḥ”, 5) cuma günü ve gecesi özel bir ibadet yapılmasının da yasaklandığını (Müslim, “Ṣıyâm”, 147, 148), bu sebeple Regaib günü ve gecesinde muayyen ibadetler yapmanın dinen sakıncalı olduğunu belirtmiştir. Bir kısım âlimler ise genel anlamda fazileti âyet ve hadislerde belirtilen receb ayının bir gecesi olması dolayısıyla Regaib’in de faziletli gecelerden sayılacağını, namazın en üstün ibadet olup akşamla yatsı arasında nâfile namaz kılmanın fazileti hakkında -zayıf da olsa- hadisler, sahâbî ve tâbiî sözleri (Tirmizî, “Ṣalât”, 204; İbn Mâce, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 185; Taberî, XV, 69; XXI, 100) bulunduğunu, müslüman toplumlarda özel zaman dilimleri olduğuna inanılan, dinî duyguların yoğun biçimde yaşandığı bu geceleri vesile ederek kazâ ve nâfile namaz kılmanın, Kur’an okumanın, çeşitli hayırlar yaparak Allah’a yaklaşmaya çalışmanın dinen bir sakıncası olmayacağını ifade etmişlerdir. Bu konuda birinci görüşü savunan Mâlikî fakihi İzzeddin İbn Abdüsselâm ile ikinci görüşü savunan hadis âlimi İbnü’s-Salâh arasında bir münazara gerçekleşmiş (münazaranın tam metni için bk. Sofuoğlu, VII [1992], s. 17-45), âlimlerin birçoğu İbn Abdüsselâm’a hak vermiş, bunun üzerine Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Kâmil, Regaib namazının camilerde kılınmasını ve bu gecenin kutlanmasını yasaklamıştır. Daha sonraki dönemlerde de benzer tartışma ve olaylar meydana gelmiştir. Osmanlı devrinde Molla Fenârî, Regaib gecesi hakkında olumlu görüş belirtmiş, çeşitli dönemlerde bu konuda lehte ve aleyhte risâleler yazılmıştır (, bk. bibl.; , II, 196). Farklı görüş ve uygulamalar günümüzde de varlığını sürdürmektedir.

HAMDİ TEKELİ


BİBLİYOGRAFYA

, “rġb” md.

, I, 259.

İbn Ebû Şeybe, el-Muṣannef (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1409/1989, II, 49.

, XV, 69; XXI, 100.

Ebû Tâlib el-Mekkî, Ḳūtü’l-ḳulûb (nşr. Abdülmün‘im el-Hifnî), Kahire 1991, I, 121.

İbn Abdülber en-Nemerî, et-Temhîd (nşr. Mustafa b. Ahmed el-Alevî – M. Abdülkebîr el-Bekrî), Mağrib 1387/1967, I, 127.

, I, 202-203.

Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, el-Mevżûʿât (nşr. Tevfîk Hamdân), Beyrut 1995, II, 46, 47.

Ebû Şâme el-Makdisî, el-Bâʿis̱ ʿalâ inkâri’l-bidaʿ ve’l-ḥavâdîs̱ (nşr. Osman Anber), Kahire 1978, s. 10, 35, 39, 41 vd.

, VIII, 20.

İbnü’l-Hâc el-Abderî, el-Medḫal, Kahire 1401/1981, IV, 248 vd.

, III, 109.

İbrâhim b. Mûsâ eş-Şâtıbî, el-İʿtiṣâm (nşr. M. Reşîd Rızâ), Kahire 1332, s. 168, 227.

İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî (nşr. Muhibbüddin el-Hatîb), Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), XI, 55.

a.mlf., Telḫîṣü’l-ḥabîr fî taḫrîci eḥâdîs̱i’r-Râfiʿiyyi’l-kebîr (nşr. Abdullah el-Medenî), Medine 1964, II, 80.

Bedreddin el-Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire, ts. (İdâretü’t-tıbâati’l-münîriyye), IV, 39.

Burhâneddin İbn Müflih, el-Mübdiʿ fî şerḥi’l-Muḳniʿ (nşr. M. Züheyr eş-Şâvîş), Beyrut 1400, II, 27.

Hattâb, Mevâhibü’l-celîl, Beyrut 1398, II, 79.

Şemseddin er-Remlî, Nihâyetü’l-muḥtâc, Beyrut 1404/1984, II, 124.

Ali el-Kārî, el-Esrârü’l-merfûʿa fi’l-aḫbâri’l-mevżûʿa (nşr. Muhammed es-Sabbâğ), Beyrut 1391/1971, s. 459, 461.

, I, 239, 365, 387, 840, 868; II, 1081, 1591, 1655, 2048.

Leknevî, el-Âs̱ârü’l-merfûʿa fi’l-aḫbâri’l-mevżûʿa (nşr. Ebû Hâcer M. Saîd b. Besyûnî Zağlûl), Beyrut 1405/1984, s. 74, 89, 111.

, II, 26, 48, 235.

, II, 196.

Cemal Sofuoğlu, “Regaib Namazı Hakkında Bir Münazara”, , VII (1992), s. 13-45.

Mebrûk eş-Şeybânî el-Mansûrî, “Ṣalâtü’r-Reġāʾib: Muḥâveletü teʾvîl”, , sy. 187 (2001), s. 29-66.

https://islamansiklopedisi.org.tr/regaib-gecesi

ÜÇ AYLAR

İslâm dünyasında her yıl manevî bir iklimin hüküm sürdüğü ve ramazan bayramıyla sona eren üç aylar, müslümanlara dinî hissiyat ve ibadet yoğunluğu eşliğinde gündelik hayatlarını sorgulama, yenileme ve zenginleştirme fırsatı sunmaktadır. Üç ayların faziletine dair Hz. Peygamber’den nakledilen rivayetlerin yanı sıra dinî kültürde mübarek sayılıp kutlanan Regaib, Mi‘rac, Berat ve Kadir gecelerinin bu aylarda yer alması üç aylara ayrı bir önem verilmesine, ibadet, dua, zikir ve hayırlı işlerle daha fazla meşgul olunarak dinî duyarlılığın daha yoğun olarak yaşanmasına zemin hazırlamıştır. Ancak hadis âlimleri receb ve şâban aylarının fazileti hakkında kaynaklarda mevcut rivayetlerin çoğunun uydurma, önemli bir kısmının zayıf olduğunu ifade etmektedir. Resûl-i Ekrem’in receb ayı girdiğinde, “Allahım, receb ve şâbanı bize mübarek kıl ve bizi ramazana ulaştır!” şeklinde dua ettiği yolundaki rivayet (Taberânî, el-Muʿcemü’l-evsaṭ, IV, 189; Ebû Nuaym, VI, 269; ayrıca bk. , I, 259) zayıf kabul edilmektedir. Resûlullah’a isnat edilen, “Receb Allah’ın ayıdır, şâban benim ayımdır, ramazan ise ümmetimin ayıdır” rivayetinin ise aslı bulunamamıştır (Süyûtî, s. 114).

Üç aylarda yerine getirilmesi gelenek halini almış nâfile ibadetlerden biri oruçtur. Receb ve şâban aylarının tamamının oruçlu geçirilerek ramazanla birleştirilmesi “üç aylar orucu” şeklinde adlandırılır. Ramazan ayında kasten bozulan oruçtan dolayı yerine getirilmesi gereken iki aylık kefâret orucunun receb ve şâban aylarında tutularak böylece üç ayların oruçlu geçirildiği de görülmektedir. Üç aylar orucunun âdet haline gelmesinde, bu ayların faziletine dair Hz. Peygamber’den nakledilen rivayetlere dayanıp ramazan ayını dinî duyarlılık ve ibadet yoğunluğu içinde karşılama niyetinin etkili olduğunu söylemek mümkündür. Resûl-i Ekrem’in şâban ayında diğer aylara oranla daha fazla oruç tuttuğu, bazan da tamamını oruçlu geçirdiği hadis kaynaklarında yer almaktadır (Buhârî, “Ṣavm”, 52; Müslim, “Ṣıyâm”, 175, 176). Ancak Resûlullah’ın receb ve şâban aylarını birleştirerek aralıksız oruç tuttuğuna, böylece üç ayları oruçlu geçirdiğine dair sahih kaynaklarda herhangi bir rivayet mevcut değildir. Belirli günler dışında her zaman nâfile oruç tutulması mümkündür; ancak fazileti hakkında hadis bulunan ya da belirli zamanlarda tutulması tavsiye edilen nâfile oruçlar arasında üç aylar orucu mevcut değildir.

Receb ayının fazileti ve bu ayda oruç tutulmasıyla ilgili rivayetlerin zayıf olması dolayısıyla bu orucun hükmü hakkında âlimler değişik görüşler ileri sürmüştür. Bazı âlimler receb ayında oruç tutmayı müstehap kabul ederken bazıları, receb ayına özel bir kutsiyet atfedilmesi ve halkın bunu zorunlu bir ibadet şeklinde algılaması endişesiyle bu ayda oruç tutmayı sakıncalı görmüştür. Bir kısım âlimler de özellikle receb ayının tamamını oruçlu geçirmeyi hoş karşılamamıştır. Şâban ayının büyük kısmını ya da tamamını oruçlu geçiren Hz. Peygamber ramazan dışındaki en faziletli orucun şâbanda tutulan oruç olduğunu ifade etmiştir (Tirmizî, “Zekât”, 28). Bundan dolayı şâban ayında oruç tutulması çoğunluk tarafından mendup sayılmakla birlikte Resûl-i Ekrem’in ramazan ayından başka hiçbir ayın bütününü oruçlu geçirmediğine dair hadislere (Buhârî, “Ṣavm”, 52; Müslim, “Ṣıyâm”, 175, 178) ve şâbanın on beşinden sonra orucun terkedilmesine yönelik rivayetlere dayanan bazı âlimler, orucu farz olan ramazan ayına şevkle girmeyi zorlaştıracağı düşüncesiyle bu ayın ikinci yarısında oruç tutmayı mekruh görmüştür.

Dinî gelenekte üç aylara önem verilmesinin sebeplerinden biri de bu aylarda bulunan kandil geceleridir. Receb ayının ilk cuma gecesi Regaib, aynı ayın yirmi yedinci gecesi Mi‘rac, şâban ayının on beşinci gecesi Berat ve ramazan ayının yirmi yedinci gecesi Kadir gecesidir. Regaib ile Berat’ın kutsallığı kesin olmadığı gibi bu gecelerde ifa edilecek ibadetler hakkında kaynaklarda sahih hadislere rastlanmamaktadır. Kandil gecelerinin en önemlisi Kadir gecesidir. Aynı adı taşıyan sûrede Kur’an’ın inmeye başladığı bu gecenin bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilmektedir (el-Kadr 97/1-3). Kadir gecesinin ramazan ayının yirmi yedinci gecesine rastladığı görüşü âlimlerin çoğunluğu tarafından benimsenmiştir. Üç aylarda nâfile namaz kılınması, itikâfa girilmesi, bu aylarda yedi sene oruç tutulduktan sonra kurban kesilmesi gibi özel ibadet şekilleri kaynaklarda yer almamaktadır. Üç aylarda vefat eden kimsenin sorgusunun yapılmayacağı yolundaki inanışın da aslı yoktur.

M. KÂMİL YAŞAROĞLU


BİBLİYOGRAFYA

, I, 259.

Taberânî, el-Muʿcemü’l-evsaṭ (nşr. Târık b. Avazullah – Abdülmuhsin el-Hüseynî), Kahire 1415/1995, IV, 189.

Ebû Nuaym, Ḥilye, Beyrut 1405, VI, 269.

, XXV, 290-291.

Süyûtî, el-Leʾâli’l-maṣnûʿa fi’l-eḥâdîs̱i’l-mevżûʿa, Kahire, ts. (el-Mektebetü’t-ticâriyyetü’l-kübrâ), s. 114.

Süleyman Ateş, “Üç Aylar”, Kur’ân Mesajı İlmî Araştırmalar Dergisi, sy. 10-12, İstanbul 1998, s. 44-48.

Faruk Beşer, “Üç Aylar”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi (ed. İbrahim Kâfi Dönmez), İstanbul 2006, IV, 2077-2078.

Hacı Mehmet Günay, “Ramazan”, , XXXIV, 433-435.

a.mlf., “Receb”, a.e., XXXIV, 506-507.

M. Kâmil Yaşaroğlu, “Şâban”, a.e., XXXVIII, 207.


https://islamansiklopedisi.org.tr/uc-aylar

***Recep ayı, olanlar ve olmayanlar - Faruk Beşer

Bazıları halkta yerleşen kanaatlerle uğraşılmasını uygun görmezler. Sosyolojik açıdan bunun doğruluk payı olabilir. Çünkü hayat boşluk kabul etmez. İnsanların alıştıkları hayatlarından bir şeyi çıkardığınızda onun yerini başkası doldurur. Mesela Regaib gecesi diye bir şey yok dediğinizde, o gecede camiye gitme alışkanlığı olanlar gitmeyiverir, onun yerine mesela televizyonda dizi izlemeye devam ederler. Katip Çelebi de o meşhur eserinde yerleşik bidatlere karşı savaş açmanın 'ahmaklık' olduğunu söyler, çünkü muvaffak olunamaz der.

Bunlar bir yönüyle doğrudur. Bizim yaptığımız ise halkın sosyolojik, ya da kültürel İslamına karışmak değil. Biz de bunu akıllıca bulmuyoruz. Ama meselenin bir de başka yönü yok mu? Artık İslam'ı bir alışkanlık olarak değil, bilinçli olarak yaşamak isteyen bir kesim var ve onlar neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenerek yaşamak istiyorlar. İşte biz onlarla dertleşiyoruz.

Din ifratları ve tefritleri bilip dengeyi kurma, sıratı müstakimde olma meselesidir. Bir tarafta sevenlerine bol sevap vadeden sözler söyleyip onların bağlılıklarını canlı tutma adına ne kadar garip ifadeler varsa hepsini hadis diye anlatanlar, diğer tarafta böylelerine kızarak hadislerin sahih olanlarını dahi reddedip onların yerine kendi düşüncelerini koyanlar var. Bir tarafta Rasulüllah'tan günümüze yaşayan sahih bir birikimi reddenler, diğer tarafta geçmişte ne söylenmişse hepsini din sananlar, tasavvufu dahi 'metafizik yapma' diye anlatanlar var. 


Oysa bakın müteşerri bir sufi olan Sehl Tüsteri ne diyor: “Bizim yolumuzun esası şu yedi şeydir:

Kitaba tam bağlılık, sünnete ittiba, helal yemek, eziyet vermekten kaçınmak, günahlardan uzak durmak, tövbeye sarılmak, haklara riayet etmek”. Böyle bir tasavvufa karşı çıkmak da 'ahmaklık' değil midir? Tabi, derseniz, böyle olmayana karşı çıkmamakta 'ahmaklıktır' demeniz gerekmez mi? 

Bu işin önderlerinden olan Kuşeyri: “İmamlarımızın ortak kabulü şudur: Şeriat ilimlerinde (Kitabı ve Sünneti anlamada) deniz gibi derinleşmeyenler bu yolda yürüyemezler” der. O halde 'şeriat, tarikat, hakikat' ayırımını Kitap-Sünnet bilgisi olanların tekrar düşünmesi gerekir. Sanki hakikat şeriatin dışında, ondan başka bir şey, ya da şeriat hakikat değil.

Halkın kemikleşmiş kabullerine karışmayalım tamam, ama işin aslını bilme çabası da ehli ilmin bir görevi değil midir?
Biz de Receb ayının İslam'daki yerini, bu konuyu özel çalışan iki büyük alimin yazdıklarından özetleyelim dedik. İbn Receb el-Hanbeli (v. 795 H) ve bence hadisleri anlamanın henüz aşılamayan tek İmamı İbn Hacer (v. 852 H), ikisi de hemen hemen aynı şeyleri söylüyor. İbn Hacer bu konuya ayırdığı kitapçığına şöyle başlıyor:

“Ne Recep ayının, ne onda oruç tutmanın ne de onun belli bir gecesini kutlamanın faziletine dair delil olabilecek sahih bir hadis yoktur. Bunu benden önce Hafız Herevi de, başkaları da bu kesinlikte söylemiştir… Bu ay konusunda zikredilen hadislerin bir kısmı zayıftır, bir kısmı da uydurmadır…”

Burada şu kuralı da hatırlamalıyız: Sevaptan söz eden/fedail konularında zayıf hadisle de amel edilebilir. Doğru, ama bunun da şartlarını zikrederler: Hadis çok zayıf olmayacak, Kitaba ya da sahih bir hadise muhalif olmayacak, anlattığı şey için bu kesin böyledir diye itikat edilmeyecek. Bu ölçülerle düşünüldüğünde Recep ayı hakkında şu zayıf hadisten başka amel edilecek hadis kalmaz: “Allah'ım, Recep ve Şaban'ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan'a kavuştur”.

Recep ayının üstünlükleriyle ilgi çok geniş rivayet edebiyatının büyük bir kısmı muhtemelen Cahiliye'den kalmadır, bir kısmı da sonradan uydurmadır. Cahiliye müşrikleri ve özellikle de Mudar kabilesi için Recep, bizim Ramazanımız gibi mübarekti. Zaten 'Recep' saygın ve mübarek demekti.

Recep'le ilgi çok zayıf hadislerde onda oruç tutmanın faziletinden bahsedenler vardır. Bunun kaynağı da muhtemelen onun 'Haram Aylar'dan olmasıdır. Bilindiği gibi İslam takvimindeki dört Haram Ay'dan biri Recep'tir. 'Haram', saygın demektir, bu sebeple Haram Aylar'da bu saygının bir ifadesi olarak oruç tutmak da saygıdır. Bunun için onu diğer Haram Aylardan farklı bilmeden onda da oruç tutmanın faziletinden söz edilebilir.

Bununla birlikte Hz. Ömer'in Recep ayında oruçlu olduğu için elini sofraya uzatmayanların ellerine sopayla vurduğu ve 'onu Ramazan'a benzetmeye mi çalışıyorsunuz' diye azarladığı nakledilir. Bu yasaklama Hz. Ebubekir'den de rivayet edilir. Diğer aylardan bir farkı olmadan Receb'de de oruç tutmak yasak olmadığına göre, onun bu azarlaması muhtemelen onda sürekli oruç tutanlar için olmalıdır. Şaban ayında ise Efendimizin Ramazan'a bir hazırlık olarak daha çok oruç tuttuğu sabittir. Bununla birlikte Şaban'ın on beşinden sonra oruç tutmamayı tavsiye ettiği de bilinir. Ta ki, Ramazan'a yorgun girilmesin.


9 Ocak 2024 Salı

***BİD'AT ve YENİLİKLER-2-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

 Efendimiz den sonra ortaya çıkan fikir ve davranışları konumuz açısından üç gruba ayırabiliriz:

a. Kitap ve Sünnet in açık nasslarına aykırı olanlar. Bunlara daha çok isyan, fucûr, fısk.. denir.

b. İbadet ve iman sahalarına girmeyen, dünya hayatını ilgilendiren, yani serbest bırakılmış sahada cereyan eden âdet, alet ve davranışlardır. Bunların da bidatla alâkası yoktur.

c. Âyet ve hadislerin emir veya nehiy şeklinde temas etmediği, sonradan ortaya çıkarılan ve dindenmiş muamelesi gören düşünce ve davranışlardır ki, işte bid at kavramına dahil olan bunlardır. Bazılarınca bid at içinde mütalâa edilen tesbih kullanma, toplu zikir yapma, tarikatlardaki evrâd ü ezkâr gibi, dinde aslı olanlar bid at sayılmaz. Bu şıkta, mevlid gibi, bid at-ı hasene tabir edilenler de varsa da, eğer dinde aslı olmayan düşünce, inanış ve uygulamalar, İslâm ın itikad esaslarına zıt ise ve âdeta dinden bir parça, itikad veya ibadetten birer cüzmüş imiş gibi telâkki ediliyor ve sünnetleri unutturuyorsa, bunlar tam manâsıyla bid attır ve hepsi kabihtir, kötüdür, merduttur.

Bid atın Çeşitleri

Daha önce bid atın, biri sözlük anlamıyla, dolayısıyla her yeniyi kapsayan, diğeri de terim anlamıyla, yani efradını câmi ağyarını mani iki tarifinin yapıldığını belirtmiştik. Birinci tarifi yapanlar daha sonra bid atı ikiye ayırarak, bir kısmına bid ay-ı hasene diğer kısmına ise bid ay-ı seyyie adını vermek zorunda kalmışlardır. Bunlara dinî ve dünyevî bid at adını verenler de vardır. Bu konuda ilim adamlarının izahlarından bir kısmını kaydetmek istiyoruz.

Bidat-ı Hasene, Bidat-ı Seyyie

Bidat-ı hasene ve seyyie olarak ikiye ayıran alimlerin ilki, İmam Şafii dir (204/819). Harmele ibn Yahya, İmam Şafii den şunu nakleder: Bid at iki kısımdır: Övülen (mahmûd) ve yerilen (mezmûm). Sünnet e uygun olana övülen, sünnete muhâlif olana ise yerilen bid at denir. Beyhakî, İmam Şafii nin bu sözünü şöyle izah eder: Yerilen (kötü/seyyie) bid atın dinde dayanacağı bir aslı yoktur. Şer î ıstılahta buna mutlak bid at denir. Övülen (hasene/güzel) bid at ise Sünnet e uygundur. Yani Sünnet ten dayanacağı bir delil vardır. Bu şer î manâsıyla değil, sözlük manâsıyla bid attır. İmam Şafii den şöyle bir söz de nakledilmiştir: Sonradan ortaya çıkan (muhdesat) şeyler iki çeşittir. Bir kısmı, Kitap, Sünnet veya İcma dan birine muhâliftir ki, bu dalâlet olan bid attır. Hayır/iyilik olarak ortaya çıkarılan yenilikler ise, ihtilafsız bir şekilde, [iyidirler], tenkit edilemezler (Askalânî, 17:10).
İmam Şafii yi takip eden bir çok âlim de yaklaşık aynı taksimatı benimsemişlerdir. Bunlardan biri de meşhur Şafii alimi İz b. Abdiselam dır (260/874).


Ona göre bid at üç kısma ayrılır:
 1. Şeriat ın mendup veya vâcip olduğuna delâlet edip Asr-ı Saadet te yapılmayanlara bid at-ı hasene;
 2.Şeriat ın haram veya mekruh olduğuna delâlet edip Asr-ı Saadet te yapılmayanlara bid ay-ı kabihe/seyyie;
 3.Şeriat ın mubah olduğuna delâlet edip Asr-ı Saadet te yapılamayanlara ise mubah bid at denir (Abdüsselâm, 578).

İmam Gazalî (505/1111), bu konuda geniş bilgi vermemekle birlikte, İhya da, masa veya benzeri bir şey üzerinde yemek yeme konusunu işlerken şöyle diyor: Hz. Peygamber den sonra ortaya çıkan şeylere bid at denir ama, her bid at kötü değildir. Kötü bid at, bir sünnete zıt olan, şer î bir emri kaldıran ve illeti sabit olan şeydir. Oysa sebepler değiştiğinde, bazen yenilik yapmak (bid at) gereklidir
(Gazalî, 2:6).

Nihaye sahibi İbn Esir ise, konuyu şöyle açıklamaktadır: Bid at, bid at-ı hüda ve bid at-i dalâl olmak üzere iki çeşittir. Allah ve Resûlü nün emrettiğine muhâlif olan yenilik, tenkit ve reddedilir. Allah ın emir ve Resûlü nün yapılmasını teşvik ettiği genel kurallardan birinin kapsamına giren yenilikler ise övülür. Daha önce bir benzeri bulunmayan, bazı cömertlik çeşitleri gibi hususlar da övülen fiillerdir. Ancak bunlar, Şeriat a muhâlif olmamalıdır. Çünkü Hz. Peygamber, Kim İslam içinde güzel bir çığır açar ve bu güzel çığır kendisinden sonra da tatbik edilip sürdürülürse, kendi sevaplarından hiç bir şey eksilmeksizin onu sürdürenlerin sevaplarının benzeri kendi lehine yazılır. Ve her kim de İslâm içinde kötü bir âdet çıkarır ve bu kötü âdet kendisinden sonra da sürdürülürse, kendi günahlarından hiç bir şey eksilmeksizin onu sürdürenlerin günahlarının benzeri de o kimse üzerine yazılır
(Müslim, Zekât , 69; Nesaî, Zekât , 64) buyurmuştur. Hz. Ömer in teravih için söylediği "bu ne güzel bid at oldu" sözü de buna delâlet etmektedir. Yani övülen bid'atlardandır. Çünkü bid'at dedikten sonra, ne güzel sözüyle bunu övmüştür (İbn Esîr, 1:107).

Abdulhakk ed-Dehlevî de, Hz. Peygamber'den sonra ortaya çıkıp sünnetinin genel prensiplerine ve esaslarına uyan bid ata, hasene, uymayana ise seyyie denir. şeklinde görüşünü açıklar (Tahanevî, 1:133).
Bid atı kısımlara ayıranların tarifleri topluca değerlendirilirse, bid at-ı hasene, aslı dinde olup, faslı [ayrıntıları] formüle edilmeyen; bid at-ı seyyie ise, hem aslı hem de faslı dinde olmayan hususlar olduğu anlaşılır.
Bu düşüncede olanlar, bid ay-ı haseneye şu örnekleri verirler: Minare, ribat, medrese, han, vb. şeyler inşa etmek; her ilimde kitap yazmak, hadis toplamak ve bunları şerh etmek (Süyutî, 38).

Bidat bir Bütün müdür?


Bidatın hasenesinin, iyisinin, güzelinin olmayacağını; Her bidat dalâlettir .. hadisine dayanarak bid atın bir bütün olduğunu savunan âlimler de vardır. Mesela, Şatıbî (790/1388), Zerkeşî (794/1392), İbn Recep (795/1393), İbn Hacer el-Askalanî (852/1448), İbn Hacer el-Heytemî (974/1566), İmam Rabbanî (1563-1625), İmam Birgivî, (981/1573), Suyûtî, (911/1505), muasır alimlerden Muhammed Buhayt, Ali Mahfuz, Muhammed Abdusselam, Mevdudî, Ahmed Ferid, Muhammed b. el-Alevî, İzmirli İsmail Hakkı, Abdullah Draz bunlardandırlar.


Şatıbî, İz b.Abdisselam ın bid atı ikiye ayıran fikirlerini verdikten sonra şöyle der: Böyle bir taksimatı gerektirecek hiç bir şer î delil bulunmamaktadır. Zaten kendi içinde çelişki vardır. Çünkü bid at, nass veya genel kaide cinsinden şer î bir delili olmayan şeye denir. Eğer o işin vâcip, mendup veya mubah olduğuna delil olabilecek bir dayanak varsa, bid attan söz edilemez. O iş, ya emirler manzumesine dahildir ya da en azından yapılması serbest bırakılmıştır. Hem bid at olsun, hem de vâcip, mendup veya mubah olduğuna delil bulunsun; bu çelişkiden başka bir şey değildir. Haram veya mekruh sayılan bid atlara gelince, bunların haram veya mekruh olduklarına şer î bir delil varsa onlar da bid at olmazlar; günah ve isyan hükmünü alırlar. Adam öldürme, zina, hırsızlık vs.. bid at değiller, birer günahtırlar (İ tisam, 1:191-192). Başka bir yerde de, bid at çıkaranların bütünü, hasene, seyyie ayırımına sarılarak kendilerini savunurlar. Bu onların tek dayanağıdır (a.g.e. 1:144) der.


İmam Birgivî ise, görüşünü şöyle açıklar: Bid at kelimesi genel bir kelime olduğu için, aslında red edilmeyen âdet [mubah] cinsi yenilikleri de kapsamına alır. Değilse, şer î ıstılah olarak bid atın hasenesi yoktur. İbadet cinsinden, bid ay-ı hasene denilen hususlar araştırılsa, hepsinin, işaret veya delâlet yoluyla Şari tarafından serbest bırakılan cinsten oldukları görülür. İbadetlerdeki bid at, sünen-i hüdanın karşıtıdır. Âdetlerdeki yenilikler ise, sünen-ı zaidenin karşıtıdır. İnançtaki bid atların karşıtı da Ehl-i Sünnet ve l-Cemaat ın inançlarıdır. İlk dönemlerde bu tür şeylerin konuşulmaması ya ihtiyaç olmadığından ya da başka mühim işlerle uğraşıldığı için vakit bulunmadığındandır (Birgivî, 9-12). İbn Recep el-Hanbelî de (795/ 1393) aynı görüşü paylaşır (İbn Recep, 2:129).

Buharî şarihi İbn Hacer el-Askalanî, (852/1448), Aslında bid at, geçmişte [Asr-ı Saadet te] örneği görülmeyip yeni ortaya çıkarılan şeydir. Terim olarak, Sünnet in mukabili [zıddı] olana denir. Dolayısıyla bid at, mezmum yani seyyi edir. der (Askalânî, 17:9).
Reşit Rıza da, İ tisam a yazdığı tahkikte, sözlük anlamıyla bid atın hasene-seyyie kısımlarına ayrılabileceğini ama terim anlamıyla bütün bid atların seyyie olduğunu söyler.

Temel hizmetlerinden biri Sünnet i ihya ve bidatla mücadele olan İmam Rabbanî
de bid atın ikiye ayrılmasının uygun olmadığını şöyle açıklar: Bazı kimseler bid atı, hasene ve seyyie şeklinde ikiye ayırarak, hasene, Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin zamanında olmayıp Sünnet i kaldırmayan, seyyie ise Sünnet i kaldıran her amel olduğunu söylemişlerdir. Ancak bu fakir, bid at olup da güzel, nûranî, iyi olan hiç bir şeye rastlamadı. Onda karanlık, bulanıklık ve yanlışlıktan başka bir şey yoktur.

Bir kimse, basiretinin zayıflığından ötürü, ilk zamanlar bid atta bir tazelik, tatlılık, hoşluk görse bile, bir süre sonra o bid atın pişmanlık ve hüsrandan başka bir şey olmadığını anlayacaktır. Hz. Peygamber, [dinde] yapılan her yeniliğin bid at, her bid atın da dalâlet olduğunu bildirmişlerdir. Öyle ise bid ata hasene (iyi) demek mümkün değildir.
Diğer bir hadiste (İbn Hanbel, 4:105) belirtildiği gibi, her bid at mutlaka bir sünnete engel olmaktadır. Meselâ, bazı âlimler namaza kalben niyetlenmenin yanı sıra, niyeti dille de söylemenin bid at-ı hasene olduğunu söylerler. Hâlbuki bize, Hz. Peygamber, sahabe ve tabiinden, niyetin dille söylendiğine dair, ne sahih ne de zayıf hiç bir haber gelmemiştir. Onlar ayağa kalkınca, ihram (başlangıç) tekbiriyle hemen namaza girmişlerdir. Bu durumda dille söylemek bid at olur. Bazı âlimler buna bid at-ı hasene demişlerdir ama, fakire göre, bu bid at, sünnet bir yana farzı dahi kaldırmaktadır. Çünkü, insanların pek çoğu, sadece dille niyet getirmekle yetinecek, kalp, namazdan gafil olsa bile buna aldırış etmeyecektir. İşte o zaman, namazın farzlarından olan kalben niyet, bütünüyle terk edilmiş olacak ve namazın fesadına sebep olunacaktır. Diğer bid atları da buna kıyas edebilirsin (İ. Rabbani, 1:293).

Bu aktarılanlardan şöyle bir neticeye varıyoruz:

Hz. Peygamber in (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Biliniz ki, sözün hayırlısı Allah ın kitabı, yolun hayırlısı da Muhammed in yoludur. Ve işlerin en kötüsü [dinde] sonradan çıkarılan şeylerdir. [Dinde sonradan çıkarılan] her bid at bir sapıklıktır. Ve her sapıklık ateştedir "(Buharî, İ tisam , 2; Müslim, Cum a , 43) hadisi, ıstılahî anlamda her bid atın seyyie olduğunun yeterli ve en güzel delili olmalıdır. Buna mukabil, yukarıda kaydettiğimiz "Kim İslam içinde güzel bir çığır açarsa..." hadisi ileri sürülerek bid at, hasene ve seyyie şeklinde ikiye ayrılmak istenmiştir. Burada tartışma, kanaat-i acizanemce biraz lafzî olmaktadır. Yukarıda da arz edildiği gibi, dine, onun iman, ibadet ve temel muamelat, ukubat esaslarına ait ve zıt, Sünnet e muhalif, bir itikat, ibadet, muamelat ve ukubat prensibi gibi dinden sayılan, ama dinde aslı olmayan her yenilik bid attır ve bunun asla iyisi olmaz. Buna mukabil, aslı dinde olan, tarikatlarda evrad ü ezkâr gibi, tesbih kullanma gibi uygulamalar ise bid atın içine girmemelidir. Eğer bunlar bid ata dahil edilmezse, o zaman bid at da hasene-seyyie diye ayrılmaz. Şu kadar ki, mevlid gibi, dinde olmamakla beraber, dine muhalif de olmayan uygulamalar, dinden sayılmamak, dinî bir ibadet gibi algılanmamak kaydıyla, dine de hizmet eden bir yanı varsa, bu takdirde seyyie bid at sayılmamalıdır.
Bid atı izafî ve hakikî bid at adıyla ikiye ayıranlar da olmuştur. Bunlara göre hakikî bid at ilim adamlarının araştırmaları neticesinde Kitap, Sünnet, İcma veya diğer geçerli bir delile, ne umumi kaide olarak ne de detaylarda dayanan bid attır. Zaten bundan ötürü buna hakikî bid at denilmiştir. Çünkü tamamıyla dayanaksız, uydurma bir şeydir; her ne kadar bunu ortaya çıkaran, bir yerlere yamamaya çalışsa bile.

İzafî bid at ise iki yönlüdür. Bir yönüyle şer î bir delile dayandığı için bid at denilemiyor. Diğer yönden ise hakikî bid at gibi sonradan ortaya çıkmış ve dayanağı da net değildir. Bu özelliğinden ötürü izafî bid at, hakikî bid ata düşmemek için kaçınılması gereken bir durumdur (Şatibî, İ tisam, 1:277) 


Nitekim şer î ahkam açısından net olmayan durumlardan kaçınmak gerektiği şu hadiste dile getirilmiştir:
"Helâl olan şeyler bellidir. Haram olanlar da bellidir. Fakat helâl ile haram arasında bir takım şüpheli şeyler vardır [ki, helâl veya haram olduklarını çok kimseler bilmezler.] Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, şerefini, haysiyetini ve dinini kurtarır. Kim de şüpheli şeylere dalarsa, yasak bölge [beylik koru] etrafında koyunlarını otlatan çoban gibi, koruya dalıvermeğe yaklaşmış demektir. İyi biliniz ki, her hükümdarın ilan ettiği bir yasak bölgesi olduğu gibi, Allah ın da yer yüzündeki koruluğu [yasak bölgesi], haram ettiği şeylerdir" (Buharî, İman , 39; Müslim, Müsakat , 107).

Prof. Dr. Abdulhakim Yüce

Kaynaklar
A. Muttakî el-Hindi, Kenzu'l- Ummal; el-Askalanî, İbn Hacer, Fethu'l- Barî; Atiyye, İzzet Ali, el-Bid'atu; Bediiüzzaman Said Nûrsî, Lem'alar; Beyhakî, Menakibu'ş-Şafii; Birgivî, Tarîkat-ı Muhammediyye; Buhayt, Muhammed, Ahsenu'l- Kelâm; Cessas, Usul; Draz Abdullah, el-Mizan Beynes'- Sünneti ve'l- Bid'ati; Erdoğan, Mehmet, Ahkâmın Değişmesi; eş-Şekirî, es-Sünenu ve'l- Mübtedi'at; Gazzalî, M, Düstûru'l-Vahdeti's- Sakafiyyeti Beyne'l-Müslimîn; Heysemî, Mecmeu'z- Zevaid; İbn Aşur, Makasıd; İbn Esir, el-Bidaye ven-Nihaye; İbn Kuteybe, Te'vil; İbn Manzur, Lisanu'l- Arap; en-Nevevî, Büstanu'l- Arifîn; İbn Recep, Câmiu'l- Ulûm ve'l- Hikem; İbn Sa'd, Tabakat; İmam Rabbanî, Mektubât; İz b. Abdusselam, Kitabu'l- Fetâvâ; Karaman, Hayrettin, İslam Işığında Günümüz Meseleleri; Kardavî, Hasâis; Maverdî, Ahkamu's- Sultaniyye; Pezdevî, Usul; Serahsî, Usul; Suyutî, el-Emru Bi'l- İttiba' ;. Şatıbî, Muvafakat; İ tisam; Tahanevî, Keşşafu Istılahatı'l- Funûn.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"



Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR      

8 Ocak 2024 Pazartesi

Bid'atlardan Sakınmak

  

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim 

"Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın.  Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti." (En'âm, 153)

Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

"Kim bizim bu dinimizde ondan olmayan bir şey ortaya çıkarırsa, o şey kabul edilmez." (Buhârî, Sulh 5; Müslim, Akdiye 17-18. İbnî Mâce, Mukaddime 2)

Câbir (ra) şöyle dedi:

Rasûlullah (sav) hutbe irad ettiği zaman gözleri kızarır, sesi yükselir, "Düşman sabah ve akşam üzerinize hücum edecek, kendinizi koruyunuz" diye ordusunu uyaran kumandan gibi öfkesi artar ve şehadet parmağı ile orta parmağını bir araya getirerek:

"Benimle kıyametin arası şu iki parmağın arası kadar yaklaştığı sırada ben peygamber olarak gönderildim" derdi. Sonra da sözlerine şöyle devam ederdi:

"Bundan sonra söyleyeceğim şudur ki: Sözün en hayırlısı Allah'ın kitabıdır. Yolların en hayırlısı Muhammed (sav)'in yoludur. İşlerin en kötüsü, sonradan ortaya çıkarılmış olan bid'atlardır. Her bid'at delâlettir, sapıklıktır." (Müslim, Cum'a 43. İbni Mâce, Mukaddime 7)

Dinde aslı olmayan bir şeyin sonradan ortaya konulması, dinimizde "bid'at" diye adlandırılır.

Bid'at konusu, İslâm âlimlerinin her asırda ciddiyetle üzerinde durdukları bir konu olmuştur. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri kısaca şöyle beyân buyurur:

“Ey dîn kardeşlerimiz! Hepimizin üzerine en önce gereken şey, îtikadımızı Kitab ve Sünnet’e göre doğrultmaktır. Bid’at ve dalâlet ehli, kendi bâtıl hüküm ve îtikadlarını Kitab ve Sünnet’e uygun zannederler. Hâlbuki onların îtikadları hak ve hakîkatten fersah fersah uzaktır.”  

https://www.2g1d.com/ 

İddet ne demektir? İddet süreleri ne kadardır?

“Saymak, miktar, adet” anlamlarına gelen iddet, bir fıkıh kavramı olarak, herhangi bir sebeple evliliğin sona ermesi hâlinde, kadının yeni bir evlilik yapabilmek için beklemek zorunda olduğu süreyi ifade eder. İddetin, kadının hamile olup olmadığının anlaşılarak nesebin karışmasını önleme, taraflara düşünme ve tekrar bir araya gelme fırsatı verme, kadın için yeni hayata ruhen hazırlanma, evlilik bağını bir anda yok etmeme gibi hikmetleri bulunmaktadır.
Evlilik, boşanma veya fesih yoluyla sona ermişse ve kadın da hamile değil ise âdet gören kadın üç hayız süresi iddet bekler. “Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hâli (hayız veya temizlik müddeti) beklerler.” (el-Bakara, 2/228).
Herhangi bir sebeple âdet görmeyenler ise üç ay süreyle iddet beklerler. “Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır.” (et-Talâk, 65/4).
Evlilik erkeğin ölümü ile sona ermiş ve kadın da hamile değilse, iddet süresi dört ay on gündür. “İçinizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri, kendi kendilerine dört ay on gün (iddet) beklerler.” (el-Bakara, 2/234).
Evlilik ne şekilde sona ererse ersin, hamile olan kadının iddeti, doğum yapıncaya kadardır; doğum yapmasıyla iddeti sona erer. “Hamile olanların bekleme süresi ise doğum yapmalarıyla sona erer.” (et-Talâk, 65/4).
İddet beklemenin başlangıcı, tarafların fiilen birbirlerinden ayrı kaldıkları an değil, boşamanın veya ölümün gerçekleştiği andır.
İddet beklemekte olan bir kadının başka biri ile nikâhlanmasının haram olmasının hikmeti, kendisinde hâlâ eski evliliğinin etkilerinin bulunabilmesi, eski kocasının haklarının korunması ve neslin birbirine karışma ihtimalinin bulunmasıdır.

7 Ocak 2024 Pazar

Kabir veya türbe yaptırmanın hükmü nedir?

Kaybolmalarını önlemek üzere, gösteriş ve israftan uzak kalarak kabir yapılmasında, mezarların başuçlarına, üzerinde ölenin kimliğini belirleyen ifadelerin yer aldığı sade bir taş ve benzeri levhaların yerleştirilmesinde dinen bir sakınca yoktur. Sahabîlerden Osman b. Maz’ûn (r.a.) ölünce cenazesi o günkü Medine’nin dışında gömülmüştü. Resûlullah (s.a.s.), Osman’ın mezar yerini belli edecek bir taş istemiş ve getirilen taşı mezarın başına koyunca, “Bununla, kardeşimin kabrini işaretliyorum, ailemden ölenleri bunun yanma defnedeceğim.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 63 [3206]) buyurmuştur.
Ancak kabirlerin bir-iki karıştan yüksek yapılması, üzerlerine bina veya kubbe inşa edilmesi; kabir taşlarına kimlik bilgilerinin ötesinde aşırı övgü sözlerinin; ölümden ve kaderden şikâyet eden ifadelerin yazılması uygun görülmemiştir.

6 Ocak 2024 Cumartesi

Cemaate yetişemeyen kimse camide tek başına namaz kılarken kâmet getirmeli midir?

Düzenli olarak cemaatle beş vakit namaz kılınan camilere o vaktin farz namazını kılmak üzere giren kimselerin, cemaatle veya yalnız başına namaz kılacak olmaları hâlinde tekrar ezân okuyup kâmet getirmelerine gerek yoktur. Düzenli olarak beş vakit namazın kılınmadığı cami ve mescitlerde ise ezân okuyarak ve kâmet getirerek namaz kılmak daha faziletli olup (Alâüddîn, el-Hediyyetü’l-‘Alâiyye, 37) sadece kâmetle de yetinilebilir. Hanefîlerin bu yaklaşımına karşılık diğer birçok mezhep, her iki ihtimalde de kâmet getirmenin mendup olduğunu söylemiştir.