10 Ocak 2024 Çarşamba

***Recep ayı, olanlar ve olmayanlar - Faruk Beşer

Bazıları halkta yerleşen kanaatlerle uğraşılmasını uygun görmezler. Sosyolojik açıdan bunun doğruluk payı olabilir. Çünkü hayat boşluk kabul etmez. İnsanların alıştıkları hayatlarından bir şeyi çıkardığınızda onun yerini başkası doldurur. Mesela Regaib gecesi diye bir şey yok dediğinizde, o gecede camiye gitme alışkanlığı olanlar gitmeyiverir, onun yerine mesela televizyonda dizi izlemeye devam ederler. Katip Çelebi de o meşhur eserinde yerleşik bidatlere karşı savaş açmanın 'ahmaklık' olduğunu söyler, çünkü muvaffak olunamaz der.

Bunlar bir yönüyle doğrudur. Bizim yaptığımız ise halkın sosyolojik, ya da kültürel İslamına karışmak değil. Biz de bunu akıllıca bulmuyoruz. Ama meselenin bir de başka yönü yok mu? Artık İslam'ı bir alışkanlık olarak değil, bilinçli olarak yaşamak isteyen bir kesim var ve onlar neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenerek yaşamak istiyorlar. İşte biz onlarla dertleşiyoruz.

Din ifratları ve tefritleri bilip dengeyi kurma, sıratı müstakimde olma meselesidir. Bir tarafta sevenlerine bol sevap vadeden sözler söyleyip onların bağlılıklarını canlı tutma adına ne kadar garip ifadeler varsa hepsini hadis diye anlatanlar, diğer tarafta böylelerine kızarak hadislerin sahih olanlarını dahi reddedip onların yerine kendi düşüncelerini koyanlar var. Bir tarafta Rasulüllah'tan günümüze yaşayan sahih bir birikimi reddenler, diğer tarafta geçmişte ne söylenmişse hepsini din sananlar, tasavvufu dahi 'metafizik yapma' diye anlatanlar var. 


Oysa bakın müteşerri bir sufi olan Sehl Tüsteri ne diyor: “Bizim yolumuzun esası şu yedi şeydir:

Kitaba tam bağlılık, sünnete ittiba, helal yemek, eziyet vermekten kaçınmak, günahlardan uzak durmak, tövbeye sarılmak, haklara riayet etmek”. Böyle bir tasavvufa karşı çıkmak da 'ahmaklık' değil midir? Tabi, derseniz, böyle olmayana karşı çıkmamakta 'ahmaklıktır' demeniz gerekmez mi? 

Bu işin önderlerinden olan Kuşeyri: “İmamlarımızın ortak kabulü şudur: Şeriat ilimlerinde (Kitabı ve Sünneti anlamada) deniz gibi derinleşmeyenler bu yolda yürüyemezler” der. O halde 'şeriat, tarikat, hakikat' ayırımını Kitap-Sünnet bilgisi olanların tekrar düşünmesi gerekir. Sanki hakikat şeriatin dışında, ondan başka bir şey, ya da şeriat hakikat değil.

Halkın kemikleşmiş kabullerine karışmayalım tamam, ama işin aslını bilme çabası da ehli ilmin bir görevi değil midir?
Biz de Receb ayının İslam'daki yerini, bu konuyu özel çalışan iki büyük alimin yazdıklarından özetleyelim dedik. İbn Receb el-Hanbeli (v. 795 H) ve bence hadisleri anlamanın henüz aşılamayan tek İmamı İbn Hacer (v. 852 H), ikisi de hemen hemen aynı şeyleri söylüyor. İbn Hacer bu konuya ayırdığı kitapçığına şöyle başlıyor:

“Ne Recep ayının, ne onda oruç tutmanın ne de onun belli bir gecesini kutlamanın faziletine dair delil olabilecek sahih bir hadis yoktur. Bunu benden önce Hafız Herevi de, başkaları da bu kesinlikte söylemiştir… Bu ay konusunda zikredilen hadislerin bir kısmı zayıftır, bir kısmı da uydurmadır…”

Burada şu kuralı da hatırlamalıyız: Sevaptan söz eden/fedail konularında zayıf hadisle de amel edilebilir. Doğru, ama bunun da şartlarını zikrederler: Hadis çok zayıf olmayacak, Kitaba ya da sahih bir hadise muhalif olmayacak, anlattığı şey için bu kesin böyledir diye itikat edilmeyecek. Bu ölçülerle düşünüldüğünde Recep ayı hakkında şu zayıf hadisten başka amel edilecek hadis kalmaz: “Allah'ım, Recep ve Şaban'ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan'a kavuştur”.

Recep ayının üstünlükleriyle ilgi çok geniş rivayet edebiyatının büyük bir kısmı muhtemelen Cahiliye'den kalmadır, bir kısmı da sonradan uydurmadır. Cahiliye müşrikleri ve özellikle de Mudar kabilesi için Recep, bizim Ramazanımız gibi mübarekti. Zaten 'Recep' saygın ve mübarek demekti.

Recep'le ilgi çok zayıf hadislerde onda oruç tutmanın faziletinden bahsedenler vardır. Bunun kaynağı da muhtemelen onun 'Haram Aylar'dan olmasıdır. Bilindiği gibi İslam takvimindeki dört Haram Ay'dan biri Recep'tir. 'Haram', saygın demektir, bu sebeple Haram Aylar'da bu saygının bir ifadesi olarak oruç tutmak da saygıdır. Bunun için onu diğer Haram Aylardan farklı bilmeden onda da oruç tutmanın faziletinden söz edilebilir.

Bununla birlikte Hz. Ömer'in Recep ayında oruçlu olduğu için elini sofraya uzatmayanların ellerine sopayla vurduğu ve 'onu Ramazan'a benzetmeye mi çalışıyorsunuz' diye azarladığı nakledilir. Bu yasaklama Hz. Ebubekir'den de rivayet edilir. Diğer aylardan bir farkı olmadan Receb'de de oruç tutmak yasak olmadığına göre, onun bu azarlaması muhtemelen onda sürekli oruç tutanlar için olmalıdır. Şaban ayında ise Efendimizin Ramazan'a bir hazırlık olarak daha çok oruç tuttuğu sabittir. Bununla birlikte Şaban'ın on beşinden sonra oruç tutmamayı tavsiye ettiği de bilinir. Ta ki, Ramazan'a yorgun girilmesin.


Hiç yorum yok: