31 Temmuz 2017 Pazartesi

Din nedir ki, onu herkes kendi aklına göre eğip büküyor?- Faruk Beşer


Gazali ilmi ikiye ayırır; tıp ilmi ve din ilmi; ilmü’l-ebdân ve ilmü’l-edyân. İlginçtir, insanlar bu iki alan kadar hiçbir konuda kafalarına göre ahkâm kesmezler. Ama işin diğer ilginç tarafı da şu: Tıp alanında kendi mantığına göre tedavi yapanlar ölüme ya da daha büyük hastalıklara sebep olabildikleri için bu alanın şarlatanları o kadar ilgi görmez ve aklını kullananlar yine de bir uzman doktor ararlar.

Aslında dini alanda mantığına göre konuşmak daha büyük hasarlar yapar, ama bu hasar avam tarafından dünyada fark edilemediği için söylenenler saçma da olsa onlar yine dinlenirler.

Peki, din deyince neyi anlıyoruz?

Din; insanın hem dünya hem ahiret saadeti için Allah’ın ona teklif ettiği iman ve amel bütünüdür.

O bunu Peygamberine vahiy ile bildirmiştir. O halde dinin esası vahiydir, vahyin esası da Kuranıkerim’dir.

Resulüllah’ın sözleri ve fiilleri bu iman ve amelin hatasız uygulamasından ibarettir. Onun bu uygulamasına Sünnet diyoruz. Sünnet Kuranıkerim’den bağımsız bir kaynak değildir, onsuz anlaşılamaz. O da bunsuz anlaşılamaz.


Sünnetin tamamı, Kuranıkerim gibi en başta kayıt altına alınmadığı için Resulüllah’a ait olmayan pek çok söz sonradan ona nispet edilebilmiştir. Bunların bir kısmı kasten bir kısmı da hata ile yapılmıştır. Hadis/sünnet diye nakledilen bir bilginin gerçekten Resulüllah’a ait olup olmadığının tespiti âlimlerin/muhaddislerin görevidir. Onlar bu tespiti daha ilk asırlardan itibaren bihakkın yapmışlar ve hadis diye nakledilen sözlerin sıhhati için söylenecek her şeyi söylemişlerdir. Bize düşen ise onların söylediklerine ulaşmaktan ibarettir ve bugün bu çok kolaydır. Yani sanıldığı gibi, işin sahihi sakimine karışmış değildir.

Ancak bir sözün Resulüllah’a ait olduğunun tespiti, onun doğru anlaşılması için yeterli olmaz. Yahya bin Maîn’in dediği gibi, hadisin bütün rivayetlerini bir arada düşünemezseniz onu doğru anlayamazsınız. Ayrıca Kuranı-kerim-Sünnet bütünlüğü de önemlidir. Hep söylüyoruz, gördüğü her hadisi başlı başına din zannetmek Sünnet inkârcılığını doğuran en baş sebeptir.
O halde sahih ve doğru anlaşılan sünnet de dinin bir parçasıdır. Çünkü dinin nasıl anlaşılırsa doğru anlaşılmış olacağını gösterme yetkisini Resulüllah’a bizzat Allah vermiştir.
Artık onun vefatıyla bu iki kaynağın (Sünnete kaynak denmesi mecazendir, asıl ve tek kaynak vahiydir) Kur’an’a bağlı bir bütünlük içinde anlaşılması kalır.

Kuranı kerim’in bazı ayetleri ‘muhkem’dir, yoruma ihtiyacı olmayacak kadar açık ve nettir, bunu onun dilini bilen herkes anlayabilir. Ama yorum ihtiyacı başladığı anda artık mesele bilenlerin/âlimlerin meselesi haline gelir. Eğer onlar Kur’an’da ve Sünnette var olan bir konudaki bir anlam üzerinde ittifak ederlerse bu ‘icma’ olur ve aksine bir düşünce/uygulama ya bidat ya da küfür sayılır.

Ardından ve dördüncü olarak, üzerinde söz birliği/icma edilemeyen bireysel içtihatlar gelir. Söyleyenin âlim olması şartıyla bunlar da dinden sayılmak zorundadır. Diğerlerinden farkları, mutlak anlamda bağlayıcı olmamalarıdır. Yani bütününü reddedemezsiniz, birini beğenmezsen diğerini alırsınız anlamındadır.

Burada söz konusu edilen âlimler, Kur'an ifadesiyle, ‘ehli zikir’ âlimlerdir. Ehli zikir, bilen ve bildiğiyle amel eden âlim demektir.Allah (cc), ‘bilmiyorsanız ehli zikre sorun’ dediğine, ayrıca; ‘eğer meselelerini istinbat/içtihat gücüne sahip âlimlere sorsalardı onlar bunu bilirlerdi’, buyurduğuna göre âlimlerin anladıkları da dinin bütünü içinde sayılmış olur.

Görüldüğü gibi, böyle âlimlere bu yetkiyi veren de yine bizzat Allah’tır. Çünkü Kuranıkerim’e göre dini bir konunun hükmünü ya bileceksiniz, ya de ehli zikir/müçtehit bir âlime soracaksınız. Üçüncü ihtimal olarak, nefsinizin arzusu ve sizin zannınız kalmış olur. Oysa onlara uymayı Kuranıkerim yasaklar.

Çağdaş Gazali der ki, ‘içtihat kapısını kapamak da, herkesin içtihat edebileceğini söylemek de hatadır. Ama müçtehit olmayanların içtihat etmeleri çok daha büyük hatadır. Çünkü birincisi sadece dini anlayışı geldiği noktada dondurur, ama ikincisi onu tahrip eder ve din olmaktan çıkarır’.

Demek ki, Kuranı-kerim, Sünnet ve onların ehli olanlar tarafından ittifakla veya farklı farklı anlaşılması, hepsi dinin bütünü içindedir. 


Müçtehitlerin sözbirliği ettikleri alanda yanlış olmaz, ama kişisel içtihatlarda yanlış olabilir ve onların doğrusu yanlışı ehli tarafından tartışılabilir, tartışılmalıdır. Ta ki, düşünce, tefekkür ve tefakkuh devam etsin.

Bu söylediklerimizle ‘Kuran İslamı’ diye bir isimlendirmenin de neye tekabul ettiği anlaşılmış olmalıdır.


Hiç yorum yok: