19 Aralık 2024 Perşembe

Ölen adına hayır yapmak kendisine fayda verir mi?

39. Abdullah ibni Abbâs radıyallahu anhümâdan rivâyet edildiğine göre, bir adam gelerek:

“Yâ Resülallah! Annem vasiyet etmeden vefât etti. Onun adına hayır yapsam kendisine fayda verir mi?” diye sordu. Resül-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de:

“Evet, fayda verir.” buyurdu. Buhâri, Vesâyâ 15, 19, nr. 2756, 2760; Ebü Dâvüd, 15, nr. 2881, 2882; Tirmizi, Zekât 33, nr. 669.

Açıklama:

Anne ve babanın ölümünden sonra yapılan iyilikler, onların ruhlarını rahatlatır.

EL- EDEBÜ'L MÜFRED- Prof. Dr. Mehmet Yaşar Kandemir

18 Aralık 2024 Çarşamba

ANNE VE BABANIN VEFÂTINDAN SONRA ONLARA KARŞI GÖREVLERİNİ YERİNE GETİRME

36. Ebü Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Bir kimse öldükten sonra derecesi yükseltilir. Bunun üzerine o:

“Yâ Rabbi! Benim derecem neden yükseltildi?” diye sorar. Ona şöyle cevap verilir:

“Evlâdın senin bağışlanman için Allah”a duâ etti. İbni Mâce, Edeb 1, nr. 3660; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, TI, 509, nr. 10618; İbni Ebi Şeybe, el-Musannef (Hüt), VI, 93, nr. 29740.

Açıklama:

Bir evlât ölen anne-babasına duâ ettiği, günahlarının bağışlanmasını Cenâb-ı Hak'tan niyâz ettiği zaman, onların derecesi yükseltilir, üstelik derecelerinin neden yükseltildiği de kendilerine söylenir.

EL- EDEBÜ'L MÜFRED- Prof. Dr. Mehmet Yaşar Kandemir

17 Aralık 2024 Salı

ALLAH, ANNE VE BABASINA İYİ DAVRANAN EVLÂDIN ÖMRÜNÜ UZATIR

 22. Tâbiin muhaddislerinden Sehl ibni Muâz, ashâb-ı kirâmdan olan babası Muâz ibni Enes radıyallahu anh'ın şöyle dediğini rivâyet etti:

Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Anne ve babasına iyi davranan kimseye müjdeler olsun. Allah Teâlâ onun ömrünü uzatsın.” Ebü Ya'lâ el-Mevsıli, Müsned (Esed), TI, 65, nr. 1494; Taberâni, elMu'cemü”l-kebir (Selefi), XX,198; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), IV, 170, nr. yk

Hadisin Râvisi:

Muâz ibni Enes el-Cüheni

Muâz ibni Enes, Fahr-i Âlem Efendimiz'i görme şerefine nâil oldu. Önceleri Medine'de, daha sonra Mısır'da yaşadı. Mısırlılar kendisine çok değer verirdi. Emevi halifesi Abdülmelik ibni Mervân döneminde (685705) vefât etti.

Allah ondan râzı olsun.

Hadisin Açıklaması

Allah Teâlâ insanın rızkı gibi, ömrünü ve ecelini de belirlemiştir. Normal durumda bunlar değişmez. Fakat bir evlât, anne ve babasına hizmet eder, onların duâsını alırsa, Kâinâtın Rabbi, o evlâdın ömrünü bereketlendirmek süretiyle uzatabilir. Bu şöyle olur: Cenâb-ı Hak onu rahat ve huzur içinde yaşatır. Başkasının bir yılda yapamayacağı hayır ve hasenâtı, ibâdet ve taâtı, o kuluna kısa bir zaman içinde yaptırabilir. Böyle bir saâdet, o kul için ömrün uzaması sayılır. Allah Teâlâ istediği kuluna, ölümünden sonra kendine sevap kazandıracak hayırlı işler de yaptırabilir. Bu da o kul için ömrün uzaması sayılır.

Bu Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Anne-babasının duâsını alan, onların rızâsını kazanan evlâttan Allah Teâlâ râzı ve hoşnut olur.

2. Cenâb-ı Hak, kendisinden râzı olduğu kulunun ömrünü boşa harcatmaz; ona hayırlı işler yaptırır; böylece onun ömrünü bereketlendirir.

EL- EDEBÜ'L MÜFRED- Prof. Dr. Mehmet Yaşar Kandemir

16 Aralık 2024 Pazartesi

YAŞLILIK DÖNEMLERİNDE ANNESİNE VE BABASINA GEREKEN HİZMETLERİ YAPAMAYIP DA CENNETİ KAZANAMAYAN KİMSENİN HALİ

21. Ebü Hüreyre radıyallahu anhdan rivâyet edildiğine göre, bir defasında Resül-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:

“Perişan olsun, perişan olsun, perişan olsun.” buyurdu. Sahâbiler:

“Yâ Resülallah! Kim perişan olsun?” diye sordular. Allah'ın Elçisi şöyle cevap verdi:

“Anne ve babasına veya onlardan sadece birine yaşlılık günlerinde yetişip de, hizmetlerini yapamadığı için cehenneme giren kimse perişan olsun.” Tirmizi, Daavât 101, nr. 3545; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, IV, 344, nr. 19238.

Hadisin Açıklaması

Yaşlılık günleri, insanların ilgi ve yardıma en fazla ihtiyaç duydukları günlerdir. Anne ve baba, o günlerde hem hatırlarının sorulmasını, hem de yapamadıkları işlerin evlâtları tarafından görülmesini isterler. Sevgiye ve ilgiye en çok muhtaç oldukları bu güçsüz ve dermânsız günlerinde, annesinin ve babasının ihtiyaçlarını sağlamayan şefkat ve merhamet yoksunu evlâda Peygamber aleyhisselâmın üç defa “perişan olsun!” diye bedduâ etmesi ne kadar anlamlıdır.

Zor günlerinde anne ve babasının hizmet ve ihtiyaçlarını karşılayan ve böylece onların gönlünü kazanan evlâdın mükâfatı ise ebedi cennet olacaktır. Şu hadis-i şerif bize bunu göstermektedir:

“Anne ve babasının veya onlardan sadece birinin yaşlılık günlerinde onlara gereken hizmetleri yapamayıp da cennete giremeyen kimse perişan olsun.”Müslim, Birr 9, nr. 2551.

Bu Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Peygamber Efendimiz, anne ve babaya özellikle yaşlılık günlerinde hizmet etmeyi tavsiye buyurmuştur.

2. Yardıma muhtaç oldukları zamanda annesini ve babasını koruyup gözetenlerin cennete, onlarla ilgilenmeyenlerin cehenneme gireceğini haber vermiştir.

3. Yaşlı ve hizmete muhtaç oldukları günlerde anne ve babasına kasden yardımcı olmayanlara Resülullah Efendimiz, “Perişan olsun, perişan olsun, perişan olsun” diye bedduâ etmiştir.

EL- EDEBÜ'L MÜFRED- Prof. Dr. Mehmet Yaşar Kandemir

15 Aralık 2024 Pazar

Sonsöz Yerine

İnsan özü itibarıyla mücadelecidir. (Kehf: 54) Yaşamında boşluk olmaz ve bir şeylerin mücadelesini verir. Müslüman ise yaptığı tercihin ne olursa olsun bir karşılığı olduğunun bilincindedir. Zira zerre miktarı kötülük işleyen karşılığını alır, zerre miktarı iyilik yapanda karşılığını alır. (Zilzal: 7-8) Bu nedenle o varlığını Allah'a adamıştır. (Enam: 162) Allah'ın tarafında olmak ise bir bedel ödemeyi ve fıtratına uygun mücadelenin de yine İlay-ı Kelimetullah için olmasını gerektirir. Zaten bu bedelin karşılığı cennettir.

Müslüman kimliğinin gereği müsait zamanlarının hobisi olarak değil hayatın anlamı olarak Allah yolunda mücadeleyi yaşamaktır. İslam için “kim var?” diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert “ben varım!” cevabını verici, her ferdi “benim olmadığım yerde kimse yoktur!” fikrini besleyici bir dava ahlâkına kaynak Allah adamı olmaktır. 

Ebedî kurtuluş yeryüzüne gerçek adaletin hakim olabilmesi için tevhidî çizgide nebevî sünnetle istikamet üzere, istikrarlı bir mücadeleyle mümkündür.

“Rabbine olan kulluğunu ölüm sana gelip erişinceye kadar devam ettir.”  (Hicr: 99)

http://rahle.org/abdullah-egilmez-yazarinin-ilay-i-kelimetullah-icin-mucadele-yazisi-342

14 Aralık 2024 Cumartesi

Mücadelede İstikrar Gereklidir

Mücadelede istikrar zaruridir. İstikrar, yön veya yürüyüşün zaman ve şartlara göre eğilip bükülmemesi; değer ve önceliklerin ortama göre değişmemesidir. İnatçılık değil, bilinçli olarak kendini ve yürüyüşünü hesaba çekmek; bu muhasebeyi yaparken günün şartlarının karşısına peygamberlerin günlerinin şartlarını ve ahiret gününün şartlarını koymaktır. Günü kurtarmayı değil uzun vadeli düşünüp hareket etmeyi seçmektir.

Bu mücadelede bir insan Allah'ın tarafındaki durumunu değiştirmediği sürece, Allah da vaadini değiştirmeyecektir (Rad: 11). Ara sıra bir şeyler yapan bir kişilik değil, sürekli, istikrarlı mücadeleci bir yürüyüşü sürdürmek asıl sonucu getiren ameliyedir. Allah Resulünün: “Ey Abdullah! Falan adam gibi olma” emri amellere devamlılığın Müslüman kimliğinin ayrılmaz parçası olduğuna bir vurgu olsa gerek.

“İpini iyice büktükten sonra onu söküp dağıtan kadına benzemeyin”(Nahl: 92)

Mücadelede topyekun istikrar kulluğun gereğidir. Eğer kullar herhangi bir zaman diliminde gevşeklik gösterirlerse, bu dinin sahibi onlara verdiği imtiyazı ve desteği geri çekecektir. Yukarıdaki izahlar ve tevhid tarihindeki diğer örnekler bunu açık olarak ortaya koymaktadır. Allah'ın kendi emanetini yüklediği İsrail oğullarının “şehre girin” ilahi emri karşısında laubalilik göstermeleri üzerine çöle sürülmeleri ya da Uhud'da kazanılmış bir zaferi Müslümanca karşılayamayan bir cemaatin Allah'ın gönderdiği hezimetle yüzleşmeleri, bu konuda verilebilecek yerinde “güzel örnekler”dendir.

Mücadele uzun soluklu bir yürüyüştür. İnsan fıtraten acelecidir yani arzularının hayallerinin hemen pratik bulmasını ister. (Kıyamet: 20-21) Ancak arzu edilen neticeye hemen ulaşılamayacağı unutulmamalıdır. Zira zaten takva temelli bir yürüyüşün başarı ölçütü dünyevî ölçülebilir hedeflere ulaşmak değil, Allah'ın halifesi ve kulu sıfatına münhasır bir şekilde çabaları sürdürerek onun rızasını kazanmaktır. Allah'ın rızasını kazanmak ise yapılan her hareketinin doğruluğunun onun sisteminde kontrol edilmesiyle mümkün olabilecektir. Bu nedenle saman alevi misali hızla parlayıp hızla sönen bir çalışma Allah Resulü tarafından uygun görülmemiş ve bu düşünce tarzı tashih edilmiştir. Resulullah: “Orta yolu tutunuz, amellerinizi mükemmelleştirmeye ve Allah’a yakın olmaya gayret ediniz. Sabahleyin, öğle ile akşam arası çalışınız. Bir parça da geceden faydalanınız. Aman acelesiz gidin, telaşsız gidin ki, menzilinize, varacağınız hedefe ulaşasınız.” (Buhârî, Rikâk 18. Benzer şekilde Buhârî, Îmân 29. Ayrıca bk. Nesâî, Îmân 28) demektedir. O amellerin az da olsa devamlı olanının daha önemli olduğunu söylemektedir. (Buhârî, Îmân 32, Teheccüd 18; Müslim, Müsâfirîn 221. Ayrıca bk. Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 17; Îmân 29) Mermeri aşındıran suyun tazyiki değil, damlarının sürekliliğidir.

Mücadele tek bir uygulamanın, deneyimin ve yahut çalışmanın adı değildir. Topyekun bir harekettir, gerçek. Bu hareketin, bu yürüyüşün, bu çabaların içinde her bir ferdin kendi gücü oranında yeri vardır. Bir savaşta zafere ulaştıran amil bir neferin kendi kendine savaşması değil, saf düzeninde kendisine verilen görevi yerine getirmesidir. Kimi bu iman çağrısı seferberliğinin önündedir, kimi neferidir, kimi ise kardeşleri için geride kalıp ilim çalışması yapmaktadır. (Tevbe: 122) Önemli olan, herkesin aynı hedef ve amaç uğrunda, aynı yolun üzerinde ve aynı anlayışla kendileri için düşen görevin gereğini hakkıyla yerine getirmeleridir. İslam davasının içinde her bir yüreğin taşıyacağı bir yük muhakkak vardır.

Mücadelede süreklilik esastır. Zira mücadele kolay elde edilebilene verilen bir tanımlama değildir. Mücadele anlamı gereği sürekliliği, zorluğu ifade eder. Bu meşakkatten dolayı mücadele eden mümin Rabbi katında değerli (Saf: 4) olur, bu nedenle de yılgınlık ve zafiyet gösterilmemelidir. (Al-i İmran: 146) Bu dinin ve bu kulların sahibi diyor ki:

“Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine giriş; Ve ümit edeceğini yalnız Rabbinden iste” (Nahl: 6-8) (21)

Rabbimizin bu hitabı kullarına sürekli bir mücadele azminde ve sürekli bir mücadele gayretinde olma gerekliliğini ortaya koyar. Müslümanın bir işi bitirdiği zaman dinlenmesi, işini tamamladığı için kulluk görevlerinin bittiği sonucu çıkmaz. Tam tersine bir işi bitirmek yorulmayı da getirir, fakat bu ilahî hitap, “işi bitirdin, yoruldun fakat durma, kalk, yorul, yorulmağa devam et” demektedir. Mücadele ne kadar çetin olursa olsun, mücadele ortamı ne kadar olumsuz olursa olsun bu görev sürdürülmelidir, zira bunlar yakîn gelene kadar sürecek bir ameliyedir.

Mücadele insanının sahip olduğu mücadele hırsı onun mücadelesindeki azmi de besleyecektir. Bu hırs Allah adamı nasıl olması gerekiyorsa öyle olmaya çalışma, kendini o formda tutma, onun gereğini eksiksiz yapmaya çalışma, aksine  sebep  olacak her olgudan uzak durma iştiyakıyla birliktedir. O önce sağlam bir Müslüman olması, sonra da sağlam ve sıhhatli bir bünyeye sahip olması gerektiğinin farkındadır. “Çünkü bedenî yönde güçlü olan Müslüman oruç, hac, cihad gibi ibadetlere, Allah yolunda gayrete, mücadeleye mücahedeye  güç yetirebileceğinden sevabı çok kazanması yönünden tabii ki daha hayırlıdır. Müslüman başına gelen hadiselerde kendisini ihtimallere kaptırıp Allah’ın kazasına razı olmamak, kadere karşı çıkmak ve sonunda Allah’ı inkar etmek gibi kötü bir hale düşebilir. Gerekli tedbirleri aldıktan sonra başa gelen işlerde “şöyle olsaydı böyle olurdu” gibi sözlere hiç gerek yoktur. Müslüman bu durumda “iş Allah’ın takdiridir” diyerek güçlü iradesini kullanır ve böylece güçsüz, iradesi zayıf mü’minlerden Allah’a daha hayırlı ve sevimli olmuş olur ve mü’min her hadise karşısında Bakara: 156’da belirtildiği gibi “Biz Allah için varız yani varlığımız Allah içindir sonunda da O’na döneceğiz” diyerek teslimiyetini, aciz ve zayıflığını ortaya koyup Allah’ın her şeyin üstünde güç ve kuvvet sahibi olduğunu hatırından çıkarmamalıdır.”

Müslüman bu yakîn iman sebebiyle bilir ki amelleri asla zayi olmayacaktır (Hud: 115), dünyaya ait olana bütün bir insanlık tamah ederken yaptığı fedakarlıkların yüksek bir bedelle kendisine döneceğinin farkındadır, bu bedel Allah'ın kendinden razılığıdır, bu bedel cennettir.

“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.” (Tevbe: 111)

http://rahle.org/abdullah-egilmez-yazarinin-ilay-i-kelimetullah-icin-mucadele-yazisi-342

13 Aralık 2024 Cuma

Mücadele İstikamet İster

Mücadelede istikamet üzere olmak gerektir. İstikamet doğruluk, dürüstlük, her çeşit işte itidal üzere bulunma, adalet ve doğruluktan ayrılmayıp din ve akıl dairesinde yürüme demektir. Din ve dünya ile ilgili vazifelerini emrolunduğu gibi yapmaya çalışan bir Müslüman dosdoğru bir insandır. “Bizi dosdoğru olan yola ilet" (Fatiha: 3) ayetinin devamında, bu yolun kendilerine nimet verdiklerinin yolu olduğu açıklanır. Bu nimet verilenler de peygamberler, sıddîklar, şehidler ve Allah'ın salih kullarıdır. Mü’min, Allah'ın salih ve sadık kulları ile beraber olur, onları sever, ilim ve sohbet meclislerinde bulunursa Cenâb-ı Hak onun doğru yolu bulmasını ve onda devamını kolaylaştırır.

İstikamet Allah ve resulün bildirdiği (sırat-ı müstakim) kurallara göre doğrularımızı belirlemektir.

İstikamet, hem yönün hem de yürüyüşün doğru olmasını gerektirir.

Herhangi bir yolda azimle ilerlemek başarı getirir, fakat yürüyeceğimiz yolun seçimi bize bırakılmadığı için başarı veya başarısızlığa kanmadan sabırla yürüyüşe devam etmek gerekir. 

Takva toplumu anlayışına uygun olarak yapılan işlerde, ortalamayı değil kaliteyi önemsemeliyiz. İş yapma şeklimiz, o işin en iyi yapılma şekli olmalıdır.

Fert veya cemaat olarak tarzımız, olabildiğince açıklık içinde olmalıdır. Bunun kendine güvenin bir işareti olduğu; yapılan yanlışların gizlenememesi gibi bir riski / güvenceyi de beraberinde taşıdığı unutulmamalıdır. İnsanları gizeme çağırmamalıyız / gizem peşinde koşan insanların tercihi olmamalıyız.

Hareketli ve harekette istikrarlı, gelişmeye açık kişilikler olmalı, bunları desteklemeliyiz.

İslamî bir temeli olmayan, davete veya cemaate zarar veren davranışlardan ve kişilik özelliklerinden vazgeçilmelidir.

Yaşı, mesleği vb. özellikleri ne olursa olsun her fert müsavidir: Eğitim / tebliğ / infak / cehd herkes için ortaktır. Bu kapsamda Cemaat içinde o fert için oluşan rol ne ise, ona tabi olmalıdır. Bireyin mücadeleye katılımı oranında konumu etkilenir.

Kardeşlik ortak bir bilgi temeli ve anlayışlarla desteklenir. Amaç ve metot konusunda benzer düşünmeye başlayan insanlar yolculuğun gereklerini paylaşmakta istekli ve organize olacaklardır.

Sorumluluk Allah’a karşı olduğundan her fert, dünyevî bir ödül veya ceza beklemeden elini taşın altına koymalıdır.

http://rahle.org/abdullah-egilmez-yazarinin-ilay-i-kelimetullah-icin-mucadele-yazisi-342

12 Aralık 2024 Perşembe

Mücadele Kaynaklardan Beslenir


Hedefi İlay-ı Kelimetullah'ın ikamesi olan mücadelenin zemini, içinde yaşanılan coğrafyadır. Yeryüzünde iman ve adaletin hakim olduğu, İslam'ın amellerde ve gönüllerde yaşandığı esenlik iklimini inşa edebilmek için yürünen bu yolun konusu yine insandır. Ve insan Allah ile olan hukukunda tercihini özgürce yapabilmelidir: imanı kabul etmeyi de, etmemeyi de kendi iradesiyle tercih edebilmelidir. İnsanların Allah'ın dinini gereği gibi anlayabilmeleri için ise hikmet ve basiret üzere davet gereklidir.

Bu mücadeleyi sürdürecek dava adamları Kur'an ve Sünnetten besleneceklerdir. Karşılarına çıkan meseleleri bu iki temel kaynak ekseninde çözümlemek için dikkatleri yoğunlaştırmalı ve bu alanda ümmetin amelî ve ilmî birikimini sahiplenmelidirler. Bu Ehl-i Sünnet yaklaşımıyla İslam bütünlüğü içinde ümmetin meselelerini, insanlığın buhranını bir takva toplumu inşa etme bilinciyle ele alarak sırat-ı müstakimde (dosdoğru yolda) yürünmelidir.

Bid’atlerden arınmış, saf bir İslam toplumunu ihya etmek için örnek nesil olan asr-ı saadet toplumuna doğru; yaşanılan coğrafyanın değerleri, sosyal ahengi de gözetilerek çalışmalar sürdürülmelidir.

http://rahle.org/abdullah-egilmez-yazarinin-ilay-i-kelimetullah-icin-mucadele-yazisi-342

11 Aralık 2024 Çarşamba

Mücadele Hayat Kaynağıdır

Mücadele imanın gereğidir; iman tavır gerektirir. Asıl olan imanın gerektirdiği tavrı gösterip bedeline razı olmaktır.

Mücadele muttaki insanın azığıdır, takvanın gereğidir. Mücadeleyi anlamlı kılan bilinçli olmasıdır. Zaten yapacağı bir eylemi Allah rızasına uygun biçimde yerine getirerek sevap kazanma anlayışının her an diri tutulmasıyla benlik, her an Rabbin huzurunda olacaktır. Zaten takvanın zirvesi ihsan da budur. Bu dirilik kimliğin muhafazasını da sağlar.

Mücadele imanın gerek şartlarındandır. Mücadelesiz bir iman aşınmalara açıktır. Şeytan ve yandaşlarının her türlü hile ve desiseyle saptırıcı, alçaltıcı çabaları karşısında iman erozyona açıktır. Her gün onlarca saniye karşılaşılan bu etkiler karşısında imanı koruyacak olan selim bir kalptir. Selim bir kalp Allah'ın nuruyla dolan bir kalptir. Allah'ın adını bile kullanarak yoldan çıkarma gayretindeki şeytana (Fatır: 5) karşı ancak iman üzere çabalayan bir insan direnebilir. Bataklığı kurutmadan gül bahçesi aynı yerde yeşermez. Müslüman yaşam alanını imanî değerlerin esenlik iklimine çevirebildiği ölçüde şeytan ve tağutların saptırma ve zulmünden emin olur ve hem kendisinin ve hem de ehlinin imanını koruyarak “Müslümanca bir ölüm” ile (Araf: 126) Rabbine gidebilmenin yolunu teminat altına almış olur.

Mücadele mustaz’af insanların yaşama ümididir. (Nisa:75) Zira zalimlerin zulümatı (oluşturdukları kaotik karanlık hava) altında bunalmış, değil tarihi, kendi küçük dünyalarında bile yaşam koşullarını kendi lehlerine çevirebilmekten aciz insanlar için kurtuluşun kaynağıdır. Onlar Allah'a dönerek kendi acziyetlerini ortaya koyarak bir kurtarıcı ummaktadırlar. Mücadelenin sürüyor olması onları yaşama bağlayıcı bir unsur olacaktır. Bu gayretlerin varlığı bir gün muhakkak yeryüzünde ıslahın ve imarın sağlanacağının alametidir. İnsanlık onurunun muhafazası, izzetli şekilde bir hayat için sahiplenilen değerlerin yaşanılır olması gereklidir. 

Mücadele yeryüzünün fesattan arındırılarak imar edilmesinin yoludur. Zulmün her zerresinin durdurulması, fitnenin her noktasının temizlenmesi, dünyanın her karışında Allah’ın dininin yaşanmasını kendine hedef koyacak ve bunun için durmaksızın mücadele edecek bir anlayış yaşam tarzı haline getirilmelidir.

İman / küfür çizgisiyle oluşan ayrılık ve iki toplum vakasının bilinciyle yürüyecek bir mücadele “Onları affet ve onlardan yüz çevir”den, “küfrün önderleriyle savaş” emrine kadar giden bir mücadele çizgisidir bu.

“Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzetli” (Maide: 54) olmak ve “münkere el, dil ve kalp ile tavır almak” bu mücadelenin şeklini belirleyen düsturlardandır.

http://rahle.org/abdullah-egilmez-yazarinin-ilay-i-kelimetullah-icin-mucadele-yazisi-342

10 Aralık 2024 Salı

Mücadele Kulluğun Gereğidir


Müslümanın fiillerinin değerini belirleyen, anlamlı kılan şey onun bakış açısıdır, fiillerine yüklediği anlamdır. Kişi yapıp ettiği her şeyi bir mücadele ruhu ile, Rabbinin rızasına giden bir bahane niyetiyle işliyorsa bu, bütün hareketlerini kuşatacaktır. Bu söz farkındalığın, eylemlerin bilinç düzeyinde olmasının önemini belirtmektedir. Allah'a karşı sorumluluğun bilincinde olma durumu ise takvadır.

Sorumluluğunun bilincinde olan bir Müslüman, Rabbi, Meliki, İlahı olan Allah ile bir ahitleşmede bulunmuş, taraf olarak bir söz vermiştir. 

Bu ahitleşmenin esaslarından birincisi; Allah'ı Rabb olarak tanımak (A'raf: 172), ikincisi ise; Allah'ın yeryüzünde halifesi olmaktır. (Yunus: 14) 

Bu tespitler Müslüman’ın yeryüzünde iradesi ve enerjisi ile kulluk ispatına girişmesini zorunlu hale getiriyor. Bu gayret demektir; yeryüzünü Allah'ın istediği şekilde imar etme demektir: İlay-ı Kelimetullah gayreti demektir. (Tevbe: 40)

Bu kimlik tercihi ciddi bir karardır, önemli bir karardır, hayatı şekillendiren bir karardır ve bedel ödemeyi gerektiren bir karardır. Tarihin her döneminde iyi ile kötü arasında mücadele vardır ve iyi ile kötü bilinen özelliklere sahiptir. Kötü olanın, şer olanın tarafında olanlar (varlıkları / kimlikleri gereği) hiç bir ahlâkî ve insanî değer ve sınır tanımazlar. Aynı şekilde -özellikle Allah'ın tarafında yer alan- iyinin taraftarları ise herkes tarafından güzel olarak değerlendirilen evrensel iyilik doğrularına bağlı oldukları için mukayyettirler. Allah'ın tarafında olanların yeryüzüne Tevhid'in yayılması ve gerçek Adalet’in ikamesi için çalışıyor olmaları, şeytanın tarafında yer alanlar açısından bir iktidar sorunsalı olarak algılanacaktır. Bu süreç kaçınılmazdır. Yeryüzünde yaşayan herhangi bir insan için ise sadece seçim yapmak vardır: 

Allah'ın tarafında olmak ya da Allah'ın karşısında olanların tarafında olmak. (Nisa: 76) Bu tahlilde Allah'ın kendi tarafında olanlar için verdiği görev: iyi ile kötünün savaşında iyinin kazanması için mücadele edilmesidir. (Al-i İmran: 127)

Zulmün bayraktarlığını yapanlarla birlikteliğini sürdürenlerde çok ciddi anlam kaymaları oluşur; batılı hak, hakkı ütopya olarak görecek kadar yaptıklarını normalleştirmektedirler. Böyle bir toplumda denge bozulmuş, nirengi kaymıştır.

“Zulüm iyice azıtınca, toplum dejenere olunca, ölçüler birbirine karışınca, her yanı koyu bir karanlık kaplayınca temiz bir ruh; rejimleri, kanunları ve gelenekleri şekillendiren zulme katlanamaz, tepki gösterir. Bu tür toplumlarda zulüm genel fıtratı bozar. Öyle ki insanlar, zulüm yapıldığını görmelerine rağmen tepki göstermezler. Azgınlığı, saldırganlığı gördükleri halde önüne geçmek gibi bir duygu uyanmaz içlerinde. Hatta genel fıtratın bozulması, haksızlığa uğrayanın tepki göstermesini, direnmesini yadırgayacak ve kendini veya başkasını savunmaya kalkışanı, Kıpti'nin Hz. Musa'ya dediği gibi "yeryüzünde zorbalık yapmaya", kamu düzenini bozmaya, anarşi çıkarmaya kalkışmakla suçlayacaktır. Bunun nedeni, diktatör tağutî rejimin insanları ezmesini görüp ses çıkarmamaya, herhangi bir harekette bulunmamaya alışmalarıdır: Öyle bir an gelir ki onlar, asıl yapılması gerekenin bu olduğunu, bunun bir meziyet olduğunu, bunun edep olduğunu, ahlâk ve iyiliğin bu olduğunu düşünürler. Bu yüzden haksızlığa uğrayan birinin kendini savunduğunu, tağutların kurdukları rejimleri korumak amacı ile diktikleri engelleri yıkmaya çalıştığını, bir mazlumun bu tür batıl, saçma ve yapay duvarları yerle bir etmeye giriştiğini gördükleri zaman, dehşete kapılarak hemen uzaklaşırlar. Uğradığı haksızlığı bertaraf etmeye çalışan mazlumu kan dökücü ya da zorba olarak nitelendirirler. Hemen o mazlumu kınama bombardımanına tutarlar, cezalandırırlar. Ama azgın ve zalim diktatörü kınadıkları ya da cezalandırdıkları çok az görülmüştür. Zulümden dolayı ayakta kalmayacak duruma gelse bile bir mazlumun ağır bir zulme tepki göstermesini mazur gösterecek bir neden bulamazlar.” (Kutup, S., Kasas: 19. ayetin tefsiri, Fizilal-il Kur'an, Dünya Yay. c: 8, sf: 89.)

Kendi durumlarını idealize eden ve Allah'a göre küfrün yanında yer tutan bu insanlar, görüldüğü gibi bunu bireysel tercih olarak algılamamaktadırlar, tam aksine dünya üzerinde bir hakimiyet zemininin zorunlu paradigması olarak ortaya koymaktadırlar. Bu konuyu bir varlık savaşı mevzusu olarak değerlendirmektedirler. Aslında onların bu durumu bir meydan okuyuşun ifadesidir. Bütün bir varlık alemi tevhide yönelmişken, sadece karanlığın bir avuç yandaşı bu mücadeleyi körüklemektedirler. (Mü'min: 4-5) Diğer yandan irade ve tasavvurlar konusunda, cahiliyyeden yana tavır koyan bu insanlar kendileri gibi olmayan bir kişiden, kendilerine uymasını isterler. “Şayet kişi onlara katılmazsa ona eziyet eder, işkence yaparlar. Onlara katılır ve uyarsa kimi zaman onlar tarafından ve kimi zaman da başkaları tarafından o kişi eziyet ve işkenceye uğratılır. Meselâ, dindar ve takva sahibi bir kimsenin zalim ve günahkâr bir topluluk arasına düştüğünü varsayalım. Böyle bir topluluk, zulümlerine ve işledikleri günahlarına onu da katmadan yahut o kimse yaptıklarına ses çıkarmaz hale gelmeden rahat etmezler." (el-Cevziyye, İbn K., Zadül Mead, İklim Yay. İstanbul, 1989, c: 3, sf: 32) Onların bu mücadele azmi bir mümin tarafından görülmezlikten gelinebilecek bir durum değildir. Zira İlay-ı Kelimetullah sevdalısı böyle bir bakış açısından nefret eder. (Mü'min: 35)

Kıyamete değin sürecek olan çatışmada kötünün / şeytanın taraftarları Allah’ın taraftarları üzerinde türlü türlü oyunlar oynayacaklardır. Bu beklenmeyen, sürpriz bir durum değil, tam tersine örnekleri Kur'an tarafından onlarca kez anlatılmış, mükerreren olacağı haber verilmiştir. Bu durum çekilecek sıkıntıların habercisidir, fakat aynı zamanda ebedi kurtuluşun da müjdesidir. (Bakara: 214) Allah'ın kullarına müjdesi sadece ölüm sonrasına ötelenmiş bir kurtuluş değil, aynı zamanda dünyada da Allah'ın yardımını getirmektedir. (Al-i İmran: 160) Bu zorlu ve kaçınılmaz mücadele yeryüzündeki tüm insanlık için esenlik ve huzur iklimini sağlayacaktır. (Hud: 115)

Müslümana verilen görev kaçınılmaz bir roldür. Zira bir yönden Allah tarafından yaratılmıştır, acizdir, zayıftır, güçsüzdür. Diğer yönden bir antlaşma yapmış ve söz vermiştir. Üstelik zaten Rabbi olan Allah onu bu görevinde koruyup kollamayı taahhüt etmiştir, İlay-ı Kelimetullah için dünyayı bir kenara bırakıp ahiret adamı (Allah adamı) olmayı kendine varlığının anlamı olarak benimsemiş kullarına yardım edecektir. (Muhammed: 7) Mü’min için verilen dünyayı ıslah ve adaletin tesisi görevi, ve sair işler zaten fıtratına uygundur, yapamayacağı şeyler değildir. (Bakara: 256)

Mücadele Yaşam Tarzıdır

Din bir tanımıyla tutulan yoldur, her hangi bir yol değil mabudun rızasına götüren bir yol. Bu yol dosdoğru bir yoldur ve bu yola girenler, Allah'ın ipine sarılanlar kurtuluş yolunu bulanlardır. Bu yolda olabilmek ve kalabilmek için mücadele edenlere yolun sahibi kendi rızasına gidecek diğer yolları (sebil) da gösterecektir. (Ankebut: 69) Bu yoldaki her bir gayret birer olgun Müslüman olma mücadelesidir, birer Rabbine layık kul olma mücadelesidir. 

Sözlükler mücadele kelimesini; “birbirlerine isteklerini kabul ettirmek için iki taraf arasında yapılan zorlu çalışma, savaş”, ya da “herhangi bir amaca erişmek, bir kuvvete karşı koyabilmek için bir kişi veya topluluğun güçlü, sürekli çabası, savaşımı” olarak tanımlar.

Hemcinslerini ıslah etme derdindeki Müslüman; “Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir” (Nahl: 25) ilahi emrine muhatap olmuş bir insandır. Kendini bilir, Müslüman kimliğine sahiptir ve kimlilikte karşıtlılık ilkesi gereğince ötekini de tanımlamıştır ve ötekileşmeyi reddetmiştir.

Yukarıdaki ayet ile Rabbimiz mücadelenin fikri altyapısını detaylıca ortaya koyarak muhatabı olan kullarını ikna etme yöntemini değil, kaçınılmaz bir mücadele yükümlülüğü altında olan halifelerine mücadelenin şeklini sunmaktadır: “En güzel şekilde.”

9 Aralık 2024 Pazartesi

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER 18- SONUÇ

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Sonuç

Nesnenin (eşyanın) özneden ve öznenin kavramasından bağımsız bir varlığa sahip olduğuna; halden hale değişip dönüşen, zıtlıkları kendisinde toplayan, acziyet içinde bulunan nesnelerin kendiliğinden meydana gelemeyeceğine (nesnelerin hâdis oluşuna, sonradanlığına); eksik, kusurlu ve muhtaç durumda bulunan varlıklardaki zıt durumların bir araya gelerek evrendeki uyum ve düzene hizmet edişine; yapısındaki kâbiliyetlerle birlikte insanın fıtrî bir eylemi olan akıl yürütme gücüne dikkat çeken Mâtürîdî, vahiyle karşılaşmasalar bile insanların akıl yürütmek sûretiyle üstün niteliklere sahip Yüce Yaratıcı'nın varlığını bilebileceğinden ve Allah'a îman etme sorumluluğunu taşıdığından bahsetmiştir.

Yüce kitabımız "Kur’an'daki âyeti kerimeleri anlama faaliyeti" olarak düşünebileceğimiz Mâtürîdî'nin Te'vîlâtü'l-Kur'an isimli çalışmasındaki aklî izahlar esasen Kur'an'ın pratik düşünmeye, evreni araştırıp inceleyerek keşfetmeye yönelik metodundan hareketle dile getirilmiştir. Zira Kur'ân-ı Kerim'de Yüce Allah, insanın en fazla muhatap olduğu olgulara yani insanın kendi yapısı ve çevresindeki olaylara dikkat çekerek düşünmeye sevk etmekte, her fırsatta aklı kullanmanın önemini vurgulamaktadır. İnsanın körü körüne değil, aksine araştırarak aklıyla ve tecrübesiyle hareket etmesini, mâkul gerekçelere dayanarak kararlar almasını emreden Yüce Allah'ın beyanları, bilimsel bulgu ve keşiflerle de desteklenmekte "evrenin de okunması gereken Allah'ın varlığı ve birliğine ilişkin bir âyet" olduğunu göstermektedir. İşte Mâtürîdî, Allah'ın kelâmı olan Kur'an âyetleriyle Allah'ın fiili konumundaki evren âyetlerini bir bütün olarak düşünmeyi, böylece hayatın anlamı ve değerini keşfetmeyi kendisine ilke edinmiş bir düşünürdür.

Velhâsıl-ı kelâm, Mâtürîdî'nin "ilâhî bir rahmet" şeklinde ifade ettiği vahyî bilgi, selim akıl sahipleri için açıklayıcı bir rehber, aydınlatıcı bir ışık ve Allah'ın bir lütfudur. İşte her fırsatta vahye olan ihtiyaca ve vahyin yaptırım gücüne vurgu yapan Mâtürîdî, vahyî bilgi olmasaydı bile genel ahlâkî ilkelerin yanı sıra Allah'ın varlığı ve birliğine ilişkin bilginin elde edilmesinde "aklın keşfedici özelliğine ve işaretleri okuyabilme kabiliyetine" dikkat çekmektedir...


Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

8 Aralık 2024 Pazar

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -17-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Her insanın yapısına kodlanan özelliklerin (fıtratın) hem varlığına, hem de doğru bilgiye yöneltmedeki rolüne dikkat çeken Mâtürîdî, Te'vilâtü'l-Kur'ân adlı eserinde konuya ilişkin açıklamalarda bulunarak şunları söylemiştir;

Son örnek ise şöyledir:

"Sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun ki" (eş-Şems 91/8.)

"...Lezzetli ve faydalı şeyleri sevmenin, kötülüklerden ve elemlerden kaçınmanın nefsin tabiatında yer aldığını görmez misin? Fakat nefis faydalı ve zararlı olan her şeyi tek tek bilemez. Ancak tadarak (algılayarak) bunu bilebilir. Gözün renkleri idrak etmesiyle birlikte onun iyiliğini ve kötülüğünü bilememesi de buna benzer. Fakat akıl, iyi ve kötünün arasını ayırandır. Akıl kötülüklerin kötülüğünü, iyiliklerin iyiliğini genel olarak ayırabilecek bir tabiatta (yapıda, özellikte) yaratılmıştır. Bununla beraber akıl, her iyi şeyin iyiliğini, her kötü şeyin kötülüğünü tek tek bilemez (arasını ayıramaz). Öyleyse (Sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun ki) âyeti, yani iyiden kötüyü, temizden pisi, fücurun kötülüğünü ve takvanın iyiliğini ayıracak şeyi (Allah) nefislerde yarattı, anlamına gelir. İşte böylece imtihan ve külfet (sorumluluk) gerekli olur. (akıl, yani ayırt etme yetisi sebebiyle yükümlülük gerekli olur.)..."

Devam edecek...


Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

7 Aralık 2024 Cumartesi

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -16-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Her insanın yapısına kodlanan özelliklerin (fıtratın) hem varlığına, hem de doğru bilgiye yöneltmedeki rolüne dikkat çeken Mâtürîdî, Te'vilâtü'l-Kur'ân adlı eserinde konuya ilişkin açıklamalarda bulunarak şunları söylemiştir;

Üçüncü örnek:

"Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ı tesbih etmektedir. O, güçlüdür; hikmet sahibidir." (el-Hadîd 57/1.)

"...Ayrıca "tesbih" olarak ifade edilen şeyin, yaratılışın (hilkâtin) tesbihi olduğunu söylemek mümkündür. Her şeyin yaratılışı Allah'ın varlığına ve birliğine tanıklık etmektedir. Öyle ki kâfir olsun, mü'min olsun tüm insanların ve her şeyin yaratılışı (hilkâti) Allah'ın varlığına ve birliğine tanıklık etmektedir. (Ayetteki tesbih ile) yerde ve gökte sınamaya konu olan (irâdeli) varlıkların tesbihini kastetmiş olabilir. Bu durumda hususi bir tesbihe, yani nutkun ve dilin iradeden kaynaklanan tesbihine raci olur/tesbihi manasına gelir. (Ayette geçen yer ve gökteki her şey) ruhu olan her şeye raci olabilir (yani yer ve gökteki her şeyden kasıt ruhu olan her şey olabilir). Allah bu şeylerin derununda (sırriyet) kendisine ilişkin tesbihi yaratmış/yerleştirmiştir (yec’alü) ki bunu sadece O bilir. O'ndan başkası ise ancak Allah’ın ona bunu bildirmesi ile bilir...."

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

6 Aralık 2024 Cuma

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -15-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Her insanın yapısına kodlanan özelliklerin (fıtratın) hem varlığına, hem de doğru bilgiye yöneltmedeki rolüne dikkat çeken Mâtürîdî, Te'vilâtü'l-Kur'ân adlı eserinde konuya ilişkin açıklamalarda bulunarak şunları söylemiştir;

İkinci örnek:

"«Ey Âdemoğulları! Size şeytana kulluk etmeyin, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır» demedim mi? (şeytana kulluk etmeyeceğinize dair sizden ahid almadım mı?)"Yâsin 36/60.

Bu âyeti (Allah'ın sözünü) Mâtürîdî üç şekilde yorumlamaktadır:

"Birincisi, yaratılış ahdidir. Çünkü Allah teâlâ varlığına tanıklık edecek şeyleri her insanın yaratılışında, yapısında var etmiş, kulluğu (ibadeti) kendisine has kılmış, kendisinden başkasına (kulluk yapılmasını) yasaklamıştır/men etmiştir

Ne var ki onlar (yani ahitleştiği insanlar) bu ahdi bozdular, kulluğu ve ulûhiyyeti ondan (Allah’tan) başkasına atfettiler/layık gördüler.

İkincisi,  Allah'ın emir ve nehiylerine itaat hususunda, Peygamberler aracılığıyla onlardan alınan ahiddir.

Üçüncüsü, (ahdin üçüncü anlamı) şöyledir, Allah insanların tabiatına birtakım istek ve arzular yerleştirmiştir ki bunların Allah tarafından (min indihî)(bir lütuf ve inayetle) karşılanması/giderilmesi (kazauhâ) onları (yani insanları), nimetlerinden dolayı kulluğu ve şükrü sadece Allah'a hasredip ulûhiyeti ona has kılmaya götürür, bunları (yani kulluğu ve şükrü) başkasına arz etmekten, O'ndan başkası için yapmaktan (insanları) alıkoyar.

Ne var ki (insanlar) bu (ahdi) bozdular ve onu terk ettiler." 

Devam edecek...


Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

5 Aralık 2024 Perşembe

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -14-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

"Allah'ın, insanları, kendisi üzere yarattığı doğa/fıtrat kanunu" şeklindeki Allah'ın sözü şu anlamlara gelebilir.

Üçüncüsü, "Allah'ın insanları imtihanı taşıyabilecek bir fıtrat üzere yaratmasıdır."

"Allah’ın yaratmasında bir değişiklik olmaz" ) هللا لخلق تبديل ال ( ifadesine gelince yorumcuların geneli/çoğu şöyle dedi: "Allah’ın dininde bir değişiklik olmaz, burada (Allah) dini, yaratma olarak isimlendirmiştir." Mutezile’nin yaklaşımına (kavl) göre onda (Allah’ın yaratmasında) tebdil olmaktadır.

Çünkü onlar kulun fiilinin yaratılmış olmadığını söylüyorlar ve Allah'ın هللا لخلق تبديل ال sözüyle ilgili olarak şöyle bir aldatmaca yapıyorlar: Yani ( ال تبدل لما به يقع الدعاء إليه او كالم ( edilen dua/seslenilen a’Allah kendisiyle“sözde bir değişiklik olmaz" ya da buna benzer bir şey (söylüyorlar). Bu durumda (onlara karşı) şöyle denir: Din kişinin itaati kendisiyle gerçekleştirdiği şeydir ve (bu açıdan) onun (kişinin) fiilidir, (kök olarak) dâne-yedînu’dan alınmıştır/gelmektedir. Sonra onun (yani itaatin kendisiyle gerçekleştiği şeyin) Allah’ın yaratması olduğu bildirildi. O halde bu, onun (yani kulun fiilinin) yaratılmış olduğunu gösterir.

“Allah’ın yaratmasında bir değişiklik olmaz" sözü hakkında şöyle demek mümkündür; yani "Rahman'ın yaratışında hiçbir aksaklık göremezsin" âyetinde olduğu gibi, Allah'ın yaratmasında Allah'ın vahdaniyyetine delâlet, rububiyyetine şehadet bulunmaktadır, yani Allah'ın vahdaniyyetine delâlette, varlığına şehadette Allah'ın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk göremezsin...

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

4 Aralık 2024 Çarşamba

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -13-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

"Allah'ın, insanları, kendisi üzere yarattığı doğa/fıtrat kanunu" şeklindeki Allah'ın sözü şu anlamlara gelebilir.

İkincisi, "onları yarattı (fatarahum)" ve "onların yapısına kabiliyetler yerleştirdi (cebelühüm)" ifadesidir ki, şayet insanlar bu yaratılmış oldukları fıtrat üzerinde, salt akılları üzere bırakılmış olsalardı, diğer bir deyişle nefsani tabiatın gereklerinden azade olsalardı yaratıldıkları fıtrat doğrultusunda davranırlardı (yaratılmış oldukları, yapılarında bulunan kabiliyetler üzerine gelişim gösterirlerdi). Öyleyse Allah herkesi bir fıtrat (donanım) üzere yaratmış ve herkesin yaratılışına Allah’ın rubûbiyyet ve vahdâniyyetine götürecek şeyler (kâbiliyetler) yerleştirmiştir. 

İşte Hz. Peygamberin "Her doğan fıtrat üzere doğar" sözü bu şekilde anlaşılmalıdır.

Her doğan fırtat üzere, yani Allah’ın vahdaniyyetine, rububiyyetine delalet ve tanıklık eden (teşhedü) bir yaratılış üzere doğar. İnsan (önyargı ve taklitten azâde bir şekilde) tek başına bırakıldığında ve aklı ile kendisi arasına (duygu, his, cismani tabiat vb.) şeyler girmediğinde (bunları) idrak eder. 

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

3 Aralık 2024 Salı

KÜÇÜK NOTLARIM (101) Bir türlü mutlu olamıyorsan, kimseyi suçlama!

Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71-72. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 59; Nesâî, Îmân 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime 9)

Kendin için ne istiyorsan kardeşin için de istemiyorsan imanını kâmil noktaya taşıyamazsın. Başarı istiyorsan arkadaşının da başarılı olması için dua edeceksin. Onun başarısına haset edersen senin de başarılı olma ihtimalin azalır.

Başkalarının malına, başarısına, mevkine, mutluluğuna haset etme, rahatsız olma sevin ki sana da hayır ve bereket kapıları açılsın. Çünkü senin de bu ikramları kazanman onun sevincine canı gönülden sevinmenle ilintili. Bu Allah Teala’nın sünnetullahı. 

Kendine acıyarak geçirme bu hayatı. Başkalarının işleri yolunda giderken senin işlerin hep ters gidiyorsa, bir türlü mutlu olamıyorsan, kimseyi suçlama! Neden Rabbin bunları sana yaşatıyor, bul onu. Bunlar geçmişte yaptığın hataları düzeltmen için, ya da sende olmaması gereken hasletlerden kurtulman için olmasın!.

Hasetten arın, herkesi sev, Rabbine hüsn-ü zan et, yaşadıklarını hayra yor, Rabbinin başkalarına verdiği nimetlerden onlar adına mutlu ol. “Bana da ver, kardeşime de ver” diye dua et. Et ki bütün hayır kapıları sana da açılsın. 


ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER 12-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

"Allah'ın, insanları, kendisi üzere yarattığı doğa/fıtrat kanunu" şeklindeki Allah'ın sözü şu anlamlara gelebilir.

Birincisi, هللا فطرة” Allah'ın fıtratı (fıtratallah)” yani (Allah'ın) insanın yapısına yerleştirdiği Tanrı bilgisidir (marifetullahtır).” Allah, her bebek ve çocuğun yapısına, Rabbi’nin birliğine ve rububiyetine ulaşmayı sağlayacak bilgiyi (bilebilecek kâbiliyetleri ya da donanımı) yerleştirmiştir. Bu, bebeklik ve çocukluk hallerinde annelerinin sütünü emmek (suretiyle) elde ettikleri gıdayı ve (bunun soncunda ortaya çıkan) gelişimi (sağlayan) bilgiyi onlarda yaratması gibidir. Bu sebeple (Hz. Peygamber’in) "Her doğan fıtrat üzere doğar, daha sonra annesi-babası onu yahudileştirir, hristiyanlaştırır" sözü(ndeki fıtrat), dağlara verilen Rabblerini tesbih ve hamd bilgisi (ile aynı şeydir). Ancak daha sonra anne-babası çocuğu kendilerine benzetebilmekte ve onu asıl fıtratından uzaklaştırabilmektedir.


Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

2 Aralık 2024 Pazartesi

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER 11-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

3) Allah'ın Varlığına İşaret Eden "Fıtrat"a İlişkin Te'vilâtü'lKur'ân'dan Birkaç Örnek İfade

"Fıtrat"tan ya da "hilkât"ten bahsettiği ifadelerinde Mâtürîdî, daha çok insanın yapısı, doğuştan getirdiği potansiyeller, doğruyu ve yanlışı temyiz yeteneği üzerinde durmuştur, bununla birlikte akıl/irâde/vicdan sahibi olan her insanın bu yetilerini doğru kullandığında Allah'ın varlığı ve birliği bilgisine ulaşacağından bahsetmiş, bu yetilerin köreltilmesi ile karakter zaafı yaşayan insanın özünden uzaklaşacağını ve doğru bilgiye ulaşamayacağını belirtmiştir. Her insanın yapısına kodlanan özelliklerin (fıtratın) hem varlığına, hem de doğru bilgiye yöneltmedeki rolüne dikkat çeken Mâtürîdî, Te'vilâtü'l-Kur'ân adlı eserinde konuya ilişkin açıklamalarda bulunarak şunları söylemiştir;

Birinci örnek:

"Böylece sen, bâtıl olan her şeyden arınmış olarak, yüzünü kararlı bir şekilde Allah'ın, insanları üzerinde yarattığı doğa/fıtrat kanununa/dine çevir! Allah’ın
yaratmasında bir değişiklik olmaz. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler." (Rûm 30/30.)

Allah'ın yüzünü hanîf (bâtıl olan her şeyden arınmış)
olarak dine çevir!" sözü hakkında bazıları, bu hitabın Resulullah sallallahu aleyhi vesselem'e yönelik olduğunu iddia etmişlerdir. Şöyle ki önce “şunlar
şunlar O’nun ayetlerindendir” dedi, sonra "bilgisizce kendi arzularının peşine takılanlardan" bahsettikten sonra Allah’ın Peygamber’ine "sen yüzünü hanîf (bâtıl olan her şeyden arınmış) olarak dine çevir!" buyurdu.

Bize göre ise bu ve benzeri bir hitap "De ki: Siz, ey kâfirler! (hakikâti inkâr edenler!)", "De ki: O Allah tektir." âyetlerinde olduğu gibi herkes (tüm insanlar) içindir. “Öyle ki hitabın ulaştığı her kişinin "O Allah tektir", "Siz, ey kâfirler" demesi emredilmiş gibidir” İşte bunun gibi "sen yüzünü hanîf (bâtıl olan her şeyden arınmış) olarak dine çevir!" hitabı her kişiye yönelik olarak gelmiştir.....

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

1 Aralık 2024 Pazar

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -10-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Gâye ve nizam konusunda dördüncü örnek şöyledir:

"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır." (Âl-i İmrân 3/190.)

"Azîz ve celîl olan Allah, düşünen insanlar için zikrettiği bu şeylerde ibretlerin varlığını haber vermektedir. Bilindiği üzere duyular ile algılanabilen şeylerden hareket ederek düşünme ve araştırma yapmakla ulaşılan ibretler, duyu organlarıyla algılanamayan meseleleri bilmek içindir. Zaten akıl sahibi insanların duyuların kapsamına giren şeyler hakkında düşünerek, akıl yürüterek bilmek için kendilerini zorlamaya (gayret sarfetmeye) gerek yoktur. Bilakis duyularla elde edilen bilgiler zorunlu bilgilerdir, bunlar çaba sarfetmeyi gerektiren ilimlerin derecelerine ulaşmayı sağlayan beşeri ilimlerin ilkeleridir..

Bu âyette aynı zamanda öz akılla, tevhide ulaşmanın gerekliliğine delil vardır. İbretler, öz akıl sahibi kişiler için konulmuştur. İbretlerin ilk derecesi onların bir var (inşâ) edeni ve ibret vesilesi kılanı olduğunu bilmektir. En Doğrusunu Allah Bilir. 

Sonra buna, göklerle yer arasında bulunan uzaklığa (mesafenin uzunluğuna) rağmen bu ikisinde yer alan faydaların bağlantılı oluşu da işaret etmektedir, yer ve gök arasında bulunan faydaları kullanmak sûretiyle yeryüzünde depreşen her canlının yaşaması ve yaşamını devam ettirmesi de Yaratan'ın varlığına delil olur. Aynı şekilde her canlının faydasına olmak üzere -birbirlerine zıt olmalarına rağmen- gece ile gündüzün birbiri ardından gelerek benzer şekilde hareket etmelerinde; göklerle yerin birbirlerine eş gibi (ilgili, alâkalı) olmalarında bunların hepsini yoktan var edenin (münşî) tek oluşuna işaret vardır. Şayet yaratma farklılık gösterseydi (farklı yaratış mümkün olsaydı) düzen olmaz, faydalanma imkânları da ortadan kalkardı. 

Öyleyse bunları yaratan, her şeyi bilen (alîm) bir varlıktır ki, O (Allah) fayda veren şeyler arasındaki bağlantının nasıl düzenleneceğini, aralarındaki farklılıklara rağmen onları kendisi dışındaki ile nasıl birleştireceğini de bilir. O hikmet sahibidir (hakîmdir), her şeyi yerli yerine koymuştur. Öyle ki bilge insanlar (filozoflar) bu konu hakkında derin derin düşünüp taşınsalar bile yine de, cevherlerdeki farklılıklar ve hâllerdeki zıtlıklar sebebiyle- faydalı şeyler arasındaki en yakın veya daha üstün bir bağlantının nasıl olabileceğini bilemezlerdi. Zaten (varlıklar arasındaki) söz konusu ilişkiyi düzenleyen, tüm eksikliklerden münezzeh bir varlığın yardımı olmaksızın bilgelerin hikmet bilgisi, eşyada var olan hikmeti bırakın bir yönüyle ihata etmeyi, onun (hikmetin) bir kısmını bile elde etmekte yetersiz kalır. "

Görüldüğü üzere Mâtürîdî, evrendeki varlıklardaki ölçü, düzen ve amaçlılık üzerinden hareketle üstün ilim, irâde, kudret sahibi olan Allah'ın varlığı ve birliğinin akıl yürüterek bilinebileceğine dikkat çekmekte özellikle de"tedbîr" ve "hikmet" kavramlarına vurgu yapmaktadır.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

30 Kasım 2024 Cumartesi

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -9-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Gâye ve nizam konusunda üçüncü örnek şöyledir:

"Son Saat'in bilgisi yalnız O'na havale edilir. Hem O'nun bilgisi olmadan ne meyve çekirdekleri kabuklarını çatlatabilecek, ne de herhangi bir dişi gebe kalabilecektir; dahası, doğuramaz bile. Ve o gün onlara "Hani, nerede ortaklarım(!)?" diye seslenen biri çıkar; onlar "Sana itiraf ederiz ki, bizden hiç kimse (buna) asla tanık olmamıştır" diye cevap verirler."el-Fussilet 41/47

"Kabuklarını çatlatarak meyve çekirdeklerinden meyvenin ortaya çıkması, bir kadının yavrusunu taşıması (gebe kalması) ve doğurması Allah'ın varlığının, birliğinin, kudretinin, ilminin ve tedbirinin (yöneticiliğinin, düzenleyici oluşunun) delillerindendir. Allah'ın, meyve çekirdeklerini kabuklarının içinde yaratması; aynı şekilde çocuğu da anne rahminde perdeler içerisinde inşâ edip beslemesi, soğukluk, sıcaklık gibi ona eziyet verebilecek şeylerden çocuğu koruması, ona gelebilecek rahatsızlıkları engellemesi, lütfu ve rahmetinin göstergesi olarak ona olan şefkâti (lütufta bulunması), perdeler ve örtüler içinde onu en güzel bir biçimde şekillendirmesi Allah'ın ulûhiyyeti ve vahdaniyyetine göstergedir (Allah'ın ulûhiyyeti ve vahdaniyyeti bilinsin diyedir). Allah'ın zâtî ilmi ve kudreti sonradan elde edilmiş (mükteseb, müstefad) değildir, ezelîdir."

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

29 Kasım 2024 Cuma

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -8-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Gâye ve nizam konusunda ikinci örnek şöyledir:

"Allah, yedi kat gökleri ve yerden de bir o kadarını yaratandır. O'nun (yaratıcı) iradesi, bu ikisi arasında her an yenilenerek sürekli tecelli eder ki, Allah'ın her şeye muktedir olduğunu ve her şeyi akıl sır ermez bir ilimle kuşattığını kavrayasanız." (et-Talak 65/12.)

" şeklindeki beyanında Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur, yani gökler ve yerin yaratılışı ve bu ikisi arasında işleyen düzen (tedbîr) hakkında düşündüğünüzde, kendi zatının bir gereği olarak tüm varlıkları kuşatacak büyüklükte bir kudrete sahip ve dilediği şeyi yapmaktan hiçbir şeyin aciz bırakamayacağı bir gücün varlığını bilebilirsiniz. Aynı şekilde âlemde gözlemlenebilen bu düzen kendisinden hiçbir şeyin gizli kalmadığı âlim bir zâtın varlığına işaret etmektedir."

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

28 Kasım 2024 Perşembe

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER- 7-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

İmâm Mâtürîdî'nin Te’vîlâtü’lKur’an adlı eserinden "evrendeki hassas ayarlar, uyum, gâye ve düzenden hareketle Allah'ın varlığını bilmeye ilişkin" örnek olarak verebileceğimiz birkaç âyetin te'vîli ise şöyledir;

Birinci örnek:

"(Allah), geceyi gündüzün içine, gündüzü gecenin içine sokar. Güneş’i ve Ay’ı emri altına almıştır. Hepsi belirlenmiş bir zamana kadar akar (yörüngelerinde dönerler).

İşte bu Allah, sizin Rabbinizdir. Mülk, O’nundur. O’ndan (Allah’tan) başka taptıklarınız, bir kıtmire (hurma çekirdeğinin zarına) bile mâlik değildir." el-Fâtır 35/13.

İmam Mâtürîdî âlemdeki gâye ve düzenden hareketle bu âyet bağlamının te'vîli konusunda şunları söylemektedir:

"Gece ve gündüzün, ayın ve güneşin düzenli hareketinde ve işleyişinde, var oluşun başlangıcından sonuna dek, kendilerinde herhangi bir fazlalık, noksanlık, öncelik, sonralık olmaksızın bir kanun, yasa ve ölçüyle devam
edişinde Allah'ın varlığının ve birliğinin delilleri vardır. 

İşte zikredilen bu şeylerin hepsi âlemi inşâ eden (yaratan), bir yasa üzerine her şeyi düzenleyen ve bir ölçüye göre her şeyin varlığını devam ettiren "müdebbir
bir yaratıcıya" işaret (delâlet) eder. Şayet söz konusu şeyler kendiliğinden gerçekleşseydi, bir yasaya göre işlemez, düzensizlik ve kaos meydana gelirdi. Ayrıca âlemde birden fazla varlığın (yaratıcı/yönetici varlık) pek çok fiili (tasarrufu) gerçekleşmiş olsaydı varlıklarda ileri gitme, geri kalma, değişme, engellenme gibi durumlar meydana gelir, bir düzen olmazdı. Bu
sultanların farklı fiilleri sonucunda birinin olmasını istediğini diğerinin yasaklaması, engellemesi; birinin yasaklamayı, iptal etmeyi dilediğini ise diğerinin olmasını istemesinde olduğu gibi, başına buyruk bir durumun (kaos) ortaya çıkması gibidir. Birden fazla varlığın yaratıcı ve yönetici olmasının birbirlerine karşı muhalefeti ortaya çıkaracağı malumdur.

Zikrettiğimiz varlıklarda gözlemlenebilen bu uyum (ittisâk) ve düzen (tedbîr) üzere işleyiş, birden fazla değil de tek olan bir varlığın fiili ve düzenidir ki, işte bunlar Allah'ın varlığına ve birliğine işarettir.

" Allah geceyi gündüze, gündüzü de geceye katar"
ifadesinde iki incelik söz konusudur: İki incelikten ilki; birinin bütün izlerinin silinmesiyle diğerinin gelişi yahut birinin izlerinde meydana gelen artışın diğerindeki azalışı ortaya çıkarması, birinin saatlerine diğerinin saatlerinin dahil edilmesidir. Burada "hayrın yaratıcısı şerrin yaratıcısı değildir." diyen Seneviyyenin (Seneviyye: Düalistler, ikiciler. Yani iki kadîm tanrıya inanarak iyiliğin yaratıcısının "Nûr" veya "Yezdan", kötülüğün yaratıcısının "Zulmet" ya da ikili "Ehrimen" olduğunu savunan ve kâinattaki her şeyi bu perspektiften değerlendiren gruplar. Evrene hükmeden iki tanrının (iyilik ve kötülük tanrısının) bulunduğunu savunan fırkalar.) sözünü red söz konusudur. Onlar, hayrın yaratıcısının nur,
şerrin yaratıcısının zulmet olduğunu iddia ederler. Şayet söyledikleri doğru olsaydı nur gidip zulmet geldiğinde gâlip olan zulmet olurdu ve onun elinde nur mağlûp olurdu. Ve böylece de nur geldiğinde ve zulmet gittiğinde, zulmet nurun elinde mağlûp ve makhûr (yenilgiye ve hezimete uğramış) olurdu, nur onun üzerinde gâlip olurdu. Bir diğerinin elinde
mağlûp ve makhûr olunca ebedî olarak onun elinden kendisini kurtarmaya güç yetiremeyiş meydana gelir, zaten onlardan birinin diğerine gâlip olması
düşmanlığın gereği olan bir şeydir. Bazısının, diğer bazısını helâk olmaya, kendisinden kurtulamamaya zorlaması söz konusudur. Halbuki gece ve gündüz arasında böyle bir ilişki gerçekleşmemektedir, daha önce de söz ettiğimiz gibi bir ölçüye göre birinin eserinin silinmesinden sonraki zamanda diğerinin gelmesi olgusu, birden fazla varlığın düzenlemesine
değil, bilâkis tek bir varlığın yaratmasına (fiiline) ve yönetmesine (tedbîrine) işaret etmektedir.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

27 Kasım 2024 Çarşamba

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -6-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

2) Allah'ın Varlığına İşaret Eden "Gâye ve Nîzam"a İlişkin Te'vilâtü'l-Kur'ân'dan Birkaç Örnek İfade

İmâm Mâtürîdî, evrendeki hikmete uygun işleyen düzenli bir sistemin varlığından hareket ederek aklî izahlar getirmekte; zıt unsurlar arasındaki uyumdan söz etmektedir, dahası kusurlu olan âlemin "Mutlak Kemâl Sahibi" olanı yani üstün ilim, irâde ve kudret sahibi bir "Yüce Varlık"ı aramaya sevk edişinden bahsetmektedir. Mâtürîdî, evrende gözlemlediğimiz kusur ve noksanlıkların işleyen sistemdeki uyum, düzen ve gâyeye zarar vermediğini bilâkis hizmet ettiğini belirtmekle birlikte insanın eylemlerinin yol açtığı kötülüklerin ortaya çıkış sebebinin imtihan gereği insana verilmiş olan "özgür irâde"nin yanlış kullanılması olduğunu hatırlatarak insanî sorumluluğa vurgu yapmaktadır. Öyle ki çeşitli özellik ve potansiyellerle donatılmış varlıkların yaşayabilmesi için en uygun ve en elverişli bir düzenlemeyle işleyen dünyamızda, özgür irâdeye sahip olan insan varlığı, kaçınılmaz bir şekilde şerrin ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır. Mâtürîdî'ye göre evrende gözlemlenen kusur ve noksanlıklar ya da kötülük olarak değerlendirilen durumlar; iyiyi kötüden ayırma bilinciyle irâdeyi güçlendirerek kulları olgunlaştırma, eksikliklerin tetiklediği itici güç vasıtasıyla kemâli arama çabasına yönlendirme, kulları eğitme, iyinin değerini ortaya çıkarma, kullar arasında gizli kalan duygu ve düşünceleri açığa çıkarma, yaratan/yaşatan bunun yanında ihtiyaç sahibi olmayan Yüce Bir Varlık'a boyun eğip O’ndan yardım dileme, kulların arasında yardımlaşma, dayanışmaya, fedakârlığa zemin hazırlama ve en önemlisi de kulluk bilincinin oluşmasında özgür irâdenin işleyeceği seçenekler alanı sunma, îmanın özgür irâde ve hür seçime dayalı olmasını sağlama... gibi işlevleri yerine getirmektedir.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

26 Kasım 2024 Salı

Tavla oynamak haram mıdır? "Kim tavla oyunu oynarsa elini domuz kanına bulamış gibi olur." sözü hadis midir?

Soru 

Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim tavla oyunu oynarsa elini domuz kanına bulamış gibi olur." [Müslim, Şi'r 10, (2260); Ebu Dâvud, Edeb 64, (4939)]. Bu hadis Hz. Peygambere (asm) mi aittir?

Cevap

Evet, bu sözün hadis olduğu zaten verilen kaynaklardan da anlaşılmaktadır.

Zararlı oyunlar, bunlar dinen yasaklanmış olan kumar, tetayyur (uğursuzluk çıkarma), şans oyunları gibi oyunlardır. Bunlarla yasaklanmış bir konu bulaşmaktadır veya bulaşması ihtimali vardır. Aslında helal olan bütün oyunlar bu şekle döküldüğü takdirde zararlı ve yasak gruba girer.

Yasaklanmış olan veya bu hüviyete girmiş olan oyunlardan çocukların korunması gerekmektedir.

"Allah'ın her yasakladığı şey, büyük günahtır, hatta çocuğun kumar oynaması bile."(Kütüb-ü Sitte, Cilt: VIII, Çocukların Oyunu)

diyen Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm çocuğun bu işteki mesuliyetini onun anne, baba gibi sorumlusuna yüklemektedir.

Bu gruptan, bir de o devirde bilinip de yasaklanmış oyunlar vardır. Bunlardan biri tavladır. Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm:

"Kim tavla ile oynarsa Allah ve Resûlüne isyân etmiştir." (Ebû Davûd, Edeb, 56; Ibn Mâce, Edeb, 43; Muvattâ, Rüya, 6).

der. Nitekim sizin de aktardığınız ve Müslim'de bir diğer rivayette tavla oynamanın haram olduğu "Tavla oynayan, elini domuzun etine ve kanına batırmış gibidir." sözleriyle ifade edilmiştir. Nâfi'nin rivayetine göre "İbnu Ömer aile efradından tavla oynayanı yakalarsa oynayanı döver, oyun aletini de kırardı."

İskambil kağıt, okey, tavla oyunları oynamanın hükmü nedir? Eğer zarsız oynanırsa hükmü nedir?

Ortada karşılıklı bir para koyma -az veya çok- söz konusu ise, bu tür oyunlar haramdır. Böyle bir iddia yoksa mesele haramlıktan çıkar.

Ancak bu, hiçbir sakıncası olmadığı anlamına gelmez. Çünkü bu tür oyunların alışkanlık hâline gelmesi, zaman israfına düşülmesi her zaman mevzu bahistir. Bu sebeple en doğru hareket, böylesi oyunlara hiç bulaşmamaktır.

Tavla zarla oynandığı için caiz değildir.

https://sorularlaislamiyet.com/iskambil-kagit-okey-tavla-oyunlari-oynamanin-hukmu-nedir-eger-zarsiz-oynanirsa-hukmu-nedir

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -5-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Allah'ın Varlığına İşaret Eden "Hudûs"a İlişkin Te'vilâtü'l-Kur'ân'dan dördüncü örnek olarak ise şu âyet-i kerîmeyi zikredebiliriz:

“Sonra da nutfeden (bir noktadan rahim duvarına bağlı) bir alaka yarattık. Sonra alakadan bir çiğnem et (görünümünde) bir mudga yarattık. Bundan sonra mudgadan kemikleri yarattık. Daha sonra kemiklere et giydirdik (üzerini et ile kapladık). Daha sonra da onu, başka bir yaratışla inşa ettik (şekillendirdik). İşte böyle Allah, Mübarek’tir, En Güzel Yaratıcı’dır.” el-Mü'minûn 23/14.

"... Bir şeyin yoktan yaratılmasını inkâr eden ve duyular dünyasında (şâhidde) var olmayan bir şeyden (yoktan) bir şeyin meydana geldiğini görmemesi sebebiyle âlemin kıdemini (ezelî olduğunu) savunan kişiye şöyle denebilir: Eseri kalmayıncaya dek aslın yok olmasıyla birlikte bir şeyin başka bir şeyden inşasını görmedin mi? Şahitte böyle ise, bir şeyin önceki hâlinin (evvelinin) yok oluşuyla bir şeyden başka bir şeyin gaibte meydana gelmesi niçin mümkün olmasın? Nutfenin (hayat tohumunun, spermanın) yok oluşuyla nutfe alakaya (döllenmiş hücreye) dönüşür, alakanın yok oluşuyla alaka mudgaya (cenine) dönüşür ve bu şekilde değişim dönüşüm devam eder, gider. Her şey aslını yitirdikten sonra başka bir şeye dönüşür.

Böylece duyular âleminde hiçbir şeyin yokluktan meydana gelmemesi gaipte de yokluktan gelmeyeceğine delil olmaz. Nasıl ki Allah'ın kudreti duyular âleminde (şâhidde) aslı yok olduktan sonra başka bir şeyin meydana gelmesine imkân veriyorsa aynı şekilde Allah'ın kudreti diğer bütün durumlara da (âlemin yoktan yaratılmış olmasına da) imkân verir...."

Mâtürîdî'nin anne rahmindeki insanın oluşum aşamalara dikkat çeken âyetlerde bahsedilen değişim, dönüşümden ve yeni bir oluşumdan hareketle âlemdeki varlıkların sonradanlığından ve varlıklardaki ölçü ve hassas ayarlardan söz eder. Öyle ki Mâtürîdî, değişim, dönüşüm, sonradanlık, ölçü ve hassas ayarların âlemin yaratılmışlığına yani Allah'ın varlığını bilmeye işaret oluşuna dikkat çeker. Ayrıca Mâtürîdî, Te'vîlât'ın birçok yerinde varlıkların ve varlıklarda gözlemlenen hallerin Allah'ın varlığına delil olduğunu ifade etmiştir. Hudûs bağlamında Te'vilâtü'l-Kur'ân'da geçen aşağıdaki ifadeleri de örnek verebiliriz:

"...Ve yapılmış olan her şey yapıcısına tanıktır (şahittir) ve işarettir (delildir)...."

"...Tüm mahlûkât (yaratılmışların varlığı) Allah'ın vahdâniyyetine ve ulûhiyyetine bir işarettir (delildir)..."

"...Yaratılmışı (mahlûkâtı) manalarıyla bilen kişiye (yaratılmışlar üzerinde akıl yürüten kişiye) bu durum, Allah'ın varlığını bilmek için delil olur...."

"...Muhakkak ki Allah, mahlûkâtı (yaratmayı, yaratma fiilini,) Yaratıcı'yı bilmek için (Yaratıcı'nın varlığı bilinsin diye) bir sebep yaptı...."

"...Yaratıcıyı inkâr eden kişiye öncelikle âlemin sonradanlığı ve bir muhdise olan ihtiyacından bahsedilir. Âlemin hudûsu (sonradanlığı) sabit olunca (anlaşılınca), Yaratıcının varlığı ve birliği hakkında konuşulur.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü