30 Nisan 2019 Salı

Hayızlı Kadına Dokunmak

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
6. BÖLÜM HAYIZ

5. Hayızlı Kadına Dokunmak

299- Hz. Aişe'den 
radıyallahu anha şöyle nakledilmiştir: "İkimiz de cünüp iken Hz. Peygam­berle Sallallahü Aleyhi ve Sellem birlikte bir kaptaki suyu kullanarak gusül abdesti alırdık."

300- Bana emrederdi, ben de izarımi bağlardım. Sonra hayızlı olmama rağmen bana dokunurdu.
[Hadisin geçtiği diğer yerler:302,2030]

301- Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem itikaftayken başını bana uzatırdı. Ben de hayızlı olduğum halde başını yıkardım."

302- Hz. Aişe'den 
radıyallahu anha şöyle nakledilmiştir: "Bizden biri hayız olur, Hz. Peygam­ber Sallallahü Aleyhi ve Sellem de ona dokunmak isterse hayzın başlarında izarını bağla­masını emreder sonra dokunurdu." Hz. Aişe radıyallahu anha şöyle devam etmiştir: "İçinizden kim, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem nefsine hakim olduğu kadar kendine hakim olabilir ki!"

Açıklama

"Hayızlı Kadına Dokunmak" Burada dokunmaktan maksat, cima değil tenle­rin birbirine değdirilmesidir.

"izarımı bağlardım" Bu ifadeyle, kadının vücudunun orta kısmını izar ile örtmesi kast edilmiştir. Fakihler, geçerli olan örfü dikkate alarak örtülmesi gere­ken yerleri göbek ile diz kapağı arası olarak tespit etmiştir.

"Bizden biri" Yani Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem eşlerinden biri. 

"hayzın başlarında" Hayzın başladığı ilk anlarda ve akıntının bol olduğu za­manlarda.

"Hz. Peygamber'in nefsine hakim olduğu" Bu İfade ile Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem  kendisini tam olarak kontrol ettiği kastedilmiştir. Bir başka ifade ile, tehlikeli bölgelerde gezip tehlikeye bulaşmasından korkulan kimseler hakkında duyulan endişeler onun için geçersizdir. Buna rağmen yine de Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem  günaha düşmekten korunmamış başkalarına dinî bir uygulamayı öğretmek için örtünün üzerinden mübaşerette bulunmuştur. Alimlerin çoğu bu kanaattedir. Bu hüküm, maliki mezhebinde "seddü'z-zerîa" bölümündeki esaslara uygundur.

Sevrî, Ahmed Ibn Hanbel ve İshâk gibi bir çok selef alimine göre hayızlı ka­dının sadece cinsel organından istifade edilemez. Hanefî'lerden İmam Muhammed de bu görüştedir. Tahâvî de bu görüşü tercih etmiştir. Mâlikiler'den Asbağ'ın tercihi de bu doğrultudadır. Şâfiîler'de bu konuda var olan iki görüşten biri böyledir. İbn Münzir de bu görüşü seçmiştir. İmam Nevevî ise şöyle demiştir: "Bu görüş daha çok tercihe şayandır. İmam Müslim'in Enes'ten naklettiği "On­larla cima hariç her şeyi yapın!" hadisi de, buna delildir." Delilleri uzlaştırmak için bâbda zikredilen hadis İle benzerlerinin müstehap bir hükme delalet ettiğini söylemişlerdir.

îbn Dakîku'I-'îyd şöyle demiştir: "Bâbta zikredilen hadiste izarın altından ya­rarlanmanın yasaklandığına dair bir delil yoktur. Çünkü, hadiste sadece Rasûlullah'ın 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem  fiili söz konusudur." Nevevî de bu yorumu güzel bulmuştur.

303- Abdullah İbn Şeddâd, Meymûne validemizin şöyle dediğini nakletmiştir: "Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem hayızlı hanımlarından birine dokunmak istediği zaman ona izarını bağlamasını emrederdi.

"Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

29 Nisan 2019 Pazartesi

YUNUS SÛRESİ 7.- 10. ayetlerin tefsiri


Müminler İle Kâfirler Ve Her İki Grubun Amellerinin Karşılığı


7- (Öldükten sonra) Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olup ondan memnun olanlar ve bizim ayetlerimizden gafil olanlar...

8- İşte, yaptıklarından dolayı onların varacakları yer cehennemdir.

9- Şüphesiz ki iman edip salih ameller işleyenleri, Rableri imanları sebebiyle doğru yola iletir. "Naîm" cennetlerinde onların altlarından ırmaklar akar.

10- "Onların duaları "Allah'ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz"dir. Oradaki selamlaşmaları ise "selâm" sözüdür. Dualarının sonu da "Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun"dur.


Açıklaması

Öldükten sonra dirilmeyi inkâr ettikleri için ahirette hesap görmek ve amellerinin karşılığını almak için Allah ile karşılaşmayı beklemeyenler, ahiretten gafil olmaları sebebiyle ahiret yerine dünya hayatına razı olanlar ve dünya hayatından memnun olup dünya hayatının şehvetlerine, lezzetlerine ziynetle­rine kendilerini kaptıranlar, Allah'ın gerek kâinattaki gerekse şeriattaki ayet­lerinden gafil olanlar dünyada düşünmezler, ahireti de hesaba katmazlar.

İşte iki grup olarak zikredilen bu çeşit kimselerin yerleri ve yurtları, iltica edecekleri sığınakları, Allah'ı, Rasulünü ve ahiret gününü inkâr etmekle bera­ber dünyada işledikleri günah ve hatalara karşılık olarak cehennemdir. Bu ce­za 4. ayette belirtilen cezanın açıklamasıdır.

"Bizim ayetlerimizden gafil olanlar" cümlesinin farklılık ifade etmek üzere atıf olarak zikredilmesi ya bu iki vasıf arasındaki farklılığı veya iki grup ara­sındaki farklılığı ifade eder:

Birinci gruptan murad, öldükten sonra dirilmeyi inkâr edip dünya haya­tından başka bir şey istemeyenler. Bunlar dinsiz maddecilerdir.

İkinci grup ise dünyaya iyice kapılan, dünya meşgalelerinin ahiret hak­kında düşünmeye ve ahirete hazırlanmaya fırsat vermediği kişiler.

İşte kâfir tarafın cezası budur. Kâfirler ebedî saadetten mahrum olanlardır.

Mümin grubun mükâfatı ise -ki müminler, saadete nail olan kimselerdir-gelecek ayet bildirmiştir:

Şüphesiz Allah'a iman eden ve peygamberlerini tasdik edenleri, Allah'ın emrettiğine uyup salih ameller işleyenleri, Allah'ın kâinattaki ve şeriattaki ayetlerinden gafil olmayanları, Rableri iman etmeleri sebebiyle doğru yola ile­tir ki bu yol onları odalarının altından ırmaklar akan ebedî "Naîm" cennetleri­ne ulaştırır. Bu misal orada nimetler içinde yaşama, rahat etme ve ebedî sa­adete kavuşma gibi kalplerin ortak noktalarını yakalayan, gönle sürür veren bu göz alıcı manzaralardaki düzenli hayata tarif için verilmiştir.

İman ve amel-i salih arasındaki tertibin manasına gelince, hidayetin sebe­bi iman ve amel-i salih olsa da "imanları sebebiyle" burada imanın hidayetin tek sebebi olduğuna, salih amelin imana tabi ve imanın tamamlayıcısı olduğu­na delâlet eder.

"Onların duası" Sübhanekallahümme ile başlar. Yani onlar dualarına ve Rablerine karşı hamdü senaya "Sübhanekellahümme" (Ey Allah'ım! Seni nok­san sıfatlardan tenzih ederiz) diyerek başlarlar.

Onların kendi aralarındaki selamlaşmaları her türlü çirkinliklerden selâ­metle olmaya delâlet eden "selâm" sözüdür. Şu ayetteki gibi: "Onlar orada ne boş bir söz, ne de insanı günaha sokacak bir şey işitirler. İşittikleri söz sadece karşılıklı "selâm, selâm" sözleridir." (Vakıa, 56/25-26) Bu, aynı zamanda dünya­da müminlerin selâmıdır. Yine cennetliklerle karşılaştığı zaman Allah'ın selâ­mı budur: "Onların O gün Allah'la karşılaştıkları zaman selamlaşmaları "se­lâm" sözüdür." (Ahzab, 33/44).

Yine müminler cennete girerken meleklerin onların vereceği selâm da bu­dur: "Cennetin bekçileri (olan melekler) onlara: "selâm size. Hoş geldiniz. Artık ebediyyen kalmak üzere girin cennete" derler." (Zümer, 39/73).

"Onların dualarının sonu da "Elhamdülillahi Rabbi'l-âlemin" (Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun) duasıdır."

Bu aynı zamanda cennete girince Allah'a yapılacak ilk sena duasıdır: "On­lar "Bize verdiği vaadinde duran ve bizi bu yere varis kılan Allah'a hamdolsun Cennette istediğimiz yeri yurt edinebiliyoruz iyi amellerde bulunanların mükâ­fatı ne güzelmiş" derler." (Zümer, 39/74).

Yine bu hamdü sena meleklerin son sözüdür: "Meleklerin Arş'ın
 etrafını çepeçevre kuşatarak Rablerini hamd ile teşbih ve tenzih ettiklerini görürsün. Artık bütün varlıkların arasında adaletle hükmedilir. Âlemlerin Rabbi olan Al­lah'a hamdolsun" denilir." (Zümer, 39/75).

İbni Kesir diyor ki: Burada Allah Tealâ'nın ebediyyen övgüye lâyık olduğu­na, kıyamete kadar ibadete lâyık olduğuna işaret edilmiştir.

Bunun içindir ki mahlûkatını ilk defa yaratırken ve yaratması devam ederken, Kur'an'ı ilk defa indirirken kendine hamdü sena etmiştir: "Hamd, yer­yüzünü ve gökleri yaratan Allah'a mahsustur." (En'am, 6/1).

"Hamd, kuluna (Muhammed aleyhisselam) Kitab'ı (Kur'anı) indiren Al­lah'a mahsustur." (Kehf, 18/1). [5]



[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/107-109.

28 Nisan 2019 Pazar

YUNUS SÛRESİ 61. ayetin tefsiri


Allah'ın İlmi Bütün Kullarını, Kullarının Yaptıkları İşleri Ve Bütün Kâinatı Kuşatmaktadır.


61- (Ya Muhammed!) Her ne durumda olursan ol, Kur'an'dan ne okursan oku, sen ve ümmetin her ne amel yaparsanız yapın, onu yapmaya giriştiğinizde biz ona mutlaka şahit oluruz. Yerde ve gökte zerre kadar bir şey bile Rabbinden gizli değildir. Ne bundan daha küçük, ne de daha büyük hiçbir şey yoktur apaçık bir kitapta kayıtlı olmasın.

Açıklaması

Allah Tealâ Peygamberine O'nun, ümmetinin ve bütün mahlûkatın her an içinde bulundukları durumlarını bildiriyor.

Ey Rasulüm! Hususi veya umumi hangi durumda bulunursan bulun, bu şerefli durumun sebebiyle, İslâm davetini insanlar arasında yaymak için sana inen Kur'an'dan ne okursan oku, biz size mutlaka şahit oluruz, durumlarınız­dan haberdar oluruz.

Ayet-i kerimede Peygamberimiz (s.a.)'e ait durumların "şe'n(şerefli du­rum) " kelimesiyle ifade edilmesi Peygamberimiz (s.a.)'in her işinin hatta nor­mal insanî davranışlarının bile değerli olduğuna delildir. Çünkü O, müminler için en güzel önderdir.

Cenab-ı Hak "Her ne durumda olursan, ol," ve "Kur'an'dan ne okursan oku." ifadeleriyle özel olarak peygamberine sonra da başında bulunduğu üm­mete hitap etti.

"Minhü (ondan)" kelimesindeki zamir ya "şe'n" kelimesine racidir Bu du­rumda "şerefli işlerinden olan Kur'an'ı okuduğunda" manasına gelir, yahut Kur'an" kelimesine racidir. Bu durumda "Kur'an'dan Kuran olarak okuduğun­da" manasındadır. Açık olarak zikretmeden zamir kullanılması tazim ifade eder.

Veyahut "Allah" kelimesine racidir. Yani "Allah tarafından inen Kur'an'ı okuduğunda" demektir.

Ey Ümmet! Yaptığınız küçük-büyük, hayır-şer hangi amel olursa olsun biz size şahidiz, sizin durumunuzdan haberdarız, sizi kontrol ediyoruz; sizin için tespit yapıyoruz. Bununla sizin amelinizin karşılığını vereceğiz.

Zerre kadar, toz kadar yahut en küçük karınca kadar bile olsa hiçbir şey Allah'tan uzak olmaz, O'nun ilminden gizli kalmaz. Toz kadar denilecek küçük­lük ve hafifliğe misal verilmektedir. Hatta atomdan bile küçük olsa -yani ato­mun parçaları bile olsa- Allah'ın ilmi dahilindedir.

Bu ifade atomun parçalanması prensibi veya teorisine ve küçük parçaları­nın da bulunmasına işaret etmekte olabilir.

Bundan daha büyük de olsa, meselâ en büyük yaratık olan "Arş" gibi, yine durum aynıdır. Arş, bütün varlıkların miktarlarının yazılı olduğu değerli ki­tapta (yani Levh-i Mahfuz'da) belirlenmiş, tescil edilmiştir.

Ayrıca burada atomun parçaları ve mikroplar gibi çıplak gözle görülemeyip ancak mikroskoplarla görülebilen, yüzlerce hatta binlerce defa büyütülmesi gereken kâinattaki en küçük varlıklara ilk defa Kur'an-ı Kerim'in işaret ettiği anlaşılmaktadır. Yine kâinatta yer ve göklerden ve içlerinde bulunan varlıklar­dan daha büyük, çok büyük varlıklar da bulunmaktadır. Çünkü bazı yıldızlar, güneş, dünya ve ay'dan çok daha büyüktür. Arş ise yaratılmış varlıkların en büyüğüdür.

Bu ayetin bir benzeri de şu ayet-i kerimedir: "Gaybın anahtarları Allah'ın katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanları O bilir. Düşen hiç­bir yaprak yoktur ki, Allah onu bilmesin. Yeryüzünün karanlıklarında olan her tane, kuru-yaş her şey mutlaka her şeyi apaçık beyan eden bir kitapta kayıtlı­dır. " (En'am, 6/59) Yani Allah ağaçlarını ve cansız varlıkların hareketlerini, ot-layan hayvanları, yeryüzü tabakalarında ve gökyüzü boşluğunda var olan her şeyi bilir. [29]


[29] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/191-192.

27 Nisan 2019 Cumartesi

Hayız ve Hayızın Başlangıcı

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.


"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
6. BÖLÜM HAYIZ

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Sana kadınların hayız halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Onun için hayız halinde olan kadınlardan uzak durun. Te­mizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah'ın size em­rettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever.[el-Bakara 2/222]

(Hayız Bölümü) Hayız, lügatte akmak anlamına gelir. Istılahta ise belirli za­manlarda kadının malum organından kanın gelmesine denir. Mahîd çoğunluğa göre hayız anlamına gelir. Hattâbî'ye göre ise, şiddetli olmayan fakat hoş karşılanmayan rahatsızlık manasına gelir. "Onlar (ehl-i kitap) sizi incitmekten başka zarar veremez" [Âl-i İmran 3/111] ayetindeki kelimesinin kullanımının incitmek gibi hafif rahatsızlık anlamına gelmesini, kendi görüşüne delil olarak getirmiştir. Buna göre mahîd, kadının belirli bölgesinde bulunan, ancak diğer organlarına sirayet etmeyen bir rahatsızlık anlamına gelir.

(Onun için hayız halinde olan kadınlardan uzak durun) İmam Müslim ve Ebu Dâvûd bu konuda Enes'ten 
radıyallahu anh şöyle nakletmisdir: "Yahudiler, kadın hayız olunca onu evden çıkarırlardı. Bu durum, Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem soruldu. Bunun üzerine sözkonusu âyet [el-Bakara 2/222] nazil oldu ve Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem "cinsel ilişki dışında eşinizle her şeyi yapın' bu­yurdu. Yahudiler bu hükmü yadırgadılar. Bundan dolayı Üseyd İbn Hudayr ile Ubbâd İbn Bişr Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem gelip Yahudilere muhalefet gayesiyle 'Ey Al­lah'ın elçisi hayızlı iken kadınlarla ilişkiye girelim mi?' diyerek izin istediler. Ancak Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem buna müsaade etmedi."

1. Hayızın Başlangıcı

Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem (hayzı kasdederek) şöyle buyurmuştur: "Bu, Allah'ın Âdem'in kızları için takdir ettiği bir şeydir."

Bazıları, "İlk olarak hayız, İsrailoğullarında başladı." demiştir. Ancak Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem hadisi, bu görüşten daha (kapsamlıdır).

Açıklama

(İlk olarak hayız,) Bu sözü söyleyenler, Abdürrezzâk'ın İbn Mes'ûd'dan sahih bir senetle naklettiği şu rivayeti referans olarak kullanmışlardır: "
İsrailoğullarında kadınlarla erkekler birlikte namaz kılıyorlardı. Bundan dolayı, kadınlar erkeklere karşı üstünlük taslamaya başladı. Bunun üzerine Allah Teâlâ onları hayza düçâr kılıp mescidlerden alı koydu." Buhârî de, Hz. Aişe'den buna benzer bir rivayet nakletmiştir.

(Ancak Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem hadisi, bu görüşten daha (kap­samlıdır) Yani herkesi kapsar. İlk İnsandan itibaren herkesi içine alır. Dolayı­sıyla İsrailoğulları ve onlardan önceki kimseleri de kapsar. Ancak bu ifade daha kapsamlı yerine, ispatı daha kolay veya daha sağlam bir bilgi şeklinde de anla­şılmıştır. ed-Dâvûdî şöyle demiştir: "Bu iki rivayet aracında herhangi bir çelişki yoktur. Zira İsrailoğullarının kadınları aynı zamanda Hz. Âdem'in Aleyhisselam neslinden ge­len kadınlardır. Buna göre, umûm ifade eden "Âdem'in kızları" ibaresi ile husus kasdedilmiştir." Bizce, ibare umum/genel anlam ifade ettiği için her iki rivayet şekli arasında bir uzlaştırma yapılabilir. Şöyle ki, İsrailoğulları'nın kadınlarında görülen hayız, onlara verilen ceza sırasında hayız müddetinin uzun sürmesiydi. Yoksa hayızın ilk defa onların arasında başladığı anlamına gelmez. Nitekim Taberî ve diğer tefsirciler, İbn Abbâs ve daha başka ilk dönem müfessirlerinden, Kur'an'da İbrahim kıssası anlatılırken geçen "O esnada hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca)güldü" [Hûd 11/71] ayetindeki gülmeyi hayız oldu şeklinde tefsir ettiklerini nakletmişlerdir. Malum olduğu üzere İbrahim peygamberin İsrailoğulları'ndan önce yaşamış olduğunda zerre kadar şüphe yoktur. Hâkim ve İbn Münzir sahih bir senetle İbn Abbâs'tan şöyle nakletmiştir: "İlk olarak hayız, cennetten in­dikten sonra Hz. Havva'da görüldü." Bu durumda, Âdem'in kızları ifadesi Havva'nın kızları anlamına gelir. Doğrusunu eni iyi Allah bilir.

Hayız Olan Kadının Durumu

294- el-Kâsım'dan Hz. Âişe'nin şöyle dediğini işittiği nakledilmiştir: "Hacca gitmek üzere niyet ederek yola koyulduk. Şerife geldiğimiz zaman ay hâli oldum Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem yanıma geldiğinde ağlayıp duruyordum. Bana "Neyin var? Yoksa hayız mı oldun?' diye sordu. Ben de 'evet' dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu. 'Bu, Allah'ın Âdem'in kızları için takdir ettiği bir şeydir, Beytullahı tavaf dışında hacıların yaptığı her şeyi yap.'

Hz. Âişe şöyle demiştir: "Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem hanımları için sı­ğır kurban etti. [Hadisin geçtiği diğer yerler:305,316,317,319,328,1016,1018,1556,1560,1561,1562,1638,1650,1709,1720,1733,1757,1762,1771,1772,1783,1786,1787,1788,2952,2984,4395,4401,4408,5329,5548,5559,6157,7229]

Açıklama

(Hayız Olan Kadının Durumu) Bu ifade ile, hayız olan kadınla ilgili durum­lar kasdedilmiştir.

"Seref" Mekkeye yakın bir yerin adıdır. Mekke ile arasında yaklaşık olarak 10 millik bir mesafe vardır.

"yap" Yani hac ile ilgili tavaf dışındaki ibadetleri yerine getir.

"Beytullah'ı tavaf dışında" Bu istisna sadece hac ibadetine mahsustur. Yani kadının diğer durumlarını kapsamaz. Bir başka ifade ile hayızlı kadın, hac iba­detini yaparken tavaf hariç diğer vazifeleri yerine getirebilir. Diğer durumlarda ise, normal hayızlı kadınların riayet etmesi gereken hallere riayet eder.


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

26 Nisan 2019 Cuma

Cünüp Birinin Abdest Alıp Uyuması

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
5. BÖLÜM GUSÜL

27. Cünüp Birinin Abdest Alıp Uyuması

288- Hz. Aişe'den 
radıyallahu anha şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem cünüp iken uyumak istediği zaman, avret mahallini yıkar ve namaz abdesti alır­dı."

289- Nafi ve Abdullah kanalıyla şöyle nakledilmiştir: "Hz. Ömer 
radıyallahu anh Rasûlullah'a Sallallahü Aleyhi ve Sellem cünüp olanlar uyuyabilir mi?' diye sordu. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem, 'Eğer abdest alırlarsa, tabi ki' diye cevap verdi."

290- Abdullah b. Ömer'den  şöyle nakledilmiştir: "Ömer İbnü'l-Hattab Rasûlullah'a 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem kendisinin geceleyin cünüp olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ona, Abdest al, cinsel organını yıka sonra uyu! dedi."

Açıklama
Ebu Nuh rivayetinde bu ifade "cinsel organını yıka, abdest al sonra uyu" şeklinde geçer.

İbn Abdilber bu şekilde yapmanın çoğunluğa göre müstehap olduğunu söy­lemiştir. Hadiste geçen abdesten maksat, dinin öngördüğü abdesttir. Hikmeti ise, hükmü necaseti azaltmaktır. Nitekim, İbn Ebî Şeybe'nin sika/güvenilir ravilerle sahâbî Şeddâd b. Evs'ten naklettiği şu hadis de bunu destekler; "Sizden biri gece vakti cünüp olur, sonra uyumak isterse, abdest alsın. Çünkü ab­dest, cünüplükten temizlenmek İçin alınan guslün yarısıdır." Bir başka yoruma göre hikmeti, yeniden birlikte olmaya teşvik etmesi veya kalkıp gusül abdesti almaya yönelmesi olarak açıklanmıştır.

Bu hadise göre, cünüplükten dolayı hemen gusül abdesti almak gerekmez. Ancak namaza durmak lüzum ettiği zaman hemen gusül abdesti almak gerekir. Yine bu hadisten uykudan önce temizliğe riayet etmenin müstehap olduğu so­nucu çıkar. Nitekim İbnü'l-Cevzî bu konuda şöyle demiştir: "Cünüp birinin uyu­madan önce abdest almasının emredilmesindeki hikmet, meleklerin kir ve kötü kokudan uzaklaşması, şeytanların ise bunlara yaklaşmasıdır."

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

25 Nisan 2019 Perşembe

TEVBE SÛRESİ 107.- 110. ayetlerin tefsiri


Dırar Mescidi (Münafıkların Mescidi) Ve Takva Mescidi (Küba Mescidi)


107- Zarar vermek, inkâr etmek, mümin­lerin arasını açmak için ve daha önce Allah'a ve Peygamberine karşı savaşan­lara gözetleme yeri hazırlamak için bir mescit yapanlar "İyilikten başka bir ni­yetimiz yoktu" diye yemin ederler. Allah şahittir ki onlar yalancıdırlar.

108- Orada asla namaza durma. Şüphe­siz ki, ilk gününden itibaren takva üze­rine kurulan mescitte namaza durman daha uygundur. O, mescitte (maddî-manevî kirlerden) temizlenmeyi sevenler vardır. Allah da temizlenenleri sever.

109- Binasının temelini Allah korkusu ve O'nun rızasını kazanma esası üzeri­ne kuran mı, yoksa binasını bir uçuru­mun kenarına kurup da onunla birlikte cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi daha hayırlıdır? Allah zalimler toplulu­ğunu doğru yola iletmez.

110- Yürekleri paramparça oluncaya (ölünceye) kadar, yaptıkları o bina da­ima kalplerinde bir şüphe kaynağı ola­rak kalacaktır. Allah her şeyi çok iyi bi­lendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibi­dir.

Açıklaması

Münafıklardan bir kısmı da Küba Mescidi civarında Dırar Mescidi inşa et­tiler. Bunlar Evs ve Hazrec Kabilesi'nden 12 kişiydiler. Bu mescidi yapmaları­nın dört sebebi vardı:

1- Peygamberimiz (s.a.)'in Medine'ye varır varmaz bina ettiği Küba Mescidi'nde müslümanlara zarar vermek.

2- Peygamberimiz (s.a.)'i ve getirdiği Kitabı inkâr etmek, O'na ve İslâm'a dil uzatmak. Bu mescidi müslümanlar aleyhine hile ve desise için karargâh olarak kullanmak.

Bu Dırar Mescidi fitne merkezi, nifak ocağı, münafıkların namazı cemaat­le eda etmekten kaçıp sığındıkları yuvaları olmuştu. Bu ise küfürdü. Çünkü imana aykırı inanç ve amele küfür ismi veriliyordu.

3- Tek mescitte Rasulullah (s.a.)'ın arkasında namaz kılan müminlerin arasını açmak. Çünkü müminlerin bir kısmı orada namazı kılınca tefrika çıka­cak, ülfet bozulacak, birlik dağılacaktı. Bunun için asıl olan müslümanların tek mescitte namaz kılmaları idi. Mescitlerin ihtiyaç olmaksızın çoğaltılması dinin hedef ve gayelerine aykırı idi.

4- Burasının gözetim ve kontrol merkezi olarak kullanılması, Allah ve Rasulüyle savaşan kişilerin oraya gelmelerini ve karargâh haline getirmelerini beklemeleri; burayı inşa eden münafıkların savaşa hazırlandıkları ve müslümanları gözetmek için kullandıkları bir yer olması.

Allah ve Rasulü'ne savaş açan kimseden maksat, -Nüzul Sebebi'nde belir­tildiği gibi- Hazrec Kabilesinden Ebu Amir er-Rahib idi. Bu Meleklerin yıkadı­ğı Hanzala'nın babası idi. Rasulullah (s.a.) ona "fasık" ismini vermişti. Cahiliyette Hristiyan olmuş, rahiplik yapmış, ilim tahsil etmişti. Rasulullah (s.a.) or­taya çıkınca O'na düşman olmuştu. Çünkü reislik elinden gitmişti, Uhud günü Peygamberimiz (s.a.)'e "Seninle çarpışcak bir kavim bulsam, ben de onlarla bir­likte seninle çarpışırım" demişti.

Huneyn Savaşı'na kadar Peygamberimiz (s.a.)'le hep karşı tarafta çarpıştı. Hevazin'le birlikte yenilgiye uğrayınca Şam'a kaçtı. Kayser'den Rasulullah (s.a.) ile savaşacak askerler isteyip getirecekti. Suriye'nin kuzeyinde Kınnesrîn'de yalnız başına öldü. Bir rivayete göre ise Hendek Savaşı'nda düşman or­dularını toparlıyordu. Düşman yenilgiye uğrayınca Şam'a kaçtı.

Bu rivayetlere göre Ebu Âmir'in Herakl'e gidişi ya Uhud, ya Huneyn, veya Hendek Savaşı'ndan sonra olmuştur.

O münafıklar yemin edecekler ve diyecekler ki: Biz bu mescidi yapmakla sadece iyilik yapmak istedik. Niyetimiz müslümanlara şefkatle yaklaşmak, güçsüz ve zayıfların rahatlarını sağlamak, hatta yağmurlu günlerde cemaatle namazda bulunmalarını temin etmekti. Diğer müslümanlara kanarak Rasulul­lah (s.a.) onları tasdik edecek ve o mescitte namaz kılacaktır, ama Allah Tealâ gayet iyi biliyor ki onlar bu yeminlerinde ve iddialarında yalancıdırlar, amelle­rinde ikiyüzlüdürler.

Allah, Rasulüne bu durumu bildirdi. "Allah şahittir ki..." ayetinin manası, Allah onların kalplerindeki fesatlığı ve yemin ettikleri konuda yalancı oldukla­rını da gayet iyi bilir, demektir.

Onların bu mescidi zarar vermek ve kötülük etmek için inşa etmeleri se­bebiyle Allah, Cebrail'e vahyedip Rasulü'nün orada namaz kılmasını yasakladı. Ümmet de bu konuda ona tabidir. 


"Orada namaza durma!" Yani orada namaz kılma. Bazan namaz "kıyam" kelimesiyle ifade edilebilir. Meselâ, "Falan geceyi kıyamla geçiriyor" denir. Buharî'deki sahih hadis böyledir: "Kim Ramazan'da inanarak ve sevabını yalnız Allah'tan umarak kıyamla geçirirse geçmiş günah­ları bağışlanır."

Gelecek zamanın tamamını içine almak üzere "ebediyyen" manasında kul­lanılan "ebedî" kelimesinin nehiy cümlesinde yer alınca genellik ifade ederek "sakın, kesinlikle, asla" manasında kullanıldığı görülmektedir.

Cenab-ı Hak bundan sonra iki sebeple Rasulünü Küba Mescidi'nde namaz kılmaya teşvik etmiştir:

Birincisi: Bu mescit takva üzerine bina edilmiştir. Binası, ilk gününden itibaren takva yani Allah'a ve Rasulü'ne itaat esası üzerine, müminlerin birli­ğini temin ve müslümanlara bir merkez ve karargâh olması için kurulmuştu.

"Takva esası üzerine kurulmuş mescit..." yani Allah korkusu, ihlâsla ibadet etmek, müminleri Allah Rasulünün sevgisi üzerine toplamak ve İslâm birliği uğruna çalışmak için bir merkez olmak üzere kurulmuş mescit, içinde namaz kılmak için, diğer yerlerden daha uygun ve daha evlâdır ey Rasulüm!

Burada zikredilen mescit -Sahih-i Buharı'de belirtildiği, ayetlerin ve bu konudaki olayların gösterdiği gibi- Küba Mescidi'dir. Bunun içindir ki sahih bir hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.), "Küba Mescidi'ndeki namaz bir umre gibidir" buyurmuşlardır.

Ancak İmam Ahmed, Müslim ve Nesai'nin rivayetine göre Peygamberimiz (s.a.)'e bu ayette geçen mescidin hangi mescit olduğu sorulmuş o da "Medi­ne'deki mescit" şeklinde cevap vermiştir. Ayette her iki mescidin de murad edil­miş olmasına hiçbir engel yoktur. Çünkü her iki mescit de inşasına başlanıldığı ilk günden itibaren hayırlara mekân olmuştur.

İkincisi: Bu mescitte hem (günah ve masiyetlerden arınma anlamında) manevî temizliği hem de (elbise temizliği, abdest ve gusülle beden temizliği, istincada taş kullanıldıktan sonra su ile taharet alınması manasında) maddî te­mizliği seven kişiler vardır. Bu ikinci çeşit temizlik müfessirlerin çoğunluğu­nun görüşüdür. Evlâ olan her iki çeşit temizliğin murad edilmiş olmasıdır.

Allah çok temizlenenleri yani ruhî, manevî, cesedî ve bedenî temizliğe çok önem verenleri sever. Bunlar insanlar arasındaki kâmil şahsiyetlerdir.

Beyzavî der ki: Orada Allah rızasını kazanmak için günahlardan ve kötü hasletlerden temizlenmeyi isteyenler vardır. Allah çok temizlenenleri sever, ya­ni onlardan razı olur. Aşığın sevgilisine yakınlık duyması gibi onları kendisine yaklaştırır.

Keşşafta Zemahşeri şöyle demektedir: Onların çok temizlenmeyi sevmele­rinin işareti, temizliğe önem vermeleri ve buna bir şeyi çokça sevenin gösterdi­ği riayeti göstermeleridir. Allah Tealâ'nın onları sevmesi ise onlardan razı ol­ması, onlara aşığın sevgilisine gösterdiği gibi lütuf ve ihsanda bulunmasıdır.[76]

"Allah'ın kullarını sevmesi"nin manası ise Onun razı olması, müminleri kabul eylemesi ve kendisine yakın kılmasıdır. Çünkü Allah sıfatlarımıza ben­zemekten münezzehtir. O'nun sevmesi bizim sevmemizden başkadır. Bu Onun kemaline lâyık bir vasıftır.

Nitekim Buharî'nin rivayet ettiği hadis-i kudsîde şöyle buyurulmaktadır: "Kulum bana nafilelerle yaklaşır. Nihayet onu severim. Onu sevdiğim zamanda onun işiten kulağı, gören gözü olurum."

Bu ayette geçen "Allah'ın sevgisi" Allah'ın Peygamberin ehl-i beytini terte­miz kılma hususundaki sevgisine benzemektedir: "Ey Peygamber ailesi!. Şüp­hesiz Allah sizi günah ve kötülüklerden arındırıp tertemiz kılmak ister." (Ah-zab, 33/33).

Bundan sonra Cenab-ı Hak her iki mescidin inşa edilmesinin hedeflerini karşılaştırdı: Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine -yani dünya ve ahirette faydalı sağlam bir temel üzerine- bina edenle, zarar vermek, inkâr etmek, mü­minlerin arasını açmak ve daha önce Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlamak için mescit bina eden birbirine eşit olamaz. Çünkü böyleleri binalarını çökecek bir uçurum kenarına, yani bir vadiye düşmeye ha­zır, zayıf ve yıkılmaya yüz tutmuş bir yere yapmaktadırlar. Eğer çökerse Cehennem'in dibine yuvarlanacaktır. Allah fesatçıların yaptıkları işleri düzeltme­yen zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. Onları hak, adalet, istikamet ve doğruluğa; kendilerinin menfaati ve kurtuluşu olan hususlara muvaffak kıl­maz.

Razî der ki: "Dünyada münafıkların durumuna bu misalden daha uygun bir misal bulamayız."

Sözün özü şöyledir: İki binadan birini yapanlar bu binayı yaparken Allah korkusu ve rızasını, ikinci binayı yapanlar ise masiyet ve küfrü gözettiler. Bi­rinci bina şerefli ve ayakta kalması gerekli bir bina, ikinci bina ise değersiz, yı­kılması gerekli bir bina oldu.

"... Onunla birlikte Cehennem ateşine yuvarlandı" ayeti bir rivayette "Bu gerçektir. Burası Cehennem'den bir yerdir" denildi. Diğer bir rivayette ise, "Bu mecazdır, ayetin manası, "Bina Cehennem'e girdi, sanki yıkılıp Cehennem'in içine düştü" demektir.

Bundan sonra da Cenab-ı Hak münafıkların Dırar Mescidine yerleşmekle meydana gelen tarih boyunca kalacak kötü manaları beyan etmektedir:

Onların bu binaları ve yıkımı dinde şüphe etmelerine, iki yüzlülüklerinin artmasına sebep olacaktır. Çünkü bu bina nifak ve küfrün tesirlerini müşah­has kılıyordu. Bu durum onların kalplerinde nifakı yerleştirdi. Tıpkı buzağıya tapanlara onun sevgisinin verildiği gibi. Bu şekilde devam edecek; yürekleri paramparça oluncaya, idrak kabiliyeti tamamen kayboluncaya, yani ölünceye kadar öyle devam edecek.

İnşa etmeleriyle sevindikleri bu bina dindeki şüphelerinin kaynağı, gönül­lerine yerleşen küfür ve nifakın müşahhas bir ifadesidir. Peygamberimiz (s.a.) bu binanın yıkılmasını emrettiği zaman bu onlara çok ağır gelmiş, kızgınlıkları artmış, onun peygamberliği hakkındaki şüpheleri çoğalmıştı. Korkuları bir kat daha büyümüş, kendi durumları hakkında tereddüde düşmüşlerdi: Acaba öldü­rülecekler miydi, yoksa serbest mi bırakılacaklardı? Bu binanın kendisi bizzat şüphe idi, şüphelere de sebep oldu. Şüpheye sebep oluşu binanın tahrip edilme­si ve yıkılmasıyla ortaya çıktı.

Allah yarattıklarının amellerini gayet iyi bilendir, hayır veya şer onlara karşılık vermekte tam bir hüküm ve hikmet sahibidir. Münafıkların halini açıklamak, gerçeklerin bilinmesi için Onun hikmetindendir. [77]



[76] Zemahşerî, 11/58.
[77] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 6/41-45.

24 Nisan 2019 Çarşamba

TEVBE SÛRESİ 71.- 72. ayetlerin tefsiri


Müminlerin Vasıfları Ve Uhrevî Mükâfatları

71- Mümin erkeklerle mümin kadınlar da, birbirinin velileridir. Bunlar iyiliği emreder, münkerden vazgeçirmeye ça­lışırlar. Namazı dosdoğru kılarlar, ze­kâtı verirler. Allah'a ve Resulüne de itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edecekleri bunlardır. Şüphesiz Allah azizdir, hakimdir.

72- Allah, mümin erkeklere de, mümin kadınlara da, içlerinde ebediyen kal­mak üzere, altından ırmaklar akan cennetler vaadetti. Bir de Adn cennet­lerinde hoş meskenler. Allah'ın rızası ise, hepsinden büyüktür. İşte bu, en büyük saadetin tâ kendisidir.

Açıklaması

Şüphesiz, erkek ve kadın bütün iman ehli birbirleriyle yardımlaşırlar, bir­birlerine destek olurlar. Nitekim Peygamber(s.a.) Efendimiz: "Müminin mümi­ne bağlılığı, taşları birbirine kenetli bir duvar gibidir" buyurmuşlar ve parmak­larını birbirlerine geçirmişlerdir. Yine, başka bir sahih hadiste: "Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, müminler, -bir organı rahatsız olduğu za­man, diğer organlarını da, uykusuzluk ve ateş saran- bir vücud gibidir..." bu­yurmuşlardır.

Müslüman erkeklerle müslüman kadınlar arasında, savaş meydanlarında ve her türlü zor durumda -meselâ hicret ve cihad gibi- erkeklerin iffetlerini ve gözlerini korumaları, kadınların büyük bir edep, haya ve iffetle hareket etme­leri, gözlerini korumaları, konuşma, giyim ve işlerinde güzel ve övünülecek davranış içinde olmaları şartıyla, karşılıklı yardımlaşma oldu. Hicretin başa­rıyla gerçekleşmesinde kadının -zâtü'n-Nıtâkayn Esma gibi- açık bir rolü ol­muştur. Düşmanlarla savaşlarda, çatışmalarda kadınlar su dağıtıyor, yemek hazırlıyor ve savaşa teşvik edip yenilip geri çekilen erkekleri geri döndürüyor­lar, yaraları sarıyor, hastaları tedavi ediyorlardı.

Cenab-ı Hakk'ın, müminler hakkındaki: "Onlar birbirinin velileridir" sö­zü, münafıklar hakkındaki, "onlar birbirlerindendir" sözünün karşılığıdır. Çünkü müminler, kardeştir. Onları, muhabbet, sevgi birbiriyle yardımlaşmala­rı, birbirlerini sevmeleri efendi eder. Münafıkları birbirlerine bağlayan hiçbir inanç ve kuvvet bağı yoktur. Onlar ancak şüphede, korkaklıkta, cimrilikte, ye­nilgide ve tereddütte birbirlerinin uydusudurlar. Çünkü onların kalbleri farklı­dır.

Allahü Teâlâ burada, birbirlerinin velileri olma özelliğinden başka, mümi­nin münafıktan farklı olduğu beş özellik daha zikretmektedir: "Onlar, iyiliği emrederler, kötülükten nehyederler, namazı güzelce kılarlar, zekâtı verirler, Al­lah'a veRasulüne itaat ederler.."

Müminler iyiliği, münafıklar ise kötülüğü emreder. Müminler kötülükten, münafıklar ise iyilikten nehyederler. Müminler, en güzel şekilde ve Allah'a hu­şu içinde namaz kılarlar, münafıklar ise, namaza tembel tembel ve insanlara gösteriş için kalkarlar.

Müminler, nafile sadakaları vermekle beraber, üzerlerine farz olan zekâtı da verirler. Münafıklar ise, cimrilik ederler, Allah yolunda harcamaktan elleri­ni tutarlar.

Müminler, emrettikleri şeyleri yapmak, nehyettiklerini terketmek suretiy­le Allah'a ve Peygamberine itaat ederler. Münafıklar ise, Allah'a itaatin dışına çıkmış, fasık azgın kimselerdir. Müminler, sahip oldukları bu sıfatlar sebebiyle, rahmeti hak ettiler: 


"İşte bunlar: Allah onlara rahmet edecektir." Yani Allah, bu sıfatlarla vasıflananlara rahmet edecek, dünya ve ahirette onları rahmetiyle gözetecektir. Bunun mukabili, Allah'ın münafıkları rahmetinden uzaklaştırmasıdır: "Onlar, Allah'ı unuttular. O da, onları unuttu." Allah münafıklara cehen­nem azabını vaadettiği gibi, müminlere de gelecek rahmeti -ahiret sevabı- vaadetti.

Şüphesiz Allah, azizdir, mükâfat ve cezasını gerçekleştirmekten, hiçbir şey O'nu engelleyemez. Hakimdir, hiçbir şeyi yerinin dışına koymaz. O'nunla kulla­rı arasına hiçbir engel giremez. Onun rahmetini, ya da cezasını engelleyemez. O, kullarının işini adalet, hikmet ve sevaba uygun olarak düzenleyen hikmet sahibidir. Müminlere cenneti ve rıdvanı verir, münafıkları ise cehenneme atar, azap ve gazap eder.

Sonra Allahü Teâlâ, müminlere vaadettiği rahmetinin birçok hayırlara ve ağaçları altından nehirler akan ve altlarını örten ağaçlar içinde ebedî kalınan cennetlere ve o cennetlerdeki yapısı güzel, oturması hoş evlere şamil olduğunu açıklamıştır. Sahihayn'da Ebu Musa el-Eş'arî'den rivayet olunan bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: "İki cennet vardır ki, kap kacakları ve eşyaları altındandır. Yine iki cennet daha vardır ki, onların da kap kacakları ve eşyaları gümüştendir. Adn cennetindeki insanlar Rablerini, yüzünde kibriya ridâsı olduğu halde görürler..." Sonra Resulullah (s.a.): "Şüphesiz, müminin cen­nette içi boş, tek bir inciden bir çadırı olacaktır. Onun uzunluğu, altmış millik bir mesafedir. Müminin orada ehli olur, o onları dolaşır, onlar birbirlerini gör­mezler."

Yine Buhari ve Müslim'de Ebu Hüreyre'den rivayet olunan hadiste, Hz. Peygamber (s.a.): "Şüphesiz cennette yüz derece vardır. Allah onları, yolunda cihad edenlere hazırlamıştır. İki derece arasında gökle yer arası kadar mesafe vardır. Allah'tan istediğiniz zaman, Firdevsi isteyin. Çünkü o, cennetin en yüce ve en üstün olanıdır. Cennetin ırmakları oradan fışkırır. Onun üstünde Rahman'ın arşı vardır" buyurmuştur.

Adn Cennetleri:
Firdevs gibi, cennet derecelerinden bir derecenin ve bir yerin ismidir. Nitekim: "O Adn cennetlerine ki, onları Rahman kullarına gıya­ben vaad etmiştir" (Meryem, 19/61) ayetiyle "Kelime ve İbareler" bölümünde geçen Ebu'd-Derdâ hadisi buna işaret eder. Adn'ın oturmak, karar kılmak mâ­nâsına olduğu da söylenmiştir. Bu mânâya göre Adn cennetleri, yerleşme ve ebedî kalma cennetleridir. Şu ayetlerde de bu mânâyadır: "Cennet-i huld (ebe­dilik cenneti)" (Furkan, 25/15) "Cennetü'l-Me'vâ" (Necm, 53/15). O halde, cen­netlerin hepsi de, Adn cennetleridir.

Yine müminler için, cennetlerden daha büyük daha yüce olan Allah'ın rı­zası vardır. Bu, manevî mutluluğun bedenî saadetten daha mükemmel, daha şerefli olduğuna kesin delildir. İmam Malik ile Buhari ve Müslim'in Ebu Said el-Hudrî vasıtasıyla rivayet ettiği şu hadisi de bunu destekler: Allahü Teâlâ, cennet halkına seslenir: "Ey cennet halkı!". Cennet halkı: "Buyur Rabbimiz, buyur! Hayır sendendir" der. Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Razı oldunuz mu?" Cennet halkı sorar: "Niye razı olmayalım, ey Rabbimiz! Mahlûkatından hiç kimseye vermediğini bize verdin..." Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Size, bundan daha üstününü vereyim mi?" Cennet halkı sorar: "Bundan daha üstün ne var, ya Rabbi?" Allahü Teâlâ şöyle buyurur: "Size rızamı indiriyorum. Ondan sonra size, asla kızmayacağım"

Şöyle de denilmiştir: Rıza, kıyamet gününde Allah'ı görmektir. Nitekim, Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "İhsanda bulunanlara daha güzel ve bir de fazlası vardır" (Yunus, 20/26).

Cenab-ı Hak, bu üç şeyi (cennetler, Adn cennetlerinde hoş meskenler, Al­lah'ın en büyük rızası) zikrettikten sonra: "İşte bu, en büyük saadetin tâ kendisi­dir" buyurdu. Yani, Allah'ın bu vaadi, yahut rızası veya her ikisi (bedenî ve ruhî saadet) yegane büyük kurtuluştur. Aksine insanların kurtuluş zannettiği ve münafıklarla kâfirlerin daima ihtirasla istediği fani dünya nimetleri değildir. [58]


[58] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 5/462-464.

23 Nisan 2019 Salı

Cünüp Biri Evinden Çıkıp Çarşı Vb. Yerlerde Dolaşabilir

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
5. BÖLÜM GUSÜL

24. Cünüp Biri Evinden Çıkıp Çarşı Vb. Yerlerde Dolaşabilir
Atâ şöyle demiştir: "Cünüp biri abdest almasa bile, hacamat yaptırır, tırnağı­nı keser ve başını traş ettirir."

284- Enes b. Malik'ten 
radıyallahu anh şöyle nakledilmiştir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bir gecede tüm hanımlarını gezerek (onlarla birlikte olurdu). O dönemde hanımlarının sayısı dokuz idi."

285- Ebu Hureyre'den 
radıyallahu anh şöyle nakledilmiştir: "Cünüp olduğum bir sırada Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem 
bana rastladı. Elimden tutu. Bir miktar beraber yürüdük nihayet bir yere oturdu. O esnada yanından sessizce ayrıldım. Eve varıp gusül abdesti aldım. Sonra tekrar Rasûlullah'ın 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem 
yanına geldim. Hâlâ oturuyordu. Bana nereye gittiğimi sordu. Ben de, anlattım. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Suphanallah! Yâ Ebâ Mümin asla pis ol­maz."

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

22 Nisan 2019 Pazartesi

Cünübün Teri Ve Müslümanın Necis Olmaması

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
5. BÖLÜM GUSÜL

23. Cünübün Teri Ve Müslümanın Necis Olmaması

283- Rivayete göre "Ebu Hureyre 
radıyallahu anh cünüp olduğu bir sırada Medine sokakla­rının birinde, Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ile karşılaşmış. 'Beni görmemesi için ondan kaçtım' diyen Ebu Hureyre radıyallahu anh gidip gusül abdesti almış sonra çıkıp gel­miş. Allah Resulü Ebu Hureyre neredeydin?' diye sormuş. O da, 'Cünüp idim, temiz olmadan sizinle birlikte oturmak istemedim diye cevap vermiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Suphanallah! Müslü­man asla necis olmaz' diyerek karşılık vermiş. [Hadisin geçtiği diğer bir yer:285]

Açıklama

(Cünübün Teri ve Müslümanm Necis Olmaması): İmam Buharı bu ifade ile, kâfirin terinin temiz olup olmadığı hususunda var olan farklı görüş ve yorumlara dikkat çekmek istemiştir. Bazıları kâfirin bizzat kendisinin necis olduğu görüşüne dayanarak, terinin de necis olduğuna hükmetmiştir. Bu durumda gerekli takdir­ler yapılarak bab başlığı "cünübün terinin hükmü ve Müslümanın necis olmaya­cağının açıklanması" şeklinde anlaşılır. Müslüman necis olmadığı için, teri de necis değildir. Kâfir biri necis olduğu için onun teri de necistir.

(Beni görmemesi için ondan kaçtım): Yani gizlendim.

(Müslüman necis olmaz): Zahiriye mezhebinden bir grup bu hadisin anla­mına dayanarak kâfir birinin bizzat necis olduğuna hükmetmiştir. Bu görüşlerini de "Müşrikler gerçekten pisliktir [et-Tevbe 9/28] âyeti ile desteklemişlerdir.

Cumhur hadisin bu şekilde delil olarak kullanılmasına itiraz etmiştir. Onlara göre bu hadisle anlatılmak istenen, Müslümanın organlarının temiz olduğudur. Çünkü Müslüman, pisliklerden kaçınmayı alışkanlık haline getirmiştir. Oysa müş­rikler böyle değildir. Zira onlar, pisliklerden korunmazlar. Ayet-i kerimedeki pis­liği ise şu şekilde izah etmişlerdir: Buradaki pislikten kasıt, onların inançları ve pisliğe bulaşmış halleridir. Bu görüşlerini şöylece güçlendirmişlerdir: Allah Teâlâ, ehl-i kitaptan bayanlarla evlenmeyi mubah kıldı. Bilindiği üzere onlarla aynı yatağı paylaşanlara, mutlaka onların terinden bulaşır. Buna rağmen, ehl-i ki­taptan bir bayanla evlenen birine ancak Müslüman kadınla evli olan birine han­gi hallerde gusül abdesti alması gerekiyorsa, o hallerde gusül abdesti alması gerekir. O halde canlı insanın bizzat kendisi pis olmaz. Bu konuda kadın ile er­kek arasında bir fark yoktur.

Bu Hadisten Çıkarılan Sonuçlar

1- Büyük işlere soyunan kimsenin temiz olması müstehaptır.

2- Faziletli kimselere saygı göstermek, onlarla en mükemmel şekilde bir ara­ya gelmek müstehaptır. Nesâî ve İbn Hibbân Huzeyfe'den yaptıkları rivayete göre Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem ashabından biri ile karşılaşınca onları sıvazlar ve dua eder­di. Bundan dolayı Ebu Hureyre radıyallahu anh, cünüplü kimsenin necis olduğunu zannettiği

İçin Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem âdeti üzere kendisini sıvazlamasından korkmuş, hemen gusül abdesti almaya seğertmiştir.

3- Birine tâbi olan kimsenin, önder edindiği kişinin yanından ayrılmak iste­diği zaman ondan izin İstemesi müstehaptır. Çünkü Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem Neredeydin?" sözü, Ebu Hureyre'nin radıyallahu anh kendisine haber vermeden ayrılmaması gerektiğini gösterir.

4- Birine tabî olan kimse, önder kabul ettiği kişi kendisine sormasa bile doğ­ruyu ona bildirmelidir.

5- Gusül abdesti farz olduğu anda değil de, daha sonra da alınabilir.

6- İmam Buhârî bu hadisi, cünüp birinin terinin temiz olduğuna delil getir­miştir. Çünkü, cünüplük kişinin bedenini necis hale getirmez.

7- Cünüp bir kadının sütü temizdir.

İmam Buhârî, cünübün gusül abdesti almadan ihtiyaçlarını giderebileceğine dair ise, şöyle bir başlık açmıştır: (Bir sonraki yazıda....)

Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

21 Nisan 2019 Pazar

TEVBE SÛRESİ 49.- 52. ayetlerin tefsiri


Münafıkların Tebük Gazvesine Gitmemek İçin Diğer Mazeretleri

49- Onlardan bazıları da: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" derler. İyi bilin ki onlar, zaten fitneye düşmüşler­di. Muhakkak ki cehennem, o kâfirleri çepeçevre kuşatıcıdır.

50- Eğer sana bir iyilik isabet ederse, bu onları fenalaştırır. Sana bir musi­bet erişirse: "Biz daha önce tedbirimizi almışızdır" derler ve onlar sevinçle dö­nüp giderler.

51- De ki: "Allah'ın bizim için yazdığın­dan başkası asla bize isabet etmez. O, bizim mevlâmızdır. Onun için mümin­ler yalnız Allah'a güvenip dayanmalı­dır.

52- De ki: "Siz hakkımızda (zafer veya şehadet gibi) iki güzel şeyin birinden başkasını mı gözetiyorsunuz? Halbuki biz, Allah'ın size ya kendi katından, ya­hut bizim elimizde bir azab getireceği­ni bekliyoruz. Haydi siz gözetleyedurun, biz de sizinle beraber gözetenle­riz.

Açıklaması

Münafıklardan bazıları sana: Ey Muhammed! Savaştan geri kalıp otur­mak hususunda bana izin ver, seninle beraber çıkmakla beni günah ve helake sürükleme. Rum kadınlarına tutulurum, derler. Onlar bu sözleri fazilete tutunuyormuş gibi ileri sürerler. Bunlar boş ve asılsız mazeretler. Allah, onların bu davalarının yalan olduğunu belirtiyor ve gerçeği açıklıyor: "Bilin ki onlar, zaten fitneye düşmüşlerdi..." Onlar, bu sözleriyle gerçek dışı mazeretler uydurup cihaddan geri kaldıkları zaman, bizzat fitneye düştüler. Bu söz, günah ve masiyete düştüklerini belirtmektedir.

Şüphesiz, cehennem ateşi onları kuşatır, ondan asla kurtulamazlar. Bu, hatalarının çokluğundan dolayı, cehennemlik olmaları sebebiyle, onlar şiddetli bir tehdittir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurur: "Hayır, kim kötülük işler ve günahı dört yanını kuşatırsa, onlar cehennemliktirler. Orada ebedî kalıcıdırlar" (Bakara, 2/81).

Sonra Allahü Teâlâ, münafıkların tuzaklarından ve içlerinin pisliğinden bir başka çeşidini zikrediyor, peygamberine onların düşmanlıklarını bildiriyor: "Sana bir iyilik isabet ederse...", yani sana bazı gazvelerde -mesela Bedir Günü gibi- fetih, yardım ve ganimet gibi bir iyilik gelirse, bu onları üzer; ama sana bir felâket, kötülük ve bir savaşta mağlubiyet, geri çekilme -Uhud savaşında olduğu gibi- durumu gelirse, biz gerekli uyanıklığı gösterdik, ihtiyatlı davran­dık, bundan önce ona uymaktan sakındık, savaştan geri kaldık, helake maruz kalmadık. Çünkü biz bu yenilgiyi bekliyorduk, derler. Bu konuşma yerinden, görüşleriyle iftihar ederek ve sonuçtan memnun kalarak ailelerine dönerler. Allahü Teâlâ Peygamberine, onların bu tutumlarına karşı verdiği cevabı bildi­riyor: "Onlara şöyle de: Bize ancak, bizim için levh-i mahfuzda yazılıp çizilen şeyler isabet eder. Biz O'nun dilemesi ve takdiri altındayız. O, bizim yardımcı­mızdır, işlerimizi idare edendir. Biz O'nu mevlâmız biliyoruz. Nitekim Cenabı Hak şöyle buyuruyor: "Bunun sebebi şudur ki: Allah, iman edenlerin velisidir. Kâfirlerin velisi ise yoktur" (Muhammed, 47/11).

Müminler ancak Allah'a tevekkül ederler. Biz O'na tevekkül ediyoruz. O, bize yeter. O, ne güzel vekildir. Müminlerin Allah'tan başkasına tevekkül etme­mesi gerekir. O halde gerekeni yapsınlar. Yine onlara düşen, zafer için gerekli maddî ve manevî sebeblere sarılıp lüzumlu hazırlığı yapmak, başarısızlığa ve birliğin dağılmasına neden olan her türlü çekişmeden sakınmak, ondan sonra işi Allah'a havale etmektir.

Sonra Allahü Teâlâ, müminlerin uğradığı belâlara münafıkların sevinmesi dolayısıyla verilecek ikinci cevabı gösteriyor: "De ki: "Siz hakkımızda iki güzel şeyin birinden başkasını mı gözetir durursunuz?..." Ey Muhammed onlara şöy­le de: Siz bize iki güzel akibetten başkasının gelmesini mi bekliyorsunuz: Zafer, şehidlik ve büyük sevab. Biz yaşarsak, aziz şerefli müminler olarak yaşarız. Ölürsek mükafatlandırılmış şehitler olarak yaşarız.

Bize gelince, biz de sizin hakkınızda iki kötü akıbet bekliyoruz. Allah'ın, katından size azab eriştirmesi gökten bir felaket (Ad ve Semud'a indiği gibi); yahut da bizim ellerimizle, size azab etmesi (esirlik, küfür üzere öldürülmek, bize sizinle savaş izni verilmesi). O halde bizim, hakkımızda zikrettiğimiz akı­betlerimizi bekleyin. Biz, sizinle beraber akıbetimizi bekliyoruz. Elbette hepi­miz beklediğimizi göreceğiz. Bizim Rabbimizden delilimiz var, ama sizin yok. Siz, ancak bizi sevindiren şeyleri göreceksiniz. Biz de ancak sizi üzen şeyleri göreceğiz. Siz şeytanın vaadlerini, biz Allah'ın vaadlerini bekliyoruz. [37]


[37] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 5/418-419.

http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/

18 Nisan 2019 Perşembe

Tek Basınayken Çıplak Olduğu Halde Gusül Abdesti Almak

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
5. BÖLÜM GUSÜL

20. Tek Basınayken Çıplak Olduğu Halde Gusül Abdesti Almak
Kim örtünürse, bilsin ki, örtünme daha iyidir. Behz, babası ve dedesinden yaptığı nakille Hz. Peygamber'in 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem Allah, insanlardan daha fazla utanılmayı hak eder." buyurduğunu nakletmîştir.

278- Ebu Hureyre'den 
radıyallahu anh Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyur­duğu nakledilmiştir: "İsrailoğulları bir arada çıplak olarak gusül abdesti alırlar ve gusül sırasında birbirlerine bakarlardı. Hz.Musa Aleyhisselam ise, tek başına gusül abdesti alırdı. İnsanlar onun hakkında 'Allah'a and olsun ki, Musa'yı bizimle birlikte gusletmekten alıkoyan şey, ancak fıtık olmasıdır. diyorlardı. Bir defasında Hz. Musa Aleyhisselam gusül abdesti almaya gitti. Elbiselerini bîr taşın üzerine koydu. Taş Birden yuvarlandı Hz. Musa'­nın Aleyhisselam elbiseleri ondan uzağa düştü. 'Ey taş! Elbisemi geri ver' diye bağırarak taşın peşine düştü. Nihayet İsraİloğulları onu bu halde görünce 'Allah'a and olsun ki, Musa'da bir kusur yokmuş' dediler. Sonunda Hz. Musa Aleyhisselam taştan elbisesini aldı ve taşa vurmaya başladı." Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle demiştir; "Allah'a and olsun ki, Musa (as) taşa altı veya yedi defa vurmuştur. [Hadisin geçtiği diğer yerler:3404,4799]

Açıklama

(Tek Başınayken Çıplak Gusül Abdesti Almak) Bu ifade insanların göreme­yeceği yerde gusül abdesti almak manasına gelir. (Daha iyidir) ifadesiyse, yalnız başına olan insanların çıplak gusül abdesti almasının caiz olduğunu gösterir. Nitekim âlimlerin çoğu bu görüştedir.

(Allah, insanlardan daha fazla utanılmayı hak eder.) Sünen musannifleri ile daha başka hadisçiler, Behz kanalıyla bu hadisi nakletmişlerdir. Tirmizî bu hadi­sin hasen, Hâkim ise sahih olduğunu belirtmiştir. İbn Ebi Şeybe ise şöyle demiş­tir: "Bize Yezid b. Harun nakletti. Ona da, Behz İbn Hakîm babası ve dedesinden rivayetle şöyle nakletmiştir: Resulüllah'a
  Sallallahü Aleyhi ve Sellem Ey Allah'ın peygamberi! Avret yerlerimizi nerde açıp nerde kapatalım?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: "Avret yerlerini eşin ve cariyen hariç diğer insanların yanında ört!" Ben, "ey Allah'ın elçisi insan tek başına kalınca da mı?" diye sor­dum. Bu defa cevaben şöyle buyurdu: "Allah, insanlardan daha fazla uta­nılmayı hak eder."

Hadiste geçen eşin dışında ifadesinden, kadının kocasının avret mahalline bakmasının caiz olduğu anlaşılır. Kıyas yoluyla kocanın da karısının avret mahal­line bakmasının caiz olduğu sonucuna varılır. Aynı zamanda ifade, eşler ve ca­riyeler dışında başka birinin avret mahalline bakmanın caiz olmadığına delalet eder. Mesela avret mahalli hususunda erkeğin erkeğe, kadının da kadına bak­ması caiz değildir. Behz'den nakledilen hadisin zahiri, kişinin yalnız başınayken hiçbir şekilde çıplak bulunmasının caiz olmadığını gösterir. Ancak, İmam Buhârî Hz. Musa ve Eyyub Peygamber'in 
  aleyhimüsselâm kıssalarını, gusül abdesti alırken çıplak bulunulabileceğine delil getirmiştir. İbn Battâl'ın da ifade ettiği gibi söz konusu delil getirme şu şekilde gerçekleşmiştir: Bu iki peygamber, Allah Teâlâ'nın bize uy­mamızı emrettiği peygamberler zümresindendir. Onların bu tür uygulamalarına tabi olmak, ancak "bizden öncekilerin şeriatı, bizim için de şeriattır" diyenlerin görüşüne göre mümkün olur. Anlaşıldığına göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu kıssaları anlatmış ve herhangi bir itirazda bulunmamıştır. Bu durum, söz konusu uygulamaların bizim şeriatımıza da uygun olduğunu gösterir. Eğer bu kıssalarda bizim şeriatımıza uygun olmayan bir şey olsaydı, mutlaka Hz. Pey­gamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem belirtirdi. 

(çıplak olarak gusül abdesti alırlardı.) Hadisin zahirinden, bu uygulamanın İsrailoğullarının şeriatına göre caiz olduğu anlaşılır. Aksi takdirde Hz. Musa Aleyhisselam, on­ların bu uygulamalarına sessiz kalmazdı. Kendisi ise, daha faziletli olanı tercih ettiği için tek başına gusül abdesti alıyordu. 

(fıtık) Bu kelime, testislerdeki şişkinliği ifade eder.

('Ey taş! Elbisemi geri ver') Hz. Musa 
Aleyhisselam
taşa hitap etmiştir. Çünkü, elbisesini alıp kaçtığı için onu akıllı varlıklar gibi görmüştür. Ona göre taş, bu yaptığından dolayı cansız varlıklardan uzaklaşıp canlı varlıklar kategorisine yaklaşmıştır. Bu yüzden ona seslenmiştir.

{îsrailoğulları onu bu halde görünce) Bu ifadeden, İsrailoğullarının Hz. Mu­sa'nın 
Aleyhisselam
vücudunu çıplak olarak gördükleri anlaşılır. Bu durum, tedavi ve buna benzer zorunlu hallerde bir başkasının avret yerine bakmanın caiz olduğuna delil olarak kullanılmıştır.

Ancak İbnu'l-Cevzî, Hz. Musa'nın 
Aleyhisselam
üzerinde bir örtü olabileceği ihtimalini dile getirmiştir. Çünkü örtü ıslanınca, altını gösterir. O, hocalarından birine ait olan bu görüşü nakletmeyi daha uygun görmüştür. Ancak, bu görüş tartışılabilir bir görüştür.

Bu hadis hakkında geri kalan yorumları, Peygamberler Bölümünde yapa­cağız.
[Kitab ehadisi'l-enbiya' (Peygamberlerle ilgili hadisler Bölümü) Bab:28,3404,III,38]

279- Ebu Hureyre'den 
radıyallahu anh Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyur­duğu nakledilmiştir: "Hz. Eyyub Aleyhisselam çıplak olarak gusül abdesti alırken, üze­rine altın çekirgeler düşmeye başladı. Eyyub peygamber Aleyhisselam hemen onları elbisesine dolamaya koyuldu. Bunun üzerine Hak Teâlâ ona nida edip 'Ey Eyyub! Ben seni şu gördüklerinden müstağni kılmadım mı?' dedi. Eyyup Peygamber Aleyhisselam şöyle dedi: İzzetine and olsun ki, doğrudur. Ne var ki, senin bereketinden yoksun kalacak bir zenginliğim yok! [Hadisin geçtiği diğer yerler:3391,7493]

Açıklama

İbn Battal bu hadisin bab başlığı ile olan ilişkisini şu şekilde açıklamıştır: "Al­lah Teâlâ Hz. Eyyub'a çıplak olarak yıkandığı için değil de, çekirgeleri topladığı için serzenişte bulunmuştur. Bu da çıplak olarak gusül abdesti almanın caiz ol­duğunu gösterir."
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah-u Teala’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH azze ve celle BİLİR 

17 Nisan 2019 Çarşamba

ENFAL SÛRESİ 61.- 66. ayetlerin tefsiri


Sulhun Ve Millet Birliğinin Savaşa Tercih Edilmesi


61- Eğer barışa yanaşırlarsa, sen de ya­naş. Ve Allah'a güvenip dayan. Çünkü her şeyi hakkıyla işiten ve kemaliyle bilen bizzat O'dur.

62- Eğer seni aldatmak isterlerse, mu­hakkak ki Allah sana kâfidir. O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyen­dir.

63- Ve onların gönüllerine sevgi verip birleştirendir. Sen yeryüzünde olan her şeyi toptan harcamış olsan, yine onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah aralarını bulup kaynaştır­dı. Çünkü O, mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

64- Ey peygamber! Sana da, müminler­den sana uyanlara da Allah yeter.

65- Ey peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer içinizde sabırlı yirmi (kişi) bulunursa, onlar ikiyüze galip gelirler. Eğer sizden yüz (kişi) olursa, kâfirlerden binini mağlup eder. Çünkü onlar anlamaz bir topluluktur.

66- Şimdi Allah, zaafınız olduğunu bil­diğinden, sizden (yükü) hafifletti. O halde eğer sizden sabırlı yüz olursa ikiyüzü yenerler, eğer sizden bin olur­sa Allah'ın izniyle iki bine galip gelir­ler. Allah, sabredenlerle beraberdir.

Açıklaması


Tam savaş hazırlığı yapılıp cihada çıkılacağı sırada, düşman barışa yöne­lir, bunu savaşa tercih ederse, devlet başkanının görüşüne göre, sulh kabul edi­lir. Zemahşerî şöyle diyor: "Sahih olan, devlet başkanının İslâm'ın ve müslümanların savaş ve barıştaki yararını görmesine bağlıdır. Ne düşmanla mutlaka savaşılması, ne de mutlak olarak barış içinde kalınması söz konusudur.[30]

Ayetin manası: Düşman barışa, ya da mütarekeye yanaşırsa, sen de ya­naş. Çünkü sen, barışa onlardan daha yakınsın. Onlarla barış yap, Allah'a gü­ven, işi O'na havale et. Onların barışa yanaşmalarında, tuzaklarından ve sözle­rinde durmamalarından korkma. Çünkü Allah sana kâfidir, onların söyledikle­rini duyan, yaptıklarını bilendir.

Eğer barışı, güç kazanmak ve hazırlanmak için bir hile olarak kullanmak isterlerse, Allah, onların bu işinden seni korur. Onlara karşı sana yardım eder. Senin için O yeterlidir.

Bu, barışın savaşa tercih edileceği ve ondan üstün tutulacağı konusunda açık bir delildir. Çünkü İslâm, barış, hidayet ve sevgi dinidir. Savaşa, ancak çok zorunlu haller ve zorlayıcı sebepler altında başvurulur.

Onun için müşrikler, Hudeybiye yılında Resulullah (s.a.)'le, aralarında do­kuz yıl savaşılmamasını da içeren bir barış istediklerinde -müslümanlar aley­hinde şartlar taşımasına rağmen- Resulullah (s.a.) buna olumlu cevap verdi. İmam Ahmed'in oğlu Abdullah, Ali b. Ebî Talib'in şöyle dediğini rivayet eder: Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Şüphesiz yakında ihtilâf veya başka şeyler olacak. Barış yapabilirsen yap."

İbni Abbas ve bir grup tabiinden nakledildiğine göre bu ayet, Tevbe süre­sindeki: "Kendilerine kitab verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe iman etme­yen, Allah'ın ve Rasulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dinini din olarak kabul etmeyen kimselerle, hakir ve zelil olarak kendi elleriyle cizye verin­ceye dek savaşın" (Tevbe, 9/29) ayetiyle nesholunmuştur. Bu nokta üzerinde düşünmek gerekir. Nitekim İbni Kesir şöyle der: Tevbe süresindeki ayette, buna imkân olduğunda düşmanla savaş emri vardır. Düşman çok olduğu zaman ise, ayetin işaret ettiği ve Peygamber (s.a.)'in de, Hudeybiye Günü yaptığı gibi, on­larla barış yapmak caizdir. Bunda hiçbir çelişki, nesih ve tahsis yoktur.[31]

Sonra Cenab-ı Hak, muhacir ve ensardan bütün müminleri desteklemekle peygamberine lütfettiği nimetini zikrederek: "O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir" buyuruyor. Yani, onların hile ve tuzağından korkma. Çünkü Al­lah, seni ve müminleri yardımıyla destekledi, onları sana iman ve itaatta, sana yardım ve destekte tek bir topluluk haline getirdi. Destek iki türlü oldu: Doğru­dan, bilinen sebepler olmaksızın yapılan destek; bilinen sebeplere bağlı destek.

Sonra Allahü Teâlâ, müminlere olan desteğini ve saflarını birleştirişini açıklayarak: "Onların kalblerini birleştirdi" buyuruyor. Yani, Allahü Teâlâ on­ları cahiliyye dönemindeki uzun süren çekişme ve savaşlar sonrası meydana gelen düşmanlık ve kinden sonra -nitekim Ensar'dan Evs ve Hazrec'in durumu böyleydi- birbirine ısındırmış, sana yardım etme hususunda birbiriyle yardımlaşan tek bir ümmet haline getirmişti. Aralarındaki ihtilafları iman nuruyla gidermişti. Nitekim şu ayet bu manayı destekler: "Allah'ın üzerinizdeki nimet­lerini de hatırlayın. Hani siz düşmanlardınız da, O kalblerinizi birleştirmişti. İşte onun nimetiyle kardeş olmuştunuz. Ve yine siz ateşten bir çukur kenarındayken oradan da sizi O kurtardı. İşte Allah, hidayeti bulaşınız diye size ayetle­rini böylece apaçık bildiriyor" (Al-i İmran, 3/103).

Dünyadaki tüm malları harcasaydın onların kalblerini birleştirmeye, fikir birliği etmelerine gücün yetmezdi. Fakat Allah, onları imana hidayet buyur­makla, doğru yolda birleştirmekle, bir düzeye getirdi, onları kudret ve hikmetiyle birleştirdi.

Bu, zafere ulaşmanın en önemli sebeplerinden birinin birleşmek ve söz birliği etmek olduğunu açık olarak göstermektedir.

Birleştirme hem eski cahili sürtüşmeleri, hem de İslâm'dan sonra ortaya çıkan -Huneyn'de ele geçirilen ganimetlerin taksimi sırasında muhacirlerle ensar arasında çıkan ihtilaf gibi- anlaşmazlıkları gidermekle oldu. Sahihayn'da gelen bir rivayete göre, Resulullah (s.a.) Huneyn ganimetleriyle ilgili olarak or­taya çıkan görüş ayrılıkları üzerine, Ensara hitaben şunları söyledi: "Ey Ensar topluluğu! Siz dalalet içindeydiniz. Allah benimle, sizi hidayete kavuşturdu. Fakirdiniz, benimle sizi zengin etti. Ayrı ayrı idiniz, benimle sizi bir araya ge­tirdi" Hz. Peygamber her söylediğinde onlar: "Allah ve Rasûlü iyi olanı yapar" dediler.

Bunun için Allahü Teâlâ: "Fakat Allah, aralarını bulup kaynaştırdı. Çün­kü O, mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir" buyurdu. Yani şüphesiz Al­lahü Teâlâ kuvvetlidir. Yaptıklarında üstündür. Aldatıcıların aldatması, tuzak kuranların tuzağı, ona üstün gelemez. Kendisine tevekkül edenin isteğini boşa çıkarmaz. İşlerinde ve hükümlerinde hikmet sahibidir.

Hafız Ebû Bekir el-Beyhakî, İbni Abbas'ın şöyle dediğini zikreder: "Akra­balık bağının kesildiği, nimetin inkâr olunduğu oldu. Fakat onların kalb yakın­lığı gibisi görülmedi. Nitekim Cenabı Hak: "Sen yeryüzünde olan her şeyi top­tan harcamış olsan, yine onların gönüllerini birleştiremezdin" buyurmuştur.

Allahü Teâlâ, düşmanların hile yapmak istedikleri zamanda Rasulüne yardım sözü verdikten sonra, din ve dünya işlerinin hepsinde yardım ve zafer vaadetti. Bu, tekrar değildir. Şöyle buyurdu: "Ey peygamber! Sana Allah yeter." Yani Allah, onların yaptıklarından dolayı seni üzen durumlarda sana yeter. Düşmanına karşı müminlerin sayısı az, onların sayısı çok da olsa, Allah senin ve sana tabi olanların, sana inanan müminlerin yardımcısı ve destekleyicisidir.

Fakat Allah sana ve müminlere, yardımıyla yeterli olsa da, bu, savaş için gerekli sebeplere yapışmamayı, istenen vasıtaları almamayı ifade etmez. Al­lah'a buna güvenmenin yanında, müminleri savaşa teşvik etmen de gerekir. Şüphesiz Allahü Teâlâ, cihad yolunda nefislerini ve mallarını harcamak şartıy­la, sana yeter.

Sonra Cenabı Hak: "Eğer içinizde sabırlı yirmi (kişi) bulunursa, onlar iki-yüze galip gelirler" buyurmuştur. Bundan murad haber vermek değildir. Aksi­ne emir vardır. Adeta Cenabı Hak: "Sizden yirmi kişi olursa sabretsinler ve sa­vaşta gayret sarfetsinler, iki yüze galip gelirler" buyurmuştur. Yani, sizden sab­reden, mevkilerinde sebat eden yirmi kişi olursa, iman, sabır ve anlayışlarıyla bu üç haslet bulunmayan ikiyüz kâfire üstün gelir. "Çünkü onlar, anlamaz bir topluluktur." Yani kâfirlerin hezimet sebebi, onların, sizin bildiğiniz gibi, sava­şın hikmetini bilmeyen bir toplum olmalarıdır. Çünkü onlar, sırf üstünlük maksadıyla savaşırlar. Sizse, Allah'ın dinini yüceltmek, inancı düzeltmek, put­perestlikten temizlenmek, üstün ahlâkla bezenmek, namaz kılmak, zekât ver­mek, iyiliği emir, kötülükten nehyetmek gibi, Allah'a kulluk amaçları doğrultu­sunda savaşırsınız. Nitekim Cenabı Hak da şöyle buyurur: "İman edenler, Al­lah yolunda savaşırlar, küfredenler de tağut yolunda savaşırlar" (Nisa, 4/76); "Onlar eğer kendilerine yeryüzünde bir iktidar mevkii verirsek dosdoğru nama­zı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar" (Hac, 22/41).

Sonra onlar, öldükten sonra dirilmeye ve cezaya inanmazlar. Sizse, iki gü­zel şeyden birini beklersiniz. Ya ganimet ve zafer, ya da Allah yolunda şehidlik ve cennete kavuşmak.

Ayette sabrederlerse, müminler topluluğunun, kendilerinin on katı kâfire, Allah'ın yardımı ve desteğiyle üstün geleceklerine ilişkin bir sözü ve müjdesi var. Yine, müminlerin, savaşın amaçlarını kavrayan kimseler olacaklarına, Al­lah'ın rızasını kazanacak şeyler yapacaklarına, insan hayatı ve milletlerin yük­selmesi için elverişli şeyleri kâfirlerden daha iyi bileceklerine işaret var. Kâfir­ler, müşrikler, yahudiler ve Hristiyanlar ise maddecidirler. Savaştan maksatla­rı, şöhret ve diğer milletleri kendilerine boyun eğdirmektir.

Bir müslümanın on kâfire karşı durması, müslümanların az olduğu ilk za­mandaydı. Kendilerinden yüksek, güzel işlerin en yüksek derecesi istendi.

Müslümanlar çoğaldıktan sonra ise, ruhsat, kolaylık olan şeyler istendi. Şu ayet onun için bu sorumluluğu hafifletti: "Şimdi Allah zaafınız olduğunu bildi­ğinden, sizden (yükü) hafifletti" Yani Allah bir müslümana, on kâfire karşı koy­masını, onlara karşı sebat etmesini emrettiği, bu da onlara ağır geldiği zaman, bu mükellefiyeti en aşağı dereceye indirerek hafifletti. Bir kişinin iki kişiye karşı koymasını emretti. Eğer sizden sabreden yüz kişi olursa, iki yüze üstün gelir; bin sabreden kişi olursa, Allah'ın izni ve kudretiyle ikibin kişiye üstün gelir. Allah daima yardımı, desteği ve korumasıyla sabredenlerin yanındadır.

Buharî, İbni Abbas (r.a)dan şöyle rivayet eder: "Sizden sabreden yirmi kişi bulunursa, iki yüz kişiye üstün gelir" ayeti nazil olunca, bu durum, müslüman-lara ağır geldi. Bunun üzerine bu yükü hafifleten ayet nazil oldu: "Şimdi Allah zaafınız olduğunu bildiğinden, sizden (yükü) hafifletti."

Her iki halde de, az olan müslümanlardan, kendilerinden daha çok bir topluma karşı koymaları isteniyor. "Allah sabredenlerle beraberdir" sözü, mü­minleri zafer ve galibiyetin gerçekleşmesi için sadece imana dayanmamak ge­rektiğini, imanla beraber diğer sıfatların da -bunların en önemlileri sabır, se­bat, daima maddî ve manevî hazırlık, işlerin hakikatlarını ve cihadın maksat­larını bilmektir- mutlaka bulunması gerektiğini ifade etmektedir.

Kur'ân-ı Kerim'de fert ve toplum olarak sebat edilmesi, sabredilmesi emri tekrarlanır: "Ey iman edenler! Bir toplulukla karşılaştığınızda sebat edin." (Enfal, 8/45); "Muhakkak Allah, kendi yolunda birbirine kenetlenmiş bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever." (Saff, 61/4); "Ey iman edenler! Sabredin, sa­bır yarışı yapın. Sınırlarda nöbet beklesin. Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz" (Âl-i İmran, 3/200); "Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korku ile zaafa düşer­siniz, rüzgârınız gider. Bir de sabredin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraber­dir" (Enfal, 8/46). [32]


[30] Zemahşeri, 11/22.
[31] İbni Kesir, 11/322-323.
[32] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 5/284-287.

http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/