Yakınlarımız, dostlarımız vefat ediyor, bir gün biz de vefat edeceğiz. Peki kabre konuluncaya kadar ve sonrasında İslama uygun, bidatlere düşmeden ölü için neler yapılması gerekir ve neler yapılabilir?
Konuyu iki kısımda ele alacağız:
İlk kısımda ölüm gerçekleşmeden önce, ölüm anında ve ölümün gerçekleşmesinden sonra yakınlarına düşen görevler nelerdir;
ikinci kısımda ise kabre konduktan sonra ölüye faydalı olabilecek neler yapılabililir bunları aktaracağız.
Ölüm.. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem"in ifade ettiği gibi insanoğlunun tamamının doğumdan sonraki tek gerçeğidir. Aslında ölüm, sadece insanoğlunun değil dünya üzerinde bulunan bütün canlıların ortak kaderidir. Her canlı, günün birinde ölmeye mahkûmdur.
Ölüm, Yüce Yaratıcı"nın kanunudur. Ölüm için genç yaşlı, kadın erkek ya da çocuk olmak gibi herhangi bir sıra da söz konusu değildir. Cenâb-ı Allah"ın belirlemiş olduğu eceli gelen her insan, ruhunu Rabbine teslim edecektir.
Ancak İslam’a göre ölüm; bir son ve yok olma değil, yeni bir hayatın başlangıcıdır. Diğer varlıklardan farklı olarak insanın ölümünden sonra dua ve istiğfara, hayır ve hasenata ihtiyacı vardır. Dünyada iken yaptığı güzel amellerin mükâfatını da âhirette görecektir (Al-i İmrân, 3/182).
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bir musibet veya ölüm haberi duyunca; şu ayeti okuyarak Allah’a olan teslimiyetini ve bağlılığını ifade etmişlerdir:
“Onlar, başlarına bir musibet gelince, 'Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz' derler” (Bakara; 2/156).
Ölüm gerçekleşmeden önce, Ölüm anında ve ölümün gerçekleşmesinden sonra nasıl hareket edilmelidir?
Ölüm gerçekleşmeden önce
* İmkânlar elveriyorsa ölmek üzere olan kimsenin yanında bulunmak, son nefesine kadar ona arkadaşlık yapmak, huzur içinde ruhunu teslim etmesine yardımcı olmak gerekir. Bunun için ölmek üzere olan kimsenin yanında kalpleri huzura erdiren yegâne kelâm olan Kur"ân-ı Kerîm okunur. Son anını yaşayan bu tür hastaların yanında Yasin veya Ra’d suresini okumak müstehabtır.
* Dünyanın geçici, ahiretin ise ebedi yurt olduğunu, Allah Teala’nın sonsuz rahmet ve merhamet sahibi, bağışlayıcı olduğu hatırlatılıp ölüm anındaki korkunun azaltılması sağlanır.
*Hasta olup normal bir ortamda vefat etmek üzere olanlara karşı yakınlarının bazı görevleri vardır. Eğer bir güçlük yoksa, ölüm döşeğinde yatan kişiyi kıbleye doğru ve sağ yanı üzerine çevirmek müstehaptır.
Eğer kişiyi çevirme imkânı yoksa, sırtına veya ensesine yastık koyup yüzü ve ayaklarının kıbleye bakacak şekle getirilmesi sağlanır.
Eğer bu şekilde çevirmek ve hareket ettirmek mümkün değilse, kişinin en rahat edeceği şekilde bırakılması daha iyi olur.
* Eğer ortam müsait ve uygunsa hakların helalliği dilenir; kendi haklarının helal edildiği tebliğ edilir.
* Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem"in, “Ölmek üzere olanlarınıza "Lâilâhe illâllâh." (Allah"tan başka ilâh yoktur.) sözünü telkin edin.” M2123 Müslim, Cenâiz, 1. buyruğu üzere, aklî melekeleri yerinde olup konuşma yeteneğini kaybetmemiş kişiye yanındakilerden biri uygun bir tarzda “kelime-i tevhid’i ve tövbeyi” hatırlatacak şekilde telkinde bulunmalıdır. Telkinin amacı hastanın hayata veda ederken tevhid inancını hatırlamasına yardımcı olmaktır.
Ölümü yaklaşmış kişiye kelime-i tevhid telkin edilmesi sünnettir. (Müslim, Cenâiz, 1) Ancak “sen de söyle” diye zorlanmamalıdır. Kendi arzu ve iradesiyle bu cümleyi söyletmeye yardımcı olunmalıdır. Bu hususta peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:
“Kimin son sözü “ La ilahe ilallah “ olursa, o kişi cennete girer.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 16)
Ölüm anının şiddetlenmesi
* Kişinin ölüm anında çok şiddetli susaması olabilir. Onun için de ağız ve dudaklarının ıslatılması ve kuruluğun giderilmesi tavsiye edilir.
Ölüm anından sonra
* Ölenin vücudu sertleşmeden önce hafifçe çenesinin bez türü bir iple bağlanması, gözlerinin kapatılması, elleri, ayakları ve kollarının düz bir şekle getirilmesi gerekir.
Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem“Ölenlerinizin yanında hazır bulunduğunuz zaman, (öldüğünde) gözünü kapatınız. Çünkü göz ruhu izler...” buyurmuşlardır. (İbn Hanbel, IV, 125)
Ayakların tekrar açılmaması için baş parmakları uygun bir şekilde iple bağlanabilir.
* Ölümün gerçekleşmesinden sonra meyyit yıkanana kadar onun yanında Kur’an okunmaz. Mekruhtur. Fakat başka bir odada Kur’an okumakta bir sakınca yoktur.
* Vefatın gerçekleşmesiyle, ölen kimsenin akrabaları, yakınları, komşuları ve arkadaşları durumdan haberdar edilir. Ölüm ilânının gayesi Müslümanların cenazeye iştirak etmek suretiyle kardeşlerine son vazifelerini yapmalarına imkân tanımaktır.
Meyyitin (ölünün) yıkanması
Ölen erkek veya kadını, bedenleri örtülecek şekilde kefenlemek farzdır.
* Erkek meyyitleri erkekler, kadın meyyiteleri ise bayan yıkayıcıların yıkaması gerekir. Yıkayan kişiler abdestli olmalıdır. Meyyitin yıkanmasi farz-ı kifâyedir.
* Meyyit çok sıcak veya çok soğuk suyla yıkanmamalıdır.
* Cenazenin gereksiz ve sebepsiz yere geciktirilmemesi için meyyitin bir an önce yıkanması, kefenlenip hazırlanması müstehaptır.
* Yıkanmanın mümkün olduğu kadar kapalı bir alanda gerçekleştirilmesi gerekir.
* İmkân dâhilinde meyyitin ayakları Kıbleye doğru olarak teneşire sırt üstü yatırılır.
* Cenaze yıkanan yere güzel kokular konulur.
* Meyyitin göbek ile diz altı arası örtülür. Avret mahalli eldiven veya bez kullanılarak örtünün altından temizlenir; daha sonra namaz abdesti gibi abdest aldırılır.
* Yıkama niyet ve besmele ile başlanır, “Gufrâneke yâ Rab = Artık senin af ve mağfiretinle baş başa, sen onu bağışla ey rahmân olan Allah.” duası ile devam edilir.
* Niyet ve besmeleden sonra meyyite abdest aldırılır. Abdest aldırmaya yüzden başlanır. Ağız ve buruna su verilmez. Dudakların içi ve dışı, burun delikleri, göbek çukuru parmakla veya parmağa sarılan bezle mümkün mertebe silinir. Ondan sonra elleri ve kolları yıkanır. Sahih olan görüşe göre başı da meshedilip, ayakları geciktirmeksizin yıkanır. Böylece ölüye abdest aldırılmış olur.
* Üzerine namaz farz olmayan çocuklara abdest aldırılması gerekmez.
* Abdest aldırıldıktan sonra meyyitin üzerine ılık su dökülür.
* Meyyitin önce sol tarafa yatırılıp sağ tarafı, sonra sağ tarafa yatırılıp sol tarafı yıkanır. Bu üç kere tekrar edilir.
* Bundan sonra meyyit hafifçe kaldırılır. Sonra karnı hafifçe ovulur. Bir şey çıkarsa su ile yıkanıp giderilir. Yeniden abdest verilmesine ve baştan yıkanmasına gerek yoktur.
* Yıkama işleminden sonra meyyit havlu ile kurulanır. Cenaze yıkanırken pamuk kullanılmaz.
* Meyyitin tırnağı kesilmez ve saçları taranmaz, kesilmez, vücudun diğer bölümlerindeki kıllar da temizlenmez.
*Şayet ölünün vücudunda birtakım hoş olmayan şeylere şahit olunmuşsa bunları başkalarına ifşa etmemek gerekir. Bu konuda Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim bir ölüyü yıkar, onu kefenler, (kefenine) güzel koku sürer, (cenazesini) taşır, cenaze namazını kılar ve ölünün üzerinde gördüğü (olumsuz şeyleri) yaymazsa anasından doğduğu gibi günahlarından arınmış olur.”
(İM1462 İbn Mâce, Cenâiz, 8)
Meyyitin kefenlenmesi
* Yıkanıp güzel kokular sürülen ölünün saçları toparlanarak düzenli bir hâle getirildikten sonra kefenlemeye geçilir.
* Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem kefen için seçilecek kumaşın, saflığın ve temizliğin sembolü olan beyaz renkte olmasını tavsiye etmiş ve çok pahalı olmaması gerektiğini söylemiştir.
Dinimizde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem"in üç parça bezle kefenlenmesinden hareketle erkeklerin üç, kadınların ise beş parça bezle kefenlenmesi uygun görülmüştür. Ancak imkânların elvermediği durumlarda kefen için tek parça kumaş da yeterlidir.
İhramlıyken vefat eden kimselerin ise ihramlıyken dikkat edilmesi gereken hususlar doğrultusunda kefenlenmesini uygun gören Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, bu durumda kişinin giydiği iki parça elbise ile kefenlenmesini, kokulanmamasını, başının da açık bırakılmasını istemiş, onun, ihramıyla telbiye getirerek dirileceğini ifade etmiştir.
* Cenaze yıkanıp kefenlendikten sonra yüzünün açılarak yakınlarının ve dostlarının ona son kez bakmaları veya öpmeleri caizdir.
Kadın cenazenin yüzüne mahremi olan erkekler ve kadınların bakmaları caiz ise de mahremi olmayan erkeklerin herhangi bir zaruret bulunmadıkça bakmaları mekruh görülmüştür. Erkek cenazenin yüzüne kadınların bakmasında ise bir sakınca yoktur (Kâsânî, Bedâî’, 1/304-305; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, 1/531-532).
* Maddî ve mânevî kirlerinden arınarak tertemiz, bembeyaz bir örtüyle bezenen cenaze musallaya getirilir, artık namaz için hazırdır.
Vefât eden bir müslüman için ilk duâ, onun cenâze namazını kılmaktır.
“Cenaze namazı kıldığınız zaman ölen kimseye samimiyetle dua edin.” buyuran Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem, ölen her mümin için namaz kılınmasını istemiştir. Bu namazı kılmak suretiyle Müslümanlar, vefat edenin günahlarının affedilmesi, varacağı yerde cehennem azabından korunmuş bir şekilde selâmetle ve ikramla karşılanması için Yüce Rabbe niyaz ederek mümin kardeşlerini son yolculuğuna uğurlarlar.
Ayrıca din kardeşinin cenâzesine katılarak onun namazını kılmak ve onunla beraber kabre kadar gitmek, mü’mine büyük sevap kazandırır.
Namazın ardından cenaze, vakit geçirilmeden götürülüp defnedilir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, cenazenin aşırı süratli olmamak kaydıyla bir an önce defnedileceği yere ulaştırılmasını tavsiye etmiştir.
Cenazenin taşınması
Cenazeyi taşıma görevi erkeklere verildiği gibi, cenazeye gitmek de erkeklerin vazifesidir.
Erkekler cenazeyi uğurlamaya ciddi şekilde teşvik edilirken, hanımlar alıkonulmuştur. Her ne kadar “haram” kılınmamış ise de onların cenaze ile kabre gitmeleri hoş karşılanmamıştır.
Hanefilere göre tahrimen mekruhtur ki, eğer fitne korkusu varsa o zaman ittifakla haramdır.
Ümmü Atıyye radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Biz hanımlar cenazeye iştirak etmekten men edildik. Fakat cenâze teşyii bize kesin olarak haram kılınmadı. (Buhârî, Cenâiz 29, İ’tisam 27; Müslim, Cenâiz 34-35. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 40; İbni Mâce, Cenâiz 50)
Netice olarak, kadınların cenaze nakline iştirakleri doğru görülmemiştir. Ancak, cenazeyi nakledecek erkek bulunmazsa, böyle istisnai vaziyet bir zarurettir. Bu surette caiz görülmüştür.
* Cenazenin taşınmasında sünnet olan şekil, dört kişinin dört taraftan cenazeyi yüklenmesidir. Her bir taraftan sırayla yüklenip onar adım, toplam kırk adım götürmek müstehaptır. Cenaze önce ön taraftan sağ omuza, sonra ayak tarafından sağ omuza alınır. Sonra yine ön taraftan bu defa sol omuza, sonra arka taraftan sol omuza alır. Her bir omuzlamada onar adım yürünür.
* Cenazeyi takip edenlerin, cenazenin arkasından yürümeleri daha faziletli olmakla birlikte, önden yürümekte de bir sakınca yoktur. Cenazeyi yaya olarak takip etmek binitli olarak takipten daha faziletlidir. Eğer binitli olarak takip edilecekse, cemaati rahatsız etmemek için ya en önden gitmek ya da cemaatin arkasından gelmek uygun olur. Cenaze vakar içinde izlenmeli, cenaze ve üzüntü ortamına uygun düşecek şekilde davranılmalı, gerekmedikçe konuşulmamalıdır. Yapılacak iş, dua, tefekkür ve tezekkür etmektir.
Buraya katılan herkes; tam bir sükunet, teslimiyet ve tefekkür halini yaşarlar. Böyle iken; bazı cenazelerin; camiye ve kabristana nakli sırasında alkışlandığını işitiyoruz. Halbuki İslam tarihinde ve kültürümüzde cenazenin alkışla defnedildiği bir döneme rastlanmamıştır. Alkış, daha çok hayatta olanlara takdir hislerini dile getirmek için yapılır.
Hangi amaçla yapılırsa yapılsın cenaze törenlerinde alkış tutmak ve slogan atmak cenazenin defin adabıyla uygun düşmez. Ayrıca alkış cenazeye olan saygıyı yok eder. Nasıl ki ağıt yakmak, yüksek sesle ağlayarak feryat etmek cenazeyi rahatsız ediyorsa alkış ve ıslık gibi hiçbir ilmi temeli olmayan davranışlar da onun ruhunu rahatsız eder.
Cenaze toprağa koyulurken
* Defin için tayin edilmiş belirli bir vakit olmamakla birlikte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ashâbını, kerahet vakitleri yani güneş doğarken, güneş tam tepede iken ve güneş batarken cenaze defnetmekten menetmiştir. Cenazenin gündüz defnedilmesinin daha uygun olduğunu, ancak zarurî durumlarda gece de defnedilebileceğini söylemiştir.
* Cenaze toprağa konulmadan önce oturulmaması; cenaze toprağa konulduktan sonra ise, ayakta kalınmaması uygundur.
* Cenaze kıble tarafından kabre indirilir, sağ yanı üzerine kıbleye döndürülür ve kefen üzerinde bağ varsa çözülür.
* Cenazeyi kabre koyan kişiler “Bismillâhi ve alâ milleti resûlillâh = Allah’ın adıyla ve elçisinin dini üzere” derler. Cenazeyi kabre koyacak kişilerin sayısı ihtiyaca göre değişir.
* Meyyiti sağ tarafına yatırıp, yüzünün Mekke’ye çevirilmesi sağlanır.
* Bayanların toprağa indirilmesinde yakınlarının indirmesi tavsiye edilir.
* Mezarın iki karış yükseltilerek tümsek hâle getirilmesi de menduptur.
* Kabrin gereksiz masraflı ve şatafatlı yapılardan olmaması gerekir.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir cenaze gömüldükten sonra hemen dönmez, bir müddet mezarı başında bekler ve cemaate şöyle derdi: “Kardeşiniz için yüce Allah’tan mağfiret isteyiniz ve kendisine sükûnet vermesini dileyiniz. O şimdi sorguya çekilmektedir.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 67-69)
Definden sonra kalabalık dağılınca, orada kalan bir kişinin kabrin başında ölüye hitaben iman esaslarını hatırlatması şeklindeki telkin bazı âlimlerce meşru görülmemekle birlikte, mükellef olduktan sonra vefat eden kimsenin kabrinin başında bunun yapılabileceğini söyleyen âlimler de vardır (bk. İbnü’l-Hümâm, Fethü'l-kadîr, 2/104-105; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, 1/157).
Görüldüğü üzere Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in uygulaması telkin değil, dua şeklindedir.
* Kabirlerin üzerine basmak ve oturmak mekruhtur. Bu hususta Resûlullah Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Birinizin kor üzerine oturup elbisesini yakması, oradan da ateşin bedenine ulaşması, kendisi için bir kabrin üzerine oturmasından daha hayırlıdır.” (Müslim, Cenâiz, 96; Ebû Dâvûd, Cenâiz, 77; Nesâî, Cenâiz, 105)
Cenaze sahiplerinin mezarlıkta veya evde helva, ekmek gibi şeyler dağıtmalarının dinî bir dayanağı yoktur. Dinî bir gereklilik olarak görmeden yapılmasında bir sakınca olmayacağı söylenebilirse de bu tür uygulamaların kısa süre sonra cenazeyle ilgili bir dinî hüküm olarak algılanması tehlikesi bulunmaktadır. Dolayısıyla bu ikramlar dinî bir zorunluluk olarak yapılırsa, bidat ve hurafe sayılır.
Taziyede Bulunmak
Hem ölen insana hem de geride kalan yakınlarına karşı yerine getirilmesi gereken bir görev de taziyedir. Taziye ölünün yakınlarına, “Allah rahmet etsin! Allah geride kalanlara ömür versin!” gibi sözlerle sabır dilemek, rahatlatıcı ve teselli edici sözler söyleyerek, acı ve üzüntülerini paylaşmaktır.
Taziye vesilesiyle ölene dua edilir ve Kur'ân okuyup sevabı bağışlanır. Taziye süresi genel olarak aynı yerde yaşayanlar için üç gündür. Taziyenin üç gün içinde yapılması müstehaptır.
Ölü sahipleri normal hayata daha çabuk dönebilsinler diye, üç günden sonra taziyede bulunmak mekruh kabul edilmiştir. Ancak uzakta oturanlar veya geç haber alanların daha sonra da taziyede bulunmaları mümkündür.
Cenaze evine yemek götürmek sünnettir. Uygulamada da ölü evinde tâziye süresince yemek pişirilmez; cenaze yakınlarına ve tâziye için gelenlere ikram edilmek üzere komşular cenaze evine yemek getirir.
Ölü evinin gelen gidenlere yemek hazırlaması mekruhtur, bidattır, aslı esası yoktur. Çünkü böyle yapmakla ölü ailesinin sıkıntı ve kederi bir kat daha arttırılmış olur, meşguliyetlerine meşguliyet katılmış ve cahiliyye döneminin adetlerine benzetilmiş olur.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ölünün kendi ailesinin yemek hazırlayıp gelenlere ikram etmesini hoş karşılamamıştır. Ölen kişinin mirasçıları fakir iseler veya aralarında buluğ çağına erişmemiş çocuk var ise, geriye bıraktığı maldan yemek yapılarak cenazeye gelenlere verilmesi helal değildir. Buna karşılık Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, komşu ve akrabalarının ölü sahiplerine yemek getirmelerini tavsiye etmiştir (İbn Mâce, Cenâiz, 59).
Ölene Ağlanır ve Ağıt Yakılır mı?
Ölünün başında, cenazenin defninde ve kabir ziyareti esnasında bağırıp çağırmadan, yaka paça yırtmadan sessizce ağlamak caizdir. Çünkü bu tür bir ağlama insanlardaki acıma ve merhamet duygusunun dışa yansımasıdır. Buna rağmen Yüce Allah sabır ve teslimiyet içinde olanları, acı ve musibetlere tahammül edenleri de övmüştür.
Demek ki; sesini yükselterek ağlamak, çirkin söz söylemek, bağırıp çağırmak, ağıt yakmak, üstünü başını dövmek ve yolmak doğru değildir. Hatta Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bu aşırılıklar ve taşkınlıklardan cenazenin bile rahatsız olacağını bildirmiştir:
“Şüphesiz ölü, arkasından ailesinin ağlaması yüzünden azap görür.” Müslim Cenaiz, 9. II, 638.
Cenaze Merasimlerinde Görülen Bir Uygulama
Günümüz cenaze törenlerinde, bazı ölülerin yakınları veya çalıştıkları kurumları camii avlularına ve kabristanlara çelenkler göndermektedirler.
Cenaze merasimlerine çelenk veya çiçek gönderilmesinin ya da kabirlere konulmasının ölüye hiçbir faydası yoktur. Ayrıca bu tür harcamalar, yerinde bir harcama olmadığından israftır. Bu itibarla, çelenk için sarf edilecek paranın, sevabı ölenin ruhuna hediye edilmek üzere, hayır kurumlarına veya fakirlere bağışlanması uygun olur.
Ancak genel olarak kabristanda ağaç dikmek ve yeşilliği korumak özellikle kabristanların iç ve dış çevresini ağaçlandırmak tavsiye edilmiştir. Kur'ân-ı Kerimde de işaret edildiği gibi ağaç, bitki ve diğer yeşilliklerin tamamı kendilerine mahsus halleriyle Allah’ı anmaktadırlar. Kabristana dikilen ağaç, canlı kaldıkça onun tespih ve zikrinden kabir sahibi faydalanacaktır.
Ölenlerin Arkasından Kur'ân Okumak
Ölülerin ruhları için her zaman Kur'ân okunup hasıl olan sevap onların ruhlarına bağışlanabilir. Ancak cenazenin defni sırasında veya sonraları para karşılığında Kur’ân ve mevlit okutmak veya ziyafet vermek doğru değildir.
Ölünün ardından yapılan yedinci, kırkıncı ve elli ikinci gecesi gibi uygulamaların dinî dayanağı var mıdır?
Ölenin yedinci, kırkıncı ve elli ikinci gecesi gibi belli gün ve gecelerinde okunan hatim ve mevlit merasimleri hakkında da Kur'ân ve sünnete dayalı bir bilgi veya tavsiye yoktur.
Ölen bir Müslümanın usûlüne göre yıkanıp kefenlenmesi ve cenaze namazının kılınarak defnedilmesi farzdır. Bunun dışında yapılması gereken başka bir görev yoktur.
Yedinci, kırkıncı ve elli ikinci gün duası gibi zaman ve şekle bağlanmış bir görev yoktur. Bunların hiçbir dinî dayanağı da bulunmamaktadır. Bu itibarla söz konusu günlerde ölüye yönelik merasimler düzenlenmesi bid’attır; “Her bid’at da dalalettir.” (Müslim, Cum'a, 43 [867]; Ebû Dâvûd, Sünnet, 6 [4606]).
Ancak sevabı ölen kimsenin ruhuna bağışlanmak üzere her zaman hayr-u hasenât yapılabileceği gibi çeşitli vesilelerle dua da edilebilir (bk. Buhârî, Vasâyâ, 19 [2760]; Müslim, Zekât, 51 [1004]).
* Kabrin yanında namaz kılmak, üzerine kubbe yapmak, mescit inşa etmek, mum yakmak ve bez bağlamak da geçmiş bazı din, örf, adet ve kültürlerin kalıntısı olan bidatlerdir.
Bir kimse üzerinde namaz, oruç, hac, zekat, adak gibi borçlar bulunarak vefat etmiş ise, geride kalanlar bu borçları eda ederse ölü bu borçtan kurtulur mu?
Alimlerimiz ibadetleri üçe ayırmışlardır:
1) Namaz ve oruç gibi bedenî ibadetler: Başkalarının yapmalarıyla bu borçlar düşmez, sorumluluk devam eder.
Devir ve ıskatın dinimizde yeri var mıdır?
Iskat, kişinin sağlığında çeşitli sebeplerle eda edemediği oruç, kurban, adak, keffâret gibi dinî mükellefiyetlerinin, ölümünden sonra fidye ödenerek düşürülmesi, böylece o kişinin bu tür borçlarından kurtulması anlamını taşır.
Bakara, 184. ayette “Oruca gücü yetmeyenler bir yoksul doyumu fidye öder.” buyrulmaktadır.
Bu âyete göre, oruca dayanamayan veya mazeretleri sebebiyle Ramazan’da ve diğer zamanlarda oruç tutmaktan aciz kalan kimselerin, her bir oruç günü için fidye ödemeleri gerekir. Fakihlerin çoğunluğu, bu âyetteki oruç yerine fidye ödenmesi hükmüne illet olan vasfın “acz” olduğuna hükmederek, mazeretli veya mazeretsiz oruç tutmamış ve kaza etmeden vefat etmiş olan kimselerin oruç borçları için de fidye ödeneceğini, hatta bu kimselerin bu konuda vasiyette bulunmaları gerektiğini ifade etmişlerdir.
Şayet vasiyet yoksa mirasçılar bunu yapmaya mecbur değildir. Ölen kişi miras bırakmamışsa veya bıraktığı mal yetmezse kendi mallarından bağış olarak da verebilirler. Oruç için bu şekilde yapılacak ıskat, dinî hükümlere uygundur.
Ancak belli bir miktar paranın fakire verilmesi ve onun da güya erdemli davranarak aldığı parayı veren kişiye hibe etmesi ve ödenmesi gereken meblağ tamamlanıncaya kadar bu kabul ve hibe işinin tekrar ettirilmesi demek olan “devir” uygulamasının aklî ve naklî hiçbir mesnedi yoktur.
Namazların ıskatına gelince; bir kişinin namaz borçlarının fidye ile ödenebileceğine dair Kur’ân ve sünnette ne bir delil ne bir işaret vardır. Öyleyse fidye ile namaz borçları düşmez.
O halde ne yapabiliriz? ihtiyaç sahiplerine yapılacak yardımlar ölü adına yapılmış sadaka gibi olacağından günahların bağışlanmasına ve Allah’ın affının tecellisine vesile olacağı umulur.
İmkânlar dâhilinde fakirlere sadaka vermek, hayır kurumlarına yardımda bulunmak geride kalanların ölüler için yapabilecekleri en uygun davranışlardır.
2) Zekat, adak ve mâlî keffaret gibi mâlî ibadet ve borçlar: Bunlar, başkalarının ödemesiyle ödenmiş olur, borç kalkar.
3) Hac gibi hem mâlî, hem de bedenî ibadetler: Birisi vefat etmiş bir kişi adına bunu yaparsa o borçtan kurtulmuş olur. Fakat mirasçılar bunu yapmaya mecbur değildir.
Ölünün arkasından ölünün yararına olarak neler yapılabilir?
* İslam ulemasının ekseriyeti, sevabını ölüye bağışlamak niyetiyle yapılan ibadetlerin sahih olduğuna ve dünyadan göçmüş olanların bundan istifade edeceklerine kani olmuş ve bu hükmü benimsemişlerdir.
Bu sebeple, yapılan ibadetin ve hayırların sevaplarının başkasına bağışlanması caizdir. Kişi, okuduğu Kur’ân-ı Kerîm'in, yaptığı hatmin ve işlediği bir hayrın sevabını başkasına bağışlayabilir. İster sağ, ister ölmüş olsun, kendisine sevap bağışlanan kimsenin, bundan yararlanacağı umulur.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in cenazeye Fâtiha sûresini okuduğu ve tavsiye ettiği (İbn Mâce, Cenâiz, 22 [1495, 1496]), yine Abdullah bin Ömer radiyallahu anh'ın ölülerin ruhuna Bakara sûresinden okunabileceğini güzel gördüğü rivâyet edilmektedir (Beyhâkî, Sünenü'l-Kübrâ, 4/93 [7068]).
Başkası tarafından bağışlanan sevapla, bir kimsenin bizzat yapması gereken ibadet borçları ödenmiş olmaz ise de bunlar iyilik ve sevaplarının çoğalmasına ve derecesinin yükselmesine vesile olabilir.
* Benî Seleme kabilesinden bir adam, annesi ve babası öldükten sonra, onlara bir iyilik yapıp yapamayacağını sorduğunda, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem “Evet, onlara rahmet dilemek, onlar için istiğfâr etmek, vasiyetlerini yerine getirmek, akrabaları ile ilgilenip onlara karşı üzerine düşeni yapmak, dostlarına hürmet edip ikramda bulunmaktır.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 130 [5142]; İbn Mâce, Edeb, 2 [3664]) şeklinde cevap vermiştir.
* Annesinin aniden öldüğünü, şâyet konuşabilseydi sadaka verilmesini vasiyet edeceğini zannettiğini belirterek, onun adına sadaka verirse sevabının kendisine ulaşıp ulaşmayacağını soran sahabîye; “Evet, ulaşır. Onun namına sadaka ver.” (Buhârî, Vasâyâ, 19 [2760]; Müslim, Zekât, 51 [1004]) buyurmuşlardır.
O halde onlara rahmet dilemek, onlar için istiğfâr etmek, vasiyetlerini yerine getirmek, akrabaları ile ilgilenip onlara karşı üzerine düşeni yapmak, dostlarına hürmet edip ikramda bulunmak ve sadaka vermek ölüye fayda veren iyiliklerdir.
* Bir kişi öldüğünde başkalarının onun hakkında yapabilecekleri, hatta yapmaları gereken en önemli işlerden birisi, varsa o kişinin borçlarını ödemek ve böylece onun üzerinden kul haklarının kalkmasını temin etmektir. Çünkü hadisteki ifadesiyle “Mü’minin ruhu, borcu ödeninceye kadar ona bağlı kalır.” Tirmizi, Sünen, Cenaiz, 76; İbn Mace, Sünen, Sadakat, 12.
Bundan dolayı, borçlu olarak ölen kişi, şayet miras olarak bir şeyler bırakmışsa ondan borçları ödenir. Eğer vefat eden kişinin malı yoksa, varisleri veya diğer müslümanlar vefat edenin borçlarını isterlerse kendi mallarından ödeyebilir. Bu ölünün borçtan kurtulmasına sebep olur. Borcu ödeyen kişinin, ölünün bir yakını olması şart değildir. Kim öderse ödesin, ölen kişi kurtulmuş olur.
* Ölmüş birisi için yapılabilecek en büyük iyiliklerden birisi onun için dua etmek ve istiğfarda bulunmaktadır. Nitekim;
“Ey Allah’ın Resulü, anne ve babamın vefatlarından sonra da onlara iyilik yapma imkanı var mı, ne ile onlara iyilik yapabilirim?” diye soran Ebû Ubeyd’e Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
“Evet vardır. Onlara dua, onlar için Allah’tan istiğfar (günahlarının affedilmesini) talep etmek, onlardan sonra - varsa vasiyetlerini yerine getirmek, anne ve babasının akrabalarına karşı da sıla-i rahmi ifa etmek, anne ve babasının dostlarına ikramda bulunmak.” cevabını vermiştir.
Bu konudaki ayet ve hadis-i şerifleri göz önünde bulunduran islam alimleri, ölü için yapılan dua ve istiğfarın ölüye fayda vereceğinde ittifak etmişlerdir.
Vefât eden kimselerin geride kalanlardan bekledikleri en mühim şeylerden biri kendileri için “istiğfar” edilmesidir. Nitekim Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bir cenâze defnedildiğinde, kabirdeki sorgu-suâlinin kolay olması arzusuyla meyyit için istiğfar edilmesini tavsiye buyurmuşlardır.
Bunlarla beraber ölen mümin kişi için şunlar da yapılabilir;
Sadaka verilip, sevabı ölüye bağışlanabilir.
Verilen sadaka ister kişinin evladı gibi birinci derecede bir yakını isterse başkaları tarafından verilsin, sadakanın sevabının ölüye ulaşacağında ittifak vardır.
Nafile olarak sadaka vermek isteyenlerin, bütün inananlara niyet etmesi en faziletlisidir. Çünkü bunun sevabı onlara ulaşır, kendisinin sevabından da herhangi bir şey eksilmez.
Bir kimse, ölmüş birisinin yerine hac yapıp, sevabını ölüye bağışlayabilir
Yine umre ibadeti yapıp sevabından ölüye bağışlanabilir.
Sadaka niyetiyle kurban kesilip eti ihtiyaç sahiplerine dağıtılıp sevabı ölüye bağışlanabilir.
Ancak, ölülerin arkasından onları memnun etmek ve böylece isteklerine kavuşmak için kabir başlarında, türbe veya yatırlarda kurban kesmek ve bunu ölüye adamak tamamen yanlış bir inançtır ve bidattir. Bundan dolayıdır ki Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem; “Kabirde sığır, deve, koyun kesmek İslam’da yoktur.” buyurarak bunu yasaklamıştır. Çünkü, kurban bir ibadettir ve ibadetler sadece ve sadece Allah için yapılır.
Okunan Kur’an hatimlerinden hasıl olan sevabın ölüye bağışlanması için dua edilebilir.
Kuran Yolu Türkçe Meal Ve Tefsir/ Fethu'l-Bari-Sahih-i Buhârî Şerhi/ Sahih-i Müslim Şerhi-El Minhac/ El-Ezkar Dualar ve Zikirler- İmam Nevevi / Hadislerle İslam/ İslam İlmihali-Diyanet Vakfı / Diyanet fetvalar / el-Fetâvâ’l-Hindiyye/ ukba/ zafer dergisi