Mücadelede istikrar zaruridir. İstikrar, yön veya yürüyüşün zaman ve şartlara göre eğilip bükülmemesi; değer ve önceliklerin ortama göre değişmemesidir. İnatçılık değil, bilinçli olarak kendini ve yürüyüşünü hesaba çekmek; bu muhasebeyi yaparken günün şartlarının karşısına peygamberlerin günlerinin şartlarını ve ahiret gününün şartlarını koymaktır. Günü kurtarmayı değil uzun vadeli düşünüp hareket etmeyi seçmektir.
Bu mücadelede bir insan Allah'ın tarafındaki durumunu değiştirmediği sürece, Allah da vaadini değiştirmeyecektir (Rad: 11). Ara sıra bir şeyler yapan bir kişilik değil, sürekli, istikrarlı mücadeleci bir yürüyüşü sürdürmek asıl sonucu getiren ameliyedir. Allah Resulünün: “Ey Abdullah! Falan adam gibi olma” emri amellere devamlılığın Müslüman kimliğinin ayrılmaz parçası olduğuna bir vurgu olsa gerek.
“İpini iyice büktükten sonra onu söküp dağıtan kadına benzemeyin”(Nahl: 92)
Mücadelede topyekun istikrar kulluğun gereğidir. Eğer kullar herhangi bir zaman diliminde gevşeklik gösterirlerse, bu dinin sahibi onlara verdiği imtiyazı ve desteği geri çekecektir. Yukarıdaki izahlar ve tevhid tarihindeki diğer örnekler bunu açık olarak ortaya koymaktadır. Allah'ın kendi emanetini yüklediği İsrail oğullarının “şehre girin” ilahi emri karşısında laubalilik göstermeleri üzerine çöle sürülmeleri ya da Uhud'da kazanılmış bir zaferi Müslümanca karşılayamayan bir cemaatin Allah'ın gönderdiği hezimetle yüzleşmeleri, bu konuda verilebilecek yerinde “güzel örnekler”dendir.
Mücadele uzun soluklu bir yürüyüştür. İnsan fıtraten acelecidir yani arzularının hayallerinin hemen pratik bulmasını ister. (Kıyamet: 20-21) Ancak arzu edilen neticeye hemen ulaşılamayacağı unutulmamalıdır. Zira zaten takva temelli bir yürüyüşün başarı ölçütü dünyevî ölçülebilir hedeflere ulaşmak değil, Allah'ın halifesi ve kulu sıfatına münhasır bir şekilde çabaları sürdürerek onun rızasını kazanmaktır. Allah'ın rızasını kazanmak ise yapılan her hareketinin doğruluğunun onun sisteminde kontrol edilmesiyle mümkün olabilecektir. Bu nedenle saman alevi misali hızla parlayıp hızla sönen bir çalışma Allah Resulü tarafından uygun görülmemiş ve bu düşünce tarzı tashih edilmiştir. Resulullah: “Orta yolu tutunuz, amellerinizi mükemmelleştirmeye ve Allah’a yakın olmaya gayret ediniz. Sabahleyin, öğle ile akşam arası çalışınız. Bir parça da geceden faydalanınız. Aman acelesiz gidin, telaşsız gidin ki, menzilinize, varacağınız hedefe ulaşasınız.” (Buhârî, Rikâk 18. Benzer şekilde Buhârî, Îmân 29. Ayrıca bk. Nesâî, Îmân 28) demektedir. O amellerin az da olsa devamlı olanının daha önemli olduğunu söylemektedir. (Buhârî, Îmân 32, Teheccüd 18; Müslim, Müsâfirîn 221. Ayrıca bk. Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 17; Îmân 29) Mermeri aşındıran suyun tazyiki değil, damlarının sürekliliğidir.
Mücadele tek bir uygulamanın, deneyimin ve yahut çalışmanın adı değildir. Topyekun bir harekettir, gerçek. Bu hareketin, bu yürüyüşün, bu çabaların içinde her bir ferdin kendi gücü oranında yeri vardır. Bir savaşta zafere ulaştıran amil bir neferin kendi kendine savaşması değil, saf düzeninde kendisine verilen görevi yerine getirmesidir. Kimi bu iman çağrısı seferberliğinin önündedir, kimi neferidir, kimi ise kardeşleri için geride kalıp ilim çalışması yapmaktadır. (Tevbe: 122) Önemli olan, herkesin aynı hedef ve amaç uğrunda, aynı yolun üzerinde ve aynı anlayışla kendileri için düşen görevin gereğini hakkıyla yerine getirmeleridir. İslam davasının içinde her bir yüreğin taşıyacağı bir yük muhakkak vardır.
Mücadelede süreklilik esastır. Zira mücadele kolay elde edilebilene verilen bir tanımlama değildir. Mücadele anlamı gereği sürekliliği, zorluğu ifade eder. Bu meşakkatten dolayı mücadele eden mümin Rabbi katında değerli (Saf: 4) olur, bu nedenle de yılgınlık ve zafiyet gösterilmemelidir. (Al-i İmran: 146) Bu dinin ve bu kulların sahibi diyor ki:
“Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine giriş; Ve ümit edeceğini yalnız Rabbinden iste” (Nahl: 6-8) (21)
Rabbimizin bu hitabı kullarına sürekli bir mücadele azminde ve sürekli bir mücadele gayretinde olma gerekliliğini ortaya koyar. Müslümanın bir işi bitirdiği zaman dinlenmesi, işini tamamladığı için kulluk görevlerinin bittiği sonucu çıkmaz. Tam tersine bir işi bitirmek yorulmayı da getirir, fakat bu ilahî hitap, “işi bitirdin, yoruldun fakat durma, kalk, yorul, yorulmağa devam et” demektedir. Mücadele ne kadar çetin olursa olsun, mücadele ortamı ne kadar olumsuz olursa olsun bu görev sürdürülmelidir, zira bunlar yakîn gelene kadar sürecek bir ameliyedir.
Mücadele insanının sahip olduğu mücadele hırsı onun mücadelesindeki azmi de besleyecektir. Bu hırs Allah adamı nasıl olması gerekiyorsa öyle olmaya çalışma, kendini o formda tutma, onun gereğini eksiksiz yapmaya çalışma, aksine sebep olacak her olgudan uzak durma iştiyakıyla birliktedir. O önce sağlam bir Müslüman olması, sonra da sağlam ve sıhhatli bir bünyeye sahip olması gerektiğinin farkındadır. “Çünkü bedenî yönde güçlü olan Müslüman oruç, hac, cihad gibi ibadetlere, Allah yolunda gayrete, mücadeleye mücahedeye güç yetirebileceğinden sevabı çok kazanması yönünden tabii ki daha hayırlıdır. Müslüman başına gelen hadiselerde kendisini ihtimallere kaptırıp Allah’ın kazasına razı olmamak, kadere karşı çıkmak ve sonunda Allah’ı inkar etmek gibi kötü bir hale düşebilir. Gerekli tedbirleri aldıktan sonra başa gelen işlerde “şöyle olsaydı böyle olurdu” gibi sözlere hiç gerek yoktur. Müslüman bu durumda “iş Allah’ın takdiridir” diyerek güçlü iradesini kullanır ve böylece güçsüz, iradesi zayıf mü’minlerden Allah’a daha hayırlı ve sevimli olmuş olur ve mü’min her hadise karşısında Bakara: 156’da belirtildiği gibi “Biz Allah için varız yani varlığımız Allah içindir sonunda da O’na döneceğiz” diyerek teslimiyetini, aciz ve zayıflığını ortaya koyup Allah’ın her şeyin üstünde güç ve kuvvet sahibi olduğunu hatırından çıkarmamalıdır.”
Müslüman bu yakîn iman sebebiyle bilir ki amelleri asla zayi olmayacaktır (Hud: 115), dünyaya ait olana bütün bir insanlık tamah ederken yaptığı fedakarlıkların yüksek bir bedelle kendisine döneceğinin farkındadır, bu bedel Allah'ın kendinden razılığıdır, bu bedel cennettir.
“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.” (Tevbe: 111)
http://rahle.org/abdullah-egilmez-yazarinin-ilay-i-kelimetullah-icin-mucadele-yazisi-342