17 Aralık 2024 Salı

ALLAH, ANNE VE BABASINA İYİ DAVRANAN EVLÂDIN ÖMRÜNÜ UZATIR

 22. Tâbiin muhaddislerinden Sehl ibni Muâz, ashâb-ı kirâmdan olan babası Muâz ibni Enes radıyallahu anh'ın şöyle dediğini rivâyet etti:

Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Anne ve babasına iyi davranan kimseye müjdeler olsun. Allah Teâlâ onun ömrünü uzatsın.” Ebü Ya'lâ el-Mevsıli, Müsned (Esed), TI, 65, nr. 1494; Taberâni, elMu'cemü”l-kebir (Selefi), XX,198; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), IV, 170, nr. yk

Hadisin Râvisi:

Muâz ibni Enes el-Cüheni

Muâz ibni Enes, Fahr-i Âlem Efendimiz'i görme şerefine nâil oldu. Önceleri Medine'de, daha sonra Mısır'da yaşadı. Mısırlılar kendisine çok değer verirdi. Emevi halifesi Abdülmelik ibni Mervân döneminde (685705) vefât etti.

Allah ondan râzı olsun.

Hadisin Açıklaması

Allah Teâlâ insanın rızkı gibi, ömrünü ve ecelini de belirlemiştir. Normal durumda bunlar değişmez. Fakat bir evlât, anne ve babasına hizmet eder, onların duâsını alırsa, Kâinâtın Rabbi, o evlâdın ömrünü bereketlendirmek süretiyle uzatabilir. Bu şöyle olur: Cenâb-ı Hak onu rahat ve huzur içinde yaşatır. Başkasının bir yılda yapamayacağı hayır ve hasenâtı, ibâdet ve taâtı, o kuluna kısa bir zaman içinde yaptırabilir. Böyle bir saâdet, o kul için ömrün uzaması sayılır. Allah Teâlâ istediği kuluna, ölümünden sonra kendine sevap kazandıracak hayırlı işler de yaptırabilir. Bu da o kul için ömrün uzaması sayılır.

Bu Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Anne-babasının duâsını alan, onların rızâsını kazanan evlâttan Allah Teâlâ râzı ve hoşnut olur.

2. Cenâb-ı Hak, kendisinden râzı olduğu kulunun ömrünü boşa harcatmaz; ona hayırlı işler yaptırır; böylece onun ömrünü bereketlendirir.

EL- EDEBÜ'L MÜFRED- Prof. Dr. Mehmet Yaşar Kandemir

16 Aralık 2024 Pazartesi

YAŞLILIK DÖNEMLERİNDE ANNESİNE VE BABASINA GEREKEN HİZMETLERİ YAPAMAYIP DA CENNETİ KAZANAMAYAN KİMSENİN HALİ

21. Ebü Hüreyre radıyallahu anhdan rivâyet edildiğine göre, bir defasında Resül-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:

“Perişan olsun, perişan olsun, perişan olsun.” buyurdu. Sahâbiler:

“Yâ Resülallah! Kim perişan olsun?” diye sordular. Allah'ın Elçisi şöyle cevap verdi:

“Anne ve babasına veya onlardan sadece birine yaşlılık günlerinde yetişip de, hizmetlerini yapamadığı için cehenneme giren kimse perişan olsun.” Tirmizi, Daavât 101, nr. 3545; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, IV, 344, nr. 19238.

Hadisin Açıklaması

Yaşlılık günleri, insanların ilgi ve yardıma en fazla ihtiyaç duydukları günlerdir. Anne ve baba, o günlerde hem hatırlarının sorulmasını, hem de yapamadıkları işlerin evlâtları tarafından görülmesini isterler. Sevgiye ve ilgiye en çok muhtaç oldukları bu güçsüz ve dermânsız günlerinde, annesinin ve babasının ihtiyaçlarını sağlamayan şefkat ve merhamet yoksunu evlâda Peygamber aleyhisselâmın üç defa “perişan olsun!” diye bedduâ etmesi ne kadar anlamlıdır.

Zor günlerinde anne ve babasının hizmet ve ihtiyaçlarını karşılayan ve böylece onların gönlünü kazanan evlâdın mükâfatı ise ebedi cennet olacaktır. Şu hadis-i şerif bize bunu göstermektedir:

“Anne ve babasının veya onlardan sadece birinin yaşlılık günlerinde onlara gereken hizmetleri yapamayıp da cennete giremeyen kimse perişan olsun.”Müslim, Birr 9, nr. 2551.

Bu Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Peygamber Efendimiz, anne ve babaya özellikle yaşlılık günlerinde hizmet etmeyi tavsiye buyurmuştur.

2. Yardıma muhtaç oldukları zamanda annesini ve babasını koruyup gözetenlerin cennete, onlarla ilgilenmeyenlerin cehenneme gireceğini haber vermiştir.

3. Yaşlı ve hizmete muhtaç oldukları günlerde anne ve babasına kasden yardımcı olmayanlara Resülullah Efendimiz, “Perişan olsun, perişan olsun, perişan olsun” diye bedduâ etmiştir.

EL- EDEBÜ'L MÜFRED- Prof. Dr. Mehmet Yaşar Kandemir

15 Aralık 2024 Pazar

Sonsöz Yerine

İnsan özü itibarıyla mücadelecidir. (Kehf: 54) Yaşamında boşluk olmaz ve bir şeylerin mücadelesini verir. Müslüman ise yaptığı tercihin ne olursa olsun bir karşılığı olduğunun bilincindedir. Zira zerre miktarı kötülük işleyen karşılığını alır, zerre miktarı iyilik yapanda karşılığını alır. (Zilzal: 7-8) Bu nedenle o varlığını Allah'a adamıştır. (Enam: 162) Allah'ın tarafında olmak ise bir bedel ödemeyi ve fıtratına uygun mücadelenin de yine İlay-ı Kelimetullah için olmasını gerektirir. Zaten bu bedelin karşılığı cennettir.

Müslüman kimliğinin gereği müsait zamanlarının hobisi olarak değil hayatın anlamı olarak Allah yolunda mücadeleyi yaşamaktır. İslam için “kim var?” diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert “ben varım!” cevabını verici, her ferdi “benim olmadığım yerde kimse yoktur!” fikrini besleyici bir dava ahlâkına kaynak Allah adamı olmaktır. 

Ebedî kurtuluş yeryüzüne gerçek adaletin hakim olabilmesi için tevhidî çizgide nebevî sünnetle istikamet üzere, istikrarlı bir mücadeleyle mümkündür.

“Rabbine olan kulluğunu ölüm sana gelip erişinceye kadar devam ettir.”  (Hicr: 99)

http://rahle.org/abdullah-egilmez-yazarinin-ilay-i-kelimetullah-icin-mucadele-yazisi-342

14 Aralık 2024 Cumartesi

Mücadelede İstikrar Gereklidir

Mücadelede istikrar zaruridir. İstikrar, yön veya yürüyüşün zaman ve şartlara göre eğilip bükülmemesi; değer ve önceliklerin ortama göre değişmemesidir. İnatçılık değil, bilinçli olarak kendini ve yürüyüşünü hesaba çekmek; bu muhasebeyi yaparken günün şartlarının karşısına peygamberlerin günlerinin şartlarını ve ahiret gününün şartlarını koymaktır. Günü kurtarmayı değil uzun vadeli düşünüp hareket etmeyi seçmektir.

Bu mücadelede bir insan Allah'ın tarafındaki durumunu değiştirmediği sürece, Allah da vaadini değiştirmeyecektir (Rad: 11). Ara sıra bir şeyler yapan bir kişilik değil, sürekli, istikrarlı mücadeleci bir yürüyüşü sürdürmek asıl sonucu getiren ameliyedir. Allah Resulünün: “Ey Abdullah! Falan adam gibi olma” emri amellere devamlılığın Müslüman kimliğinin ayrılmaz parçası olduğuna bir vurgu olsa gerek.

“İpini iyice büktükten sonra onu söküp dağıtan kadına benzemeyin”(Nahl: 92)

Mücadelede topyekun istikrar kulluğun gereğidir. Eğer kullar herhangi bir zaman diliminde gevşeklik gösterirlerse, bu dinin sahibi onlara verdiği imtiyazı ve desteği geri çekecektir. Yukarıdaki izahlar ve tevhid tarihindeki diğer örnekler bunu açık olarak ortaya koymaktadır. Allah'ın kendi emanetini yüklediği İsrail oğullarının “şehre girin” ilahi emri karşısında laubalilik göstermeleri üzerine çöle sürülmeleri ya da Uhud'da kazanılmış bir zaferi Müslümanca karşılayamayan bir cemaatin Allah'ın gönderdiği hezimetle yüzleşmeleri, bu konuda verilebilecek yerinde “güzel örnekler”dendir.

Mücadele uzun soluklu bir yürüyüştür. İnsan fıtraten acelecidir yani arzularının hayallerinin hemen pratik bulmasını ister. (Kıyamet: 20-21) Ancak arzu edilen neticeye hemen ulaşılamayacağı unutulmamalıdır. Zira zaten takva temelli bir yürüyüşün başarı ölçütü dünyevî ölçülebilir hedeflere ulaşmak değil, Allah'ın halifesi ve kulu sıfatına münhasır bir şekilde çabaları sürdürerek onun rızasını kazanmaktır. Allah'ın rızasını kazanmak ise yapılan her hareketinin doğruluğunun onun sisteminde kontrol edilmesiyle mümkün olabilecektir. Bu nedenle saman alevi misali hızla parlayıp hızla sönen bir çalışma Allah Resulü tarafından uygun görülmemiş ve bu düşünce tarzı tashih edilmiştir. Resulullah: “Orta yolu tutunuz, amellerinizi mükemmelleştirmeye ve Allah’a yakın olmaya gayret ediniz. Sabahleyin, öğle ile akşam arası çalışınız. Bir parça da geceden faydalanınız. Aman acelesiz gidin, telaşsız gidin ki, menzilinize, varacağınız hedefe ulaşasınız.” (Buhârî, Rikâk 18. Benzer şekilde Buhârî, Îmân 29. Ayrıca bk. Nesâî, Îmân 28) demektedir. O amellerin az da olsa devamlı olanının daha önemli olduğunu söylemektedir. (Buhârî, Îmân 32, Teheccüd 18; Müslim, Müsâfirîn 221. Ayrıca bk. Nesâî, Kıyâmü’l–leyl 17; Îmân 29) Mermeri aşındıran suyun tazyiki değil, damlarının sürekliliğidir.

Mücadele tek bir uygulamanın, deneyimin ve yahut çalışmanın adı değildir. Topyekun bir harekettir, gerçek. Bu hareketin, bu yürüyüşün, bu çabaların içinde her bir ferdin kendi gücü oranında yeri vardır. Bir savaşta zafere ulaştıran amil bir neferin kendi kendine savaşması değil, saf düzeninde kendisine verilen görevi yerine getirmesidir. Kimi bu iman çağrısı seferberliğinin önündedir, kimi neferidir, kimi ise kardeşleri için geride kalıp ilim çalışması yapmaktadır. (Tevbe: 122) Önemli olan, herkesin aynı hedef ve amaç uğrunda, aynı yolun üzerinde ve aynı anlayışla kendileri için düşen görevin gereğini hakkıyla yerine getirmeleridir. İslam davasının içinde her bir yüreğin taşıyacağı bir yük muhakkak vardır.

Mücadelede süreklilik esastır. Zira mücadele kolay elde edilebilene verilen bir tanımlama değildir. Mücadele anlamı gereği sürekliliği, zorluğu ifade eder. Bu meşakkatten dolayı mücadele eden mümin Rabbi katında değerli (Saf: 4) olur, bu nedenle de yılgınlık ve zafiyet gösterilmemelidir. (Al-i İmran: 146) Bu dinin ve bu kulların sahibi diyor ki:

“Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine giriş; Ve ümit edeceğini yalnız Rabbinden iste” (Nahl: 6-8) (21)

Rabbimizin bu hitabı kullarına sürekli bir mücadele azminde ve sürekli bir mücadele gayretinde olma gerekliliğini ortaya koyar. Müslümanın bir işi bitirdiği zaman dinlenmesi, işini tamamladığı için kulluk görevlerinin bittiği sonucu çıkmaz. Tam tersine bir işi bitirmek yorulmayı da getirir, fakat bu ilahî hitap, “işi bitirdin, yoruldun fakat durma, kalk, yorul, yorulmağa devam et” demektedir. Mücadele ne kadar çetin olursa olsun, mücadele ortamı ne kadar olumsuz olursa olsun bu görev sürdürülmelidir, zira bunlar yakîn gelene kadar sürecek bir ameliyedir.

Mücadele insanının sahip olduğu mücadele hırsı onun mücadelesindeki azmi de besleyecektir. Bu hırs Allah adamı nasıl olması gerekiyorsa öyle olmaya çalışma, kendini o formda tutma, onun gereğini eksiksiz yapmaya çalışma, aksine  sebep  olacak her olgudan uzak durma iştiyakıyla birliktedir. O önce sağlam bir Müslüman olması, sonra da sağlam ve sıhhatli bir bünyeye sahip olması gerektiğinin farkındadır. “Çünkü bedenî yönde güçlü olan Müslüman oruç, hac, cihad gibi ibadetlere, Allah yolunda gayrete, mücadeleye mücahedeye  güç yetirebileceğinden sevabı çok kazanması yönünden tabii ki daha hayırlıdır. Müslüman başına gelen hadiselerde kendisini ihtimallere kaptırıp Allah’ın kazasına razı olmamak, kadere karşı çıkmak ve sonunda Allah’ı inkar etmek gibi kötü bir hale düşebilir. Gerekli tedbirleri aldıktan sonra başa gelen işlerde “şöyle olsaydı böyle olurdu” gibi sözlere hiç gerek yoktur. Müslüman bu durumda “iş Allah’ın takdiridir” diyerek güçlü iradesini kullanır ve böylece güçsüz, iradesi zayıf mü’minlerden Allah’a daha hayırlı ve sevimli olmuş olur ve mü’min her hadise karşısında Bakara: 156’da belirtildiği gibi “Biz Allah için varız yani varlığımız Allah içindir sonunda da O’na döneceğiz” diyerek teslimiyetini, aciz ve zayıflığını ortaya koyup Allah’ın her şeyin üstünde güç ve kuvvet sahibi olduğunu hatırından çıkarmamalıdır.”

Müslüman bu yakîn iman sebebiyle bilir ki amelleri asla zayi olmayacaktır (Hud: 115), dünyaya ait olana bütün bir insanlık tamah ederken yaptığı fedakarlıkların yüksek bir bedelle kendisine döneceğinin farkındadır, bu bedel Allah'ın kendinden razılığıdır, bu bedel cennettir.

“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır.” (Tevbe: 111)

http://rahle.org/abdullah-egilmez-yazarinin-ilay-i-kelimetullah-icin-mucadele-yazisi-342

13 Aralık 2024 Cuma

Mücadele İstikamet İster

Mücadelede istikamet üzere olmak gerektir. İstikamet doğruluk, dürüstlük, her çeşit işte itidal üzere bulunma, adalet ve doğruluktan ayrılmayıp din ve akıl dairesinde yürüme demektir. Din ve dünya ile ilgili vazifelerini emrolunduğu gibi yapmaya çalışan bir Müslüman dosdoğru bir insandır. “Bizi dosdoğru olan yola ilet" (Fatiha: 3) ayetinin devamında, bu yolun kendilerine nimet verdiklerinin yolu olduğu açıklanır. Bu nimet verilenler de peygamberler, sıddîklar, şehidler ve Allah'ın salih kullarıdır. Mü’min, Allah'ın salih ve sadık kulları ile beraber olur, onları sever, ilim ve sohbet meclislerinde bulunursa Cenâb-ı Hak onun doğru yolu bulmasını ve onda devamını kolaylaştırır.

İstikamet Allah ve resulün bildirdiği (sırat-ı müstakim) kurallara göre doğrularımızı belirlemektir.

İstikamet, hem yönün hem de yürüyüşün doğru olmasını gerektirir.

Herhangi bir yolda azimle ilerlemek başarı getirir, fakat yürüyeceğimiz yolun seçimi bize bırakılmadığı için başarı veya başarısızlığa kanmadan sabırla yürüyüşe devam etmek gerekir. 

Takva toplumu anlayışına uygun olarak yapılan işlerde, ortalamayı değil kaliteyi önemsemeliyiz. İş yapma şeklimiz, o işin en iyi yapılma şekli olmalıdır.

Fert veya cemaat olarak tarzımız, olabildiğince açıklık içinde olmalıdır. Bunun kendine güvenin bir işareti olduğu; yapılan yanlışların gizlenememesi gibi bir riski / güvenceyi de beraberinde taşıdığı unutulmamalıdır. İnsanları gizeme çağırmamalıyız / gizem peşinde koşan insanların tercihi olmamalıyız.

Hareketli ve harekette istikrarlı, gelişmeye açık kişilikler olmalı, bunları desteklemeliyiz.

İslamî bir temeli olmayan, davete veya cemaate zarar veren davranışlardan ve kişilik özelliklerinden vazgeçilmelidir.

Yaşı, mesleği vb. özellikleri ne olursa olsun her fert müsavidir: Eğitim / tebliğ / infak / cehd herkes için ortaktır. Bu kapsamda Cemaat içinde o fert için oluşan rol ne ise, ona tabi olmalıdır. Bireyin mücadeleye katılımı oranında konumu etkilenir.

Kardeşlik ortak bir bilgi temeli ve anlayışlarla desteklenir. Amaç ve metot konusunda benzer düşünmeye başlayan insanlar yolculuğun gereklerini paylaşmakta istekli ve organize olacaklardır.

Sorumluluk Allah’a karşı olduğundan her fert, dünyevî bir ödül veya ceza beklemeden elini taşın altına koymalıdır.

http://rahle.org/abdullah-egilmez-yazarinin-ilay-i-kelimetullah-icin-mucadele-yazisi-342

12 Aralık 2024 Perşembe

Mücadele Kaynaklardan Beslenir


Hedefi İlay-ı Kelimetullah'ın ikamesi olan mücadelenin zemini, içinde yaşanılan coğrafyadır. Yeryüzünde iman ve adaletin hakim olduğu, İslam'ın amellerde ve gönüllerde yaşandığı esenlik iklimini inşa edebilmek için yürünen bu yolun konusu yine insandır. Ve insan Allah ile olan hukukunda tercihini özgürce yapabilmelidir: imanı kabul etmeyi de, etmemeyi de kendi iradesiyle tercih edebilmelidir. İnsanların Allah'ın dinini gereği gibi anlayabilmeleri için ise hikmet ve basiret üzere davet gereklidir.

Bu mücadeleyi sürdürecek dava adamları Kur'an ve Sünnetten besleneceklerdir. Karşılarına çıkan meseleleri bu iki temel kaynak ekseninde çözümlemek için dikkatleri yoğunlaştırmalı ve bu alanda ümmetin amelî ve ilmî birikimini sahiplenmelidirler. Bu Ehl-i Sünnet yaklaşımıyla İslam bütünlüğü içinde ümmetin meselelerini, insanlığın buhranını bir takva toplumu inşa etme bilinciyle ele alarak sırat-ı müstakimde (dosdoğru yolda) yürünmelidir.

Bid’atlerden arınmış, saf bir İslam toplumunu ihya etmek için örnek nesil olan asr-ı saadet toplumuna doğru; yaşanılan coğrafyanın değerleri, sosyal ahengi de gözetilerek çalışmalar sürdürülmelidir.

http://rahle.org/abdullah-egilmez-yazarinin-ilay-i-kelimetullah-icin-mucadele-yazisi-342

11 Aralık 2024 Çarşamba

Mücadele Hayat Kaynağıdır

Mücadele imanın gereğidir; iman tavır gerektirir. Asıl olan imanın gerektirdiği tavrı gösterip bedeline razı olmaktır.

Mücadele muttaki insanın azığıdır, takvanın gereğidir. Mücadeleyi anlamlı kılan bilinçli olmasıdır. Zaten yapacağı bir eylemi Allah rızasına uygun biçimde yerine getirerek sevap kazanma anlayışının her an diri tutulmasıyla benlik, her an Rabbin huzurunda olacaktır. Zaten takvanın zirvesi ihsan da budur. Bu dirilik kimliğin muhafazasını da sağlar.

Mücadele imanın gerek şartlarındandır. Mücadelesiz bir iman aşınmalara açıktır. Şeytan ve yandaşlarının her türlü hile ve desiseyle saptırıcı, alçaltıcı çabaları karşısında iman erozyona açıktır. Her gün onlarca saniye karşılaşılan bu etkiler karşısında imanı koruyacak olan selim bir kalptir. Selim bir kalp Allah'ın nuruyla dolan bir kalptir. Allah'ın adını bile kullanarak yoldan çıkarma gayretindeki şeytana (Fatır: 5) karşı ancak iman üzere çabalayan bir insan direnebilir. Bataklığı kurutmadan gül bahçesi aynı yerde yeşermez. Müslüman yaşam alanını imanî değerlerin esenlik iklimine çevirebildiği ölçüde şeytan ve tağutların saptırma ve zulmünden emin olur ve hem kendisinin ve hem de ehlinin imanını koruyarak “Müslümanca bir ölüm” ile (Araf: 126) Rabbine gidebilmenin yolunu teminat altına almış olur.

Mücadele mustaz’af insanların yaşama ümididir. (Nisa:75) Zira zalimlerin zulümatı (oluşturdukları kaotik karanlık hava) altında bunalmış, değil tarihi, kendi küçük dünyalarında bile yaşam koşullarını kendi lehlerine çevirebilmekten aciz insanlar için kurtuluşun kaynağıdır. Onlar Allah'a dönerek kendi acziyetlerini ortaya koyarak bir kurtarıcı ummaktadırlar. Mücadelenin sürüyor olması onları yaşama bağlayıcı bir unsur olacaktır. Bu gayretlerin varlığı bir gün muhakkak yeryüzünde ıslahın ve imarın sağlanacağının alametidir. İnsanlık onurunun muhafazası, izzetli şekilde bir hayat için sahiplenilen değerlerin yaşanılır olması gereklidir. 

Mücadele yeryüzünün fesattan arındırılarak imar edilmesinin yoludur. Zulmün her zerresinin durdurulması, fitnenin her noktasının temizlenmesi, dünyanın her karışında Allah’ın dininin yaşanmasını kendine hedef koyacak ve bunun için durmaksızın mücadele edecek bir anlayış yaşam tarzı haline getirilmelidir.

İman / küfür çizgisiyle oluşan ayrılık ve iki toplum vakasının bilinciyle yürüyecek bir mücadele “Onları affet ve onlardan yüz çevir”den, “küfrün önderleriyle savaş” emrine kadar giden bir mücadele çizgisidir bu.

“Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzetli” (Maide: 54) olmak ve “münkere el, dil ve kalp ile tavır almak” bu mücadelenin şeklini belirleyen düsturlardandır.

http://rahle.org/abdullah-egilmez-yazarinin-ilay-i-kelimetullah-icin-mucadele-yazisi-342

10 Aralık 2024 Salı

Mücadele Kulluğun Gereğidir


Müslümanın fiillerinin değerini belirleyen, anlamlı kılan şey onun bakış açısıdır, fiillerine yüklediği anlamdır. Kişi yapıp ettiği her şeyi bir mücadele ruhu ile, Rabbinin rızasına giden bir bahane niyetiyle işliyorsa bu, bütün hareketlerini kuşatacaktır. Bu söz farkındalığın, eylemlerin bilinç düzeyinde olmasının önemini belirtmektedir. Allah'a karşı sorumluluğun bilincinde olma durumu ise takvadır.

Sorumluluğunun bilincinde olan bir Müslüman, Rabbi, Meliki, İlahı olan Allah ile bir ahitleşmede bulunmuş, taraf olarak bir söz vermiştir. 

Bu ahitleşmenin esaslarından birincisi; Allah'ı Rabb olarak tanımak (A'raf: 172), ikincisi ise; Allah'ın yeryüzünde halifesi olmaktır. (Yunus: 14) 

Bu tespitler Müslüman’ın yeryüzünde iradesi ve enerjisi ile kulluk ispatına girişmesini zorunlu hale getiriyor. Bu gayret demektir; yeryüzünü Allah'ın istediği şekilde imar etme demektir: İlay-ı Kelimetullah gayreti demektir. (Tevbe: 40)

Bu kimlik tercihi ciddi bir karardır, önemli bir karardır, hayatı şekillendiren bir karardır ve bedel ödemeyi gerektiren bir karardır. Tarihin her döneminde iyi ile kötü arasında mücadele vardır ve iyi ile kötü bilinen özelliklere sahiptir. Kötü olanın, şer olanın tarafında olanlar (varlıkları / kimlikleri gereği) hiç bir ahlâkî ve insanî değer ve sınır tanımazlar. Aynı şekilde -özellikle Allah'ın tarafında yer alan- iyinin taraftarları ise herkes tarafından güzel olarak değerlendirilen evrensel iyilik doğrularına bağlı oldukları için mukayyettirler. Allah'ın tarafında olanların yeryüzüne Tevhid'in yayılması ve gerçek Adalet’in ikamesi için çalışıyor olmaları, şeytanın tarafında yer alanlar açısından bir iktidar sorunsalı olarak algılanacaktır. Bu süreç kaçınılmazdır. Yeryüzünde yaşayan herhangi bir insan için ise sadece seçim yapmak vardır: 

Allah'ın tarafında olmak ya da Allah'ın karşısında olanların tarafında olmak. (Nisa: 76) Bu tahlilde Allah'ın kendi tarafında olanlar için verdiği görev: iyi ile kötünün savaşında iyinin kazanması için mücadele edilmesidir. (Al-i İmran: 127)

Zulmün bayraktarlığını yapanlarla birlikteliğini sürdürenlerde çok ciddi anlam kaymaları oluşur; batılı hak, hakkı ütopya olarak görecek kadar yaptıklarını normalleştirmektedirler. Böyle bir toplumda denge bozulmuş, nirengi kaymıştır.

“Zulüm iyice azıtınca, toplum dejenere olunca, ölçüler birbirine karışınca, her yanı koyu bir karanlık kaplayınca temiz bir ruh; rejimleri, kanunları ve gelenekleri şekillendiren zulme katlanamaz, tepki gösterir. Bu tür toplumlarda zulüm genel fıtratı bozar. Öyle ki insanlar, zulüm yapıldığını görmelerine rağmen tepki göstermezler. Azgınlığı, saldırganlığı gördükleri halde önüne geçmek gibi bir duygu uyanmaz içlerinde. Hatta genel fıtratın bozulması, haksızlığa uğrayanın tepki göstermesini, direnmesini yadırgayacak ve kendini veya başkasını savunmaya kalkışanı, Kıpti'nin Hz. Musa'ya dediği gibi "yeryüzünde zorbalık yapmaya", kamu düzenini bozmaya, anarşi çıkarmaya kalkışmakla suçlayacaktır. Bunun nedeni, diktatör tağutî rejimin insanları ezmesini görüp ses çıkarmamaya, herhangi bir harekette bulunmamaya alışmalarıdır: Öyle bir an gelir ki onlar, asıl yapılması gerekenin bu olduğunu, bunun bir meziyet olduğunu, bunun edep olduğunu, ahlâk ve iyiliğin bu olduğunu düşünürler. Bu yüzden haksızlığa uğrayan birinin kendini savunduğunu, tağutların kurdukları rejimleri korumak amacı ile diktikleri engelleri yıkmaya çalıştığını, bir mazlumun bu tür batıl, saçma ve yapay duvarları yerle bir etmeye giriştiğini gördükleri zaman, dehşete kapılarak hemen uzaklaşırlar. Uğradığı haksızlığı bertaraf etmeye çalışan mazlumu kan dökücü ya da zorba olarak nitelendirirler. Hemen o mazlumu kınama bombardımanına tutarlar, cezalandırırlar. Ama azgın ve zalim diktatörü kınadıkları ya da cezalandırdıkları çok az görülmüştür. Zulümden dolayı ayakta kalmayacak duruma gelse bile bir mazlumun ağır bir zulme tepki göstermesini mazur gösterecek bir neden bulamazlar.” (Kutup, S., Kasas: 19. ayetin tefsiri, Fizilal-il Kur'an, Dünya Yay. c: 8, sf: 89.)

Kendi durumlarını idealize eden ve Allah'a göre küfrün yanında yer tutan bu insanlar, görüldüğü gibi bunu bireysel tercih olarak algılamamaktadırlar, tam aksine dünya üzerinde bir hakimiyet zemininin zorunlu paradigması olarak ortaya koymaktadırlar. Bu konuyu bir varlık savaşı mevzusu olarak değerlendirmektedirler. Aslında onların bu durumu bir meydan okuyuşun ifadesidir. Bütün bir varlık alemi tevhide yönelmişken, sadece karanlığın bir avuç yandaşı bu mücadeleyi körüklemektedirler. (Mü'min: 4-5) Diğer yandan irade ve tasavvurlar konusunda, cahiliyyeden yana tavır koyan bu insanlar kendileri gibi olmayan bir kişiden, kendilerine uymasını isterler. “Şayet kişi onlara katılmazsa ona eziyet eder, işkence yaparlar. Onlara katılır ve uyarsa kimi zaman onlar tarafından ve kimi zaman da başkaları tarafından o kişi eziyet ve işkenceye uğratılır. Meselâ, dindar ve takva sahibi bir kimsenin zalim ve günahkâr bir topluluk arasına düştüğünü varsayalım. Böyle bir topluluk, zulümlerine ve işledikleri günahlarına onu da katmadan yahut o kimse yaptıklarına ses çıkarmaz hale gelmeden rahat etmezler." (el-Cevziyye, İbn K., Zadül Mead, İklim Yay. İstanbul, 1989, c: 3, sf: 32) Onların bu mücadele azmi bir mümin tarafından görülmezlikten gelinebilecek bir durum değildir. Zira İlay-ı Kelimetullah sevdalısı böyle bir bakış açısından nefret eder. (Mü'min: 35)

Kıyamete değin sürecek olan çatışmada kötünün / şeytanın taraftarları Allah’ın taraftarları üzerinde türlü türlü oyunlar oynayacaklardır. Bu beklenmeyen, sürpriz bir durum değil, tam tersine örnekleri Kur'an tarafından onlarca kez anlatılmış, mükerreren olacağı haber verilmiştir. Bu durum çekilecek sıkıntıların habercisidir, fakat aynı zamanda ebedi kurtuluşun da müjdesidir. (Bakara: 214) Allah'ın kullarına müjdesi sadece ölüm sonrasına ötelenmiş bir kurtuluş değil, aynı zamanda dünyada da Allah'ın yardımını getirmektedir. (Al-i İmran: 160) Bu zorlu ve kaçınılmaz mücadele yeryüzündeki tüm insanlık için esenlik ve huzur iklimini sağlayacaktır. (Hud: 115)

Müslümana verilen görev kaçınılmaz bir roldür. Zira bir yönden Allah tarafından yaratılmıştır, acizdir, zayıftır, güçsüzdür. Diğer yönden bir antlaşma yapmış ve söz vermiştir. Üstelik zaten Rabbi olan Allah onu bu görevinde koruyup kollamayı taahhüt etmiştir, İlay-ı Kelimetullah için dünyayı bir kenara bırakıp ahiret adamı (Allah adamı) olmayı kendine varlığının anlamı olarak benimsemiş kullarına yardım edecektir. (Muhammed: 7) Mü’min için verilen dünyayı ıslah ve adaletin tesisi görevi, ve sair işler zaten fıtratına uygundur, yapamayacağı şeyler değildir. (Bakara: 256)

Mücadele Yaşam Tarzıdır

Din bir tanımıyla tutulan yoldur, her hangi bir yol değil mabudun rızasına götüren bir yol. Bu yol dosdoğru bir yoldur ve bu yola girenler, Allah'ın ipine sarılanlar kurtuluş yolunu bulanlardır. Bu yolda olabilmek ve kalabilmek için mücadele edenlere yolun sahibi kendi rızasına gidecek diğer yolları (sebil) da gösterecektir. (Ankebut: 69) Bu yoldaki her bir gayret birer olgun Müslüman olma mücadelesidir, birer Rabbine layık kul olma mücadelesidir. 

Sözlükler mücadele kelimesini; “birbirlerine isteklerini kabul ettirmek için iki taraf arasında yapılan zorlu çalışma, savaş”, ya da “herhangi bir amaca erişmek, bir kuvvete karşı koyabilmek için bir kişi veya topluluğun güçlü, sürekli çabası, savaşımı” olarak tanımlar.

Hemcinslerini ıslah etme derdindeki Müslüman; “Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir” (Nahl: 25) ilahi emrine muhatap olmuş bir insandır. Kendini bilir, Müslüman kimliğine sahiptir ve kimlilikte karşıtlılık ilkesi gereğince ötekini de tanımlamıştır ve ötekileşmeyi reddetmiştir.

Yukarıdaki ayet ile Rabbimiz mücadelenin fikri altyapısını detaylıca ortaya koyarak muhatabı olan kullarını ikna etme yöntemini değil, kaçınılmaz bir mücadele yükümlülüğü altında olan halifelerine mücadelenin şeklini sunmaktadır: “En güzel şekilde.”

9 Aralık 2024 Pazartesi

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER 18- SONUÇ

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Sonuç

Nesnenin (eşyanın) özneden ve öznenin kavramasından bağımsız bir varlığa sahip olduğuna; halden hale değişip dönüşen, zıtlıkları kendisinde toplayan, acziyet içinde bulunan nesnelerin kendiliğinden meydana gelemeyeceğine (nesnelerin hâdis oluşuna, sonradanlığına); eksik, kusurlu ve muhtaç durumda bulunan varlıklardaki zıt durumların bir araya gelerek evrendeki uyum ve düzene hizmet edişine; yapısındaki kâbiliyetlerle birlikte insanın fıtrî bir eylemi olan akıl yürütme gücüne dikkat çeken Mâtürîdî, vahiyle karşılaşmasalar bile insanların akıl yürütmek sûretiyle üstün niteliklere sahip Yüce Yaratıcı'nın varlığını bilebileceğinden ve Allah'a îman etme sorumluluğunu taşıdığından bahsetmiştir.

Yüce kitabımız "Kur’an'daki âyeti kerimeleri anlama faaliyeti" olarak düşünebileceğimiz Mâtürîdî'nin Te'vîlâtü'l-Kur'an isimli çalışmasındaki aklî izahlar esasen Kur'an'ın pratik düşünmeye, evreni araştırıp inceleyerek keşfetmeye yönelik metodundan hareketle dile getirilmiştir. Zira Kur'ân-ı Kerim'de Yüce Allah, insanın en fazla muhatap olduğu olgulara yani insanın kendi yapısı ve çevresindeki olaylara dikkat çekerek düşünmeye sevk etmekte, her fırsatta aklı kullanmanın önemini vurgulamaktadır. İnsanın körü körüne değil, aksine araştırarak aklıyla ve tecrübesiyle hareket etmesini, mâkul gerekçelere dayanarak kararlar almasını emreden Yüce Allah'ın beyanları, bilimsel bulgu ve keşiflerle de desteklenmekte "evrenin de okunması gereken Allah'ın varlığı ve birliğine ilişkin bir âyet" olduğunu göstermektedir. İşte Mâtürîdî, Allah'ın kelâmı olan Kur'an âyetleriyle Allah'ın fiili konumundaki evren âyetlerini bir bütün olarak düşünmeyi, böylece hayatın anlamı ve değerini keşfetmeyi kendisine ilke edinmiş bir düşünürdür.

Velhâsıl-ı kelâm, Mâtürîdî'nin "ilâhî bir rahmet" şeklinde ifade ettiği vahyî bilgi, selim akıl sahipleri için açıklayıcı bir rehber, aydınlatıcı bir ışık ve Allah'ın bir lütfudur. İşte her fırsatta vahye olan ihtiyaca ve vahyin yaptırım gücüne vurgu yapan Mâtürîdî, vahyî bilgi olmasaydı bile genel ahlâkî ilkelerin yanı sıra Allah'ın varlığı ve birliğine ilişkin bilginin elde edilmesinde "aklın keşfedici özelliğine ve işaretleri okuyabilme kabiliyetine" dikkat çekmektedir...


Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

8 Aralık 2024 Pazar

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -17-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Her insanın yapısına kodlanan özelliklerin (fıtratın) hem varlığına, hem de doğru bilgiye yöneltmedeki rolüne dikkat çeken Mâtürîdî, Te'vilâtü'l-Kur'ân adlı eserinde konuya ilişkin açıklamalarda bulunarak şunları söylemiştir;

Son örnek ise şöyledir:

"Sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun ki" (eş-Şems 91/8.)

"...Lezzetli ve faydalı şeyleri sevmenin, kötülüklerden ve elemlerden kaçınmanın nefsin tabiatında yer aldığını görmez misin? Fakat nefis faydalı ve zararlı olan her şeyi tek tek bilemez. Ancak tadarak (algılayarak) bunu bilebilir. Gözün renkleri idrak etmesiyle birlikte onun iyiliğini ve kötülüğünü bilememesi de buna benzer. Fakat akıl, iyi ve kötünün arasını ayırandır. Akıl kötülüklerin kötülüğünü, iyiliklerin iyiliğini genel olarak ayırabilecek bir tabiatta (yapıda, özellikte) yaratılmıştır. Bununla beraber akıl, her iyi şeyin iyiliğini, her kötü şeyin kötülüğünü tek tek bilemez (arasını ayıramaz). Öyleyse (Sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun ki) âyeti, yani iyiden kötüyü, temizden pisi, fücurun kötülüğünü ve takvanın iyiliğini ayıracak şeyi (Allah) nefislerde yarattı, anlamına gelir. İşte böylece imtihan ve külfet (sorumluluk) gerekli olur. (akıl, yani ayırt etme yetisi sebebiyle yükümlülük gerekli olur.)..."

Devam edecek...


Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

7 Aralık 2024 Cumartesi

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -16-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Her insanın yapısına kodlanan özelliklerin (fıtratın) hem varlığına, hem de doğru bilgiye yöneltmedeki rolüne dikkat çeken Mâtürîdî, Te'vilâtü'l-Kur'ân adlı eserinde konuya ilişkin açıklamalarda bulunarak şunları söylemiştir;

Üçüncü örnek:

"Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ı tesbih etmektedir. O, güçlüdür; hikmet sahibidir." (el-Hadîd 57/1.)

"...Ayrıca "tesbih" olarak ifade edilen şeyin, yaratılışın (hilkâtin) tesbihi olduğunu söylemek mümkündür. Her şeyin yaratılışı Allah'ın varlığına ve birliğine tanıklık etmektedir. Öyle ki kâfir olsun, mü'min olsun tüm insanların ve her şeyin yaratılışı (hilkâti) Allah'ın varlığına ve birliğine tanıklık etmektedir. (Ayetteki tesbih ile) yerde ve gökte sınamaya konu olan (irâdeli) varlıkların tesbihini kastetmiş olabilir. Bu durumda hususi bir tesbihe, yani nutkun ve dilin iradeden kaynaklanan tesbihine raci olur/tesbihi manasına gelir. (Ayette geçen yer ve gökteki her şey) ruhu olan her şeye raci olabilir (yani yer ve gökteki her şeyden kasıt ruhu olan her şey olabilir). Allah bu şeylerin derununda (sırriyet) kendisine ilişkin tesbihi yaratmış/yerleştirmiştir (yec’alü) ki bunu sadece O bilir. O'ndan başkası ise ancak Allah’ın ona bunu bildirmesi ile bilir...."

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

6 Aralık 2024 Cuma

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -15-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Her insanın yapısına kodlanan özelliklerin (fıtratın) hem varlığına, hem de doğru bilgiye yöneltmedeki rolüne dikkat çeken Mâtürîdî, Te'vilâtü'l-Kur'ân adlı eserinde konuya ilişkin açıklamalarda bulunarak şunları söylemiştir;

İkinci örnek:

"«Ey Âdemoğulları! Size şeytana kulluk etmeyin, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır» demedim mi? (şeytana kulluk etmeyeceğinize dair sizden ahid almadım mı?)"Yâsin 36/60.

Bu âyeti (Allah'ın sözünü) Mâtürîdî üç şekilde yorumlamaktadır:

"Birincisi, yaratılış ahdidir. Çünkü Allah teâlâ varlığına tanıklık edecek şeyleri her insanın yaratılışında, yapısında var etmiş, kulluğu (ibadeti) kendisine has kılmış, kendisinden başkasına (kulluk yapılmasını) yasaklamıştır/men etmiştir

Ne var ki onlar (yani ahitleştiği insanlar) bu ahdi bozdular, kulluğu ve ulûhiyyeti ondan (Allah’tan) başkasına atfettiler/layık gördüler.

İkincisi,  Allah'ın emir ve nehiylerine itaat hususunda, Peygamberler aracılığıyla onlardan alınan ahiddir.

Üçüncüsü, (ahdin üçüncü anlamı) şöyledir, Allah insanların tabiatına birtakım istek ve arzular yerleştirmiştir ki bunların Allah tarafından (min indihî)(bir lütuf ve inayetle) karşılanması/giderilmesi (kazauhâ) onları (yani insanları), nimetlerinden dolayı kulluğu ve şükrü sadece Allah'a hasredip ulûhiyeti ona has kılmaya götürür, bunları (yani kulluğu ve şükrü) başkasına arz etmekten, O'ndan başkası için yapmaktan (insanları) alıkoyar.

Ne var ki (insanlar) bu (ahdi) bozdular ve onu terk ettiler." 

Devam edecek...


Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

5 Aralık 2024 Perşembe

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -14-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

"Allah'ın, insanları, kendisi üzere yarattığı doğa/fıtrat kanunu" şeklindeki Allah'ın sözü şu anlamlara gelebilir.

Üçüncüsü, "Allah'ın insanları imtihanı taşıyabilecek bir fıtrat üzere yaratmasıdır."

"Allah’ın yaratmasında bir değişiklik olmaz" ) هللا لخلق تبديل ال ( ifadesine gelince yorumcuların geneli/çoğu şöyle dedi: "Allah’ın dininde bir değişiklik olmaz, burada (Allah) dini, yaratma olarak isimlendirmiştir." Mutezile’nin yaklaşımına (kavl) göre onda (Allah’ın yaratmasında) tebdil olmaktadır.

Çünkü onlar kulun fiilinin yaratılmış olmadığını söylüyorlar ve Allah'ın هللا لخلق تبديل ال sözüyle ilgili olarak şöyle bir aldatmaca yapıyorlar: Yani ( ال تبدل لما به يقع الدعاء إليه او كالم ( edilen dua/seslenilen a’Allah kendisiyle“sözde bir değişiklik olmaz" ya da buna benzer bir şey (söylüyorlar). Bu durumda (onlara karşı) şöyle denir: Din kişinin itaati kendisiyle gerçekleştirdiği şeydir ve (bu açıdan) onun (kişinin) fiilidir, (kök olarak) dâne-yedînu’dan alınmıştır/gelmektedir. Sonra onun (yani itaatin kendisiyle gerçekleştiği şeyin) Allah’ın yaratması olduğu bildirildi. O halde bu, onun (yani kulun fiilinin) yaratılmış olduğunu gösterir.

“Allah’ın yaratmasında bir değişiklik olmaz" sözü hakkında şöyle demek mümkündür; yani "Rahman'ın yaratışında hiçbir aksaklık göremezsin" âyetinde olduğu gibi, Allah'ın yaratmasında Allah'ın vahdaniyyetine delâlet, rububiyyetine şehadet bulunmaktadır, yani Allah'ın vahdaniyyetine delâlette, varlığına şehadette Allah'ın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk göremezsin...

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

4 Aralık 2024 Çarşamba

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -13-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

"Allah'ın, insanları, kendisi üzere yarattığı doğa/fıtrat kanunu" şeklindeki Allah'ın sözü şu anlamlara gelebilir.

İkincisi, "onları yarattı (fatarahum)" ve "onların yapısına kabiliyetler yerleştirdi (cebelühüm)" ifadesidir ki, şayet insanlar bu yaratılmış oldukları fıtrat üzerinde, salt akılları üzere bırakılmış olsalardı, diğer bir deyişle nefsani tabiatın gereklerinden azade olsalardı yaratıldıkları fıtrat doğrultusunda davranırlardı (yaratılmış oldukları, yapılarında bulunan kabiliyetler üzerine gelişim gösterirlerdi). Öyleyse Allah herkesi bir fıtrat (donanım) üzere yaratmış ve herkesin yaratılışına Allah’ın rubûbiyyet ve vahdâniyyetine götürecek şeyler (kâbiliyetler) yerleştirmiştir. 

İşte Hz. Peygamberin "Her doğan fıtrat üzere doğar" sözü bu şekilde anlaşılmalıdır.

Her doğan fırtat üzere, yani Allah’ın vahdaniyyetine, rububiyyetine delalet ve tanıklık eden (teşhedü) bir yaratılış üzere doğar. İnsan (önyargı ve taklitten azâde bir şekilde) tek başına bırakıldığında ve aklı ile kendisi arasına (duygu, his, cismani tabiat vb.) şeyler girmediğinde (bunları) idrak eder. 

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

3 Aralık 2024 Salı

KÜÇÜK NOTLARIM (101) Bir türlü mutlu olamıyorsan, kimseyi suçlama!

Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71-72. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 59; Nesâî, Îmân 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime 9)

Kendin için ne istiyorsan kardeşin için de istemiyorsan imanını kâmil noktaya taşıyamazsın. Başarı istiyorsan arkadaşının da başarılı olması için dua edeceksin. Onun başarısına haset edersen senin de başarılı olma ihtimalin azalır.

Başkalarının malına, başarısına, mevkine, mutluluğuna haset etme, rahatsız olma sevin ki sana da hayır ve bereket kapıları açılsın. Çünkü senin de bu ikramları kazanman onun sevincine canı gönülden sevinmenle ilintili. Bu Allah Teala’nın sünnetullahı. 

Kendine acıyarak geçirme bu hayatı. Başkalarının işleri yolunda giderken senin işlerin hep ters gidiyorsa, bir türlü mutlu olamıyorsan, kimseyi suçlama! Neden Rabbin bunları sana yaşatıyor, bul onu. Bunlar geçmişte yaptığın hataları düzeltmen için, ya da sende olmaması gereken hasletlerden kurtulman için olmasın!.

Hasetten arın, herkesi sev, Rabbine hüsn-ü zan et, yaşadıklarını hayra yor, Rabbinin başkalarına verdiği nimetlerden onlar adına mutlu ol. “Bana da ver, kardeşime de ver” diye dua et. Et ki bütün hayır kapıları sana da açılsın. 


ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER 12-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

"Allah'ın, insanları, kendisi üzere yarattığı doğa/fıtrat kanunu" şeklindeki Allah'ın sözü şu anlamlara gelebilir.

Birincisi, هللا فطرة” Allah'ın fıtratı (fıtratallah)” yani (Allah'ın) insanın yapısına yerleştirdiği Tanrı bilgisidir (marifetullahtır).” Allah, her bebek ve çocuğun yapısına, Rabbi’nin birliğine ve rububiyetine ulaşmayı sağlayacak bilgiyi (bilebilecek kâbiliyetleri ya da donanımı) yerleştirmiştir. Bu, bebeklik ve çocukluk hallerinde annelerinin sütünü emmek (suretiyle) elde ettikleri gıdayı ve (bunun soncunda ortaya çıkan) gelişimi (sağlayan) bilgiyi onlarda yaratması gibidir. Bu sebeple (Hz. Peygamber’in) "Her doğan fıtrat üzere doğar, daha sonra annesi-babası onu yahudileştirir, hristiyanlaştırır" sözü(ndeki fıtrat), dağlara verilen Rabblerini tesbih ve hamd bilgisi (ile aynı şeydir). Ancak daha sonra anne-babası çocuğu kendilerine benzetebilmekte ve onu asıl fıtratından uzaklaştırabilmektedir.


Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

2 Aralık 2024 Pazartesi

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER 11-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

3) Allah'ın Varlığına İşaret Eden "Fıtrat"a İlişkin Te'vilâtü'lKur'ân'dan Birkaç Örnek İfade

"Fıtrat"tan ya da "hilkât"ten bahsettiği ifadelerinde Mâtürîdî, daha çok insanın yapısı, doğuştan getirdiği potansiyeller, doğruyu ve yanlışı temyiz yeteneği üzerinde durmuştur, bununla birlikte akıl/irâde/vicdan sahibi olan her insanın bu yetilerini doğru kullandığında Allah'ın varlığı ve birliği bilgisine ulaşacağından bahsetmiş, bu yetilerin köreltilmesi ile karakter zaafı yaşayan insanın özünden uzaklaşacağını ve doğru bilgiye ulaşamayacağını belirtmiştir. Her insanın yapısına kodlanan özelliklerin (fıtratın) hem varlığına, hem de doğru bilgiye yöneltmedeki rolüne dikkat çeken Mâtürîdî, Te'vilâtü'l-Kur'ân adlı eserinde konuya ilişkin açıklamalarda bulunarak şunları söylemiştir;

Birinci örnek:

"Böylece sen, bâtıl olan her şeyden arınmış olarak, yüzünü kararlı bir şekilde Allah'ın, insanları üzerinde yarattığı doğa/fıtrat kanununa/dine çevir! Allah’ın
yaratmasında bir değişiklik olmaz. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler." (Rûm 30/30.)

Allah'ın yüzünü hanîf (bâtıl olan her şeyden arınmış)
olarak dine çevir!" sözü hakkında bazıları, bu hitabın Resulullah sallallahu aleyhi vesselem'e yönelik olduğunu iddia etmişlerdir. Şöyle ki önce “şunlar
şunlar O’nun ayetlerindendir” dedi, sonra "bilgisizce kendi arzularının peşine takılanlardan" bahsettikten sonra Allah’ın Peygamber’ine "sen yüzünü hanîf (bâtıl olan her şeyden arınmış) olarak dine çevir!" buyurdu.

Bize göre ise bu ve benzeri bir hitap "De ki: Siz, ey kâfirler! (hakikâti inkâr edenler!)", "De ki: O Allah tektir." âyetlerinde olduğu gibi herkes (tüm insanlar) içindir. “Öyle ki hitabın ulaştığı her kişinin "O Allah tektir", "Siz, ey kâfirler" demesi emredilmiş gibidir” İşte bunun gibi "sen yüzünü hanîf (bâtıl olan her şeyden arınmış) olarak dine çevir!" hitabı her kişiye yönelik olarak gelmiştir.....

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

1 Aralık 2024 Pazar

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -10-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Gâye ve nizam konusunda dördüncü örnek şöyledir:

"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır." (Âl-i İmrân 3/190.)

"Azîz ve celîl olan Allah, düşünen insanlar için zikrettiği bu şeylerde ibretlerin varlığını haber vermektedir. Bilindiği üzere duyular ile algılanabilen şeylerden hareket ederek düşünme ve araştırma yapmakla ulaşılan ibretler, duyu organlarıyla algılanamayan meseleleri bilmek içindir. Zaten akıl sahibi insanların duyuların kapsamına giren şeyler hakkında düşünerek, akıl yürüterek bilmek için kendilerini zorlamaya (gayret sarfetmeye) gerek yoktur. Bilakis duyularla elde edilen bilgiler zorunlu bilgilerdir, bunlar çaba sarfetmeyi gerektiren ilimlerin derecelerine ulaşmayı sağlayan beşeri ilimlerin ilkeleridir..

Bu âyette aynı zamanda öz akılla, tevhide ulaşmanın gerekliliğine delil vardır. İbretler, öz akıl sahibi kişiler için konulmuştur. İbretlerin ilk derecesi onların bir var (inşâ) edeni ve ibret vesilesi kılanı olduğunu bilmektir. En Doğrusunu Allah Bilir. 

Sonra buna, göklerle yer arasında bulunan uzaklığa (mesafenin uzunluğuna) rağmen bu ikisinde yer alan faydaların bağlantılı oluşu da işaret etmektedir, yer ve gök arasında bulunan faydaları kullanmak sûretiyle yeryüzünde depreşen her canlının yaşaması ve yaşamını devam ettirmesi de Yaratan'ın varlığına delil olur. Aynı şekilde her canlının faydasına olmak üzere -birbirlerine zıt olmalarına rağmen- gece ile gündüzün birbiri ardından gelerek benzer şekilde hareket etmelerinde; göklerle yerin birbirlerine eş gibi (ilgili, alâkalı) olmalarında bunların hepsini yoktan var edenin (münşî) tek oluşuna işaret vardır. Şayet yaratma farklılık gösterseydi (farklı yaratış mümkün olsaydı) düzen olmaz, faydalanma imkânları da ortadan kalkardı. 

Öyleyse bunları yaratan, her şeyi bilen (alîm) bir varlıktır ki, O (Allah) fayda veren şeyler arasındaki bağlantının nasıl düzenleneceğini, aralarındaki farklılıklara rağmen onları kendisi dışındaki ile nasıl birleştireceğini de bilir. O hikmet sahibidir (hakîmdir), her şeyi yerli yerine koymuştur. Öyle ki bilge insanlar (filozoflar) bu konu hakkında derin derin düşünüp taşınsalar bile yine de, cevherlerdeki farklılıklar ve hâllerdeki zıtlıklar sebebiyle- faydalı şeyler arasındaki en yakın veya daha üstün bir bağlantının nasıl olabileceğini bilemezlerdi. Zaten (varlıklar arasındaki) söz konusu ilişkiyi düzenleyen, tüm eksikliklerden münezzeh bir varlığın yardımı olmaksızın bilgelerin hikmet bilgisi, eşyada var olan hikmeti bırakın bir yönüyle ihata etmeyi, onun (hikmetin) bir kısmını bile elde etmekte yetersiz kalır. "

Görüldüğü üzere Mâtürîdî, evrendeki varlıklardaki ölçü, düzen ve amaçlılık üzerinden hareketle üstün ilim, irâde, kudret sahibi olan Allah'ın varlığı ve birliğinin akıl yürüterek bilinebileceğine dikkat çekmekte özellikle de"tedbîr" ve "hikmet" kavramlarına vurgu yapmaktadır.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

****** F İ H R İ S T ******


Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile ilgili yazılar
SİYER

Ayet Tefsirleri
Hadislerle ilgili yazılar
Sahih-i Buhari Hadisleri (Fethu'l-Bari)
El-Ezkar- İ.Nevevi
Sünnete uygun İbadetler
Peygamberler ile ilgili yazılar
Sahabeyle ilgili yazılar
Peygamberimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hanımları ile ilgili yazılar
Dualar
İlmihal bilgileri


  • Küçük Notlar
  • Namaz ile ilgili yazılar
  • Abdest ile ilgili yazılar

Yıldız Falı ile ilgili yazılar
Niçin blog açtım ile ilgili yazılar
Şeytan (aleyhillane) ile ilgili yazılar

  • Videolar

  • Tevbe ile ilgili yazılar
Nafile ibadetlerle ilgili yazılar

Kandil geceleri
***KANDİL GECELERİ

Üç Aylar
463.ÜÇ AYLAR İLE İLGİLİ HADİSLERİN GÜVENİRLİLİĞİ

Recep ayı ibadetleri
173.NAFİLE NAMAZLARLA MEŞGUL OLMAK
***TEVBENİZİ YAPTINIZ MI?
***Recep ayı, olanlar ve olmayanlar - Faruk Beşer
***REGAİB KANDİLİ
***MİRAC HADİSESİ
***EHL-İ SÜNNETE GÖRE İSRA VE Mİ'RAÇ
652.Miraç olayına nasıl bakmalıyız?-Faruk Beşer
653.Miraç rüyada mı gerçekleşti?-Faruk Beşer
659.İsrâ ve Miraç ile ilgili son notlar, olanlar ve olmayanlar-Faruk Beşer
Şaban ayı ibadetleri
173.NAFİLE NAMAZLARLA MEŞGUL OLMAK***ŞABAN AYINDA NASIL İBADET EDEBİLİRİZ?ve tesbih namazı
***BERAT KANDİLİNDE NASIL İBADET EDELİM?
***BERAT KANDİLİ ve DİĞER KANDİLLER
***Riyâzü's Sâlihîn'in "ŞÂBAN ORUCU" Bâbı
Ramazan ayı ibadetleri
***TERAVİH NAMAZI ve KILINIŞI
***RAMAZAN GELDİ!!
***ÖZLEMİŞTİM SENİ..HOŞGELDİN!!
***ORUÇLARA AİT NİYETLER
***RABBİMLE ARAMDAKİ SIR
***İFTAR DUASI
***O ÖYLE BİR AYDIR Kİ!!
488.RAMAZAN AYINDA 10 SÜNNET
***ORUCUN FARZLARI
***ORUCU BOZAN VE BOZMAYAN ŞEYLER
***KAZA EDİLMESİ GEREKEN VE GEREKMEYEN ORUÇLAR
***ORUÇLU İÇİN MÜSTEHAB OLAN ŞEYLER
***ORUÇ TUTMAMAYI MUBAH KILAN ÖZÜRLER
***ORUÇLUYA NELER MEKRUHTUR NELER DEĞİLDİR?
***KEFFARETİ GEREKTİRMEYEN ORUÇLAR
***ORUÇ KEFARETİ
***ZEKAT VERMENİN HİKMETLERİ
***ZEKAT KİMLERE VERİLİR, KİMLERE VERİLMEZ?
***ZEKATIN VERİLECEĞİ YERLER
***BİR DAKİKALIĞINA BİLE İTİKAFA GİREMEZ MİSİNİZ?
***GELİN ÖLMÜŞ YAKINLARIMIZA BİR HEDİYE VERELİM...
***KADİR GECESİ NASIL İBADET EDELİM?
***KADİR GECESİNİ KAÇIRMAYALIM!!
***BU GECE TESPİH NAMAZI KILALIM İNŞALLAH!!
***BAYRAM NAMAZI KILINIŞI
***RAMAZAN RİSALESİ-1-RAMAZAN AYI NEDİR? / NE DEĞİLDİR?
***RAMAZAN RİSALESİ-2-ORUÇ FIKHI
***RAMAZAN RİSALESİ-3-HANIMLARA RAMAZAN REHBERİ
***RAMAZAN RİSALESİ-4-RABB'İMİZDEN GELEN BAYRAMIMIZ
***Öteki Hayatı Kazanmanın Büyük Bir Fırsatı Ramazan-M.Emin Yıldırım
***Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den İFTAR DUALARI
***Ramazan Ayını Karşılarken-Dr. M. Şerafettin KALAY
***Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-1-
***Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-2-
***"Oruc'da niyetin vakti" - Dr. Şerafeddin Kalay
***Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-3-
***Oruçla İlgili Kısa Bilgiler-Dr. M. Şerafettin KALAY
***"Orucun Hükümleri" - İlm-i Hayat Dr. Şerafeddin Kalay Selim Uğur
Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-4-
***"Orucun Fazileti" - İlm-i Hayat - Dr. Şerafeddin Kalay Selim Uğur
Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-5-
***Oruçla İlgili Âyetler ve Hükümler | Şerafeddin Kalay (6. Ders)
***Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-6-
***Oruç ve İftar | Şerafeddin Kalay (9. Ders)
***Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZAN ORUCU" Bâbı-7-
***Öteki Hayatı Kazanmanın Büyük Bir Fırsatı Ramazan-M.Emin Yıldırım
Riyâzü's Sâlihîn'in "RAMAZANDA CÖMERTLİK" Bâbı-8-
***Riyâzü's Sâlihîn'in "HİLAL GÖRÜLDÜĞÜNDE YAPILACAK DUA" Bâbı-9-
***Riyâzü's Sâlihîn'in "SAHURUN FAZİLETİ" Bâbı-10-
***Riyâzü's Sâlihîn'in " ORUÇ AÇMAKTA ACELE ETMEK " Bâbı-11-
***Riyâzü's Sâlihîn'in " ORUÇ AÇMAKTA ACELE ETMEK " Bâbı-12-
***Riyâzü's Sâlihîn'in " ORUÇ AÇMAKTA ACELE ETMEK " Bâbı-13-
***Riyâzü's Sâlihîn'in " ORUÇLUNUN DİLİNİ KORUMASI " Bâbı-14-
***Riyâzü's Sâlihîn'in " ORUCA DAİR BAZI MESELELER " Bâbı-15-
Şevval ayı ibadetleri
***ŞEVVAL AYI ORUCU
***Riyâzü's Sâlihîn'in " ŞEVVAL ORUCU " Bâbı
Zilkade ayı ibadetleri
***YARIN ZİLKA'DE AYINA GİRİYORUZ
Zilhicce ayı ibadetleri
***ZİLHİCCE AYI İBADETLERİ
***TERVİYE VE AREFE GÜNÜ
***TEŞRİK TEKBİRLERİNİ UNUTMAYALIM...
***Unutulmaya yüz tutmuş kıymetli bir mevsim: Zilhicce Geceleri
***SÜNNETE UYGUN İBADET -32- Zilhicce Orucu
***Zilhicce ayının ilk 10 günü ile Rabb’imize yaklaşalım.
Muharrem ayı ibadetleri
182. MUHARREM AYI'NIN ÖZELLİĞİ
Safer ayı ibadetleri
400.SAFER AYI BELA AYI MIDIR?
***MEVLİD KANDİLİ
***İçine Bid’at Karıştırmadan Mevlid Kandili Nasıl Kutlanır?-EBUBEKİR SİFİL566.SAFER AYI ve BELALARIMIZ-Faruk Beşer
  • E.H.Yazır Hak Dini Kur'an Dili,İlmihal,Kütüb-i Sitte,Riyazüs Salihin,Ö.N.Bilmen,A.Geylani,İ.Gazali,İ.Rabbani,İ.Nevevi,N.Yıldız,
    E.Sifil,A.Ünlü,H.KurtÖ.İnançer,S.Arvas,M.Özşimşekler,Ö.Döngeloğlu,F.Dilaver,A.Eren,N.Hatipoğlu,C.Gezer,T.Alp,A.Uzunlar,O.Ençakar,M.Talu,S.Suruç,S.Alpsoy,E:Erdoğan,A.Şener,S.Demirci,S.Camcı,M.Dikmen,Ş.Eygi,O.Ünlü,İ.Şenocak,M.Demirbaş,R.Ayvallı, D.Aydüz,Y.Kızılırmak,
    V.Tülek,A.Tomor,Dinimiz İslam,Sorularla İslamiyet,İslam tarihi.Abdülhalîm el-Cündî,Ebû Hanîfe Batalü'l-Hürriyye ve't-Tesâmüh fi'1-İslâm, Kahire 1966Bardakoğlu, Ali, “Ebû Hanife”, DİA, İstanbul 1994, X, 143-145.Beyâzîzâde Ahmed Efendi, el-Usûlü’l Münîfe li’i İmâm Ebî Hanîfe, Ebû Hanîfe’nin İtikadî Görüşleri,nşr. İlyas Çelebi, İstanbul, 1996
    Beyâzîzâde Ahmed Efendi, İşârâtü'l-Merâm min İbârâti'l-İmâm,
    nşr. Yûsuf Ab-dürrezzâk, Kahire 1949Bezzâzî, Muhammed b. Şıhâb, Menâkıbü’l-İmâmi'l-A’zam Ebî Hanîfe, Beyrut 1981, s.136-139
    Brockelman, C., GAL, (Ar), Târihu’l-Edebi’l-Arabî, Kahire 1983, III, 235-245Ebû Yûsuf, Yakub b. İbrahim, İhtilâfü Ebî Hanîfe ve İbn Ebî Leylâ, nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgânî, Kahire 1938
    Ebû Zehra, Muhammed, Ebû Hanîfe Hayâtühû ve Asruhû-Ârâ'ühû ve Fıkhuh, Kahire 1947El-Bağdâdî, Ebu Muhammed b. Gânim, Mecmaü'd-Damânât fî Mezhebi'l-İmami'l-A'zam Ebi Hanife
    en-Nu’mân, Beyrut 1987el-Hârizmî, Muvaffak b. Ahmed el-Mekkî, Menâkıbü Ebî Hanîfe, Beyrut 1981, s. 51-59
    Hatib el-Bağdâdi, Tarihu Bağdâd, Beyrut ts. XII, 324-330
    İbn Hallikân, Ahmed b. Muhammed, Vefeyâtü’l-A’yân ve Enbâü Ebnâi’z-Zamân,nşr İhsan Abbas, Beyrut 1968, II,163-164
    İbn Sa’d, Muhammed, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, nşr. İhsan Abbas, Beyrut 1968, s. VI, 368-369İbnü’l-Esir, Ali b. Muhammed, el-Kâmil fi’t-Târih, Beyrut 1979, X, 325-326İbnü'n-Nedîm, Muhammed b. İshak et-Fihrist, nşr. Rıza Teceddüt, Tahran ts., s. 255-256J.Schacht, “Abu Hanife al-Numân”, The Encyclopadia of İslam, Leiden 1954, I, 123-124
    Sezgin, Fuat, GAS (Ar.) Târihu’t-Turâsi’l-Arabî, Riyad 1403, I/3 s. 31-50
    Uzunpostalcı, Mustafa “Ebû Hanife”, DİA, İstanbul 1994, X, 131-138.
    Uzunpostalcı, Mustafa, Ebû Hanife’nin Hayatı ve İslâm Fıkhındaki Yeri Konya 1986 ( doktora tezi, SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü).
    Vehbî Süleyman Gâvecî, Ebû Hanife en-Numan İmâmü'l-Eimmeti'l-Fukaha, Dımaşk ts.Vehbî Süleyman Gâvecî, Ebû Hanife en-Numan, s. 45-64. Şibay, Halim Sabit, “Ebû Hanife”,İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1940, IV, 20-28
    Yavuz, Yusuf Şevki, “Ebû Hanife”, DİA, İstanbul 1994, X, 138-143.
    Zehebî, Muhammed b. Ahmed, Menâkıbü Ebî Hanîfe ve Sahibeyhi Ebî Yusuf ve Muhammed b. Hasan, Kahire 1366
    Zehebi, Muhammed b. Ahmed, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, Beyrut 1985, VI 394-400