2 Ocak 2019 Çarşamba
YASİN SÛRESİ 77.- 83. ayetlerin tefsiri
Öldükten Sonra Dirilmenin İspatı:
77- İnsan bizim kendisini nasıl bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi ki şimdi apaçık bir hasım kesildi?
78- Kendi yaratılışını unutarak bize bir misal getirdi: "Bu çürümüş kemikleri kim diriltecekmiş?" dedi.
79- De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı hakkıyla bilendir."
80- O, yemyeşil ağaçtan sizin için bir ateş çıkarandır. İşte bakın ateşi ondan çakıp alıyorsunuz.
81- Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Elbette kadirdir. O, bütün kâinatı yaratandır, her şeyi hakkıyla bilendir.
82- Onun emri birşeyi dilediği zaman ona ancak "Ol" demesinden ibarettir. O da hemen oluverir.
83- Her şeyin hükümranlığı kendi elinde bulunan Allah'ın şanı ne kadar yücedir, münezzehtir. Siz ancak O'na döndürüleceksiniz.
Açıklaması:
"İnsan bizim kendisini nasıl bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi ki şimdi apaçık bir hasım kesildi?" Yani her insan, yaratılışına nutfe (meni)den, basit bir sudan -ki o eşyanın en zayıfıdır- başladığımızı, sonra da kendisini mükemmel bir beşer haline getirdiğimizi bilmez mi? Bu mükemmel hale geldikten sonra onun, konuşan ve bizimle ısrarla cedelleşen apaçık bir mücadeleci olarak karşımıza çıkıverdiğini görürsün. Bu ayette geçen "hasîm" kelimesi "konuşan" anlamındadır. "Mübîn" kelimesi de insanın aklının kuvvetine işarettir.
Burada anlatılmak istenen şudur: Öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden kişi, yaratmanın tekrarlanacağına, yoktan var etme ile niye delil getirmez ki? Zira Allah, insanı yaratmaya, basit bir sudan meydana gelen meniden başlamıştır. Yani onu zayıf ve hakir birşeyden yaratmıştır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sizi basit bir sudan yaratmadık mı? Onu, belli bir süreye kadar sağlam bir karar yerine koyduk" (Mürselât, 77/20-22), "Doğrusu biz insanı karışık bir nutfeden yarattık" (İnşân, 76/2). Yani değişik şeylerin oluşturduğu bir karışımdan meydana gelen nutfeden yarattık.
Şu halde böyle bir mahlukun yapması gereken şey, büyüklenip azgınlaşmak ve öldükten sonra dirilmek suretiyle yaratılışın tekrarlamasını inkâr etmek değil, nimete şükretmektir.
"Kendi yaratılışını unutarak bize bir misal getirdi: "Bu çürümüş kemikleri kim diriltecekmiş?" dedi" Yani kudret ve azamet sahibi olan Allah'ın, çürümüş kemik ve cesetleri tekrar diriltmesi konusunda mesel gibi doğrudan ilgili olmayan garip birşey zikretti ve kendi nefsini unuttu. Zira Yüce Allah onu yokluktan var ederek varlık alemine çıkarmıştır. O ise Allah'ın kudretini kulun gücüyle mukayese ederek Allah'ın çürümüş kemiklere hayat vereceğini -beşere verilen kudretin üstünde bir şey olması hasebiyle- inkâr ediyor.
Yüce Allah buna şöyle cevap veriyor:
"De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek. O, her yaratmayı hakkıyla bilendir" Yani ey Peygamber! Ölümden sonra dirilmeyi inkâr eden o müşriğe de ki: Allah, ilk seferinde yokluktan ve hiçlikten örneksiz olarak yaratıp var ettiği bu kemiklere tekrar hayat verecektir. İnsan zikredilmeye değer bir varlık değildir. İster parçalara ayrılmış ve yeryüzünün dört bir yanına dağılmış, isterse toplu bir halde bulunsun, varlıkların en gizli yönleri bile Ona gizli değildir. Her ne olursa olsun -ister toprağın, isterse denizlerin derinliklerinde veya insanın ya da hayvanın içinde olsun yahut toprağa ya da bitkilere karışmış bulunsun- hiç birşey O'nun ilminin dışında değildir. Bilim adamları atomun yok olmadığını söylemektedirler. "Yokluktan birşey var olmaz, var olan birşey de yok olmaz." şeklindeki meşhur teori kabul görmüş durumdadır.
Öldükten sonra dirilme konusunda zikredilen delil şudur:
"O, yemyeşil ağaçtan sizin için bir ateş çıkarandır. İşte bakın ateşi ondan çakıp alıyorsunuz" Yani bu ağacı yaratmaya sudan başlayan O'dur. Derken bu ağaç yeşil, taze ve olgun meyveli bir hale gelmiştir. Sonra onu, kendisiyle ateş yakılan kuru bir odun haline döndürmüştür. Buna muktedir olan, istediği her şeyi yapmaya kadirdir. O'nun, istediğini yapmasına hiç birşey mani olamaz. Yaş ve rutubet özelliği gösteren bir maddenin, sıcaklık unsuru haline gelmesine sebep olan bu değişim ve dönüşüm, yaşlığın ve nemliliğin, kuruluğa ve eskimişliğe dönüşmesinin imkân dahilinde olduğunu gösterir. Mesela sert (bir nevi selem) ağacının yeşil (taze) haldeyken ateş tutuşturmada kullanıldığı, tecrübe ve müşahede edilmiş bir husustur.
Burada kastedilenin, Hicaz toprağında yetişen Merh ve Afâr denen ağaçlar olduğu da söylenmiştir. Yanında çakmak (tutuşturucu) bulunmayan kimse ateş yakmak istediği zaman bu iki ağaçtan birer parça dal keser ve birini diğerine sürter. Bu sürtme sonucu, tıpkı çakmak gibi bu dalların arasından ateş çıkar. Yağmurla yüklü bulutların birbirine sürtünmesi sonucu şimşek kıvılcımları çıkması da buna benzer.
Üçüncü delil, diğerinden daha etkili ve vurucudur:
"Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Elbette kadirdir. O, bütün kâinatı yaratandır, her şeyi hakkıyla bilendir" Yani sabit ve hareketli gezegenleriyle birlikte yedi kat göğü ve dağları, ovaları, denizleri ve çölleriyle yedi kat yeri yaratan -ki bunlar, yaratılış bakımından insanın yaratılışından daha azametli ve büyüktür- insan gibi bir mahluku yaratmaya ve cesetlere yeniden hayat vermeye de kadirdir ki bu cesetler yedi kat göğe ve yedi kat yere kıyasla çok daha küçük ve zayıftır. Evet, elbette O buna kadirdir. O, mahlukâtı çok ve ilmi geniş olandır. Buradaki "Hallâk" kelimesi Allah'ın kudretinin kemâline, "Alîm" kelimesi de ilminin şümulüne işarettir.
Kısacası azametli şeylerin yaratılması, daha küçük şeylerin de yaratılabileceğinin kesin delilidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Elbette gökleri ve yeri yaratmak, insanları yaratmaktan daha büyük birşeydir." (Gâfir, 40/57), "Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın, ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmediler mi? Evet O her şeye kadirdir." (Ahkâf, 46/33).
Ardından Yüce Allah, daha önceki ayetlerde geçen açıklamayı tekit ve işlenen konuyu neticelendirmek için şöyle buyuruyor:
"Onun emri, birşeyi dilediği zaman ona ancak "Ol!" demesinden ibarettir. O da hemen oluverir." Yani Yüce Allah'ın, eşyanın icadı ve bu icadı dilemesi konusundaki işi, birşeye "Ol!" buyurmaktır. O zaman o, kesinlikle herhangi başka birşeye bağlı olmaksızın derhal oluverir.
Yüce Allah için tam bir kudretin sabit olmasının gereği, kâfirlerin Onu tavsif ettiği şeylerden tenzihidir. Bu bağlamda Allah Teala şöyle buyuruyor: "Her şeyin hükümranlığı kendi elinde bulunan Allah'ın şanı ne kadar yücedir, münezzehtir. Siz ancak O'na döndürüleceksiniz" Yani Allah, kötülük ve eksiklik gibi kendisine lâyık olmayan sıfatlardan yüce ve münezzehtir. O, eşyanın bütün mülkiyeti kendisine ait olandır. Eşya üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunma kudret-i kâmilesi Onundur. Her şeyin anahtarı Onun elindedir. Ahiret yurdunda ölüm sonrası dirilişin akabinde de kullar hep birlikte -başkasına değil- Ona döneceklerdir. Şu halde maslahatlarını gerçekleştirmek için Onu birlesinler ve Ona itaat etsinler. [16]
[16] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 12/55-57.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder