21 Ocak 2019 Pazartesi

NİSA SÛRESİ 80.-82.ayetlerin tefsiri


Rasul'e İtaat Allah'a İtaattir, Kur'an'ı Tedebbür Ve Tefekkür Etmek Lâzımdır, Kur'an Allah Katındandır

80- Kim o Peygamber'e itaat ederse muhakkak Allah'a itaat etmiştir. Kim de yüz çevirirse... Zaten seni onların başına bekçi göndermedik ya!

81- Onlar (sana): "Hayhay, emrine uy­duk" derler. Fakat senin yanından ay­rıldıkları zaman da onlardan bir toplu­luk senin söylediklerinden başkasını geceleyin kurarlar. Allah onların gizli­ce ne planlar kurduklarını yazıyor. Onun için sen onlardan yüz çevir (aldı­rış etme). Allah'a güvenip dayan. Al­lah, bir vekil olarak yeter.

82- Onlar hâlâ Kur'an'ı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından olsaydı elbet içinde birbirini tutmayan bir çok (tutarsızlık­lar) bulurlardı.


Nüzul Sebebi

Mukâtü'in rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyururdu: "Beni se­ven muhakkak Allah'ı sevmiştir. Bana itaat eden muhakkak Allah'a itaat etmiş­tir. " Bunun üzerine münafıklar şöyle demeye başladılar: Şu adamın söylediğini işitmiyor musunuz? Bize Allah'tan başkasına ibadet etmememizi yasakladığı halde kendisi neredeyse şirke giriyor. Hıristiyanların İsa'yı rab edindikleri gibi bizim de kendisini rab edinmemizi istiyor. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu ayet-i kerimeyi inzal eyledi. [8]

Açıklaması


Allah Teâlâ, kulu ve peygamberi olan Hz. Muhammed (s.a.) hakkında ha­ber vermekte, ona itaat edenin Allah'a itaat etmiş olduğunu, ona isyan edenin Allah'a isyan etmiş bulunduğunu, çünkü onun asla kendi arzu ve hevesine göre konuşmadığını, söylediklerinin kendisine gönderilen bir vahiy olduğunu bildirmektedir. Sahihayn'da Ebu Hureyre (r.a.)'den nakledilen bir rivayette Cenab-ı peygamber (s.a.) şöyle buyurmaktadır: "Kim bana itaat ederse muhakkak Al­lah'a itaat etmiştir. Kim bana isyan ederse muhakkak Allah'a isyan etmiştir. Kim emire itaat ederse, muhakkak bana itaat etmiştir. Kim de emire isyan eder­se muhakkak bana isyan etmiştir."

Ayetin manası: Kim Rasul-i Ekrem'e (s.a.) itaat ederse, o muhakkak Al­lah'a itaat etmiş olmaktadır. Zira gerçekte emreden ve nehyeden Allah Teâlâ'dır. Peygamber ise sadece emri ve nehyi, yasağı teklif etmektedir. Dolayı­sıyla itaat, bizzat Peygamber'e değil, onun emri ve nehyi kendisinden alıp tek­lif ettiği zata yani Allah azze ve celle'ye yapılmış olmaktadır.

Ama Hz. Peygamber (s.a.)'in dünya işlerine dair emir ve tavsiye ettiği hur­maların aşılanması, zeytin yağı yenmesi ve bedene sürülmesi, buğday, arpa gi­bi yiyeceklerin öğütülürken, hamur yapılıp yoğrulurken tartılması gibi husus­lara gelince, bunlar kendisinin kanaati ve içtihadıdır.

Ashab-ı Kiram (r. anhum) bir işle ilgili olarak onun Allah'tan gelen bir va­hiy mi, yoksa Cenab-ı Peygamberin bir içtihadı mı olduğu hakkında şüphe ettik­leri zaman Rasul-i Ekrem'e (s.a.) sorarlardı. Eğer vahiy ise tereddütsüzce itaat ederlerdi. Şayet kendi görüşü ise onlar da görüşlerini söylerler, daha uygun gör­dükleri husus varsa onu beyan ederlerdi. Nitekim Bedir ve Uhud savaşlarında böyle olmuştur. Resulullah (s.a.) bazan onların görüşlerine katılır ve uygulardı.

Ey Habibim sana itaatten yüz çeviren muhakkak zarara ve hüsrana uğ­rar, kaybeder. Onun işi hakkında senin yapacağın bir şey yoktur. İstediğim şey hususunda onu zorlayamazsın. Sana düşen sadece belağ yani tebliğ etmektir. Onların üzerine musallat olmuş, zorba birisi değilsin sen. Hüsran ve helak onlara er veya geç ulaşacaktır. Nitekim sahih bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: 'Kim Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederse muhakkak rüşde (hidayete) ermiştir. Kim de Allah'a ve Rasulü'ne isyan ederse, o kimse kendisinden başkasına zarar vermiş olmaz."

Daha sonra Allah Teâlâ münafıkların durumlarını haber veriyor. Onlar zahiren muvafakat ve itaat ettiklerini belirtirler. Münafıklık edip zahiri bir teslimiyet arz ederek "Bizim işimiz sana itaat etmektir" ya da "Emrine itaat edilecek bir emirdir" derler. Senin bulunduğun yerden ayrılıp uzaklaştıktan sonra ise geceleyin senin yanında söyleyip arz ettiklerinden başka görüş ve fi­kirler, planlar kurarlar, tertip ederler. İbni Cerir et-Taberî, İbni Abbas (r.a.)'tan onun şöyle dediğini rivayet ediyor: Onlar öyle insanlardı ki Resulullah (s.a.)'ın yanında bulunurlar iken canlarını ve mallarını güven altına almak için, Allah'a ve Rasulü'ne iman ettik, derlerdi. Fakat Allah Rasulü'nün yanından çık­tıktan sonra onun yanında söylediklerinin aksine bir tavır ve yola girerlerdi. O sebepten dolayı Allah Teâlâ kendilerini ayıplayıp azarlamıştır.

Allah celle ve alâ onların tertip ve tuzaklarını bilmektedir. Kulların işleri­ni ve sözlerini yazmaya memur kıldığı yazıcı hafaza meleklerine, münafıkların bu hal ve sözlerini yazıp kaydetmelerini de emretmektedir. Bu tehditteki mana şudur: Cenab-ı Hak haber veriyor ki kendisi o münafıkların gönüllerinden ge­çenleri de, aralarında gizlice konuştukları sırları da, Rasul-i Ekrem (s.a.) Hazretlerine muhalefet ve isyan etme hususunda geceleyin verdikleri ve vardıkları kararları da -her ne kadar zahiren ona itaatkâr ve muvafakat eder gözükseler de- gayet iyi bilmektedir, o yüzden de onları cezalandıracaktır.

Ey Rasulüm! Sen onlardan yüz çevir. Müsamahakâr ol, onlara karşı da yu­muşak davran. Hemen onları hesaba çekme, kurdukları komplo ve desiselere fazla önem verme, açıklarını hemen ortaya dökme. Ve onlardan da korkma, Allah Teâlâ'ya tevekkül et. O'na güven, işini O'na ısmarla, bütün işlerinde O'na güvenip dayan. Çünkü onların seslerine karşı Allah sana yeter. Zira Allah Teâlâ, kendisi­ne tevekkül edip, yalnız O'na dönenlere dost, yardımcı ve destek olarak kâfidir.

Allah Teâlâ, ondan sonra Kur'an-ı Kerim'i tedebbür etmeyi, manasını iyice düşünerek okumayı, muhkem manaları ve belâğatli lafızlarını anlamayı emre­diyor. Bu düşünce yolunun plan ve metodunu tashih etmek hususu zaten O'nun kefaleti altındadır. O Kur'an'da hiçbir ihtilâf, karışıklık, çelişki bulun­madığını, çünkü onun Hakîm ve Hamîd olan Allah katından indirildiğini, Hak'tan gelen bir hak olduğunu haber veriyor. Onun için, Allah Teâlâ "Onlar Kur'an'ı hiç düşünmüyorlar mı? Yoksa onların kalpleri üzerinde (kat kat) kilit­ler mi var?" (Muhammed, 47/24) ayetindeki sualden sonra buyuruyor ki: "Eğer o Allah'tan başkası tarafından olsaydı" (Nisa, 4/82) yani kul tarafından yazılıp ortaya konmuş olsaydı, "Elbet içinde birbirini tutmayan birçok (şeyler) bulurlardı." Yani onda pek çok ihtilâf, tezat, tutarsızlık ve benzeri şeylere rastlar­lardı. Halbuki şu Kur'an bütün bu tür eksikliklerden salim ve uzaktır, çünkü o Allah Teâlâ'nın katından inmiştir.

Bulunması muhtemel ihtilâf ve farklılıkların ortaya çıkacağı yerler ya Kur'an'ın nazmında ya da manalarında olabilirdi.

Nazmı ve belâğati yönüyle düşünülse bazı ayetler mucize derecesine var­mış iken diğer bazıları o dereceden daha aşağı olabilirdi.

Manaları yönüyle düşünülecek olursa bazı ayetlerin manası doğru, bazısı­nın ki fasit ve sakat olabilirdi. Gaybdan, geçmiş ümmetlerin kıssalarından ha­ber verirken gerçeğe uygun olan haberlerin yanısıra gerçek ve vakıa ile bağ­daşmayanları da nakledebilirdi. Milletlerin sosyal, iktisadî ve siyasî ahvali ile ilgili gerçekleri tasvir ettiği gibi hurafeleri ve yanlışları da zikredebilirdi. Akide esaslarını, anayasa prensiplerini, genel hükümleri ihtiva eylediği gibi bunları çürüten ve yıkan hükümler de bulundurabilirdi.

Tertibi bakımından ele alınacak olursa Kur'an-ı Hakim, toptan değil de yirmi üç küsur yıl boyunca çeşitli olaylar ve münasebetlere göre ayrı ayrı, perdeypey indirilmesine rağmen son derece sağlam, tutarlı, mütenasip, şahane bir düzene sahiptir. Zira Peygamberimiz (s.a.) Hazretleri her bir ayet ve sure vahyolunduğunda kâtiplerine onlara nereye yazacaklarını, tescil edeceklerini bil­dirmiş ve takip etmiştir. Zaten kendisi de ayetleri hafızasından silinmeyecek şekilde sağlam ve sabit olarak "(Habibim) seni okutacağız da (asla) unutmaya­caksın" (A'lâ, 87/6) ayetinde belirtildiği gibi ezbere biliyordu.

İşte bu çeşit ihtilâf ve ihtimallerin hiçbiri Kur'an-ı Kerim'de bulunmamak­tadır. Bu da kesin bir şekilde gösteriyor ki Kur'an, Allah kelâmıdır. Ne önün­den, ne ardından ona hiçbir batıl (yanaşıp) gelemez. O, belâğatiyle, fesahatiyle, akıcılığıyla bütün beliğ ve fasih kimseleri acze düşürmüştür. Gerçekleri hiçbir ihtilâf ve çelişki olmaksızın tam manasıyla tasvir eylemiştir. Geçip gitmiş de­virleri vakıaya uygun olarak doğruca haber verdiği gibi, zamanındaki ahvali, nefislerdeki ve kalplerdeki gizli esrarı da hayret ve şaşkınlık verecek şekilde, tenkitçi dilleri susturacak ölçüde sağlamca bildirmiş, gelecekle ilgili verdiği ha­berler de aynen öylece gerçekleşmiştir. Akidenin temel prensiplerini, genel ve özel konulara, milletlerarası siyaset ve yönetime ait daha önce görülmemiş hükümler vaz'etmiştir. Öyle ki bunlar, bugün beşeriyetin uzun bir mücadele ve çalkantılar döneminden sonra ulaşabildiği en modern ve sağlam nazariye ve felsefî doktrinlerden daha ileri bir seviyede durmaktadır.

Gayb âlemini, kıyamet manzaralarını öyle canlı, hissedebilir bir şekilde bize tasvir etmiştir ki sanki onları görüyormuş, onları yaşıyormuş gibi oluruz. Şiddetli etkisinden ve muhteşem bir şekilde tasvirinden, hikayelerinin doğru ve gerçekçi oluşundan ötürü zihinlerimizde bıraktığı izler kaybolmak bilmez: "Allah, kelâmının en güzelini -(ayetleri birbiriyle) ahenkli, katmerli (tıklım tık­lım gerçeklerle dolu) bir kitap halinde- indirmiştir ki Rablerine derin saygı gös­termekte olanların ondan derileri ürperir, sonra da hem derileri, hem kalpleri Allah'ın zikrine (yatışıp)yumuşar." (Zümer, 39/23).

Eğer Müslümanlar kendilerine karşı insaflı düşünüp davransalar bu mü­barek Kur'an'ı terk edilmiş olarak bırakmazlardı. Onun ihtiva ettiklerini iyice düşünseler ve kendileri için çizdiği en doğru hayat yolunu anlayıp takip etse­lerdi, şu andaki zelil duruma düşmezlerdi. Kur"an bir hidayet rehberidir, bu ümmetin nurudur, ışığıdır. Allah Teâlâ'nın bildirdiği dosdoğru yoldur, mutluluk anahtarıdır, gerçek menfaatin gerçekleşmesi İslâm ümmetinin bina edilip me­deniyetle ilerlemesinin tek yoludur. Nitekim Allah celle ve alâ şöyle buyuruyor: "Gerçek bu Kur'an (insanları) öyle bir yola doğrultup götürür ki o, en adil ve en doğru bir (yol)dur. O, salih amel (ve hareketlerde bulunan müminlere kendileri için muhakkak bir ecir olduğunu da müjdeler." (İsra, 17/9). [9]


[8] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 3/152.


[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 3/152-155.

Hiç yorum yok: