11 Aralık 2024 Çarşamba

Mücadele Hayat Kaynağıdır

Mücadele imanın gereğidir; iman tavır gerektirir. Asıl olan imanın gerektirdiği tavrı gösterip bedeline razı olmaktır.

Mücadele muttaki insanın azığıdır, takvanın gereğidir. Mücadeleyi anlamlı kılan bilinçli olmasıdır. Zaten yapacağı bir eylemi Allah rızasına uygun biçimde yerine getirerek sevap kazanma anlayışının her an diri tutulmasıyla benlik, her an Rabbin huzurunda olacaktır. Zaten takvanın zirvesi ihsan da budur. Bu dirilik kimliğin muhafazasını da sağlar.

Mücadele imanın gerek şartlarındandır. Mücadelesiz bir iman aşınmalara açıktır. Şeytan ve yandaşlarının her türlü hile ve desiseyle saptırıcı, alçaltıcı çabaları karşısında iman erozyona açıktır. Her gün onlarca saniye karşılaşılan bu etkiler karşısında imanı koruyacak olan selim bir kalptir. Selim bir kalp Allah'ın nuruyla dolan bir kalptir. Allah'ın adını bile kullanarak yoldan çıkarma gayretindeki şeytana (Fatır: 5) karşı ancak iman üzere çabalayan bir insan direnebilir. Bataklığı kurutmadan gül bahçesi aynı yerde yeşermez. Müslüman yaşam alanını imanî değerlerin esenlik iklimine çevirebildiği ölçüde şeytan ve tağutların saptırma ve zulmünden emin olur ve hem kendisinin ve hem de ehlinin imanını koruyarak “Müslümanca bir ölüm” ile (Araf: 126) Rabbine gidebilmenin yolunu teminat altına almış olur.

Mücadele mustaz’af insanların yaşama ümididir. (Nisa:75) Zira zalimlerin zulümatı (oluşturdukları kaotik karanlık hava) altında bunalmış, değil tarihi, kendi küçük dünyalarında bile yaşam koşullarını kendi lehlerine çevirebilmekten aciz insanlar için kurtuluşun kaynağıdır. Onlar Allah'a dönerek kendi acziyetlerini ortaya koyarak bir kurtarıcı ummaktadırlar. Mücadelenin sürüyor olması onları yaşama bağlayıcı bir unsur olacaktır. Bu gayretlerin varlığı bir gün muhakkak yeryüzünde ıslahın ve imarın sağlanacağının alametidir. İnsanlık onurunun muhafazası, izzetli şekilde bir hayat için sahiplenilen değerlerin yaşanılır olması gereklidir. 

Mücadele yeryüzünün fesattan arındırılarak imar edilmesinin yoludur. Zulmün her zerresinin durdurulması, fitnenin her noktasının temizlenmesi, dünyanın her karışında Allah’ın dininin yaşanmasını kendine hedef koyacak ve bunun için durmaksızın mücadele edecek bir anlayış yaşam tarzı haline getirilmelidir.

İman / küfür çizgisiyle oluşan ayrılık ve iki toplum vakasının bilinciyle yürüyecek bir mücadele “Onları affet ve onlardan yüz çevir”den, “küfrün önderleriyle savaş” emrine kadar giden bir mücadele çizgisidir bu.

“Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzetli” (Maide: 54) olmak ve “münkere el, dil ve kalp ile tavır almak” bu mücadelenin şeklini belirleyen düsturlardandır.

http://rahle.org/abdullah-egilmez-yazarinin-ilay-i-kelimetullah-icin-mucadele-yazisi-342

10 Aralık 2024 Salı

Mücadele Kulluğun Gereğidir


Müslümanın fiillerinin değerini belirleyen, anlamlı kılan şey onun bakış açısıdır, fiillerine yüklediği anlamdır. Kişi yapıp ettiği her şeyi bir mücadele ruhu ile, Rabbinin rızasına giden bir bahane niyetiyle işliyorsa bu, bütün hareketlerini kuşatacaktır. Bu söz farkındalığın, eylemlerin bilinç düzeyinde olmasının önemini belirtmektedir. Allah'a karşı sorumluluğun bilincinde olma durumu ise takvadır.

Sorumluluğunun bilincinde olan bir Müslüman, Rabbi, Meliki, İlahı olan Allah ile bir ahitleşmede bulunmuş, taraf olarak bir söz vermiştir. 

Bu ahitleşmenin esaslarından birincisi; Allah'ı Rabb olarak tanımak (A'raf: 172), ikincisi ise; Allah'ın yeryüzünde halifesi olmaktır. (Yunus: 14) 

Bu tespitler Müslüman’ın yeryüzünde iradesi ve enerjisi ile kulluk ispatına girişmesini zorunlu hale getiriyor. Bu gayret demektir; yeryüzünü Allah'ın istediği şekilde imar etme demektir: İlay-ı Kelimetullah gayreti demektir. (Tevbe: 40)

Bu kimlik tercihi ciddi bir karardır, önemli bir karardır, hayatı şekillendiren bir karardır ve bedel ödemeyi gerektiren bir karardır. Tarihin her döneminde iyi ile kötü arasında mücadele vardır ve iyi ile kötü bilinen özelliklere sahiptir. Kötü olanın, şer olanın tarafında olanlar (varlıkları / kimlikleri gereği) hiç bir ahlâkî ve insanî değer ve sınır tanımazlar. Aynı şekilde -özellikle Allah'ın tarafında yer alan- iyinin taraftarları ise herkes tarafından güzel olarak değerlendirilen evrensel iyilik doğrularına bağlı oldukları için mukayyettirler. Allah'ın tarafında olanların yeryüzüne Tevhid'in yayılması ve gerçek Adalet’in ikamesi için çalışıyor olmaları, şeytanın tarafında yer alanlar açısından bir iktidar sorunsalı olarak algılanacaktır. Bu süreç kaçınılmazdır. Yeryüzünde yaşayan herhangi bir insan için ise sadece seçim yapmak vardır: 

Allah'ın tarafında olmak ya da Allah'ın karşısında olanların tarafında olmak. (Nisa: 76) Bu tahlilde Allah'ın kendi tarafında olanlar için verdiği görev: iyi ile kötünün savaşında iyinin kazanması için mücadele edilmesidir. (Al-i İmran: 127)

Zulmün bayraktarlığını yapanlarla birlikteliğini sürdürenlerde çok ciddi anlam kaymaları oluşur; batılı hak, hakkı ütopya olarak görecek kadar yaptıklarını normalleştirmektedirler. Böyle bir toplumda denge bozulmuş, nirengi kaymıştır.

“Zulüm iyice azıtınca, toplum dejenere olunca, ölçüler birbirine karışınca, her yanı koyu bir karanlık kaplayınca temiz bir ruh; rejimleri, kanunları ve gelenekleri şekillendiren zulme katlanamaz, tepki gösterir. Bu tür toplumlarda zulüm genel fıtratı bozar. Öyle ki insanlar, zulüm yapıldığını görmelerine rağmen tepki göstermezler. Azgınlığı, saldırganlığı gördükleri halde önüne geçmek gibi bir duygu uyanmaz içlerinde. Hatta genel fıtratın bozulması, haksızlığa uğrayanın tepki göstermesini, direnmesini yadırgayacak ve kendini veya başkasını savunmaya kalkışanı, Kıpti'nin Hz. Musa'ya dediği gibi "yeryüzünde zorbalık yapmaya", kamu düzenini bozmaya, anarşi çıkarmaya kalkışmakla suçlayacaktır. Bunun nedeni, diktatör tağutî rejimin insanları ezmesini görüp ses çıkarmamaya, herhangi bir harekette bulunmamaya alışmalarıdır: Öyle bir an gelir ki onlar, asıl yapılması gerekenin bu olduğunu, bunun bir meziyet olduğunu, bunun edep olduğunu, ahlâk ve iyiliğin bu olduğunu düşünürler. Bu yüzden haksızlığa uğrayan birinin kendini savunduğunu, tağutların kurdukları rejimleri korumak amacı ile diktikleri engelleri yıkmaya çalıştığını, bir mazlumun bu tür batıl, saçma ve yapay duvarları yerle bir etmeye giriştiğini gördükleri zaman, dehşete kapılarak hemen uzaklaşırlar. Uğradığı haksızlığı bertaraf etmeye çalışan mazlumu kan dökücü ya da zorba olarak nitelendirirler. Hemen o mazlumu kınama bombardımanına tutarlar, cezalandırırlar. Ama azgın ve zalim diktatörü kınadıkları ya da cezalandırdıkları çok az görülmüştür. Zulümden dolayı ayakta kalmayacak duruma gelse bile bir mazlumun ağır bir zulme tepki göstermesini mazur gösterecek bir neden bulamazlar.” (Kutup, S., Kasas: 19. ayetin tefsiri, Fizilal-il Kur'an, Dünya Yay. c: 8, sf: 89.)

Kendi durumlarını idealize eden ve Allah'a göre küfrün yanında yer tutan bu insanlar, görüldüğü gibi bunu bireysel tercih olarak algılamamaktadırlar, tam aksine dünya üzerinde bir hakimiyet zemininin zorunlu paradigması olarak ortaya koymaktadırlar. Bu konuyu bir varlık savaşı mevzusu olarak değerlendirmektedirler. Aslında onların bu durumu bir meydan okuyuşun ifadesidir. Bütün bir varlık alemi tevhide yönelmişken, sadece karanlığın bir avuç yandaşı bu mücadeleyi körüklemektedirler. (Mü'min: 4-5) Diğer yandan irade ve tasavvurlar konusunda, cahiliyyeden yana tavır koyan bu insanlar kendileri gibi olmayan bir kişiden, kendilerine uymasını isterler. “Şayet kişi onlara katılmazsa ona eziyet eder, işkence yaparlar. Onlara katılır ve uyarsa kimi zaman onlar tarafından ve kimi zaman da başkaları tarafından o kişi eziyet ve işkenceye uğratılır. Meselâ, dindar ve takva sahibi bir kimsenin zalim ve günahkâr bir topluluk arasına düştüğünü varsayalım. Böyle bir topluluk, zulümlerine ve işledikleri günahlarına onu da katmadan yahut o kimse yaptıklarına ses çıkarmaz hale gelmeden rahat etmezler." (el-Cevziyye, İbn K., Zadül Mead, İklim Yay. İstanbul, 1989, c: 3, sf: 32) Onların bu mücadele azmi bir mümin tarafından görülmezlikten gelinebilecek bir durum değildir. Zira İlay-ı Kelimetullah sevdalısı böyle bir bakış açısından nefret eder. (Mü'min: 35)

Kıyamete değin sürecek olan çatışmada kötünün / şeytanın taraftarları Allah’ın taraftarları üzerinde türlü türlü oyunlar oynayacaklardır. Bu beklenmeyen, sürpriz bir durum değil, tam tersine örnekleri Kur'an tarafından onlarca kez anlatılmış, mükerreren olacağı haber verilmiştir. Bu durum çekilecek sıkıntıların habercisidir, fakat aynı zamanda ebedi kurtuluşun da müjdesidir. (Bakara: 214) Allah'ın kullarına müjdesi sadece ölüm sonrasına ötelenmiş bir kurtuluş değil, aynı zamanda dünyada da Allah'ın yardımını getirmektedir. (Al-i İmran: 160) Bu zorlu ve kaçınılmaz mücadele yeryüzündeki tüm insanlık için esenlik ve huzur iklimini sağlayacaktır. (Hud: 115)

Müslümana verilen görev kaçınılmaz bir roldür. Zira bir yönden Allah tarafından yaratılmıştır, acizdir, zayıftır, güçsüzdür. Diğer yönden bir antlaşma yapmış ve söz vermiştir. Üstelik zaten Rabbi olan Allah onu bu görevinde koruyup kollamayı taahhüt etmiştir, İlay-ı Kelimetullah için dünyayı bir kenara bırakıp ahiret adamı (Allah adamı) olmayı kendine varlığının anlamı olarak benimsemiş kullarına yardım edecektir. (Muhammed: 7) Mü’min için verilen dünyayı ıslah ve adaletin tesisi görevi, ve sair işler zaten fıtratına uygundur, yapamayacağı şeyler değildir. (Bakara: 256)

Mücadele Yaşam Tarzıdır

Din bir tanımıyla tutulan yoldur, her hangi bir yol değil mabudun rızasına götüren bir yol. Bu yol dosdoğru bir yoldur ve bu yola girenler, Allah'ın ipine sarılanlar kurtuluş yolunu bulanlardır. Bu yolda olabilmek ve kalabilmek için mücadele edenlere yolun sahibi kendi rızasına gidecek diğer yolları (sebil) da gösterecektir. (Ankebut: 69) Bu yoldaki her bir gayret birer olgun Müslüman olma mücadelesidir, birer Rabbine layık kul olma mücadelesidir. 

Sözlükler mücadele kelimesini; “birbirlerine isteklerini kabul ettirmek için iki taraf arasında yapılan zorlu çalışma, savaş”, ya da “herhangi bir amaca erişmek, bir kuvvete karşı koyabilmek için bir kişi veya topluluğun güçlü, sürekli çabası, savaşımı” olarak tanımlar.

Hemcinslerini ıslah etme derdindeki Müslüman; “Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir” (Nahl: 25) ilahi emrine muhatap olmuş bir insandır. Kendini bilir, Müslüman kimliğine sahiptir ve kimlilikte karşıtlılık ilkesi gereğince ötekini de tanımlamıştır ve ötekileşmeyi reddetmiştir.

Yukarıdaki ayet ile Rabbimiz mücadelenin fikri altyapısını detaylıca ortaya koyarak muhatabı olan kullarını ikna etme yöntemini değil, kaçınılmaz bir mücadele yükümlülüğü altında olan halifelerine mücadelenin şeklini sunmaktadır: “En güzel şekilde.”

9 Aralık 2024 Pazartesi

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER 18- SONUÇ

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Sonuç

Nesnenin (eşyanın) özneden ve öznenin kavramasından bağımsız bir varlığa sahip olduğuna; halden hale değişip dönüşen, zıtlıkları kendisinde toplayan, acziyet içinde bulunan nesnelerin kendiliğinden meydana gelemeyeceğine (nesnelerin hâdis oluşuna, sonradanlığına); eksik, kusurlu ve muhtaç durumda bulunan varlıklardaki zıt durumların bir araya gelerek evrendeki uyum ve düzene hizmet edişine; yapısındaki kâbiliyetlerle birlikte insanın fıtrî bir eylemi olan akıl yürütme gücüne dikkat çeken Mâtürîdî, vahiyle karşılaşmasalar bile insanların akıl yürütmek sûretiyle üstün niteliklere sahip Yüce Yaratıcı'nın varlığını bilebileceğinden ve Allah'a îman etme sorumluluğunu taşıdığından bahsetmiştir.

Yüce kitabımız "Kur’an'daki âyeti kerimeleri anlama faaliyeti" olarak düşünebileceğimiz Mâtürîdî'nin Te'vîlâtü'l-Kur'an isimli çalışmasındaki aklî izahlar esasen Kur'an'ın pratik düşünmeye, evreni araştırıp inceleyerek keşfetmeye yönelik metodundan hareketle dile getirilmiştir. Zira Kur'ân-ı Kerim'de Yüce Allah, insanın en fazla muhatap olduğu olgulara yani insanın kendi yapısı ve çevresindeki olaylara dikkat çekerek düşünmeye sevk etmekte, her fırsatta aklı kullanmanın önemini vurgulamaktadır. İnsanın körü körüne değil, aksine araştırarak aklıyla ve tecrübesiyle hareket etmesini, mâkul gerekçelere dayanarak kararlar almasını emreden Yüce Allah'ın beyanları, bilimsel bulgu ve keşiflerle de desteklenmekte "evrenin de okunması gereken Allah'ın varlığı ve birliğine ilişkin bir âyet" olduğunu göstermektedir. İşte Mâtürîdî, Allah'ın kelâmı olan Kur'an âyetleriyle Allah'ın fiili konumundaki evren âyetlerini bir bütün olarak düşünmeyi, böylece hayatın anlamı ve değerini keşfetmeyi kendisine ilke edinmiş bir düşünürdür.

Velhâsıl-ı kelâm, Mâtürîdî'nin "ilâhî bir rahmet" şeklinde ifade ettiği vahyî bilgi, selim akıl sahipleri için açıklayıcı bir rehber, aydınlatıcı bir ışık ve Allah'ın bir lütfudur. İşte her fırsatta vahye olan ihtiyaca ve vahyin yaptırım gücüne vurgu yapan Mâtürîdî, vahyî bilgi olmasaydı bile genel ahlâkî ilkelerin yanı sıra Allah'ın varlığı ve birliğine ilişkin bilginin elde edilmesinde "aklın keşfedici özelliğine ve işaretleri okuyabilme kabiliyetine" dikkat çekmektedir...


Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

8 Aralık 2024 Pazar

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -17-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Her insanın yapısına kodlanan özelliklerin (fıtratın) hem varlığına, hem de doğru bilgiye yöneltmedeki rolüne dikkat çeken Mâtürîdî, Te'vilâtü'l-Kur'ân adlı eserinde konuya ilişkin açıklamalarda bulunarak şunları söylemiştir;

Son örnek ise şöyledir:

"Sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun ki" (eş-Şems 91/8.)

"...Lezzetli ve faydalı şeyleri sevmenin, kötülüklerden ve elemlerden kaçınmanın nefsin tabiatında yer aldığını görmez misin? Fakat nefis faydalı ve zararlı olan her şeyi tek tek bilemez. Ancak tadarak (algılayarak) bunu bilebilir. Gözün renkleri idrak etmesiyle birlikte onun iyiliğini ve kötülüğünü bilememesi de buna benzer. Fakat akıl, iyi ve kötünün arasını ayırandır. Akıl kötülüklerin kötülüğünü, iyiliklerin iyiliğini genel olarak ayırabilecek bir tabiatta (yapıda, özellikte) yaratılmıştır. Bununla beraber akıl, her iyi şeyin iyiliğini, her kötü şeyin kötülüğünü tek tek bilemez (arasını ayıramaz). Öyleyse (Sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene and olsun ki) âyeti, yani iyiden kötüyü, temizden pisi, fücurun kötülüğünü ve takvanın iyiliğini ayıracak şeyi (Allah) nefislerde yarattı, anlamına gelir. İşte böylece imtihan ve külfet (sorumluluk) gerekli olur. (akıl, yani ayırt etme yetisi sebebiyle yükümlülük gerekli olur.)..."

Devam edecek...


Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

7 Aralık 2024 Cumartesi

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -16-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Her insanın yapısına kodlanan özelliklerin (fıtratın) hem varlığına, hem de doğru bilgiye yöneltmedeki rolüne dikkat çeken Mâtürîdî, Te'vilâtü'l-Kur'ân adlı eserinde konuya ilişkin açıklamalarda bulunarak şunları söylemiştir;

Üçüncü örnek:

"Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah'ı tesbih etmektedir. O, güçlüdür; hikmet sahibidir." (el-Hadîd 57/1.)

"...Ayrıca "tesbih" olarak ifade edilen şeyin, yaratılışın (hilkâtin) tesbihi olduğunu söylemek mümkündür. Her şeyin yaratılışı Allah'ın varlığına ve birliğine tanıklık etmektedir. Öyle ki kâfir olsun, mü'min olsun tüm insanların ve her şeyin yaratılışı (hilkâti) Allah'ın varlığına ve birliğine tanıklık etmektedir. (Ayetteki tesbih ile) yerde ve gökte sınamaya konu olan (irâdeli) varlıkların tesbihini kastetmiş olabilir. Bu durumda hususi bir tesbihe, yani nutkun ve dilin iradeden kaynaklanan tesbihine raci olur/tesbihi manasına gelir. (Ayette geçen yer ve gökteki her şey) ruhu olan her şeye raci olabilir (yani yer ve gökteki her şeyden kasıt ruhu olan her şey olabilir). Allah bu şeylerin derununda (sırriyet) kendisine ilişkin tesbihi yaratmış/yerleştirmiştir (yec’alü) ki bunu sadece O bilir. O'ndan başkası ise ancak Allah’ın ona bunu bildirmesi ile bilir...."

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

6 Aralık 2024 Cuma

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -15-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Her insanın yapısına kodlanan özelliklerin (fıtratın) hem varlığına, hem de doğru bilgiye yöneltmedeki rolüne dikkat çeken Mâtürîdî, Te'vilâtü'l-Kur'ân adlı eserinde konuya ilişkin açıklamalarda bulunarak şunları söylemiştir;

İkinci örnek:

"«Ey Âdemoğulları! Size şeytana kulluk etmeyin, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır» demedim mi? (şeytana kulluk etmeyeceğinize dair sizden ahid almadım mı?)"Yâsin 36/60.

Bu âyeti (Allah'ın sözünü) Mâtürîdî üç şekilde yorumlamaktadır:

"Birincisi, yaratılış ahdidir. Çünkü Allah teâlâ varlığına tanıklık edecek şeyleri her insanın yaratılışında, yapısında var etmiş, kulluğu (ibadeti) kendisine has kılmış, kendisinden başkasına (kulluk yapılmasını) yasaklamıştır/men etmiştir

Ne var ki onlar (yani ahitleştiği insanlar) bu ahdi bozdular, kulluğu ve ulûhiyyeti ondan (Allah’tan) başkasına atfettiler/layık gördüler.

İkincisi,  Allah'ın emir ve nehiylerine itaat hususunda, Peygamberler aracılığıyla onlardan alınan ahiddir.

Üçüncüsü, (ahdin üçüncü anlamı) şöyledir, Allah insanların tabiatına birtakım istek ve arzular yerleştirmiştir ki bunların Allah tarafından (min indihî)(bir lütuf ve inayetle) karşılanması/giderilmesi (kazauhâ) onları (yani insanları), nimetlerinden dolayı kulluğu ve şükrü sadece Allah'a hasredip ulûhiyeti ona has kılmaya götürür, bunları (yani kulluğu ve şükrü) başkasına arz etmekten, O'ndan başkası için yapmaktan (insanları) alıkoyar.

Ne var ki (insanlar) bu (ahdi) bozdular ve onu terk ettiler." 

Devam edecek...


Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

5 Aralık 2024 Perşembe

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -14-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

"Allah'ın, insanları, kendisi üzere yarattığı doğa/fıtrat kanunu" şeklindeki Allah'ın sözü şu anlamlara gelebilir.

Üçüncüsü, "Allah'ın insanları imtihanı taşıyabilecek bir fıtrat üzere yaratmasıdır."

"Allah’ın yaratmasında bir değişiklik olmaz" ) هللا لخلق تبديل ال ( ifadesine gelince yorumcuların geneli/çoğu şöyle dedi: "Allah’ın dininde bir değişiklik olmaz, burada (Allah) dini, yaratma olarak isimlendirmiştir." Mutezile’nin yaklaşımına (kavl) göre onda (Allah’ın yaratmasında) tebdil olmaktadır.

Çünkü onlar kulun fiilinin yaratılmış olmadığını söylüyorlar ve Allah'ın هللا لخلق تبديل ال sözüyle ilgili olarak şöyle bir aldatmaca yapıyorlar: Yani ( ال تبدل لما به يقع الدعاء إليه او كالم ( edilen dua/seslenilen a’Allah kendisiyle“sözde bir değişiklik olmaz" ya da buna benzer bir şey (söylüyorlar). Bu durumda (onlara karşı) şöyle denir: Din kişinin itaati kendisiyle gerçekleştirdiği şeydir ve (bu açıdan) onun (kişinin) fiilidir, (kök olarak) dâne-yedînu’dan alınmıştır/gelmektedir. Sonra onun (yani itaatin kendisiyle gerçekleştiği şeyin) Allah’ın yaratması olduğu bildirildi. O halde bu, onun (yani kulun fiilinin) yaratılmış olduğunu gösterir.

“Allah’ın yaratmasında bir değişiklik olmaz" sözü hakkında şöyle demek mümkündür; yani "Rahman'ın yaratışında hiçbir aksaklık göremezsin" âyetinde olduğu gibi, Allah'ın yaratmasında Allah'ın vahdaniyyetine delâlet, rububiyyetine şehadet bulunmaktadır, yani Allah'ın vahdaniyyetine delâlette, varlığına şehadette Allah'ın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk göremezsin...

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

4 Aralık 2024 Çarşamba

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -13-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

"Allah'ın, insanları, kendisi üzere yarattığı doğa/fıtrat kanunu" şeklindeki Allah'ın sözü şu anlamlara gelebilir.

İkincisi, "onları yarattı (fatarahum)" ve "onların yapısına kabiliyetler yerleştirdi (cebelühüm)" ifadesidir ki, şayet insanlar bu yaratılmış oldukları fıtrat üzerinde, salt akılları üzere bırakılmış olsalardı, diğer bir deyişle nefsani tabiatın gereklerinden azade olsalardı yaratıldıkları fıtrat doğrultusunda davranırlardı (yaratılmış oldukları, yapılarında bulunan kabiliyetler üzerine gelişim gösterirlerdi). Öyleyse Allah herkesi bir fıtrat (donanım) üzere yaratmış ve herkesin yaratılışına Allah’ın rubûbiyyet ve vahdâniyyetine götürecek şeyler (kâbiliyetler) yerleştirmiştir. 

İşte Hz. Peygamberin "Her doğan fıtrat üzere doğar" sözü bu şekilde anlaşılmalıdır.

Her doğan fırtat üzere, yani Allah’ın vahdaniyyetine, rububiyyetine delalet ve tanıklık eden (teşhedü) bir yaratılış üzere doğar. İnsan (önyargı ve taklitten azâde bir şekilde) tek başına bırakıldığında ve aklı ile kendisi arasına (duygu, his, cismani tabiat vb.) şeyler girmediğinde (bunları) idrak eder. 

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

3 Aralık 2024 Salı

KÜÇÜK NOTLARIM (101) Bir türlü mutlu olamıyorsan, kimseyi suçlama!

Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” (Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71-72. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 59; Nesâî, Îmân 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime 9)

Kendin için ne istiyorsan kardeşin için de istemiyorsan imanını kâmil noktaya taşıyamazsın. Başarı istiyorsan arkadaşının da başarılı olması için dua edeceksin. Onun başarısına haset edersen senin de başarılı olma ihtimalin azalır.

Başkalarının malına, başarısına, mevkine, mutluluğuna haset etme, rahatsız olma sevin ki sana da hayır ve bereket kapıları açılsın. Çünkü senin de bu ikramları kazanman onun sevincine canı gönülden sevinmenle ilintili. Bu Allah Teala’nın sünnetullahı. 

Kendine acıyarak geçirme bu hayatı. Başkalarının işleri yolunda giderken senin işlerin hep ters gidiyorsa, bir türlü mutlu olamıyorsan, kimseyi suçlama! Neden Rabbin bunları sana yaşatıyor, bul onu. Bunlar geçmişte yaptığın hataları düzeltmen için, ya da sende olmaması gereken hasletlerden kurtulman için olmasın!.

Hasetten arın, herkesi sev, Rabbine hüsn-ü zan et, yaşadıklarını hayra yor, Rabbinin başkalarına verdiği nimetlerden onlar adına mutlu ol. “Bana da ver, kardeşime de ver” diye dua et. Et ki bütün hayır kapıları sana da açılsın. 


ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER 12-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

"Allah'ın, insanları, kendisi üzere yarattığı doğa/fıtrat kanunu" şeklindeki Allah'ın sözü şu anlamlara gelebilir.

Birincisi, هللا فطرة” Allah'ın fıtratı (fıtratallah)” yani (Allah'ın) insanın yapısına yerleştirdiği Tanrı bilgisidir (marifetullahtır).” Allah, her bebek ve çocuğun yapısına, Rabbi’nin birliğine ve rububiyetine ulaşmayı sağlayacak bilgiyi (bilebilecek kâbiliyetleri ya da donanımı) yerleştirmiştir. Bu, bebeklik ve çocukluk hallerinde annelerinin sütünü emmek (suretiyle) elde ettikleri gıdayı ve (bunun soncunda ortaya çıkan) gelişimi (sağlayan) bilgiyi onlarda yaratması gibidir. Bu sebeple (Hz. Peygamber’in) "Her doğan fıtrat üzere doğar, daha sonra annesi-babası onu yahudileştirir, hristiyanlaştırır" sözü(ndeki fıtrat), dağlara verilen Rabblerini tesbih ve hamd bilgisi (ile aynı şeydir). Ancak daha sonra anne-babası çocuğu kendilerine benzetebilmekte ve onu asıl fıtratından uzaklaştırabilmektedir.


Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

2 Aralık 2024 Pazartesi

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER 11-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

3) Allah'ın Varlığına İşaret Eden "Fıtrat"a İlişkin Te'vilâtü'lKur'ân'dan Birkaç Örnek İfade

"Fıtrat"tan ya da "hilkât"ten bahsettiği ifadelerinde Mâtürîdî, daha çok insanın yapısı, doğuştan getirdiği potansiyeller, doğruyu ve yanlışı temyiz yeteneği üzerinde durmuştur, bununla birlikte akıl/irâde/vicdan sahibi olan her insanın bu yetilerini doğru kullandığında Allah'ın varlığı ve birliği bilgisine ulaşacağından bahsetmiş, bu yetilerin köreltilmesi ile karakter zaafı yaşayan insanın özünden uzaklaşacağını ve doğru bilgiye ulaşamayacağını belirtmiştir. Her insanın yapısına kodlanan özelliklerin (fıtratın) hem varlığına, hem de doğru bilgiye yöneltmedeki rolüne dikkat çeken Mâtürîdî, Te'vilâtü'l-Kur'ân adlı eserinde konuya ilişkin açıklamalarda bulunarak şunları söylemiştir;

Birinci örnek:

"Böylece sen, bâtıl olan her şeyden arınmış olarak, yüzünü kararlı bir şekilde Allah'ın, insanları üzerinde yarattığı doğa/fıtrat kanununa/dine çevir! Allah’ın
yaratmasında bir değişiklik olmaz. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler." (Rûm 30/30.)

Allah'ın yüzünü hanîf (bâtıl olan her şeyden arınmış)
olarak dine çevir!" sözü hakkında bazıları, bu hitabın Resulullah sallallahu aleyhi vesselem'e yönelik olduğunu iddia etmişlerdir. Şöyle ki önce “şunlar
şunlar O’nun ayetlerindendir” dedi, sonra "bilgisizce kendi arzularının peşine takılanlardan" bahsettikten sonra Allah’ın Peygamber’ine "sen yüzünü hanîf (bâtıl olan her şeyden arınmış) olarak dine çevir!" buyurdu.

Bize göre ise bu ve benzeri bir hitap "De ki: Siz, ey kâfirler! (hakikâti inkâr edenler!)", "De ki: O Allah tektir." âyetlerinde olduğu gibi herkes (tüm insanlar) içindir. “Öyle ki hitabın ulaştığı her kişinin "O Allah tektir", "Siz, ey kâfirler" demesi emredilmiş gibidir” İşte bunun gibi "sen yüzünü hanîf (bâtıl olan her şeyden arınmış) olarak dine çevir!" hitabı her kişiye yönelik olarak gelmiştir.....

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

1 Aralık 2024 Pazar

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -10-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Gâye ve nizam konusunda dördüncü örnek şöyledir:

"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır." (Âl-i İmrân 3/190.)

"Azîz ve celîl olan Allah, düşünen insanlar için zikrettiği bu şeylerde ibretlerin varlığını haber vermektedir. Bilindiği üzere duyular ile algılanabilen şeylerden hareket ederek düşünme ve araştırma yapmakla ulaşılan ibretler, duyu organlarıyla algılanamayan meseleleri bilmek içindir. Zaten akıl sahibi insanların duyuların kapsamına giren şeyler hakkında düşünerek, akıl yürüterek bilmek için kendilerini zorlamaya (gayret sarfetmeye) gerek yoktur. Bilakis duyularla elde edilen bilgiler zorunlu bilgilerdir, bunlar çaba sarfetmeyi gerektiren ilimlerin derecelerine ulaşmayı sağlayan beşeri ilimlerin ilkeleridir..

Bu âyette aynı zamanda öz akılla, tevhide ulaşmanın gerekliliğine delil vardır. İbretler, öz akıl sahibi kişiler için konulmuştur. İbretlerin ilk derecesi onların bir var (inşâ) edeni ve ibret vesilesi kılanı olduğunu bilmektir. En Doğrusunu Allah Bilir. 

Sonra buna, göklerle yer arasında bulunan uzaklığa (mesafenin uzunluğuna) rağmen bu ikisinde yer alan faydaların bağlantılı oluşu da işaret etmektedir, yer ve gök arasında bulunan faydaları kullanmak sûretiyle yeryüzünde depreşen her canlının yaşaması ve yaşamını devam ettirmesi de Yaratan'ın varlığına delil olur. Aynı şekilde her canlının faydasına olmak üzere -birbirlerine zıt olmalarına rağmen- gece ile gündüzün birbiri ardından gelerek benzer şekilde hareket etmelerinde; göklerle yerin birbirlerine eş gibi (ilgili, alâkalı) olmalarında bunların hepsini yoktan var edenin (münşî) tek oluşuna işaret vardır. Şayet yaratma farklılık gösterseydi (farklı yaratış mümkün olsaydı) düzen olmaz, faydalanma imkânları da ortadan kalkardı. 

Öyleyse bunları yaratan, her şeyi bilen (alîm) bir varlıktır ki, O (Allah) fayda veren şeyler arasındaki bağlantının nasıl düzenleneceğini, aralarındaki farklılıklara rağmen onları kendisi dışındaki ile nasıl birleştireceğini de bilir. O hikmet sahibidir (hakîmdir), her şeyi yerli yerine koymuştur. Öyle ki bilge insanlar (filozoflar) bu konu hakkında derin derin düşünüp taşınsalar bile yine de, cevherlerdeki farklılıklar ve hâllerdeki zıtlıklar sebebiyle- faydalı şeyler arasındaki en yakın veya daha üstün bir bağlantının nasıl olabileceğini bilemezlerdi. Zaten (varlıklar arasındaki) söz konusu ilişkiyi düzenleyen, tüm eksikliklerden münezzeh bir varlığın yardımı olmaksızın bilgelerin hikmet bilgisi, eşyada var olan hikmeti bırakın bir yönüyle ihata etmeyi, onun (hikmetin) bir kısmını bile elde etmekte yetersiz kalır. "

Görüldüğü üzere Mâtürîdî, evrendeki varlıklardaki ölçü, düzen ve amaçlılık üzerinden hareketle üstün ilim, irâde, kudret sahibi olan Allah'ın varlığı ve birliğinin akıl yürüterek bilinebileceğine dikkat çekmekte özellikle de"tedbîr" ve "hikmet" kavramlarına vurgu yapmaktadır.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

30 Kasım 2024 Cumartesi

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -9-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Gâye ve nizam konusunda üçüncü örnek şöyledir:

"Son Saat'in bilgisi yalnız O'na havale edilir. Hem O'nun bilgisi olmadan ne meyve çekirdekleri kabuklarını çatlatabilecek, ne de herhangi bir dişi gebe kalabilecektir; dahası, doğuramaz bile. Ve o gün onlara "Hani, nerede ortaklarım(!)?" diye seslenen biri çıkar; onlar "Sana itiraf ederiz ki, bizden hiç kimse (buna) asla tanık olmamıştır" diye cevap verirler."el-Fussilet 41/47

"Kabuklarını çatlatarak meyve çekirdeklerinden meyvenin ortaya çıkması, bir kadının yavrusunu taşıması (gebe kalması) ve doğurması Allah'ın varlığının, birliğinin, kudretinin, ilminin ve tedbirinin (yöneticiliğinin, düzenleyici oluşunun) delillerindendir. Allah'ın, meyve çekirdeklerini kabuklarının içinde yaratması; aynı şekilde çocuğu da anne rahminde perdeler içerisinde inşâ edip beslemesi, soğukluk, sıcaklık gibi ona eziyet verebilecek şeylerden çocuğu koruması, ona gelebilecek rahatsızlıkları engellemesi, lütfu ve rahmetinin göstergesi olarak ona olan şefkâti (lütufta bulunması), perdeler ve örtüler içinde onu en güzel bir biçimde şekillendirmesi Allah'ın ulûhiyyeti ve vahdaniyyetine göstergedir (Allah'ın ulûhiyyeti ve vahdaniyyeti bilinsin diyedir). Allah'ın zâtî ilmi ve kudreti sonradan elde edilmiş (mükteseb, müstefad) değildir, ezelîdir."

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

29 Kasım 2024 Cuma

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -8-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Gâye ve nizam konusunda ikinci örnek şöyledir:

"Allah, yedi kat gökleri ve yerden de bir o kadarını yaratandır. O'nun (yaratıcı) iradesi, bu ikisi arasında her an yenilenerek sürekli tecelli eder ki, Allah'ın her şeye muktedir olduğunu ve her şeyi akıl sır ermez bir ilimle kuşattığını kavrayasanız." (et-Talak 65/12.)

" şeklindeki beyanında Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur, yani gökler ve yerin yaratılışı ve bu ikisi arasında işleyen düzen (tedbîr) hakkında düşündüğünüzde, kendi zatının bir gereği olarak tüm varlıkları kuşatacak büyüklükte bir kudrete sahip ve dilediği şeyi yapmaktan hiçbir şeyin aciz bırakamayacağı bir gücün varlığını bilebilirsiniz. Aynı şekilde âlemde gözlemlenebilen bu düzen kendisinden hiçbir şeyin gizli kalmadığı âlim bir zâtın varlığına işaret etmektedir."

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

28 Kasım 2024 Perşembe

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER- 7-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

İmâm Mâtürîdî'nin Te’vîlâtü’lKur’an adlı eserinden "evrendeki hassas ayarlar, uyum, gâye ve düzenden hareketle Allah'ın varlığını bilmeye ilişkin" örnek olarak verebileceğimiz birkaç âyetin te'vîli ise şöyledir;

Birinci örnek:

"(Allah), geceyi gündüzün içine, gündüzü gecenin içine sokar. Güneş’i ve Ay’ı emri altına almıştır. Hepsi belirlenmiş bir zamana kadar akar (yörüngelerinde dönerler).

İşte bu Allah, sizin Rabbinizdir. Mülk, O’nundur. O’ndan (Allah’tan) başka taptıklarınız, bir kıtmire (hurma çekirdeğinin zarına) bile mâlik değildir." el-Fâtır 35/13.

İmam Mâtürîdî âlemdeki gâye ve düzenden hareketle bu âyet bağlamının te'vîli konusunda şunları söylemektedir:

"Gece ve gündüzün, ayın ve güneşin düzenli hareketinde ve işleyişinde, var oluşun başlangıcından sonuna dek, kendilerinde herhangi bir fazlalık, noksanlık, öncelik, sonralık olmaksızın bir kanun, yasa ve ölçüyle devam
edişinde Allah'ın varlığının ve birliğinin delilleri vardır. 

İşte zikredilen bu şeylerin hepsi âlemi inşâ eden (yaratan), bir yasa üzerine her şeyi düzenleyen ve bir ölçüye göre her şeyin varlığını devam ettiren "müdebbir
bir yaratıcıya" işaret (delâlet) eder. Şayet söz konusu şeyler kendiliğinden gerçekleşseydi, bir yasaya göre işlemez, düzensizlik ve kaos meydana gelirdi. Ayrıca âlemde birden fazla varlığın (yaratıcı/yönetici varlık) pek çok fiili (tasarrufu) gerçekleşmiş olsaydı varlıklarda ileri gitme, geri kalma, değişme, engellenme gibi durumlar meydana gelir, bir düzen olmazdı. Bu
sultanların farklı fiilleri sonucunda birinin olmasını istediğini diğerinin yasaklaması, engellemesi; birinin yasaklamayı, iptal etmeyi dilediğini ise diğerinin olmasını istemesinde olduğu gibi, başına buyruk bir durumun (kaos) ortaya çıkması gibidir. Birden fazla varlığın yaratıcı ve yönetici olmasının birbirlerine karşı muhalefeti ortaya çıkaracağı malumdur.

Zikrettiğimiz varlıklarda gözlemlenebilen bu uyum (ittisâk) ve düzen (tedbîr) üzere işleyiş, birden fazla değil de tek olan bir varlığın fiili ve düzenidir ki, işte bunlar Allah'ın varlığına ve birliğine işarettir.

" Allah geceyi gündüze, gündüzü de geceye katar"
ifadesinde iki incelik söz konusudur: İki incelikten ilki; birinin bütün izlerinin silinmesiyle diğerinin gelişi yahut birinin izlerinde meydana gelen artışın diğerindeki azalışı ortaya çıkarması, birinin saatlerine diğerinin saatlerinin dahil edilmesidir. Burada "hayrın yaratıcısı şerrin yaratıcısı değildir." diyen Seneviyyenin (Seneviyye: Düalistler, ikiciler. Yani iki kadîm tanrıya inanarak iyiliğin yaratıcısının "Nûr" veya "Yezdan", kötülüğün yaratıcısının "Zulmet" ya da ikili "Ehrimen" olduğunu savunan ve kâinattaki her şeyi bu perspektiften değerlendiren gruplar. Evrene hükmeden iki tanrının (iyilik ve kötülük tanrısının) bulunduğunu savunan fırkalar.) sözünü red söz konusudur. Onlar, hayrın yaratıcısının nur,
şerrin yaratıcısının zulmet olduğunu iddia ederler. Şayet söyledikleri doğru olsaydı nur gidip zulmet geldiğinde gâlip olan zulmet olurdu ve onun elinde nur mağlûp olurdu. Ve böylece de nur geldiğinde ve zulmet gittiğinde, zulmet nurun elinde mağlûp ve makhûr (yenilgiye ve hezimete uğramış) olurdu, nur onun üzerinde gâlip olurdu. Bir diğerinin elinde
mağlûp ve makhûr olunca ebedî olarak onun elinden kendisini kurtarmaya güç yetiremeyiş meydana gelir, zaten onlardan birinin diğerine gâlip olması
düşmanlığın gereği olan bir şeydir. Bazısının, diğer bazısını helâk olmaya, kendisinden kurtulamamaya zorlaması söz konusudur. Halbuki gece ve gündüz arasında böyle bir ilişki gerçekleşmemektedir, daha önce de söz ettiğimiz gibi bir ölçüye göre birinin eserinin silinmesinden sonraki zamanda diğerinin gelmesi olgusu, birden fazla varlığın düzenlemesine
değil, bilâkis tek bir varlığın yaratmasına (fiiline) ve yönetmesine (tedbîrine) işaret etmektedir.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

27 Kasım 2024 Çarşamba

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -6-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

2) Allah'ın Varlığına İşaret Eden "Gâye ve Nîzam"a İlişkin Te'vilâtü'l-Kur'ân'dan Birkaç Örnek İfade

İmâm Mâtürîdî, evrendeki hikmete uygun işleyen düzenli bir sistemin varlığından hareket ederek aklî izahlar getirmekte; zıt unsurlar arasındaki uyumdan söz etmektedir, dahası kusurlu olan âlemin "Mutlak Kemâl Sahibi" olanı yani üstün ilim, irâde ve kudret sahibi bir "Yüce Varlık"ı aramaya sevk edişinden bahsetmektedir. Mâtürîdî, evrende gözlemlediğimiz kusur ve noksanlıkların işleyen sistemdeki uyum, düzen ve gâyeye zarar vermediğini bilâkis hizmet ettiğini belirtmekle birlikte insanın eylemlerinin yol açtığı kötülüklerin ortaya çıkış sebebinin imtihan gereği insana verilmiş olan "özgür irâde"nin yanlış kullanılması olduğunu hatırlatarak insanî sorumluluğa vurgu yapmaktadır. Öyle ki çeşitli özellik ve potansiyellerle donatılmış varlıkların yaşayabilmesi için en uygun ve en elverişli bir düzenlemeyle işleyen dünyamızda, özgür irâdeye sahip olan insan varlığı, kaçınılmaz bir şekilde şerrin ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır. Mâtürîdî'ye göre evrende gözlemlenen kusur ve noksanlıklar ya da kötülük olarak değerlendirilen durumlar; iyiyi kötüden ayırma bilinciyle irâdeyi güçlendirerek kulları olgunlaştırma, eksikliklerin tetiklediği itici güç vasıtasıyla kemâli arama çabasına yönlendirme, kulları eğitme, iyinin değerini ortaya çıkarma, kullar arasında gizli kalan duygu ve düşünceleri açığa çıkarma, yaratan/yaşatan bunun yanında ihtiyaç sahibi olmayan Yüce Bir Varlık'a boyun eğip O’ndan yardım dileme, kulların arasında yardımlaşma, dayanışmaya, fedakârlığa zemin hazırlama ve en önemlisi de kulluk bilincinin oluşmasında özgür irâdenin işleyeceği seçenekler alanı sunma, îmanın özgür irâde ve hür seçime dayalı olmasını sağlama... gibi işlevleri yerine getirmektedir.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

26 Kasım 2024 Salı

Tavla oynamak haram mıdır? "Kim tavla oyunu oynarsa elini domuz kanına bulamış gibi olur." sözü hadis midir?

Soru 

Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim tavla oyunu oynarsa elini domuz kanına bulamış gibi olur." [Müslim, Şi'r 10, (2260); Ebu Dâvud, Edeb 64, (4939)]. Bu hadis Hz. Peygambere (asm) mi aittir?

Cevap

Evet, bu sözün hadis olduğu zaten verilen kaynaklardan da anlaşılmaktadır.

Zararlı oyunlar, bunlar dinen yasaklanmış olan kumar, tetayyur (uğursuzluk çıkarma), şans oyunları gibi oyunlardır. Bunlarla yasaklanmış bir konu bulaşmaktadır veya bulaşması ihtimali vardır. Aslında helal olan bütün oyunlar bu şekle döküldüğü takdirde zararlı ve yasak gruba girer.

Yasaklanmış olan veya bu hüviyete girmiş olan oyunlardan çocukların korunması gerekmektedir.

"Allah'ın her yasakladığı şey, büyük günahtır, hatta çocuğun kumar oynaması bile."(Kütüb-ü Sitte, Cilt: VIII, Çocukların Oyunu)

diyen Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm çocuğun bu işteki mesuliyetini onun anne, baba gibi sorumlusuna yüklemektedir.

Bu gruptan, bir de o devirde bilinip de yasaklanmış oyunlar vardır. Bunlardan biri tavladır. Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm:

"Kim tavla ile oynarsa Allah ve Resûlüne isyân etmiştir." (Ebû Davûd, Edeb, 56; Ibn Mâce, Edeb, 43; Muvattâ, Rüya, 6).

der. Nitekim sizin de aktardığınız ve Müslim'de bir diğer rivayette tavla oynamanın haram olduğu "Tavla oynayan, elini domuzun etine ve kanına batırmış gibidir." sözleriyle ifade edilmiştir. Nâfi'nin rivayetine göre "İbnu Ömer aile efradından tavla oynayanı yakalarsa oynayanı döver, oyun aletini de kırardı."

İskambil kağıt, okey, tavla oyunları oynamanın hükmü nedir? Eğer zarsız oynanırsa hükmü nedir?

Ortada karşılıklı bir para koyma -az veya çok- söz konusu ise, bu tür oyunlar haramdır. Böyle bir iddia yoksa mesele haramlıktan çıkar.

Ancak bu, hiçbir sakıncası olmadığı anlamına gelmez. Çünkü bu tür oyunların alışkanlık hâline gelmesi, zaman israfına düşülmesi her zaman mevzu bahistir. Bu sebeple en doğru hareket, böylesi oyunlara hiç bulaşmamaktır.

Tavla zarla oynandığı için caiz değildir.

https://sorularlaislamiyet.com/iskambil-kagit-okey-tavla-oyunlari-oynamanin-hukmu-nedir-eger-zarsiz-oynanirsa-hukmu-nedir

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -5-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Allah'ın Varlığına İşaret Eden "Hudûs"a İlişkin Te'vilâtü'l-Kur'ân'dan dördüncü örnek olarak ise şu âyet-i kerîmeyi zikredebiliriz:

“Sonra da nutfeden (bir noktadan rahim duvarına bağlı) bir alaka yarattık. Sonra alakadan bir çiğnem et (görünümünde) bir mudga yarattık. Bundan sonra mudgadan kemikleri yarattık. Daha sonra kemiklere et giydirdik (üzerini et ile kapladık). Daha sonra da onu, başka bir yaratışla inşa ettik (şekillendirdik). İşte böyle Allah, Mübarek’tir, En Güzel Yaratıcı’dır.” el-Mü'minûn 23/14.

"... Bir şeyin yoktan yaratılmasını inkâr eden ve duyular dünyasında (şâhidde) var olmayan bir şeyden (yoktan) bir şeyin meydana geldiğini görmemesi sebebiyle âlemin kıdemini (ezelî olduğunu) savunan kişiye şöyle denebilir: Eseri kalmayıncaya dek aslın yok olmasıyla birlikte bir şeyin başka bir şeyden inşasını görmedin mi? Şahitte böyle ise, bir şeyin önceki hâlinin (evvelinin) yok oluşuyla bir şeyden başka bir şeyin gaibte meydana gelmesi niçin mümkün olmasın? Nutfenin (hayat tohumunun, spermanın) yok oluşuyla nutfe alakaya (döllenmiş hücreye) dönüşür, alakanın yok oluşuyla alaka mudgaya (cenine) dönüşür ve bu şekilde değişim dönüşüm devam eder, gider. Her şey aslını yitirdikten sonra başka bir şeye dönüşür.

Böylece duyular âleminde hiçbir şeyin yokluktan meydana gelmemesi gaipte de yokluktan gelmeyeceğine delil olmaz. Nasıl ki Allah'ın kudreti duyular âleminde (şâhidde) aslı yok olduktan sonra başka bir şeyin meydana gelmesine imkân veriyorsa aynı şekilde Allah'ın kudreti diğer bütün durumlara da (âlemin yoktan yaratılmış olmasına da) imkân verir...."

Mâtürîdî'nin anne rahmindeki insanın oluşum aşamalara dikkat çeken âyetlerde bahsedilen değişim, dönüşümden ve yeni bir oluşumdan hareketle âlemdeki varlıkların sonradanlığından ve varlıklardaki ölçü ve hassas ayarlardan söz eder. Öyle ki Mâtürîdî, değişim, dönüşüm, sonradanlık, ölçü ve hassas ayarların âlemin yaratılmışlığına yani Allah'ın varlığını bilmeye işaret oluşuna dikkat çeker. Ayrıca Mâtürîdî, Te'vîlât'ın birçok yerinde varlıkların ve varlıklarda gözlemlenen hallerin Allah'ın varlığına delil olduğunu ifade etmiştir. Hudûs bağlamında Te'vilâtü'l-Kur'ân'da geçen aşağıdaki ifadeleri de örnek verebiliriz:

"...Ve yapılmış olan her şey yapıcısına tanıktır (şahittir) ve işarettir (delildir)...."

"...Tüm mahlûkât (yaratılmışların varlığı) Allah'ın vahdâniyyetine ve ulûhiyyetine bir işarettir (delildir)..."

"...Yaratılmışı (mahlûkâtı) manalarıyla bilen kişiye (yaratılmışlar üzerinde akıl yürüten kişiye) bu durum, Allah'ın varlığını bilmek için delil olur...."

"...Muhakkak ki Allah, mahlûkâtı (yaratmayı, yaratma fiilini,) Yaratıcı'yı bilmek için (Yaratıcı'nın varlığı bilinsin diye) bir sebep yaptı...."

"...Yaratıcıyı inkâr eden kişiye öncelikle âlemin sonradanlığı ve bir muhdise olan ihtiyacından bahsedilir. Âlemin hudûsu (sonradanlığı) sabit olunca (anlaşılınca), Yaratıcının varlığı ve birliği hakkında konuşulur.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

25 Kasım 2024 Pazartesi

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -4-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Allah'ın Varlığına İşaret Eden "Hudûs"a İlişkin Te'vilâtü'l-Kur'ân'dan İmâm Mâtürîdî'nin üçüncü örneği ise şöyledir:

“Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe döner. Allah, herşey üzerinde kudret sahibidir.”  el-Kehf 18/45.

"... Bu meselde hikmet ve delâletten vecihler (yönler) vardır. Bu vecihlerden biri düşünen ve akıl yürütenler (ibret alanlar) için bir öğüt ve ibret almadır (i'tibârdır), âlemin sonradanlığını ve bir muhdisi (Yaratıcı'sı) oluğunu, âlemin sonunun geleceğini ve yeniden dirilişin gerçekleşeceğini inkârlarında inatlaşanlara ve büyüklenenlere karşı bir delil (hüccet) vardır. Âlemin hudûsuna gelince âlemdeki tek tek şeylerin sonradanlığını Allah'ın onlara göstermesi (görmeleri) sebebiyle bu sonradanlık bütün için de geçerli olur, aynı şekilde izi (eseri) kalmayıncaya eşyâdaki yok oluşu (sonun gelişini) görmeleri de şeylerin mislinin (benzerinin) sonradanlığını gösterir ki, eşyanın (mevcudatın) bir kısmında görünen (zâhir olan) ilke, aynı şekilde bütün için de geçerli olur. Âlemin hudûsu (sonradanlığı) ve fenâsı (sonunun geleceği, yok olacağı) zâhir olunca (anlaşılınca), onu ortaya çıkarmaya kasdeden (yaratmayı amaçlayan) birisinin olması gerekmektedir. Bu meselde (anlatımda) Allah’ın onlara yağmurların, ağaçların, bitkilerin ve bunların dışındaki şeylerin yenilenmesini ve sonradan var olmalarını, yok olduktan sonra onların daha önce var oldukları şekilde tekrar eski hallerine döndüklerini göstermesinde ba’s (yeniden dirilme)’in delaleti vardır.

 Bu, kendileri dışındaki şeylerin yeniden yaratılmasından daha evladır (kolaydır, basittir). Çünkü onlar kendileri dışındaki şeylerin yaratılmasının maksududur (sebebidir). Amaçsız bir şekilde şeylerin yokluk için var edilmesi ya da tekrarlanmasının hikmetsiz olduğu noktasında insanlar fikir birliği içindedir (bir ittifak vardır). Eğer yaratılmada ve tekrar var edilmede bir hikmet yok ise şeylerin var oluşunun amacı, özellikle yokluk ve yok ettirme olacaktır." 

Dünya hayatı örneğinden bahseden âyeti te'vîl eden Mâtürîdi, aklını kullanan insanların evrenin sonradanlığını ve bir Yaratıcı'ya olan ihtiyacı bilebileceğini söylemekle birlikte gerçeklere gözünü kapatan inkârcılara karşı da evrende müşâhade edilebilen her varlıkta delillerin bulunduğundan bahsetmektedir. Tek tek parçalardan hareketle bütün hakkında hüküm verilebileceğinden söz eden Mâtürîdi, tek tek varlıklarda görülen sonradanlığın âlemin tümü için geçerli olduğunu ifade eder. O, başı ve sonu olan bir âlemin ise dışarıdan bir müdahaleyi gerektirdiğine vurgulamakla birlikte bitki ve ağaç gibi evrendeki yenilenen varlıklardan yani biyolojik yasalardan hareketle yeniden dirilmenin aklen mümkün olduğuna (âhiret hayatının imkânına) dikkat çekmiştir.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

24 Kasım 2024 Pazar

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -3-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Allah'ın Varlığına İşaret Eden "Hudûs"a İlişkin Te'vilâtü'l-Kur'ân'dan ikinci örnek Rahman suresinin 3 ve 4. âyetleridir:

“İnsanı yarattı. Ona beyanı (düşünüp ifade etmeyi) öğretti.”

İmâm Mâtürîdî bu âyetlerin te'vîli konusunda şunları söylemektedir:

"... Tat, renk ve lezzet türünden müşahede ettikleri şeylerden istidlâl ederek cinsini, rengini, lezzetini bilmedikleri şeyleri tanımalarını her insana (Allah)
öğretti, şeklinde olması da (âyetteki ifadenin te'vilinde) muhtemeldir.

Şahidle istidlal ederek Allah’ı bilmeyi öğretmesi şeklinde anlaşılması da muhtemeldir. Onlar, insanı (kendilerini) ihtiyaçlara ve sonradan yaratılan şeylere muhtaç, onlarla kuşatılmış ve âciz olarak gördüklerinde insanı inşâ eden Kâdir, Âlim, Yaratıcı olan Allah'ın varlığını bilirler (anlarlar)...."

Rahman suresindeki söz konusu âyetleri de göz önünde bulundurarak Allah'ın insana bahşettiği tatma, görme gibi duyusal özelliklerini kullanan, elde ettiği verilerden hareket eden insanın düşünerek, bilmediği şeyleri keşfedebilme özelliğine dikkat çeken Mâtürîdî, kendilerinde ve çevrelerinde gördükleri ihtiyaç içinde bulunma ve acziyet türünden hallerin akıl yürüten/aklını kullanan insanlar için "herşeye gücü yeten ve herşeyi bilen Allah'ın varlığını bilmeye ilişkin işaretler" olduğundan söz etmiştir.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

23 Kasım 2024 Cumartesi

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER -2-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Mâtürîdî, Kitâbü't-Tevhîd adlı eserinin yanı sıra Kur'ân-ı Kerîm'deki âyetleri açıklamaya çalıştığı Te'vilâtü'l- Kur'an'da da Allah'ın varlığına ilişkin makûl gerekçelerin varlığından söz etmiştir.

1- Allah'ın Varlığına İşaret Eden "Hudûs"a İlişkin Te'vilâtü'l-Kur'ân'dan Birkaç Örnek İfade


“Sonradan meydana gelmek, yokken sonradan var olmak" anlamına gelen hudûs terimi, Yüce Allah dışındaki her şeyin yaratılmış olması anlamına gelmektedir.

Sonradan meydana gelmiş, sonradanlık özelliği gösteren tüm varlıklara hâdis, her türlü kemâlle muttasıf ve her türlü eksiklikten münezzeh olan Yüce Allah için ise kadîm/ezelî varlık şeklinde bir kullanım söz konusudur.

Her sonradan meydana gelen varlığın bir var ediciye ihtiyaç duyduğu ise aklî bir zorunlulukla bilinebilmektedir. İşte evrendeki varlıkların sonradanlığından, değişim, dönüşüm, acziyyet ve ihtiyaç içinde bulunma gibi özelliklerinden hareket ederek aklî çıkarımlarda bulunan Mâtürîdî, Allah’ın varlığına ilişkin temel delil olarak hudûs delilini kullanmıştır. 

Öyle ki başta bizzat kendi varlığımız olmak üzere çevremizdeki gözlenebilen ve üzerinde akıl yürütülebilen varlıkların ortaya çıkışı ve özellikleri, metafizik bir âlemin varlığına delâlet etmektedir ve nihayetinde tüm âlem bizim Allah’ın varlığına dair bilgiye ulaşmamıza aracılık eden işaretler olarak işlev görmektedir.

“Göklerde ve yerde neler var, bakın (da ibret alın!)”
(Yûnus 10/101) buyurarak evren hakkında düşünmemizi, araştırma yapmamızı isteyen hatta emreden Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de; işletilmeyen aklın değersiz olduğunu (Yûnus 10/100), âfâk ve enfüsteki âyetler (el-Fussilet 41/53) üzerinde önyargısız bir şekilde düşünen her akıl sahibinin, evren içinde olup biten olguların gerisindeki yaratıcı, yaşatıcı, düzenleyici gücün varlığını bilebileceğini, (Yûnus 10/31; el-Ankebût 29/61; Lokman 31/25; ez-Zuhrûf, 43/9, 87.) âyetleri/delilleri (işaretleri) dikkate almayıp yüz çevirenlerin (Yûsuf 12/105.) ise nankör ve insafsız bir tutum (Lokman 31/32; Rûm 30/33; ez-Zümer 39/8; el-En’am 6/40-41) sergilediğini belirtmektedir.

Hudûs delilinin önermeleri olan "âlem hâdistir (yaratılmıştır), her hâdisin bir muhdisi vardır, o halde âlemin de bir muhdisi vardır, o muhdis Allah'tır." 
 şeklindeki ifadeler, hudûs delilinin ana ilkelerini kapsayacak tarzda örnekler verilerek sunulmaktadır. 

Öyle ki insandan, hayvandan, güneşten, aydan, gece ve gündüzden getirilen birçok örnekle, nefsimiz ve çevremizde cereyan eden olguları düşünmeye sevk eden Kur'an-ı Kerim; sonradanlık, acziyet ve fâniliğe dikkat çeker, dahası her fiilin/sonucun bir faili/sebebi oluşundan bahsederek her hâdisin bir muhdise ihtiyaç
duyduğunu, âlemin de bir muhdisinin (Allah) olduğunu belirtmektedir.

Başka bir deyişle hayatı ve evreni doğru anlamaya, anlamlandırmaya yönelik işaretler sunan Kur'ân-ı Kerim'de; hiçbir şey kendiliğinden olamaz, muhakkak ki her fiilin bir faili/sebebi vardır, bu âlemin faili/muhdisi ise Allah'tır.

Yaratılmışlık, âcziyet ve fâni oluş özelliği gösteren âlem ile herşeyin kendisine muhtaç olduğu (İhlas 112/2.) üstün ilim, irâde, kudret sahibi olan Yüce Allah arasında sürekli bir irtibat vardır, tarzındaki ilkelere vurgu yapılmaktadır.

Kur'ân-ı Kerim'in dikkatleri âlemdeki olgulara çevirerek insandan akıl yürütmesini istemesi, hem hudûs delilinin
ana ilkelerine dikkat çekmeye hem de Allah ve âlem ile doğru ilişki kurmamıza vesile olabilecek örneklerle bizlere rehberlik etmeye yöneliktir.

Kur'ân-ı Kerim'de yer alan hudûs deliline ilişkin âyetlerden hareket ederek birtakım izahlar getiren, varlığı temelde ikiye ayırarak Allah ile âlem farklılığına dikkat çeken İmam Mâtürîdî, insanın da içinde yer aldığı âlem ile Allah arasındaki sürekli ilişkiye vurgu yaparak konuya ilişkin açıklamalar yapmaktadır, onun bu minval çerçevesinde yaptığı birkaç te'vîl örneği:

Birinci örnek:

Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre
hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah'ın varlığını ve birliğini ispatlayan) birçok deliller vardır. (el-Bakara 2/164.)

İmam Mâtürîdî metnini ve mealini verdiğimiz bu âyetin te'vîli sadedinde şunları kaydetmektedir:

"... Âlemdeki şeylerin halden hale değişimi ve bozulup yok olması (zevâli) hakkkında zikrettiğimiz şeyler sebebiyle gece ve gündüzün birbiri peşinden gelmesinde âlemin sonradanlığının (hudûsunun) işareti vardır. Öyle ki âlemdeki şeylerin değişimi ve bozulup yok olması (zevâli) onların sonradan meydana geldiğine (yaratılmışlığa) delâlettir (işarettir). Aynı şekilde bu
şeylerin, başlangıçları (ilk halleri) hakkındaki bilgisizliği, benzerini meydana getirme kudretinden âciz kalmaları kendilerini var eden bir Yaratıcı'nın varlığına (muhdise) delil olmaktadır.

İkinci bir husus ise (âyette geçen gece ve gündüzden) her biri, diğerinin gelişiyle yenilgiye uğrayıp kaybolmasıdır. Şayet âlemdeki bu düzen bir başkası sebebiyle (dışarıdan bir müdahaleyle) meydana gelmemiş olsaydı, gece ile gündüzün her biri gâlip olduktan sonra diğerinin gelmesiyle ortadan kaybolmazdı (mağlup olmazdı). Böylece bu durum her ikisi (gece ve gündüz) için de bir muhdisin (yaratıcının) var olduğunu ve bu muhdisin tek olduğunu göstermektedir...."

Görüldüğü üzere İmâm Mâtürîdî evrendeki her varlıkta gözlemlenebilen değişim, dönüşüm, zevâle uğrama gibi özelliklerin "sonradanlığı/hudûsu" ispatladığını ifade etmektedir. Ayrıca o, varlıkların kendi başlangıcını
bilememesi, taşıdığı her türlü acziyet vb. gibi her türlü sonradanlık özelliklerinin yanı sıra evrende işleyen düzenin de "tek olan bir Yaratıcı'yı" gerektirdiğini belirterek bir bakıma hem hûdûs delilinde hem de gâye ve nizâm delilinde kullanılan öncüllerden bahsetmiştir.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

22 Kasım 2024 Cuma

ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER-1-

MÂTÜRİDÎ'NİN TE'VİLÂTÜ'L-KUR'ÂN ADLI ESERİNDEN ALLAH'IN VARLIĞINA İLİŞKİN AKLÎ DELİLLER

Ehl-i Sünnet kelâmının kuruluşunda en büyük paya sahip olan Ebü'l-Mansûr Muhammed b Muhammed Mâtürîdî (333/944) insanın bilen (rasyonel) bir varlık oluşundan hareketle Yaratıcı'nın varlığına inanmasının haklı ve mâkul sebeplere dayandığını savunmuştur.

Mâtürîdî, maddenin ve dolayısıyla "âlemin ezelî" olduğunu savunan materyalist yaklaşımları reddetmiş, evrendeki hudûs, gâye/nizâm ve fıtrat özelliklerine dikkat çekerek Allah'ın varlığına ilişkin işaretlerden bahsetmiştir.

Mâtürîdî, akıl sahibi, temyiz çağına ulaşmış her insanın kendi yapısı ve etrafında cereyan eden doğa olayları hakkında -önyargısız bir şekilde- düşündüğünde yani akıl yürüterek Allah'ın varlığına dair işaretleri fark edebileceğini dolayısıyla Allah'ın varlığını aklen bilebileceğini ifade etmiştir.

Devam edecek...

Kaynakça

KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

Cilt: 15, Sayı: 1, 2017 Sayfa: 150-166

Fatma AYGÜN

Dr., Marmara Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü

18 Kasım 2024 Pazartesi

Prof.Dr.Halis AYDEMİR'in derslerinden kısa notlar 238

 Sen “en iyi kim” bilmezsin

Kalem 7: “Doğrusu, yolundan sapan kimseyi en iyi bilen rabbindir; hidayete tutunmak isteyenleri de en iyi bilen O’dur.”

Sen “en iyi kim” bilmezsin. Senin nazarında iyi gözükür; bazen akrabalık bağı dolayısıyla iyi gözükür. Bazen seninle yaptığı ticaret münasebetiyle, bazen samimi olan iyi komşuluk ilişkisi dolayısıyla ya da sana iş verdiği için yahut bir şekilde iyilik ettiği için senin nazarında iyi gözükebilir. 

Bunlar senin o sığ nazarında o kişinin “iyi olduğu, hidayeti hak ettiği anlamına gelmez.” Cenâb-ı Hâkk’ın en iyi bildiğini, kişiyi bütün yönleriyle tanıdığını akıldan kaçırırsak, o zaman kişi bizim nazarımızda özellikle de bize dokunan yönleriyle iyi sandığımız özellikleriyle hidayetten yoksun olarak görmek, kafamızda kocaman soru işaretlerine dönüşür. Bu kez “ya bu adam bu kadar iyiyken Allah onu yakacak mı?” diye soru sormaya kalkarız. 

Geniş yeryüzü coğrafyasını gezenler ve yeni insanlar tanıyanlar, farklı dinlere mensup insanları görenler, bunlardan yüze gülen, ikramda bulunan, iyi ilişkiler kuranlar dönüp geldiklerinde “ya iyi kimseler tanıdık, bize çay ikram ettiler, hediyeler verdiler, öyle şirin içten hayat dolu capcanlı kimseler bunlar. Ve bunların da kendilerine göre dinleri var. Demek ki din denen şey çok önemli değil esas olan insanlık. Onlar da bir şekilde bir din öğrenmişler. Allah herhalde onlara da bir şekilde iyi sonuçlar çıkarır.” şeklinde yanlış değerlendirmelerde bulunurlar. 

Çünkü biz bir yerde güler yüzle karşılaştık diye, çay ikram edip bizimle iyi ilişkiler kurdu diye, iyi ticaret yaptı diye iyi olduğuna hükmedersek bu yanlış olur. Kur’an-ı Kerîm’de Rabbimiz bizi uyarıyor; “Rabbin yoldan sapanı senden daha iyi bilmektedir.” 

Biz şuna hükmetmeliyiz ki hidayete elverir, hidayete uygun kimselere yani Cenâb-ı Hâkk’ın hidayete erdireceği kişilerin vasıflarına bürünmüş olan kimselere, yeryüzü coğrafyasının her neresinde olurlarsa olsunlar Cenâb-ı Hâkk elbette ki hidayetini ulaştırır, elbetteki onları zayi etmez. 

Allah’ın kullarına verdiği nimetler çeşit çeşittir. Bu nimetlere nankörlük, nimetlerin büyüklüğüyle alakalıdır. Büyük nimetlere nankörlük edenler büyük nankörlük etmiş olur, küçük nimetlere nankörlük edenler de küçük nankörlük etmiş olur. Dolayısıyla kişilerin iyilikleri ve kötülükleri de elindeki nimetleri ne denli kötüye kullandıklarıyla alakalı bir husustur. 

Büyük nimetleri kötüye kullananlar çok kötü kimseler olur. Cenâb-ı Hâkk’ın Kur’an-ı Kerîm’de anlattığına göre O’nun insanlara lutfettiği en büyük nimet gören, işiten, akleden yanıdır. Bu insanı en’amdan üste çıkarır. Dolayısıyla en kötü insan, bu en büyük nimeti ayaklar altına almış, kullanmayan kimselerdir. Allah katında en kötü kimse çay içilmeyen değil, ikramda bulunmayan değil, ticaretinde dürüst olmayan değil, hatta adam öldüren değil, hatta zina eden de değil. Allah katında en kötü kimse, göz kulak ve akletme yeteneklerini kullanmayan kimsedir. 

Yani kişi komşuluk haklarına çok riayet etse bile akletmiyorsa bu insan hala en kötüdür. Çünkü kullara yönelik hukuk çok aşağıda kalır. Bize nimetleri Allah azze ve celle sunuyor, komşularımız değil. 

Allah’ın hukukuna karşı saygısızlık elbetteki kulların hukukuna karşı saygısızlıktan çok daha büyüktür. 

Allah’ın haklarını ayaklar altına alan kimse, kullarla iyi ilişkide olsa da hiç bir neticesi ve akıbeti olmayacaktır. 

Kişi akledip, gözlem yapıp, işitip, dinleyip, değerlendirmeli ve İlahi Kudret’in büyüklüğünü, sanatını takdir etmeli. Hayranlıkla O’na tapınıp secde etme yükümlülüğünde olmalı. 

Dolayısıyla kişideki en büyük nimet neyse oradan başlayarak kişinin iyiliğini kötülüğünü tartalım. Bize çay verdi diye, çok iyi komşuluk ilişkisi var diye kişi iyi olmaz. 

Kişi aklediyor mu? Tabi başta kendimize soralım iyi bir kimse miyim? Ben, bendeki en büyük nimeti değerlendiriyor muyum? 

Prof. Dr. Halis AYDEMİR

https://www.youtube.com/channel/UCmtC7LTnXDfKG8RVnRnOy7Q

https://akledenkalpler.blogspot.com/?m=1