13 Haziran 2024 Perşembe

Vekâlet Yoluyla Kurban Alımı ve Kesimi Organizasyonları

Din İşleri Yüksek Kurulu Kararları
Karar Yılı: 2018 - Karar No: 31
Konusu: Vekâlet Yoluyla Kurban Alımı ve Kesimi Organizasyonları
   
Kurban ibadetinde esas olan, kişinin kurbanını kendisinin kesmesidir. Bununla beraber malî bir ibadet olduğu için vekâlet yoluyla da kestirilebilir. Günümüzde vekâletle kurban kesimi genellikle iki şekilde uygulanmaktadır: 
Birincisi: Kurban kesmek isteyen kişinin ilgili kuruluşa kurbanlık alımı ve kesimi için umumi vekâlet vermesi, söz konusu kuruluşun da müvekkili adına taahhüt ettiği bu hayvanı alıp muayyen günlerde kesmesi şeklinde gerçekleşmektedir. 
İkincisi: İlgili kuruluşun, kurban kesmek isteyen kimselere belirli bir bedel karşılığında kurbanlık hayvanı ya da hisseleri satması ve kesim günü geldiğinde de müşteriden vekâlet alarak onun adına kesmesi şeklinde gerçekleşmektedir. Bu uygulamada, önce satım akdi yapılmakta, daha sonra da kesim için vekâlet alınmaktadır. Elde edilen etler de, bazen kurbanı kestirene bazen de onun rızasıyla yoksullara ve hayır kurumlarına verilmektedir. Her iki durumda da aşağıdaki şartlara riayet edildiği takdirde yapılan bu uygulamalar dinen caizdir:
1.  Birinci uygulama esas alındığında kurban için ilgili organizasyona başvuran müşteriden, kurbanın alım-satım ve kesimi için umumi vekâlet alınması gerekir. İkinci uygulamada ise, belirsizliğin oluşmaması için satıma konu olan hayvan müşteriye gösterilmeli ya da cinsi ve yaşı gibi özelliklerinin yanında küpe numarası da belirtilmelidir. 
2.  Satıma konu edilen hayvan, kurbanlık hayvanda aranan şartları taşımalıdır. 
3.  Kurbanlık hayvana ortak olanların tamamının niyeti, ibadet olmalıdır. 
4.  Baştan umumi vekâlet alınmadığı uygulamada, hisse satıldıktan sonra veya satım akdi esnasında ilgili kuruluşun, müşterisinden hayvanı kurban etme vekâleti alması gerekir. Vekâlet, sözlü veya yazılı olarak verilebileceği gibi telefon, internet, faks ve benzeri iletişim araçları ile de verilebilir. 5.  Hayvanı kesen kişi, kurban niyetiyle ve müvekkili adına kesmelidir. 
6.  Kurbanlıklar, mutlaka kurban kesim günleri içerisinde kesilmelidir. 
7.  Hayvan kesim ücretleri; kesilen kurbanlık hayvanların etleri, derileri veya sakatatından karşılanmamalıdır. 
8.  Her bir hissedar, kurban edilecek bir büyükbaş hayvanın en az yedide bir hissesine kaydedilerek belirlenmelidir. Kurban kesen kuruluşların hissedarlarını belirlemeden hayvanları topluca kesmeleri caiz değildir. Bundan dolayı her hayvanın hissedarları belirlendikten sonra kasaba vekâlet verilmelidir. Her bir hissedarın isminin kesim sırasında tek tek zikredilmesi zorunlu olmasa da şüpheden uzak olması açısından tavsiye edilmektedir. 
9.  Kurban edilecek hayvanın henüz kesimi yapılmadan önce hissedarların belirlenmesi gerekir. Buna göre önceden belirlenen hissedarlar adına kesilen bir hayvana kesimden sonra başkası ortak olamaz. Mesela altı kişi adına kesilen bir büyükbaş hayvana, kesimden sonra yedinci kişi dâhil edilemez. 
10. Büyükbaş hayvan kesildikten sonra vekâlet veren yedi kişi için etleri eşit hisselere ayrılarak hazırlanmalı, isteğe göre sakatatı da eklenmeli ve vekâlet veren kişiye/kişilere teslim edilmelidir. Küçükbaş hayvan da bir kişi için kesilmeli ve sahibine teslim edilmelidir. 
11. Hisseleri belirlendikten sonra kesilen kurbanlıklardan elde edilen etlerin karıştırılmaması ve her hissedara kendisi adına kesilen hayvanın etlerinden verilmesi gerekir. Çünkü bu hisseler, vekâlet verenlerin mülkiyetinde olduğundan yapılacak her türlü tasarruf onların izni ve onayına bağlıdır. 
12. İlgili kuruluşlar, vekâletlerini aldıkları kişiler adına kesecekleri kurbanlıkların etlerinin tamamını hissedarlara ya da sahibinin rızasıyla ihtiyaç sahiplerine ulaştırmalıdır. Bunların bir kısmını et olarak satmamalı veya belirlenen kilogram üzerindeki et miktarlarını bir araya getirerek yeni bir hisse oluşturmamalıdır. 
13. Hayvanın deri ve sakatatı hisse sahibine/sahiplerine ait olduğundan, bunların ya kendisine ya da kendisinin izniyle dinen bağışlanması caiz olan şahıs veya hayır kurumlarına ulaştırılması gerekir. 
14. Kurban ibadetinin, et satın alımını andırmaması için belli kiloda et miktarının kurban sahiplerine verilmesi taahhüt edilmemeli, bunun yerine tahmini bir kilo aralığı belirlenerek çıkan et ne ise o teslim edilmelidir. 

GEREKÇE:
Günümüzde şehirleşmenin de etkisiyle sosyal bir dönüşüm yaşanmış ve toplumsal yapıda değişim meydana gelmiştir. Gerek iktisadi alanda, gerekse sosyal hayatta etkili olan bu değişim, beraberinde birçok yeni sorun da getirmiştir. Hiç şüphesiz bu sorunların dinî hayata da farklı yansımaları olmuştur. Bu meyanda kurban ibadetinin edâsıyla ilgili farklı yönelişler ve birçok yeni uygulama gündeme gelmiştir. 
Bilindiği üzere geçmişte kurban kesmek isteyenler bayram günü evinin önünde veya mahalle sakinlerinin belirlediği bir alanda aile ve komşularıyla birlikte kurban kesmekteydiler. Bu şekilde kurban ibadetinin şiar olma özelliği de tam anlamıyla açığa çıkmaktaydı. Nitekim Hz. Peygamber de (s.a.s.) bizzat kurban kesmiş ve kendisi kesemeyecek olanların da kesim sırasında buna şahitlik etmelerini istemiştir. (Taberânî, el- Mu’cemü’l-Evsat, III, 69; Hâkim, Müstedrek, IV, 247; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, IX, 476; ) 
Günümüzde kurban ibadeti için bu yöntemin uygulama alanı oldukça daralmıştır. Gittikçe büyüyen şehirlerde bu ibadetlerini yerine getirmek durumunda kalan insanlar birçok zorlukla karşılaşmışlardır. Gerek sağlığın korunması, gerekse temizliğe riayet ve çevre kirliliğinden korunmak gibi pek çok husus, kurban ibadetinin edâsıyla ilgili yasal düzenlemelerin yapılmasını zorunlu kılmış ve yukarıda zikredilen geleneksel işleyiş, yerini özellikle büyük şehirlerde farklı uygulamalara bırakmıştır. 
Bu bağlamda özellikle son yıllarda yeni bir uygulama da giderek yaygınlaşmaktadır. Bu uygulamada kurban kesmek isteyen kişi, market vb. bir kuruluşla anlaşarak kurbanını kestirmekte ve elde edilecek etin kendisine gönderilmesini talep etmektedir. Bu anlaşma çerçevesinde kurban alıcısı iletişim bilgilerini ve kesim vekâletini ilgili kuruluşa vermekte ve günü gelince de kesilen hayvandan elde edilen eti teslim almaktadır. Başta hayır kuruluşları olmak üzere bazı organizasyonlar ise, müvekkilinden aldığı umumi vekâlet ile yurt içi ve yurt dışında kurbanları alarak kesmekte ve etlerini ihtiyaç sahiplerine ulaştırmaktadır. 
Söz konusu uygulama, yukarıda sayılan şartlar doğrultusunda yapılması halinde dinen herhangi bir sakınca taşımamaktadır. Bu şartların bir kısmını açıklamak yerinde olacaktır: 
Birinci maddede, yapılan akdin sıhhati hususu değerlendirilmiştir. İlgili kuruluşlar, mülkiyetlerinde bulunan hayvanları satıyorlarsa yapılan iş bey’ (satım) akdi olur. Bey’ akdinin sahih olabilmesi için satıma konu olan malın bilinmesi gerekir. 
Bu değerlendirmeden hareketle ilgili kuruluşun kurban organizasyonu yaparken hissesini sattığı hayvanı müşteriye göstermesi ya da küpe numarası dâhil önemli vasıflarını zikrederek belirsizliğin oluşmasına engel olması gerekir. Şayet ilgili kuruluşlar mülkiyetlerinde bulunmayan bir hayvanı taahhüt ediyorlarsa bu durumda yapılan iş bir vekâlet akdi olmuş olur. Bu durumda kurban için işletmeye başvuran müşteriden, kurbanın alım-satım ve kesimi için umumi vekâlet alınması gerekir. Vekâlet, sözlü veya yazılı olarak verilebileceği gibi telefon, internet, faks ve benzeri iletişim araçları ile de verilebilir. Bu uygulama genellikle vakıf ve dernek aracılığıyla kurban organizasyonları yapan hayır kurumlarında görülmektedir. Bu kurumlar vekâlet aldıkları kişilerle sabit bir fiyat üzerinden anlaşma yapmaktadır. Bu durumda ilgili kuruluş, kurban organizasyonunda para artması 
durumunda bunun nasıl değerlendirileceği hususunda bilgi vermeli ve müvekkilinin onayını almalıdır. 
Üçüncü maddede, Kurbanlık hayvana ortak olanların tamamının niyetinin ibadet olması gerektiği vurgulanmaktadır. Çünkü Hanefî mezhebine göre kurban hisselerine ortak olanlardan biri et niyetiyle ortak olmuşsa, o hayvana ortak olan herkesin kurbanı geçersiz sayılır. (İbn Âbidîn, Reddu’l-Muhtâr, VI, 326, 327) Dolayısıyla böyle bir organizasyonu yapacak kişi ve kuruluşların bu durumun farkında olması ve hisse satarken müşterilerine bu hassasiyeti hatırlatmaları önem arz etmektedir. 
Yedinci maddede hayvan kesim ücretlerinin kesilen hayvandan karşılanamayacağı ifade edilmektedir. Nitekim Hz. Ali’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Peygamber (s.a.s.), develer kesilirken başında durmamı, derilerini ve sırtlarındaki çullarını yoksullara paylaştırmamı emretti ve onlardan herhangi bir şeyi kasap ücreti olarak vermeyi yasakladı ve ‘kasap ücretini biz kendimiz veririz’ buyurdu.” (Buhârî, “Hac”, 120; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 19) Buna göre kurban kesen kasabın ücret alması caiz olsa da bu ücretini kurbanın derisi veya etinin bir kısmından tahsil etmesi caiz değildir. 
Sekiz ve dokuzuncu maddelerde kurbanlık hayvanın hisselerinin kesimden önce belirlenmesi ve her hayvanın önceden belirlenen hissedarlar adına kesilmesi hususuna vurgu yapılmıştır. Çünkü kesimden sonra kurban ibadeti tamamlanmış olacağından, sonradan birinin bu hayvana ortak olması söz konusu olamaz. Bunun dışında büyükbaş hayvanlarda yediyi aşmamak kaydıyla kesim anına kadar da yeni hissedarların eklenmesi caiz olur. (el-Fetâvâ’l-Hindiyye, V, 305) Ancak kesim esnasında hayvanın kimler adına kesildiğinin belli olması, kesim işleminin bu niyetle yapılması ve bir büyükbaş hayvan kesilirken en fazla 7 kişiye niyet edilmesi gerekir. 
On ve on birinci maddelerde kurbanlık etlerin kesimden sonraki durumuna dikkat çekilmiştir. Buna göre kesimden sonra etlerde tasarruf hakkı kurban sahibinde olduğundan, onun rızası olmadan etlerin karıştırılması ve rastgele dağıtılması caiz olmamaktadır. 
On dördüncü maddede ise yapılan uygulamanın et alım satımını andırmaması için müşterilere belli kiloda et vermenin taahhüt edilmemesi gerektiği vurgulanmıştır. Çünkü bu şekilde yapılan bir uygulamada müşterinin, kurbanlık hayvanı almaktan çok et almaya odaklanması durumu ortaya çıkar ki, bu da kurban ibadetinin ruhuyla uyuşmamaktadır. 
Sonuç olarak, yukarıda sayılan şartlara uygun icra edilmesi kaydıyla vekâlet yoluyla kurban alımı, kesimi ve dağıtımı caizdir. 

Kurban ile ilgili fetvalar (Diyanet)


***Kimler kurban kesmekle yükümlüdür?
Kurban kesmek, akıl sağlığı yerinde, büluğa ermiş (ergen olmuş), dinen zengin sayılacak kadar mal varlığına sahip ve mukim olan her müslümanın yerine getireceği malî bir ibadettir (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 148). Temel ihtiyaçlarından ve borcundan başka 80.18 gr altın veya değerinde para ya da eşyaya sahip olan kimselerin kurban kesmesi gerekir (Mevsılî, el-İhtiyâr, IV, 252-256; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 452-453). Ayrıca kurban mükellefiyeti için aranan nisabın üzerinden, zekâtın aksine bir yıl geçmesi şart değildir.

***Kurban kesim vakti ne zaman başlar ve biter?
Kurban kesim vakti, bayram namazı kılınan yerlerde bayram namazı kılındıktan sonra; bayram namazı kılınmayan yerlerde ise, fecirden (sabah namazı vakti girdikten) sonra başlar. Hanefîlere göre bayramın 3. günü akşamına kadar devam eder (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 154). Bu süre içinde gece ve gündüz kurban kesilebilir. Ancak kurbanların gündüz kesilmesi daha uygundur. Şâfiîlere göre ise 4. günü gün batımına kadar kesilebilir (Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, IV, 383; İbn Rüşd, Bidâye, I, 436).

***Kurban keserken Allah’ın isminin anılmasının, besmele çekilmesinin hükmü nedir? Kesim sırasında hangi dualar okunabilir?
İster kurban niyetiyle olsun ister başka bir amaçla olsun hayvan kesilirken besmele çekilmesi gerekir. Hayvanın kesimi esnasında besmele kasten terk edilirse, o hayvanın eti Hanefîlere göre yenmez. Ancak kasıtsız ve unutularak besmele çekilmezse, bu hayvanın eti yenilir (Kâsânî, Bedâî‘, V, 46; İbn Nüceym, el-Bahr, VIII, 190-191). Şâfiîlere göre besmele kasten çekilmese bile kesilen hayvanın eti yenir (Mâverdî, el-Hâvî, XV, 95; Şîrâzî, el-Mühezzeb, II, 885).
Kurban kesilirken üç defa “Bismillahi Allahü ekber” denilir ve şu âyetler okunabilir (Semerkandî, Tuhfe, III, 66):
قُلْ اِنَّ صَلَاتي وَنُسُكي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمينَ لَا شَريكَ لَهُ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا اَوَّلُ الْمُسْلِمينَ
“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetim/kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emredildi ve ben müslümanların ilkiyim.” (En’âm, 6/162-163)
اِنّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذي فَطَرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ حَنيفًا وَمَٓا اَنَا مِنَ الْمُشْرِكينَ
“Ben, hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.” (En’âm, 6/79)


****Kurban kestikten sonra namaz kılmak gerekir mi?
Esas olarak kurban namazı diye bir namaz yoktur. Bu namazın dinî bir gereklilik olduğu inancı veya kanaati yanlıştır. Ancak kişi nafile namaz kılınması mekruh olmayan bir vakitte, sebepli veya sebepsiz dilediği kadar nafile namaz kılabilir. Kurban kesen kişi de böyle bir ibadeti yapma imkânına kavuştuğu için Allah’ın verdiği nimete şükür olarak iki rekât nafile namaz kılabilir.

*** Kurban etinin bir kısmı veya derisi kesim ücreti olarak verilebilir mi?
Hayvanın kesim ameliyesi ibadet değildir. Bu yüzden kurban kesen kasabın ücret alması caizdir. Ancak kesim işini yapan kişiye ücret olarak kurbanın derisi veya etinin bir kısmı verilemez. Çünkü verildiği takdirde, kurban ibadetini yerine getirmek için gerekli maddi külfetin bir kısmı bizzat ibadetin kendisi üzerinden karşılanmış olur. Hz. Ali’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Resûlullah (s.a.s.), develer kesilirken başında durmamı, derilerini ve sırtlarındaki çullarını yoksullara paylaştırmamı emretti ve onlardan herhangi bir şeyi kasap ücreti olarak vermeyi bana yasakladı ve ‘kasap ücretini biz kendimiz veririz’ buyurdu.” (Buhârî, Hac, 120-121; Müslim, Hac, 348; Ebû Dâvûd, Menâsik, 21)

***Kurban eti, derisi, bağırsakları gibi kurban ürünlerinin satılması caiz midir?

Kurbanın eti, —kısmen veya tamamen— sahibi ve ev halkı tarafından tüketilebileceği gibi, ister zengin, ister yoksul olsun başka kimselere de hediye ve sadaka olarak verilebilir (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 10).
Ancak kurbanın et, sakatat, deri, yün ve süt gibi unsurlarının satılması caiz değildir (İbn Nüceym, el-Bahr, VIII, 203). Zira Hz. Peygamber (s.a.s.), “Kim kurbanın derisini satarsa, kurban kesmemiş gibidir.” (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, IX, 496) buyurmuştur. Bu sebeple kurbanın derisi ya da etinin satılması hâlinde alınan bedelin sadaka olarak verilmesi gerekir (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 165).
Kurbanın derisi, bir yoksula veya hayır kurumuna bağışlanabileceği gibi, evde namazlık, kalbur ve benzeri ev eşyası yapılarak kullanılmasında da bir sakınca yoktur (Kâsânî, Bedâi‘ V, 81; Merğînânî, el-Hidâye, VII, 164).

***Kurban kesmek yerine sadaka vermekle bu ibadet yerine getirilmiş olur mu?
İbadetlerin şekil, şart ve rükünleri olduğu gibi hikmetleri, amaçları ve teşri gerekçeleri de vardır. İbadetlerdeki bu özelliklerin birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Diğer taraftan ibadetler ancak emredildikleri şekliyle yerine getirilir. (Kâsânî, Bedâi‘, V, 40). Her ibadetin bir yapılış şekli vardır. Kurban ibadeti de ancak kurban olacak hayvanın usûlüne uygun olarak kesilmesiyle yerine getirilebilir (el-Fetâva’l-Hindiyye, V, 360). Bedelini infak etmek suretiyle, kurban ibadeti yerine getirilmiş olmaz. Zira hayvanın kesilmesi bu ibadetinin rüknüdür.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) de, kurban meşru kılındıktan sonra her yıl bizzat kurban kesmek sureti ile bu ibadeti yerine getirmiştir (Buhârî, Hac, 117, 119; Müslim, Edâhî, 17).
Hz. Peygamber (s.a.s.), kurban bayramında, Allah katında en sevimli ibadetin kurban kesmek olduğunu, kurbanın kesilir kesilmez Allah katında makbul olacağını ve kurban edilen hayvanın her bir parçasının kişinin hayır hanesine kaydedileceğini ifade etmiştir (Tirmizî, Edâhî, 1; İbn Mâce, Edâhî, 3).
Allah Teâla’nın rızasını kazanmak niyetiyle, karşılıksız olarak fakir ve muhtaçlara yardım etmek, iyilik ve ihsanda bulunmak da müslümanın önemli vazifelerinden biridir. Zaruret derecesinde ihtiyaç içerisinde bulunan kimseye yardım etmek dinimizde farz kabul edilmiştir. Ancak, bu iki ibadetin birbirinin alternatifi olarak sunulması doğru değildir. Bu sebeple kesme olmadan hayvanı, sadaka olarak bir kişiye vermek kurban yerine geçmez (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 454, 463). Aynı şekilde kurban bedelini de yoksullara ya da yardım kuruluşlarına vermek suretiyle, kurban ibadeti ifa edilmiş olmaz (Serahsî, el-Mebsût, XII, 13).

***Akika, adak, udhiyye ve nafile kurbanlar için aynı büyükbaş hayvana ortak olunabilir mi?
Ortak kesilen kurbanlarda, hissedarlardan her birinin kurbanlarını aynı maksat için kesmiş olmaları gerekmez. Ortakların her birinin ibadet niyetiyle katılmış olması kaydıyla bir kısmı udhiyye, diğer bir kısmı ise adak, akîka, nafile kurbanı olarak niyet edebilirler (Kâsânî, Bedâi‘ V, 71).

***Dişi ya da erkek hayvandan hangisinin kurban edilmesi daha faziletlidir?

Deve, sığır gibi büyükbaş hayvanlarla, koyun, keçi gibi küçükbaş hayvanların belirli şartları taşımaları durumunda, erkek olsun dişi olsun kurban olarak kesilebilecekleri hususu Hz. Peygamberin (s.a.s.) hadis ve uygulamaları ile sabittir. Kurban edilecek hayvanın cinsiyeti, kurban ibadetinin fazileti açısından bir ölçü değildir. Ancak sığırın dişisinin kurban edilmesinin faziletli olduğu görüşünü ileri süren bazı fakihler olmuştur (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, IX, 466-467). Bu görüşü o fakihlerin yaşadıkları toplum ve dönemin şartlarına göre değerlendirmek daha isabetli olur. Tarıma dayalı bir toplumda erkek sığırın gücünden daha fazla yararlanılma imkânının bulunması göz önünde bulundurularak böyle bir görüş ortaya atılmış olabilir. Ancak bu görüşler, dinin değişmez bir esası gibi kabul edilmemelidir. Bunlar, toplum menfaati göz önünde bulundurularak ortaya konulmuş görüşlerdir. Günümüzde de aynı esastan hareketle dişi sığırların kurban edilmesinin hayvan üretimine zarar vermesi hâlinde, erkek sığırların tercih edilmesi uygun olur. Ayrıca kurbanlık hayvanın erkek veya dişi olması, kurbanın geçerlilik şartları arasında yer almamaktadır.

***Kurban bayramı günü kurban kesilmeden önce bir şey yememenin dinî dayanağı var mıdır?
Hz. Peygamberin (s.a.s.) Zilhicce’nin ilk dokuz gününü oruçla geçirdiği rivayet edildiği için (Ebû Dâvûd, Savm, 62) Zilhicce’nin ilk dokuz gününün, yani kurban bayramından önceki dokuz günün oruçlu geçirilmesi müstehaptır. Zilhicce ayının 10. günü kurban bayramının ilk günüdür. Kurban bayramında da oruç tutulmaz (Buhârî, Savm, 66-67; Ebû Dâvûd, Savm, 48). Ancak imsaktan itibaren bir şey yemeyip o günün ilk yemeğini kurban etinden yemek müstehaptır. Fakat bu, kendi evinde kurban kesebilen insanlar içindir. Zamanımızda çiftliklerde kurban kestiren bazı müslümanlara, akşama kadar sıra ancak gelmekte, hatta ertesi güne kalmaktadır. Bu durumda söz konusu insanların aç kalıp oruçlu imiş gibi durmaları uygun değildir.

***Kesilen kurbanın kanından alna sürülmesi dinimizde var mıdır?
Kesilen kurbanın kanının alna sürülmesinin dinle hiçbir ilgisi yoktur. Güvenilir kaynakların hiçbirinde böyle bir bilgi mevcut değildir. Halkımız arasında yaygın olan bu uygulamanın başka kültürlerden girdiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla terk edilmesi gerekir.

***Riyâzü's Sâlihîn'in " HAC BÖLÜMÜ " Bâbı-2-


1275. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize bir gün bir konuşma yaptı ve: 

- "Ey müslümanlar! Allah size haccı farz kıldı, haccedin!" buyurdu. Sahâbilerden biri: 

- Her sene mi, ey Allah'ın Resulü? diye sordu. 

Hz. Peygamber, adam sorusunu üç defa tekrarlayıncaya kadar cevap vermeyip sustu. Sonra şöyle buyurdu: 

- "Eğer "evet" deseydim, her sene haccetmeniz farz olurdu, siz de onu yerine getiremezdiniz!“ Sonra sözlerine devamla: 

- "Ben sizi kendi halinize bıraktığım sürece siz de beni kendi halime bırakın. Çünkü sizden öncekiler peygamberlerine çok sual sormaları ve aldıkları cevaplar konusunda ihtilâf etmeleri sebebiyle helâk oldular. Bundan dolayı size, bir şey emrettiğim zaman onu gücünüz yettiğince yerine getirin. Herhangi bir şeyi de yasaklarsam ondan da kesin olarak kaçının!" buyurdu. 

Müslim, Hac 412; Nesâî, Menâsik 1. Ayrıca bk. Buhârî, İ'tisâm 2 

Açıklamalar 

Haccın farz bir ibadet olduğunu ve yerine getirilmesi gerektiğini Kur'ân-ı Kerîm'i te'yiden bildiren hadisimiz, aynı zamanda ümmet olmanın gereklerinden birini de ortaya koymaktadır. Hz. Peygamber'in, "Ey müslümanlar! Allah size haccı farz kıldı, haccedin!" emri üzerine, hadisin bir başka rivayetinden öğrendiğimize göre Akra' İbni Hâbis, "Her sene mi?" diye Hz. Peygamber'e ısrarla soru yöneltmiştir. Bu durum Peygamber Efendimiz'in hoşuna gitmemiş ve neticede bilinçli olarak bazı emirlerin genel ifadelerle verildiğini, onlardan ne anlaşılıyorsa öylece amel etmenin daha doğru olacağını açıklamıştır. Birtakım sorularla bazı sınırlamaların getirilmesine vesile olmanın işi iyice zorlaştıracağına dikkat çekmiştir. Hatta Efendimiz geçmişte bazı ümmetlerin, böylesine gerekli, gereksiz çok soru sormaları ve peygamberlerinin açıklamaları üzerinde çokça ihtilâf etmeleri yüzünden helâk olduklarını da hatırlatmıştır. En sonunda da yasaklara mutlaka uymayı; emirleri ise gücü ölçüsünde yerine getirmeyi genel tavır ve kaide olarak ortaya koymuştur. Resûl-i Ekrem Efendimiz'in, "Ben sizi kendi halinize bıraktığım sürece siz de beni kendi halime bırakınız" ikazı, "Ben size bir şey emretmediğim veya bir şeyden nehyetmediğim sürece siz de bana bir şey sormayın" demektir. Çünkü her soruya verilecek cevap yeni bir sınırlama getirir. Her getirilen sınır da birilerini sıkıntıya sokar. Böyle bir şeye vesile olmamak gerekir. Hatta Efendimiz, bir başka beyanlarında (bk. Heysemî, Mecmeu'z-zevâid, I, 171) "Allah, bazı şeyleri unutmaksızın ihmal etmiştir, bunları araştırmayın!" buyurur. Bir hadîs-i şerîfte ise, (Buhârî, Î'tisâm 3) "Vebali en ağır olan kişi, daha önce yasaklanmamış olan bir konunun, soru sorarak yasaklanmasına sebep olandır" uyarısında bulunur. 

Peygamber Efendimiz'in bu ifade ve ikazları, her sistemde olduğu gibi, İslâm’da da az çok bilinçli boşluklar bulunduğunu, bunun, mükelleflere kolaylık olsun diye yapıldığını göstermektedir. Bu olayda "Eğer evet deseydim, her sene haccetmeniz farz olurdu, siz de onu yerine getiremezdiniz" buyurması, Efendimiz'in dinî konulardaki açıklamalarının ümmeti mutlak mânada bağlayıcı olduğunu ifade etmektedir. Hz. Peygamber'in sözleri, fiilleri ve onaylarından oluşan sünneti hakkında ileri geri sözler söyleyerek uygulama konusunda tereddütler uyandıranlar ve ihtilâflara sebep olanlar, geçmiş ümmetlerin helâkine sebep olan işleri tekrar ediyorlar demektir. Neticeden de bu sebeple korkulur. 

"Her sene mi haccedelim?" sorusunun üç defa tekrar edilmesine rağmen, Efendimiz'in cevap vermemesi, haccın ömürde bir defa yapılması gerektiğini hükme bağlamıştır. 

Âlimler, bu hadis sebebiyle mutlak olarak verilmiş olan emrin tekrarı gerektirip gerektirmeyeceğini tartışmışlar, sonuçta büyük çoğunlukla tekrarı gerektirmediği kanaatine varmışlardır. Hanefîler'e göre haccın sebebi olan Kâbe, tekerrür etmediği için, ömürde bir defa Kâbe'yi ziyaret etmekle hac konusundaki mutlak emir yerine getirilmiş olur. 

Hadisten Öğrendiklerimiz 

1.Ömürde bir defa haccetmek hac emrinin yerine getirilmesi için yeter. 

2. Genel nitelikli emir ve yasakları kendi genellikleri içinde uygulamak ümmet için kolaylık sebebidir. 

3. Yasaklara mutlak surette, emirlere gücü ölçüsünde uymak her müslümanın değişmeyen görevidir. 

4. Gereksiz sorular, uygulamayı aksatacağı veya durduracağı için felâket sebebi sayılmıştır. 

5. Hz. Peygamber'in dînî konulardaki emir ve yasakları ilâhî vahye dayanmaktadır.

Hacca Bedel Gönderilecek Kimseler hk.

Din İşleri Yüksek Kurulu Kararları
Karar Yılı: 1979 - Karar No: 57
Konusu: Hacca Bedel Gönderilecek Kimseler hk.
   

Hac Dairesi Başkanlığının 04.06.1979 gün ve 79/218 sayı ile kurulumuza intikal eden “Hacca Bedel Gönderilecek Kimseler” hakkındaki yazısı incelendi. 

Yapılan müzakere sonunda: 

Hanefî Mezhebi’nde, hacc menasikini bilerek ve daha kolay eda edebileceği için, hacca bedel (vekil) gönderilecek kişinin önceden haccetmiş olması daha uygun (efdal) görülmüşsse de, zorunlu değildir. Ancak gönderilecek vekilin, hacc menasikini iyi bilen, güvenilir ve salih bir kişi olması da önemlidir.
Şafiî mezhebinde ise, bedel (vekil) gönderilecek kişinin, önceden kendi adına haccetmiş olması gerekir. Ancak, zorunlu hallerde bir kimsenin, diğer mezheplerin hükümleriyle amel etmeleri, bütün mezheplerce caiz görülmüştür. Bu itibarla, Şafii Mezhebine mensup kimselerin de Hanefî mezhebi hükümlerine göre amel etmelerinde dinî bir sakınca yoktur. 

Vasiyyetinde, adına bedel gönderilecek kişiyi ismen veya vasfen belirleyen, yani “benim adıma fulan kimse veya şu nitelikte bir kimse haccettirilsin”, diyen kimsenin, ismen veya vasfen belirlediği kişilerden birinin, her hangi bir sebeple bedel gönderilmesi mümkün olmazsa, bir başka kimsenin bedel (vekil) olarak haccettirilmesi caizdir.
Fakat vasiyetinde, “adıma filan kişi veya şu nitelikte kişi haccettirilsin, başkası değil,” diye, ismen veya vasfen belirlediği kimselerden başkasının adına haccettirilmesini yasaklamış olan kimse adına, bir başka kimsenin bedel (vekil) gönderilmesi caiz görülmemiştir. 

Keyfiyetin Başkanlık Makamına mütalaaten arzına karar verildi.

***TERVİYE VE AREFE GÜNÜ


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim

Arefe, Kurban Bayramından bir önceki gün, hicrî takvime göre Zilhicce ayının 9. günüdür. Başka güne arefe denmez. Ülkemizde Ramazan Bayramının bir önceki gününe de arefe denmiştir.

Resulullahın (sav) bildirdiğine göre:
"Günlerin en faziletlisi arefe günüdür. Faziletçe cumaya benzer. O, cuma günü dışında yapılan yetmiş hacdan faziletlidir. Duaların en faziletlisi de arefe günü yapılan duadır. Benim ve benden önceki peygamberlerin söylediği en faziletli söz 
de: lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke leh lehü'l mülkü ve lehü'l hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr. (Allah'tan başka ilah yoktur, O tektir, O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur, hamd O'na aittir. O, her şeye kâdirdir.) sözüdür." [Muvatta, Kur'ân 32, (1, 214, 215); Tirmizî, Da'avât 133, (3579)]


Hazreti Aişe (ra) anlatıyor:

"Allah, hiçbir günde, arefe günündeki kadar bir kulu ateşten çok azat etmez. Allah mahlukata rahmetiyle yaklaşır ve onlarla meleklere karşı iftihar eder ve: 'Bunlar ne istiyorlar?' der."
 Müslim, Hac, 436.


Resulullah(sav): "Arefe gününe hürmet edin! Arefe, Allah'ın kıymet verdiği bir gündür." diyerek Allahu Teâlâ'nın kıymet verdiği günü hürmet ederek bilinçli bir şekilde yaşamaya gayret etmemizi istemiştir. Hürmet, verilen nimeti idrak etmekle ve verileni bilmekle, görebilmekle başlar. Arefe gününü günahlara girmeden oruçla, duayla, istiğfarla geçirmek kullarını arefe gününde bağışlayacağını müjdeleyen Allahu Teâlâ'ya hürmetin ve şükrün bir ifadesidir. (Deylemi)

Bu mübarek günde, doğudan, batıdan, güneyden, kuzeyden ve dünyanın en ücra köşelerinden gelen insanlar aynı yerde, bir arada, aynı ibadetleri yapıyorlar... Renkleri ayrı, dilleri ayrı, âdet ve ananeleri ayrı, memleketleri ve ırkları ayrı olan lakin bir mekânda toplanmışlar. Birbirlerinin konuştuklarını anlamıyorlar ama birbirlerine muhabbetle bakıyorlar. Zenginiyle, fakiriyle, güçlüsüyle, güçsüzüyle bütün hacılar aynı kıyafetler içinde, aynı mahrumiyetleri yaşayarak vazifelerini yapıyorlar.
Böylece makam, mevki, mal mülk ile böbürlenmeyi unutup, mahşer gününü hatırlıyorlar.
Hayaline bile insanın doyamadığı bu muhteşem manzarayı yaşamak ne kadar güzel... 


Âdem babamızdan beri bize kin güden, bizim yüzümüzden cennetten kovulduğu, lânetlendiği için, bizi en büyük düşman olarak gören şeytanlar zaman zaman bize birçok günah işletmişler ve sevinmişlerdir. Bütün bu günahların bir günde affedilmesi onları âdeta çılgına çevirir. En çok üzüldükleri gün de Arefe günü olur.

Arefe günü, Arafat’ta bulunma saadetine eren bir insanın, “Benim günahlarım çoktur, affolunmam zordur” demesi ve Rabbinin mağfiretinden ümit kesmesi büyük günahtır. Af olunacağına inanması gerekir.
Günahlarımız ne kadar çok olursa olsun, Rabbimizin rahmetinden daha çok olamaz. Yeter ki biz, tövbenin şartlarını yerine getirerek ona yalvaralım, O’ndan af dileyelim.

Arefe günü ayrıca Hazreti Âdem (as) ile Hazreti Havva'nın Arafat'ta buluştukları gündür.


Terviye, arefe gününden bir önceki güne denir. 


Terviye günü oruç tutmak tavsiye edilmiştir.


 Arefe günü oruç tutmak da çok sevaptır. 

Ebu Katade Radiyallâhu Anh anlatıyor:

Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
“Arefe günü tutulan orucun, geçen yılın ve gelecek yılın günahlarına keffaret olacağına Allah’ın rahmetinden ümidim var.”
(Tirmizî, Savm: 46; İbni Mâce, Sıyâm: 40; Müslim, Sıyâm: 196)

Yalnız Arefe günü oruç tutmak o sene hacca gitmeyenler içindir. Yani Arefe günü Arafat vakfesinde bulunmayanlar içindir. Bu husustaki hadis-i şerif şöyledir:

Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anh anlatıyor:
“Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem Arefe günü Arafat’ta oruç tutmayı yasakladı.”
(Ebu Dâvud, Savm: 63)

Hâris binti Ümmü’l-Fazl rivayet ediyor:
Arafat’ta Arefe günü insanlar Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellemin orucu hakkında ihtilafa düştüler. Bazısı, “O oruçludur” dedi, bazısı da, “Hayır, oruçlu değildir” dedi.

Resulullah Sallallâhu Aleyhi Vesellem Arafat’ta devesi üzerinde vakfede iken ona bir bardak süt gönderdim de onu içti.
(Müslim, Sıyam: 110-111)

1253. Ebû Katâde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e arefe günü tutulan orucun fazileti soruldu; o da:

"Geçmiş bir yılın ve gelecek bir yılın günahlarına kefâret olur" buyurdu.Müslim, Sıyâm 196, 197. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 54; Tirmizî, Savm 48; İbni Mâce, Sıyâm 40.

* (Fecr: 89/2)’deki on gün (Hac: 22/28)’deki belirli günler (Bakara: 2/197)’deki sayılı günler Kurban bayramı ve teşrik günleri olarak da yorumlanmıştır. Dolayısıyla bu günleri ibadetle ve oruçla geçiren kimseye geçmiş ve gelecek birer yıllık günahlarına kefaret olmaya yetecek kadar sevap ve rahmet verilir. 

Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 365.

Arefe günü özellikle Besmele ile 1000 İhlas  okumak büyük zatlar tarafından tavsiye edilmiştir. Hadis-i şeriflerde İhlas sûresini okumanın kul borcu hariç diğer günahların affedilmesine vesile olacağı söylenmiştir.


"Peygamber (sav) arefe akşamı ümmetinin affedilmesi için dua etti. Duasına, 'Muhakkak ki ben zalimden başkasını mağfiret ettim.' diye cevap verildi. 'Zalimden ise mazlumun hakkını alırım.' buyruldu. Resul-i Ekrem:
'Ey Rabbim, dilersen mazluma cennette mükafatını verir zalime de mağfiret edersin.' diye dua etti ise de Arafat'ta bu duasına Allahu Teâlâ'dan kabul gelmedi. Sabah vakti Müzdelife'de aynı duayı tekrarladı. Bu defa duası kabul edildi. Resulullah memnuniyetinden ve sevincini belli ederek güldü. Bunun üzerine Ebu Bekir ve Ömer (ra):
'Anam babam size feda olsun, bu saatte siz gülmezdiniz, sizi güldüren nedir?' diye sordu. Resulullah(sav):
'Allah'ın düşmanı iblîs, Allahu Teâlâ'nın duamı kabul ederek ümmetimi affettiğini anlayınca toprağı alıp başına çalmaya ve vay sana helak oldun diye feryada başladı. İşte şeytanın görmüş olduğum bu feryadı beni güldürdü, buyurdu."
(İbn Mace, Menasik, 56)


Arefe gününe saygılı olmalı, o gün hacılar Arafat'ta vakfe yapıp dua ederken manen onların yanında olduğumuzu hissederek dualarına iştirak edilmelidir. Böyle bir günde bizi günaha sokabilecek her şeyden uzak kalmak gerekmektedir.


 "Günümüzde arefe, bayramın bir önceki günü olduğu için dünyalık telaşların en yoğun olduğu bir gün olarak yaşanmaktadır. Oysa ki arefe insana verilen en kıymetli vakitlerden biridir. Bugünler ibadet ve affedilme günleridir. Hacıların Arafat'ta "Lebbeyk (Buyur Rabbim)" diyerek dil, ırk, ten ayırımı yapılmaksızın bir araya geldiği mahşer gününü hatırlatan, kulluğun Allahu Teâlâ'ya dualarla, telbiyelerle arz edildiği en kıymetli zaman dilimidir. Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:


"Duanın faziletlisi, arefe günü yapılanıdır." (Beyheki) 


Allahu Teâlâ bazı geceler duaların reddedilmeyeceğini Peygamber Efendimize (sav) bildirmiştir. Rahmet kapılarının açıldığı dört mübarek gece şunlardır:
1- Fıtr (Ramazan) Bayramı gecesi,
2- Kurban Bayramı gecesi,
3- Terviye gecesi (Zilhicce ayının 8. gecesi),
4- Arefe gecesi. 
(Isfehani)


Arefe gününü ve gecesini ibadetle geçirmek çok faziletlidir. Arefe gecesini ibadetle geçirenin cehennemden azat olacağını müjdeleyen rivayetler vardır.
Arefe günü günahlardan uzak kalanın da bağışlanacağı Resulullah (sav) tarafından müjdelenmiştir.
"Arefe günü Resulullahın (sav) yanında bulunan bir genç, kadınları düşünüyor ve onlara bakıyordu. Resulullah (sav) eliyle birkaç defa gencin yüzünü kadınlardan çevirdi. Genç yine onları düşünmeye başladı. Resulullah (sav):
- Kardeşimin oğlu, bugün öyle bir gündür ki, bugünde herkesin kulağına, gözüne ve diline sahip olursa günahları bağışlanır" buyurdu.(Müsned)


Arefe Günü Yapılması Tavsiye Edilenler:

1- Arefe gününün sabah namazının farzından sonra teşrik tekbirleri getirilmeye başlanmalıdır.

2- Arefe günü oruç tutulmalıdır.

3- Arefe gününe hürmet edilmeli, günaha girmemeye dikkat edilmelidir.

4- Arefe günü çok dua ve istiğfar edilmelidir.

5- "lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke leh lehü'l mülkü ve lehü'l hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr." zikri çokça okumalıdır.

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.



EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

***HAC:Yeniden doğuş


“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Hac...
Özel bir maksatla, özel bir mekâna, özel bir zamanda yapılan yolculuktur Hac... Ziyaret edilen yer, gerek iklim gerekse tabiat güzelliği bakımından başka bölgelere kıyasla çok da cazip değildir aslında. Mahşerî bir kalabalığın zorunlu olarak aynı zaman dilimleri içinde aynı yerlerde bulunmasının getirdiği izdiham da hesaba katıldığında, Hac seyahatinin başka herhangi bir yolculuğa kıyasla hayli meşakkatli olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Ne var ki, ne o haşr u neşri andıran kalabalığın izdihamı, ne dışarıdan gidenler için mevsimin alışılmadık sıcaklığı, ne yolculuğun sıkıntısı.. hiçbir şey bir gidenin bir daha, bir daha gitme arzusuyla yanıp tutuşmasına engel olamıyor! Daha doğrusu dışarıdan bakanlar için birer “sıkıntı” gibi görünen bütün durumlar, Haccı bütün anlam boyutlarıyla “yaşayanlar” için söze dökülmesi imkansız bir idrak ve duyuş olarak ruhlara yerleşiyor.

Lebbeyk’in hikmeti
Özellikle ibadetler söz konusu olduğunda, neyi niçin yaptığımızı belirlemek anlamında “illet” tesbiti yapmak mümkün değildir, ancak bu gerçek, ibadetlerin bize bakan yönünden yansıyan hikmet parıltılarını görmemize engel oluşturmuyor.

Mukaddes mekânlara yaklaşma heyecanı içimize düştüğü andan itibaren kulluğu, teslimiyeti ve itaati en üst seviyede kelimelere döken 
“Lebbeyk Allâhümme lebbeyk,lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk,innel hamde venni’mete leke vel mülk,lâ şerîke lek.” cümlesinin her tekrarlanışında dilden kalbe akan ve oradan bütün benliği saran rikkat (Kalb inceliği ve yumuşaklığı), başka herhangi ibadette böylesine sarsıcı ve kalıcı olmuyor.


“Bütün emirlerine gönülden bir boyun eğişle huzurundayım; Sen bütün varlığın yegâne yaratıcısı, sahibi, hakimi, ve Rabbi olarak ne buyurduysan şeksiz-şüphesiz, itirazsız, sızlanmasız kabul edip, teslim oldum. İşte bütün adanmışlığımla huzurundayım; emret Allahım... Hamd ancak Sanadır, başta ‘var edilmişlik’ nimeti olmak üzere, hayatımızın devamı için, Seni layıkı veçhile tesbih ve tenzih, Sana gereği gibi kulluk edebilmemiz için gerekli bütün maddi ve manevi nimetlerin kaynağı ancak Sensin. İçinde benim de bulunduğum bütün varlık Senindir. Hamdde, şükürde, taat ve kullukta, mülk ve varlıkta Senin hiçbir ortağın yok. Emret Allahım!” anlamına gelen bu "boyun eğiş"cümlesi, haccın aklî bir izahı bulunmayan birçok menasiki ile tam bir uyum göstermektedir.

Sadece hacı adaylarının değil, bütün bir tabiatın müştereken terennüm ettiği bu kulluk bildirisi, haccı diğer ibadetler yanında “özel” kılan bir diğer husustur. Efendimiz
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)şöyle buyurmuştur: “Hiçbir mü’min yoktur ki, telbiye getirsin de, yeryüzünün bir ucundan ötekine sağında ve solunda bulunan taş, ağaç, toprak da onunla birlikte telbiyede bulunmasın.” (Tirmizî, İbn Mâce)

Hac menasiki ve teslimiyet
Kâbe’nin etrafında niçin 7 kere dönüyoruz? Arafat Vakfesi dediğimiz “duruş”un anlamı nedir? Niçin bütün hacılar belli bir vakitte bir dağın üzerinde veya eteklerinde bulunmak ve orada belli bir süre geçirmek zorundadır? “Şeytan taşlama”nın rasyonel bir anlamı, aklî bir izahı var mıdır? Harem-i Şerif sınırları içinde avlanmanın, ağaç kesmenin, ot yolmanın… yasaklığının sebebi nedir?!


Hac ibadetini benzersiz yapan belki de tam burasıdır. İnsanı bu alemden alıp adeta Melekût Alemi’ne götüren bu iklimin her şeyi farklıdır. Hacının dünyayı soyunarak ihramı giyinmesi, dünya hayatını çağrıştıran her türlü renk, dil, cinsiyet… farklılığının, rütbe ve makamların, şöhret ve etiketlerin sıfırlanması ancak hac atmosferinin bütünlüğü içinde gerçeklik ifade ediyor. Yukarıda anlattığımız “Lebbeyk” manifestosu (Telbiye) ancak ihramlı bir kimsenin dilinde bu kadar sahici ve gerçek olabilir!

Haccın hem mukaddes mekânlarda, hem belli bir vakitte, hem de adeta bir ahiret provası tarzında eda edilmesi hep bu teslimiyeti vurgular gibidir. Bize bu dünyaya bağlanmamamız, geçici dünyayı kalıcı ahiretle birlikte yaşamamız gerektiğini ve dünyadayken yüzümüz ahirete dönük olarak yaşamamızı her vesileyle öğütleyen yüce dinimiz, bunu soyut bir kabul seviyesinde bırakmamış, hayatın içine sokmak suretiyle “gerçeklik” haline getirmiştir. İ’tikâf uygulaması bunun örneklerinden biridir. Dünyadayken dünyadan soyutlanmak, ruhu ve benliği bir süreliğine de olsa dünya taalluklarından arındırmak, bir “sünnet” olarak yaptığımız i’tikâf uygulamasının hikmet boyutunda yakalayabildiğimiz hususlardandır.

Ama dünyadayken dünyadan arınma halinin en üst seviyede gerçekliğe dönüştüğü süreç, hiç şüphe yok ki Hac ibadetinin yapıldığı zaman dilimidir. İnsanların “bir tarağın dişleri gibi” eşitlendiği, insanlar arasındaki her türlü arızî farkın ortadan kalktığı ve layıkı veçhile yerine getirildiği zaman insanı annesinden yeni doğmuşçasına tertemiz/günahsız yapan Hac ibadeti, bu yönüyle diğer ibadetlerin çok üstünde bir anlam ve öneme sahiptir.

Nitekim Efendimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’e “Hacı kimdir?” diye sorulduğunda, “Saçı başı toz toprak içinde olan, koku sürünmeyen kimsedir.” (Tirmizî, Ebu Davud) buyurması, Hac ibadetinin hakkını vermiş olmak için dünyayı ve onunla ilgili kaygıları Hac esnasında tamamen içimizden söküp atmak gerektiğini ifade etmektedir.

Kadim zamanlara uzanmak
Hac ibadetinin bizim için bir diğer önemi de, kutlu ve kadim zamanlara şahitlik etmiş mekânların bizi bürüyüp içine alan atmosferidir. Kâbe’nin ilk inşa edildiği zamanlardan, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail
(ikisine de selam olsun) döneminden, zamanın Efendimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve O’nun kutlu sahabesiyle şereflendiği Saadet Asrı’na, yeryüzünde adaletin şahitleri ve bekçileri olarak yaşadığımız uzun asırlardan günümüze gelene kadar neler yaşandı bu mekânlarda, neler!.. Hac bize, o zamanlarda olmasa bile o mekânlarda bulunma fırsatı verdiği için de ayrı bir önemi haizdir. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu noktaya dikkatlerimizi çekerek şöyle buyuruyor: “Hac menasikini ifa ettiğiniz yerlerde durunuz. Çünkü siz atanız İbrahim’in mirası üzeresiniz.” (Ebu Davud)

Hacca gitme fırsatını yakalayanların bu noktada bir ön hazırlık yapması oldukça önemlidir. Milletine mensup olma şerefine nail kılındığımız Hz. İbrahim 
(Aleyhisselam)’ın “tek başına bir ümmet olarak” yürüttüğü tebliğ faaliyeti, bu uğurda maruz kaldığı eziyetler… Oğlu Hz. İsmail (Aleyhisselam)’ın muhteşem teslimiyeti… Peygamberli zamanların son kıvrımında Alemlerin Efendisi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve O’nun güzide arkadaşlarının Mekke’de ayrı, Medine’de ayrı yaşadıkları… Bütün bunlar bize, insanlığın uzun yürüyüşünde aslında herhangi bir kesinti olmadığını, Tevhid ve adalet sancağının kadim zamanlardan bu yana elden ele taşınarak geldiğini anlatıyor. Yeryüzünde insanlar için inşa edilen ilk mabet olan (Âl-i İmran, 96) kutlu Kâbe bunun en canlı şahididir; Makam-ı İbrahim de öyle...

Kâbe: Bereket ve hidayet kaynağı
Rasyonel aklın bütün mekanizmalarını işlemez hale getiren bir noktadayız şimdi. Kâbe, tarihin bir döneminde Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail (ikisine de selam olsun) tarafından taş ve çamurdan inşa edilen dört köşe bir yapı mıdır sadece? O yapı ki tarih içinde birçok defa çeşitli sebeplerle tahrip olmuş, kimi zaman tamir görmüş, kimi zaman temellerine kadar sökülüp yeniden yapılmıştır.

O halde bu “yapı”nın özelliği nereden gelmektedir?

Şüphesiz ki zaman da mekân da Allah Tealâ’nın mahlukatındandır. Dolayısıyla (Ramazan ayı, Cuma günü, Kadir gecesi… gibi) bir kısım zamanlar ve (Mescid-i Haram, Mescid-i Nebî, Mescid-i Aksa, Ravza-i Mutahhara… gibi) bir kısım mekânlar, özellik ve değerini bizzat kendilerinden değil, taallukatlarından alırlar. “Şerefu’l-mekân bi’l-mekîn” (Mekânın üstünlüğü, orada bulunanın üstünlüğünden gelir) sözü buna yakın bir durumu ifade eder. Yani zaman da, mekân da, kendilerini değerli kılan Rabb-i Müteal’in veya O’nun değer verdiklerinin değer vermesi ile değerli olur. Bu sayede madde ile mananın, fizik ile fizik ötesinin, beşer alemi ile Melekût Alemi’nin kesişme noktaları olmak, bu zaman ve mekânların ortak özelliğidir. Kutlu bir zaman olarak Hac mevsimi ve kutlu bir mekân olarak Kâbe de böyledir.

Yüce Rabbimiz 
(Celle celaluhu) şöyle buyurur: “Şüphesiz alemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mabet), Mekke’deki (Kâbe)dir.” (Âl-i İmran, 96)

Acaba Kâbe’nin insanlar için bir “bereket ve hidayet kaynağı” olması ne demektir?

Yukarıda Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail (ikisine de selam olsun) tarafından inşa edildiğini söylediğimiz Kâbe, ilgili ayetlerin (Bakara, 125-127; Hac, 26) ifadesinden de anlaşıldığı gibi, onlardan daha önce mevcut idi. İşaret ettiğimiz ayetlerde geçtiğine göre, Yüce Rabbimiz 
(Celle celaluhu) Kâbe’nin yerini Hz. İbrahim (Aleyhisselam)’a göstermiş, o da temelleri üzerine Kâbe’yi inşa etmişti. Keza Âl-i İmran 96. ayette de Kâbe’nin, “yeryüzünde kurulmuş ilk mabet” olduğunun zikredildiğini biliyoruz.

Bu da gösteriyor ki Kâbe, insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir ve ilk yapıldığı günden bu yana hep hakkın, hakikatin, tevhidin ve hidayetin merkezi olmuştur. Rivayetlerden öğrendiğimize göre Kâbe yeryüzünün merkezi olarak, Melekût Alemi’ndeki Beyt-i Ma’mûr’un tam hizasında bulunmaktadır. (Musannef-i Abdürrezzâk, 5/28; Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, 11/417). Yine Efendimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in haber verdiğine göre orayı her gün yetmiş bin melek ziyaret etmekte ve bir giden grup bir daha gitmemecesine bu böyle devam etmektedir. (Buharî, Müslim, vd.). Melekût Alemi’nde meleklerin Beyt-i Ma’mûr merkezinde eda ettiği kulluğu, dünyada da müminler Kâbe’nin etrafında ifa etmektedir.

Buna bir de Mescid-i Haram’ın doğrudan Allah Tealâ tarafından “haram bölge” olarak ilan edilmiş olması gerçeğini de ilave ettiğimizde, Kâbe ve çevresinin aynı zamanda bir emniyet ve huzur mekânı olduğunu anlarız. Avının avlanamaması, ekininin koparılamaması da bu yüzdendir.

Oraya korkuyla giren emin olur; kederle giren ferahlık bulur, günahla giren arınmış olarak çıkar. Cahiliye Araplarının şirk bataklığında debelendiği en karanlık zamanlarda bile Kâbe huzur ve güvenin adresi olma özelliğini sürdürmüş, günlerini didişmekle geçiren cahiliye Arap kabileleri, Kâbe’ye sığınanlara dokunmaz, onun hürmetini ihlal etmekten çekinirlerdi. Kâbe’nin insanlar nezdindeki bu itibar ve hürmeti dolayısıyla Yemen hükümdarı Ebrehe, kendi memleketinde bir bina inşa etmiş ve insanları Kâbe’den vaz geçirip oraya sevk etmek için Kâbe’yi yıkmaya azmetmişti. Efendimiz 
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in dünyaya teşrif ettiği yıl meydana gelen bu olayda Ebrehe ve ordusu Fil Suresi’nde anlatılan feci akıbete uğramıştı.

 Hac ibadeti müminler için yeniden doğuş anlamına gelir. Bu, zayıf inancı imana, imanı da yakîne dönüştüren bir etkidir; haccın esrarından biri de müminde böyle bir dönüşümü gerçekleştirmesidir.

E.Sifil 


"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"


Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

***Haccın ruhu-Faruk Beşer


...Hac İslam'ın beş temel direğinden biridir ve müslüman bir mükellefe haccın farz olması oraya gidebilmenin yolunu ve imkânını bulmasına bağlıdır. Yani zengin olması şart değildir...

...Hac, kastetme, yönelme demektir. Ama dünyada kastedilecek en önemli şey Kâbe'yi ziyaret etmek olduğu içindir ki, hac orayı kastetmenin özel adı olmuştur...

...çoğu insan işin şekil şartlarına olması gerekenden fazla sarılıp, haccın asıl manevi boyutunu ihmal ediyor...


... asıl hac, dünyaya ait zaman ve mekândan çıkıp, öbür âlemin zamanını ve mekânını yaşama provasıdır. Haccın zamanın öbür âleme geçiş anı olduğu içindir ki, hacdaki bütün yorgunluklara rağmen kişi her seferinde yine oraya gidebilmenin özlemini yaşar. Elbette bunu prova olmaktan çıkarıp hakikate dönüştürebilecek maneviyata sahip pek çok hacı adayı ve görevlisi de vardır...

...Öncelikle her işin başı, sağlam bir niyettir.Bu sebeple hacca niçin gidiyorum sorusunun cevabı önemlidir. Allah bunu benden istiyor, onun emrini yerine getirmek, O'nun şiarı olan Kâbe'yi ziyaret etmek, böylece Allah ile olan ahdimi yenilemek, günahlarımdan arınmak ve artık o günahları işlememek üzere karar vermek için gidiyorum. Allah'ın elçisini de ziyaret edip selam vermek, onu görmüş gibi hissetmek, sünnetine artık bağlı kalacağıma söz vermek, bütün dünya müslümanları ile farklı ırklardan kardeşlerimle kucaklaşmak için gidiyorum… Eğer içimizde bu ve buna benzer duygular galipse haccın niyeti sağlam demektir. 'Ameller niyetlere göre değer kazanır'. Aynı işi yapan bir mümin sadece hac farzını üzerinden düşürmekle kalırken, bir başkası sırf bu sağlam niyeti sebebiyle bunun yanında dünyalar kadar sevap kazanabilir. Kul hakkı hariç, bütün günahlarını sildirmeyi başarır...

İkinci önemli husus, hacca helal imkânlarla gitmektir. Allah'a isyan anlamına gelen haramla, Allah'a ibadet ve itaat olmaz. Bunun için en iyi hac parası borç alınan paradır derler. Çünkü haram olmadığında şüphe olmayan tek para, vermek niyetiyle alınan borçtur. Onu öderken belki haramla ödemiş olabilirsiniz, ama borç olarak aldığınız paranın helal olduğu kesindir...

Yazının tamamı için:

****HACCA GITMEDEN EVVEL BU YAZIYI OKUYUN!


Bu üçüncü haccımda yeni bir şey keşfettim: Yapım gereği hırçın, çabuk kızan, çabuk etkilenen birisiyim. Önceki gelişlerimde beni itip kakanlar, ya da omuz vurup önüme geçmek isteyenlerle cedelleşmekten ibadete vakit bulamazdım. Bu defa kendime söz verdim, dedim ki, bu insanlar benim kardeşlerim. Bazılarının bilgileri eksik, kültürleri farklı olabilir. Buraya ilk defa gelenleri var. Arkadaşını kaybetme endişesiyle acele edip bana çarpanların olması normal. Muhal ama kasten kabalık yapanlar bile olabilir. Hiç birisine kızmayacak ve hiç birisine karşılık vermeyeceğim, önüme geçmek isteyene yol vereceğim.

Hamdolsun bunu şu ana kadar büyük ölçüde başardım.

Ne oldu biliyor musunuz? Allah bunu peşinen mükâfatlandırdı ve kardeşlerimi kendime tercih etme bende müthiş bir rahatlama ve haz oluşturdu. Meğer rahatlık veren bir şeyi rahatsızlığa dönüştüren bizmişiz.

Haccın bu yönüyle de bir eğitim vesilesi olduğunu anladım. Sadece bu değil, aynı zamanda bir temizlik eğitimi, bir nezaket eğitimi, bir kardeşlik eğitimi. Bir îsar uygulaması, yani kardeşini kendine tercih etme ahlakının kazanılması.

Diyanet"in çok verimli ve anlamlı irşat programı gereği yurt içinden ve yurt dışından gelen Türkiye hacılarına her gün iki konuşma yapıyoruz. Onlara bu minval üzere bir şeyler söylemeye, "îsar"ın bir Kur"an kavramı bir İslam ahlakı olduğunu anlatmaya çalışıyorum.

Ebu Talha örneğini veriyorum:

Allah Rasulü"nün hicret sonrası Medine"de hayata ilk geçirdiği uygulamalardan birisi muahât / kardeşleştirme olayıdır. Mekke"den gelen her ferdi, Medineli birisiyle kardeş yapıp onun yanına vermiş. Bu olay başlı başına anlatılması gereken bir mucizedir, ona döneceğim.

Medine"nin Kürtleri ve Türkleri diyebileceğimiz ve sürekli kavga eden Evs ve Hazreç kabilelerini de Allah"ın ipi Kur"an-ı Kerim ve iman etrafında birleştirip kardeş yapmış.

Yeni gelenlerden birisi bir akşam Allah Rasulü"ne müracaat ederek karnının aç olduğunu bildirmiş. Allah Rasulü, kardeşinizi misafir edip karnını doyuracak olanınız var mı, diye sormuş. Herkes birbirine bakarken Ebu Talha, ben alıp götüreyim demiş. Önceden de gidip karısına, bak hanım, bu Allah Rasulü"nün misafiridir, karnını doyurmalı ve misafir etmeliyiz diye tembihlemiş. Ama yemek bekleyen çocuklarına bile yetmeyecek bir çorbadan başka bir şeyleri de yokmuş.

Olsun demiş Ebu Talha. Sen çocukları uyut ve çorbayı misafirimize getir. Gelince de kazara olmuş gibi lambaya çarp ve söndür. Böylece misafirimiz benim yemediğimi farketmez, yemeğin hepsini o yer ve karnını doyurur…

Böyle yapmışlar ve ertesi sabah Allah Rasulü"nün yanına gelince işte o îsar ayeti gelivermiş. Fedakâr müminlerin vasıflarını sayarken Allah şöyle buyurmuş: "Onlar ki, açlıktan kıvranırken bile kardeşlerini kendilerine tercih ederler".

Kendine tercih etme, yani îsar. Hacı adaylarına bunu anlattım ve burada îsar ile tanışmadan ayrılmamalıyız dedim.

Bu gün Müslümanların en büyük problemlerinden biri ırkçılık olduğu için de Bilal ve Ebu Zer olayını hatırlattım. Ebu Zer, Ğifar kabilesinden asil bir Arap. İlk Müslümanlardan ve ilk hicret edenlerden, yani Kur"an-ı Kerim"in övdüğü müminlerden. Bilal ise Afrika kökenli siyah bir köle. Mekke"de Ebu Zer"den de önce Müslüman olmuş birisi. Hz. Ebubekir onu satın alıp azat etmiş.

İşte bu iki sahabi Medine"de bilmediğimiz bir sebeple bir tartışma yaşarlar. Ebu Zer ona, "hadi oradan, siyah kadının oğlu!" anlamında bir hakaret cümlesi kullanır. Elbette bu söz Bilal"i incitir, hemen Allah Rasulü"ne gidip şikâyette bulunur. Allah Rasulü o kadar kızar ki, boyun damarları kabarır. Ebu Zerr"i çağırır ve der ki: "Ebu Zer! Sen hâlâ cahiliyet kalıntısı mı taşıyorsun!".

Ebu Zer bu hatasını affettirmek için gidip Bilal"in kapısında yatar ve, Bilal! Der. Sen ayağınla başıma basıp geçmedikçe vallahi ben bu kapıdan kalkmayacağım. Araya girip meseleyi tatlıya bağlarlar.

Bunu da anlattım ve aman ha, burada olsun kimseyi kökeniyle hakir görmeyelim. İslam adına en büyük ahlaksızlıklardan birisi budur, dedim. Kökeniyle ilk övünen şeytandır. Beni ateşten yarattın Âdem"i topraktan, o gelip bana secde etsin demiş ve şeytan olarak kalmış. Âdem ise günahından tövbe edip peygamber olmuş.

Yazının tamamı için:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk_beser/mekke-futuhati-ve-%C3%AEsar-34557

Zekat ve kurban ibadetini karı-kocadan hangisi yerine getirir?


Servet (nisap miktarı mal) kimin ise zekat ve kurban da ona düşer. Kadının normal olarak takıp kullandığı zinete (takıya) zekat ve kurban gerekmez. Bunun dışında kalan tasarruf altını, para, ticari mal... nisap miktarına ulaşırsa zekat verilir. Kurbanın vacib olabilmesi için (2004 yılında) beş milyar civarında para veya bu değerde altın, ticaret malı olmalıdır.

Soru:

Evi olmayan, zekat nisap miktarı kadar, yani 85 gr altını olan (altın hanımın) ve borcu bulunmayan bir müslümana kurban vacip olur mu?

Cevap:

Kadının normal (örf ve adete göre takındığı, kullandığı) altınlar 85 gram da olsa buna zekat gerekmez ve kurban da vacib olmaz.

Bir kimse oturacak bir ev almak için para biriktirse, bu para nisap miktarını aşsa bile buna zekat düşmez.

Soru:

"Kadınların ziynet olarak taktığı altın bilezik için zekat ve kurban gerekmez" diyorsunuz. Bizim mehir olarak değil de sonradan yaptığımız ziynet için de aynı mıdır? Ya da bu takmak için olan ziynetin sınırı nedir? Kötü niyetli kişiler her aldığı zinet altınına "tasarruf amaçlı değil takmak için aldık" dese bileziklere gene de zekat düşmez mi?

Cevap:

Örf ve adete göre veya fiilen kullanmaya göre ne kadar takının zinet olduğu bellidir. Bu kadar zinet mehir de olsa, sonradan da alınsa hükmü aynıdır. Bu konularda başka ölçü yoktur. Allah'a (dinine) karşı hile yapacak bir kimse olursa onun bu hali, hiç zekat vermemekten daha kötüdür ve öncelikle onun üzerinde durmak gerekir.

http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00057.htm

Dişi Hayvanların Kurban Olarak Kesilmesi

Din İşleri Yüksek Kurulu Mütaalaları
Mutalaa Yılı: 2017 - Mutalaa No: 39
Konusu: Dişi Hayvanların Kurban Olarak Kesilmesi
   
Din İşleri Yüksek Kurulu, 22/11/2017 tarihinde Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Zeki SAYAR’ın Başkanlığında toplandı. İbadetler Komisyonu tarafından hazırlanan “Dişi Hayvanların Kurban Olarak Kesilmesi” adlı metin görüşüldü. 
Malî ve sosyal nitelikleri bir arada bulunduran kurban ibadeti, Yüce Allah’a karşı olan teslimiyeti ve kulluğu ifade etmektedir. Toplumda birlik, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu diri tutan bu ibadetin çerçevesi, Kur’an-ı Kerim’in yanı sıra Hz. Peygamber’in (s.a.s.) söz ve uygulamalarıyla belirlenmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kurban ibadeti hususunda doğrudan veya dolaylı olarak açıklama mahiyetinde birçok söz ve uygulaması olmuştur. Bu söz ve uygulamalara bakıldığında deve, sığır gibi büyükbaş hayvanlarla, koyun, keçi gibi küçükbaş hayvanların belirli şartları taşımaları durumunda, erkek olsun dişi olsun kurban olarak kesildikleri görülmektedir. Ancak İslam âlimleri bu söz ve uygulamalar ışığında kurbanlık hayvanın kesiminde dişi ve erkek cinslerinden hangisinin daha faziletli olduğu hususunda farklı görüşler ortaya koymuşlardır. 
Mâlikî ve Şafiî mezhebi âlimleri kurbanlık hayvanlarda genel olarak erkek cinsini dişi cinsine göre faziletli görmektedirler. Hanefî mezhebi âlimleri ise koyunda erkek; keçi, deve ve sığırda ise dişi cinslerinin daha faziletli olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak her iki görüş sahiplerinin gerekçelerine bakıldığında bunda, yaşadıkları zamanın şartları/ihtiyaçları, hayvanın etinin fazlalığı, lezzeti ve kalitesi ile ilgili değerlendirmelerin ve bölgesel alışkanlıkların etkili olduğu görülmektedir. Nitekim kurbanlıklarda dişi hayvanların kesilmesinin daha faziletli olduğunu ifade eden görüş sahipleri, etinin daha fazla ve kaliteli olacağı gerekçesiyle gerek koyun cinsinden gerekse keçi cinsinden olsun burulmuş olan erkek hayvanın dişisinden daha faziletli olacağını dile getirmişlerdir. Yine kurbanlık hayvanlarda genel olarak erkek cinsinin tercih edilmesini faziletli kabul eden görüş sahipleri, birtakım sebeplerle erkek hayvanın etinin kalitesi düştüğü takdirde, hiç doğum yapmamış dişi hayvanın kurban edilmesinin daha faziletli olacağını belirtmişlerdir (Bkz. Kâsânî, Bedâi, V, 80; Ramlî, Nihâye, VIII, 133; Desukî, Haşiyetü’d-Desukî, II,121; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, VI, 322; Vehbe Zuhayli, Mevsuatü’lFıkhi’l-İslami ve’l-Kadâya’l-Mu’âsıra, III, 613). 
Bütün bu görüşler delilleriyle birlikte değerlendirildiğinde bu meseleye genellikle içinde bulunulan şartlar, örf ve alışkanlıklar, etin çokluğu, lezzeti ve kalitesi bağlamında yaklaşıldığı, dolayısıyla konunun ictihadî bir mesele olduğu ortaya çıkmaktadır. Söz konusu bu görüşler, kurban ibadetinin özüyle ve onun değişmez esaslarıyla ilgili olmayıp, toplum menfaatini gözetme ve Yüce Allah’a en iyi hayvanı kurban etme hassasiyetinin bir sonucu olarak sâdır olmuştur. 
Günümüzde de benzer bir bakış açısıyla farklı görüşlerin ortaya konulması ve farklı tedbirlerin alınması tabiidir. Nitekim benzer tedbirlerin Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde de alındığı görülmektedir. İbn Abbas’ın naklettiğine göre bir dönem develerin azalması üzerine Hz. Peygamber sahabilere sığır kesmelerini emretmişti. (İbn Mâce, “Edâhî” 5.) Hz. Peygamber’in 
(s.a.s.) bu uygulaması, kurbanlık seçiminde, sosyo-ekonomik şartların, kurbanlık hayvanların sayısal ya da niteliksel olarak o andaki özel durumlarının dikkate alınması gerektiğini ve hayvancılık politikası açısından bazı tedbirlerin alınabileceğini göstermesi açısından önem arz etmektedir. 
Sonuç olarak, kurbanlık hayvanın erkek veya dişi olması, kurbanın geçerlilik şartları arasında yer almamaktadır. Hangisinin kesiminin daha faziletli olduğu hususu ise içinde bulunulan şartlar/ihtiyaçlar, etin çokluğu, lezzeti ve kalitesi bağlamındaki yerleşik örf çerçevesinde tartışılmıştır. Dolayısıyla günümüzde de toplumun menfaati dikkate alınarak hayvan neslinin korunması, dişi hayvanların kurban edilmesinden kaynaklanan maddi kaybın önlenmesi gibi maslahatlar da gözetilerek dişi hayvanların kurban edilmesinin kısıtlanmasında dini bir sakınca bulunmamaktadır. Bu itibarla dişi hayvanların kurban edilmesinin hayvan üretimine zarar vermesi halinde, kurban kesiminde erkek hayvanların tercih edilmesi dinen de uygun olur. 

Babamız Hz. İbrahim’in Sünneti Kurban ve Bunun Ahlâkı

Dersten Cümleler

• Zilhicce ayının iki önemli sözü: Hac ve Kurban
• “Biz Resulullah (sas) hayatta iken, kadınlar hakkında soru sormaktan ve konuşmakta korkardık.
• Sahabe neslinde çok büyük bir korku, merak ve heyecan vardı.
• Ümmü Eymen validemizin hatırası…
• Hicretin 2. yılına yürüyoruz, 2. yıl; Bedrin hemen öncesi, aylardan Şaban, Ramazan’a 15 gün var…
• “Allah sizin için o iki günü daha hayırlı iki günle, kurban ve ramazan bayramları ile değiştirmiştir.”
• “Bizim bayramımız namazla başlar…”
• “Her kim Şevval ayında altın gün oruç tutarsa, o senenin tamamını oruç tutmuş gibidir.”
• Zilkade ayı… Hz. Fatıma ile Hz. Ali’nin düğün hazırlıkları…
• “Allah indinde Zilhicce’nin ilk on gününde yapılan amellerden daha kıymetlisi yoktur. Bugünlerde tesbihi, tahmidi, tehlili ve tekbiri çok söyleyin!”
• “Günlerden hiçbiri yoktur ki onlarda yapılan bir iş Zilhicce’nin ilk on gününde yapılan işten daha faziletli ve yüce, Allah katında da daha sevimli olsun?”
• Hz. Hafsa annemiz diyor ki: “Resulullah’ (sas) tanıdığım günden itibaren dört şeyi terk etmediğine şahit oldum. Aşure günün orucu, Zilhicce’nin on günü orucu, her aydan üç gün oruc ve sabah namazının iki rekât sünneti.”
• “Bu on günün hayır ve bereketinden mahrum kalana yazıklar olsun.”
• Hz. Fatıma ile Hz. Ali’nin düğünü oluyor…
• Osman b. Maz’ûn’u, Baki Kabristanlığı’nda Darü’l-Beka’ya yolcu ediliyor.
• Zilhicce’nin 9. günü: Arefe Günü…
• “Arefe günü tutulan oruç, geçmiş bir senenin ve gelecek senenin günahlarına keffaret olur.”
• “Bugün ilk işimiz, bayram namazı kılmak, sonra dönüp kurban kesmektir. Kim böyle yaparsa sünnetimize uymuş olur.”
• “Âdemoğlu kurban günü, Allah katında kurban kesmekten daha sevimli bir amel işlemez. Kestiği o kurban, kıyamet günü boynuzları, kıllarıyla ve tırnaklarıyla sevap olarak sahibine getirilir. Kurban, henüz kanı yere düşmeden Allah tarafından kabul edilir. Bu sebeple kurban kesme konusunda gönlünüz hoş olsun, yani bu iş size zor gelmesin.”
• “Kim namazdan önce kestiyse o kurban değildir, gitsin bir daha kurban kessin.”
• Bera b. Azib’in dayısı olan Ebû Bürde b. Niyar’ın hatırası…
• En güzele kurban edilecek olan en güzel olacak…
• “Hayvanlara eziyet etmeyin, bıçaklarınızı iyice keskinleştirin ve onları hayvanlara göstermeyin, kesim işlemini hızlıca yapın ve onlara acı çektirmeyin!”
• “De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim.”
• “Allah’ım bu kurban sendendir ve Muhammed ile ümmeti tarafından senin rızan için sana sunulmuştur.”
• Serlevhamız: “Babamız İbrahim’in Sünneti ve Bunun Ahlakı”
• “Bu babanız İbrahim’in sünnetidir. Sünnetü ebiküm İbrahim!”
• “Her kıla karşılık bir sevap?”
• “Size kurban etlerini üç günden fazla yanınızda tutmamanızı emretmiştim, üç günden fazla tutulmasını yasaklamıştım. Fakat Allah şimdi size bolluk verdi ve sizleri hayırlara kavuşturdu. Dolayısı ile o etlerden artık istediğiniz kadar yiyebilir, sadaka olarak verebilir ve kendiniz için ileride yemek adına ayırabilir, saklayabilirsiniz.”
• Hanımları infaka teşvik etmesi ve onların tavırları…
• “Her ümmete kurban kesmeyi gerekli kıldık!” (Hac Sûresi, 34)
• “Ben iki kurbanlık babanın oğluyum!”
• Hz. İsmail’in kurban edilişi…
• Hz. Abdullah’ın kurban edilişi…
• Sorular…
• Çocuklar Kurban Kesimini İzlemeli mi? Kurban kesimine götürülmeli mi?
• Kurban kesmek yerine sadaka vermekle bu ibadet yerine getirilmiş olur mu?
• Daha ucuza alındığı için, başka ülkelerde kurban kestirmek doğru mudur, böyle bir kurban geçerli olur mu?


Muhammed Emin Yıldırım

Tamamını videodan izlemenizi tavsiye ederim:

Vekalet Yoluyla Kurban Kesimi

Din İşleri Yüksek Kurulu Mütaalaları
Mutalaa Yılı: 2009 - Mutalaa No: 106
Konusu: Vekalet Yoluyla Kurban Kesimi
   
Din İşleri Yüksek Kurulu, 28/10/2009 tarihinde Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hamza AKTAN’ın başkanlığında toplandı. 
Din Hizmetleri Dairesince ilgi yazı ekinde görüş bildirilmek üzere Kurulumuza gönderilen “Vekalet Yoluyla Kurban Kesimi” konusu görüşüldü. 
Bilindiği üzere ibadetler, bedeni, mali ve hem bedeni, hem mali olmak üzere üç kısma ayrılmaktadır. Namaz ve oruç gibi bedeni ibadetler, ancak mükellef tarafından yerine getirilebilir; vekalet yoluyla başkasına yaptırılamaz. 
Hac ve umre gibi hem bedeni hem mali ibadetlerde de asl olan, bunların bizzat mükellef tarafından yapılmasıdır. Ancak yükümlünün bu tür ibadetleri ifa etmekten aciz kalması durumunda, söz konusu ibadetleri vekâlet yoluyla yaptırması caizdir.  
Mali ibadetler ise, yükümlünün bizzat kendisinin yapmaktan aciz olup olmamasına bakılmaksızın vekalet yoluyla da yerine getirilebilir. 
Buna göre, mali bir ibadet olan ve sırf Allah rızası için yerine getirilmesi gereken kurbanı, kişinin bizzat kendisi kesebileceği gibi vekâlet yoluyla kestirmesi de mümkündür. 
Yapılan müzakereler sonucunda vekâletin dinen geçerli olabilmesi için; 
1. Vekilin, kurbanı müvekkil adına kesmesi veya kestirmesi gerektiği,
2. Vekaletin, bizzat ya da çeşitli iletişim araçlarıyla verilebileceği,
3. Vekilin, kâr amacı gütmemek kaydıyla, müvekkil adına kesilmek üzere kurbanlık satın alabileceği,
4. Kurban kesmek yerine bedelinin muhtaç kişilere ya da ilgili kurumlara verilmesi ile kurban ibadetinin yerine getirilmiş olmayacağı,
5. İbadet olması cihetiyle kesilen kurbanın amacına uygun olarak değerlendirilmesi gerektiği,
6. Kurbanda asıl olanın, kişinin bu ibadeti Allah rızası için yerine getirmesi olduğu, bu bakımdan vekaletle de olsa, kurban kesme uygulamasının amacından uzaklaştırılarak “yardım kampanyası” şekline dönüştürülmesinin uygun olmayacağı,
7. Kesilen hayvanın eti, derisi ve diğer herhangi bir cüzünün kesim ücreti olarak verilemeyeceği; ancak bakım, kesim, taşıma ve muhafaza masrafları gibi giderlerin müvekkilin parasından karşılanabileceği mütalaa olunmuştur. 

***Haccın esrarı- Faruk Beşer


...Hac aynı zamanda bir ahlak eğitimidir. Pintilik yapmamanın, cömert olmanın öneminin kat kat daha arttığı yerlerden birisi hac yolculuğudur. Bu sebeple eğer imkânı varsa hac yolcusunun harçlığını bol alması, muhtaçlara, yol arkadaşlarına hep ikramda bulunması ama israf sayılan harcamalardan kaçınması gerekir...


Yolculuklar ve özellikle de hac yolculuğu ahlaklı olabilmek için insanın nefsiyle ve şeytanı ile kıyasıya mücadele etmesi gereken zamanlardır.Güzel ahlak başkasına eziyet vermemek değil, arkadaşlarından ve komşularından gelecek eziyetlere tahammül edebilmektir...

...Gidenler bilirler, özellikle hac ve umre yolculuklarında sanki insanın arkadaşlarına sataşması için özel şeytanlar görevlendirilir. Belki bu sebeple Allah (cc) “Hacda çirkin sözler söyleme, sövüp sayma ve tartışma olmaz” buyurmuştur. Aslında bunlar hac dışında da olmaması gereken şeylerdir, ama özellikle hac için zikredilmesi anlamlıdır.

Hacda keyif ve konfor aramak hoş değildir. Resulüllah'ın ifadeleriyle 'hacı üstü başı dağınık, toz toprak içinde olan adamdır'...

... İnsan zengin olabilir ama orası ihramıyla dahi imaj arama yeri değil, tevazu eğitimi yeridir, aciz bir kul olduğunu gösterme yeridir.

Haccın farklı ibadetlerinin her birine ve bunların yapıldığı yerlere mensek (ç: manasik) denir. Bu kelimenin kök anlamındaki ağırlıklı mana ibadettir ama aslında temizleyip arındırma anlamı da vardır. Bu sebeple hacı adayının haccın her farklı mekânında/manasikinde orayla ilgili manaları düşünüp anlamaya çalışması, böylece onu dünyaya bağlayan duygulardan arınması beklenir.

Mesela Arafat, marifetten, bilgiden gelir, Allah'ı hakkıyla tanımayı temsil eder. Meş'ar-ı haram, Allah'a isyan anlamına gelebilecek şeylerin bilincinde olmayı ifade eder, şuur kelimesinden gelir. Şeytan taşlama, orada hazırolda bulunan bir varlığı taşlama demek değildir, insanın kendisini azdırıp saptıran her duygusunu, yani herkesin kendi şeytanını taşlamayı ve ondan kurtulmayı anlatır. Kurban, kişiyi Allah'tan uzaklaştıran her sevgiliyi O'nun uğrunda feda edip O'na yaklaşmanın adıdır. Tıpkı İbrahim'in İsmail'ini kurban etmek istemesi gibi, herkesin kendi İsmail'ini feda edebilmesi demektir. Mina, ümniyye ve arzu anlamındadır. Hac menasikini hakkıyla yapan birisinin artık umduklarına nail olabilmeyi umabileceğine işaret eder. Orada artık ihrama girmekle birlikte başlayan telbiyenin kesilmesi de bundan olmalıdır. Hacı o ana kadar Allah'ın emrine amade olup geldiğini ilan edilirken, sanki o andan itibaren artık bunun karşılığını beklediğini anlatır.

Kâbe Allah'ın birliğini ve sonsuzluğunu temsil eder. Tavaf eden ona bakarken cennette Allah'ı görmeyi umut ederek bakar. Günahları sebebiyle O'nun cemalini görememekten korkar ve kendini toparlar. Yedinci kat gökte, Kâbe'nin tam hizasındaki Beytülmamur etrafında tavaf eden melekler topluluğunu düşünür, onların derecesine yükselmenin umudunu yaşar.

Hacerulesved'i selamlama ya da öpme kulun Allah'la musafaha ediyormuş gibi O'na olan ahdini yenilemesidir...

Ve nihayet Medine-i Münevvere'yi, Nurlu şehri ve Resulüllah'ın mübarek kabirlerini ziyaret ederek Allah'ın bütün bu güzellikleri bize öğrettirdiği elçisine vefa borcunu ödemiş olmayı düşünür. Onun yolunda olduğu, bu yoldan ayrılmamayı, arkadaşlarının onu canları ve malları pahasına korudukları gibi, onun sünnetini koruyacağı bilincini tazeler, bunun sözünü vermiş olur. Allah'ın şu vaadini hatırlar: “Eğer onlar kendilerine zulmettiklerinde sana gelselerdi de Allah'tan mağfiret isteselerdi, Peygamber de onlar için mağfiret isteseydi, kesin Allah'ıTevvâb/tövbeleri çokça kabul eden, Rahîm/çok merhametli bulurlardı”. (Nisa 4/64). Kabri şerifi bu ümitle ziyaret eder ve artık kalan hayatında istikametten ayrılmamaya çalışır.

Yazının tamamı için:

***Bu bilgiler kurban için yeterli-Faruk Beşer


Kurban, Kuranıkerim’in işareti, hadisi şeriflerin beyanı ile müminlerden istenen bir ibadettir. Hicret’in ikinci yılında meşru kılınmıştır. Ebu Hanife kurbanı vacip diğerleri sünnet olarak görürler. Ebu Hanife’nin delilleri daha güçlüdür.

Kurbanın gayesi et değildir. Herkesin en sevdiği İsmail’ini Allah adına feda edebileceğini, böylece en çok Allah’ı sevdiğini fiilen gösterebilmesidir, takvadır, Allah’a yaklaşma niyetidir, şükürdür, İbrahim’le (sa) başlayan bir sünnetin ihyasıdır.

Hanefilere göre kurban temel ihtiyaçlarından fazla zekât nisabı değerinde her hangi bir malı olan her fert için vaciptir. Bu malın zekâtta olduğu gibi artma özelliği olması, ya da üzerinden yıl geçmiş olması gerekmez. Hanefiler dışındaki mezheplere göre bir eve bir kurban yeter.

Şeri ölçülerle yolcu sayılan bir insana kurban kesmek vacip değildir. Ancak keserse, ya da vekil tayin ettiği kişiye kestirirse güzel bir iş yapmış olur. Sevabı da daha eksik olmaz.

Kurban kesmesi gereken birisi kurban yerine sadaka verse kurban kesmiş olmaz. Bunların her biri farklı ibadetlerdir. Öyle olsaydı oruç yerine de sadaka vermek caiz olurdu. Güzel olan, herkesin kurbanını kendisinin kesmesidir, ama vekâletle kestirilmesi ve hayır kurumlarına bağışlanması da caizdir.

Büyükbaş hayvanlar, ne kadar az et veriyor olursa olsun, ona yedi kişi ortak olunabilir. Bu sebeple, ‘bu kurban beş kişiliktir, altı kişiliktir’ gibi ifadeler yanlıştır ve hesabın ete göre yapıldığını gösterir. Büyükbaş hayvanı bir kişi de, yedi kişi de kesebilir.

Kurban, bayramın birinci günü bayram namazı kılındıktan sonra, dördüncü günü akşamına kadar, geceler dâhil, kesilebilir. En evlası hemen bayram namazından sonra kesilmesidir...


...Kurban kesilecek küçükbaş hayvanların bir yaşında, sığırların iki yaşında olması gerekir. Altı ayı geçmiş bir küçükbaş sürüde annesi kadar gözüküyorsa ondan da kurban olur. Cumhur sığır cinsi için bunu caiz görmez, ancak zayıf bir görüşe göre bu vasıfla bir yaşını geçmiş olan büyük baş da kurban edilebilir.

Kurban kesilirken ihsan ile kesmek çok önemlidir. İhsan güzel bir işi Allah için en güzel şekliyle yapmaktır...

Kurbanı boğazlayanın boğazlarken, Besmele'den sonra ‘innî veccehtü’ ayeti ile başlayan duayı okuması sünnettir. Hayvanın boğazından en az üç kanalı kestikten sonra çabuk ölsün diye bıçağın ucuyla omuriliğini (can damarını) kesmek mekruhtur...


..Borçla taksitle kurban kesmekte bir sakınca yoktur. İnsanın başka mülkü olabilir ama o anda elinde para bulunmayabilir. Geciktirip faize düşmedikten sonra kredi kartıyla kurban almakta da bir sakınca yoktur. Yani meşru bir yolla kurbanlığın kendi mülküne geçmiş olması yeterlidir.

Ölüler için kurban kesilebilir. Resulüllah Efendimiz ümmeti için de kurban kesmişti. Resulüllah için de kesilebilir, onun için kurban kestiğini söyleyenler onun etini oturup kendileri yememelidirler, onun ümmetinin fakirlerine dağıtmalıdırlar. Şafiilere göre ise sadece ölen kimse bunu vasiyet etmişse caizdir, değilse caiz değildir.

Kurban Bayramı günlerinde adak kurban da kesilebilir. Ebu Hanife’ye göre, büyükbaş bir kurbana çok hoş olmasa da akika, adak, şükür kurbanı gibi başka bir ibadet kurbanla da ortak olunabilir. Ancak et almak maksadıyla ortak olunamaz. Çünkü ibadetler bölünemez. Şafiilere göre ise et amacıyla da ortak olunabilir.

Kurban etinden, müslim-gayrimüslim, akraba, zengin fakir herkes yiyebilir, ne kadar çok dağıtılırsa o kadar çok sevap alınır.

Kadın da becerebiliyorsa kurban boğazlayabilir. Önemli olan en ehil olanın boğazlamasıdır.

Hanefilere göre kurban kesecek kimse için Zilhicce’nin ilk on gününde tıraş olma ve tırnak kesme diye bir yasak yoktur.

Hacda olmayanlar için arefe günü oruç tutmak önemli bir sünnettir, hacılar için mekruhtur. Hacda olmayanın bayram gecesi eşiyle birlikte olmasında bir sakınca yoktur...

http://www.yenisafak.com/yazarlar/farukbeser/bu-bilgiler-kurban-icin-yeterli-2039812