- Gökadalar nedir?
- Burç: Kale, hisar, yüksek köşk manalarına gelir. Gök yüzünde özel bir şekilde toplanmış olan bir takımyıldız kümelerine de burç denilmiştir. Bunların en meşhur olanları on iki tanedir. Ancak Kur’an’da (Hicr, 15/16; Furkan, 25/61) “Burûcen” kelimesinin nekre / belirsiz şeklinde gelmesi, göklerde daha keşfedilmemiş bire çok yıldız kümelerinin olduğuna işaret edilmektedir.
- Kur’an’da bu kelime dört defa çoğul şeklinde geçmektedir. (Diğer ikisinin geçtiği yer; Nisa, 4/78; Buruc, 85/1). Buruc kelimesi, Nisa suresinde “Kale burcu”, diğerlerinde ise, “yıldız kümeleri” veya “Takımyıldızları” anlamında kullanılmıştır.
- Grek Astronomi geleneğinin İslam dünyasındaki etkisinin başladığı dönemlerden itibaren kaleme alınan eski tefsirlerin çoğunda buradaki burçlar genellikle “Ay'ın ve Güneş'in menzilleri” şeklinde açıklanmakta ve bilinen on iki burcun adları sıralanmaktadır. (Misal olarak bk. Kurtubî, 10/14; Şevkanî, 111/142). Ancak daha önceki yorumlarda buruc kelimesi kısaca “yıldızlar” diye açıklanmıştır.(Msl. bk. Taberî, 16/14; İbn Kesir, 4/446). Beğavi tefsirinde bu kelime “büyük yıldızlar” olarak ifade edilmiştir.
- Astronomi biliminin ortaya koyduğu yeni veriler dikkate alınarak kelimeyi “yıldız kümeleri” veya “Takımyıldızları” şeklinde karşılamak daha isabetli görünmektedir. (bk. Kur’an Yolu, Türkçe meal ve tefsiri, 3/342-343)
Konuyla ilgili olarak aşağıdaki açıklamaları da okumanızı tavsiye ederiz:
Gökadalar ve Burçlar
Kur'an-ı Kerîm'in, burçlardan ayrı varlığı olan gökadalar âlemine açıkça bir temasta bulunup bulunmadığını, bilemiyoruz. Her gök, şüphesiz ki çok sayıda gökadalardan meydana gelmiştir ve her gökada içinde de çok sayıda burç vardır. Dünyamızın içinde bulunduğu gökadaya "Samanyolu" denilmektedir. Bir gökadanın ise gezegen ve uydular hâriç yüz milyar yıldızdan oluştuğu tahmin edilmektedir ve kâinatta bu şekilde iki yüz milyar gökada olduğu sanılmaktadır.(1) Tabiatiyle bu sayılar her zaman değişikliğe uğramaya mahkûmdur. Her yıldızın bizim güneşimiz gibi çok sayıda gezegen ve kuyruklu yıldıza sahip olduğu ve gezegenlerin de ay gibi uydulara mâlik bulunduğu düşünülürse, bir gökada içindeki ecrâmın sayısını yüzlerce kere çoğaltmak gerekir. Bunlara küçük gezegenler, dev kayalar ve çeşitli ara nesneler de eklenirse bir gökada, insanı çıldırtacak bir büyüklüğe erişmiş olur. Oysa bir gökada, tek bir göğün sâdece küçük bir parçası gibidir. Bazen bir tek yıldız bile insanı şaşkına çevirecek büyüklüktedir. Bir gökadanın ve hele bir göğün büyüklüğü karşısında insan kendisi hakkında ne düşünür bilemeyiz. Fakat bunun cevabını şu âyette bulmak mümkündür. Göklerin defalarca gözlenmesi istenilen âyette:
"Sonuçta o göz yorgun olarak hor ve âciz bir şekilde sana dönüp gelecektir."(2)
denilerek, insanın o büyüklük, o denge ve o ihtişam karşısında kendine yönelirken hissedecekleri şey dile getirilir.
Biz yedi gökten her birinin nerede başlayıp nerede bittiğini ve bugüne kadar keşfedilen gökadaların hepsinin tek bir göğe mi âit olduklarını bilemiyoruz. Gökadalar, uzay boşluğunda bir ada veya bir kıta gibi durmaktadırlar ve onlar âit oldukları göğün bir nevi kıtalarını oluşturmaktadırlar. Bir gökada içerisinde muayyen yıldızlardan oluşan kümeler de burçları meydana getiriyorlar ki bunlara Kur'an'da temas edilmiştir. Bir göğün kıtası durumundaki gökadalar, tüm göğe nisbetle onun burçları gibidirler. Bu sebeple Kur'an'da "burûc" kelimesi, bizim bugün anladığımız burçların yanı sıra gökadaları da ifâde için kullanılmış olabilir. Çünkü her ikisi de yıldız topluluklarından oluşuyorlar. Şu kadar var ki biz, çıplak gözle ancak kendi gökadamız olan Samanyolu'nun bir kısmını görebiliyoruz.
Burç kelimesi, Kur'an'da dört ayrı yerde ve hepsinde de "burûc" şeklinde çoğul olarak geçmektedir. Bunlardan üçünde açıkça göklerdeki burçlardan söz edildiği halde, "Nerede olursanız olun, hatta yükseltilmiş burçlarda bile olsanız, ölüm gelip sizi yakalar."(3) anlamındaki âyette, burçlar ile yüksek kalelerin mi yoksa göklerdeki burçların mı kastedildiği açık değildir. Fakat burûc kelimesi diğer âyetlerde dâima göklerdeki burçlar olarak geçtiği için bu âyette de aynı burçların kastedilmiş olma ihtimali çok yüksektir.(4) Bu ihtimale göre insan güneş ailesinin çok ötelerinde olan burçlar âlemine gidip yerleşmiş olsa bile, orada da ölüm olayından kendini kurtarıp ebedîleşemeyecektir. Söz konusu âyette burçların bir yapı gibi yükseltilmiş (:müşeyyed) oldukları dile getirilmiştir. Burada burçlar yüksek yapı topluluklarına benzetilmiş olabilirler.
Kur'an'da "burûc" ismini alan sûrenin ilk âyetinde; "Andolsun burçları olan göğe" denilerek belli yıldız kümelenmelerine dikkat çekilmiştir. Diğer bir âyette de; gökte burçların ve orada yanan bir çerağ (:güneş)in ve aydınlatan ayın bulunduğu, anlatılmıştır.(5) Bu âyette; güneş ve ayın gökte mi yoksa burçlar içerisinde mi oldukları açıklık kazanmamaktadır. Eğer bizim güneşi belli devrelerde bir burç içindeymiş gibi görmemize itibar edilmişse o takdirde güneş ve ayın görünüşten başka burçlarla bir ilgisi olmayacaktır. Kur'an-ı Kerîm'de bizim güneşimizin burçlarla fizikî bir bağlantısı olduğundan hiç söz edilmemiştir. Burçlarla ilgili bir başka âyette ise; temaşa edenler için onların süslendikleri ve şeytanlara karşı da korundukları dile getirilmiştir.(6) Bundan burçlar düzeninin korunduğu ve tahkim edildiği anlaşılmaktadır. Bütün gökler düzeninin korunduğunu ifâde eden âyetlerin yanı sıra burada mevziî bir korumadan bahsedilmesi, burçların tahkim edilmiş yeryüzü kalelerine benzetilmiş olmalarından kaynaklanabilir.
Burçlardan müfessirlerin ne anladıklarına gelince onların çoğu; ölüme karşı koruyucu olamayan burçları, yeryüzünün kaleleri olarak görmüşlerdir. Diğer âyetlerde sözü edilen burçları ise bir kısım müfessirler doğrudan yıldız ve gezegenler olarak tefsir ederlerken, bazıları özellikle büyük ve parlak yıldızların bu adla anıldığım savunmuşlardır. Ünlü dil ve kıraat âlimlerinden Hamza (ö. 156 h/773 m) ve Kisâî (ö. 189 h/805 m) Furkan sûresi 61. âyette geçen ve çerağ anlamı ile güneşi ifâde eden "serâc kelimesini çoğul olarak "sürüc" şeklinde okuyup bunları yanıp parlayan büyük yıldızlar olarak manalandırmışlardır(7) Bu anlayışa göre burçlar içerisinde pek çok büyük güneşlerin varlığından söz edilebilecektir. İkrime (ö. 115 h/733 m) gibi bazıları da burçları gökyüzü sarayları olarak düşünmüşlerdir.(8) İlk müfessirlerden Ebû Ubeyde (ö. 210 h/825 m) Yahya b. Selâm (ö. 200h/815 m) ve Taberî gibi bazıları burçları; yıldızlardan oluşup da ay ve güneşin seyir esnasında uğradıkları menzilleri, olarak açıklamışlardır. Gezegen yörüngelerini de bu şekilde açıklayanlar olmuştur. Bunlar çok eskiden beri bilinen on iki burç ismi verirler(9) ki güneş bunlardan her birinde birer ay kalırken, ay her birinde 2. 1/3 gün olarak yirmi sekiz menzilde kalır ve iki gece de örtülü duruma geçer(10) Ebû's-Suûd, burçların; gezegenlerin uğrak yerleri olmaları dolayısıyla saraylara benzetildiklerini ve buralarda yıldızların da bulunduğunu yazar. Ayrıca o, buraların musibet ve felâketlerin çıktığı gök kapıları olduğuna ilişkin bir görüşe de yer verir.(11)
Burçlar aslında bize nisbetle var görünen şeylerdir ve gökte toplu olarak gördüğümüz her hangi bir yıldız kümesini ifâde ederler. Gerçekte ise toplu gibi görünen yıldızlar arasında çok büyük mesafeler vardır. Öteden beriye bu şekilde dünyamızdan görünen on iki burç tesbit edilmiştir ki Uzayın derinliklerine doğru gidildikçe değişen açılara göre, bu tür görünüşlerin sayısının da artması ve bazı noktalarda da azalması tabiidir. Bazıları, burçları, diğerlerinden farklı olarak, sâdece göğün güzelliği olarak yorumladılar.(12) Bu anlayışa göre uzayda gördüğümüz burçlar, güzel bir görüntüden başka bir şey olmayacaktır. Muhtemelen "Andolsun Biz gökte burçlar yapmış ve seyredenler için onları süslemişizdir." anlamındaki ayet(13) bu anlayışa kaynaklık yapmıştır.
Gerçekte varlık basitten mürekkebe ve mükemmelliğe doğru derecelenmiştir. Bir gezegen ve yıldızdan onun dahil olduğu bir topluluğa ve oradan da daha üst kümelere; burçlara, gökadalara ve nihayet göklere doğru varlık, tüm kâinatı kaplayacak biçimde derecelenir gider. Bir dereceden diğer bir dereceye yükseliş veya inişler istisnalar dışında mümkün olmalıdır. Her bir derece diğeri için bir basamak teşkil eder. Kur'an-ı Kerîm'de, bir sûreye de ismini veren "meâric: kelimesi çıkıp yükselme yerleri anlamına gelir ve bu sûrede, göklerin derinliklerine doğru gidildikçe zamanın da küçüleceği açıkça ifâde edilir. İnkarcıların Allah tarafından mutlaka cezalandırılacakları bildirilen ilgili âyetlerde ayrıca şunlar anlatılır:
" O (azap), çıkıp yükselme yerlerinin sahibi olan Allah'tandır. Melekler de Ruh da oraya bir günde çıkıp yükselirler ki mesafesi elli bin yıldır."(14)
Burç ve gökadaların bu derecelenme (me'âric) içerisinde yer alacakları şüphesizdir. Çeşitli yorumlar içerisinde özellikle Mücâhid (ö. 100 h/718 m)'in "meâric"i, gökyüzündeki dereceler olarak görmesi, konumuz açısından önem taşır.(15) Varlıklar arasında derecelenmeleri gösteren bir başka âyette ise; Allah'ın, derecelerin en üstünde bulunduğu veya âyete verilen diğer bir anlama göre ise O'nun, varlıklar arasında ve göklerde birbirinden üstün dereceler oluşturduğu dile getirilmekte ve bunun için şu tarzda bir ifâde kullanılmaktadır:
" Dereceleri yükselten (yahut derecelerin en yücesi) ve arşın da sahibi olan (Allah)''(16)
Aslen İran'ın Kum şehrinden olup zamanının riyaziye ve gök bilimlerine de vâkıf bulunan müfessir Neysabûrî (ö. 728 h/1328 m) bu âyetin; maddî varlığa sahip basit ve karmaşık yaratılmış varlıklara ilişkin derecelenmeleri ifâde edebileceği ihtimali üzerinde, durmaktadır.(17) Bu, şüphesiz bir zerre (:atom) den ve hatta Kur'an-ı Kerîm'in deyişiyle ondan da küçük nesnelerden(18) başlayarak içinde burçların ve gökadaların da bulunduğu âlemlere doğru giden bir derecelenmedir.
Burçların insan kaderi ve tabiatı üzerindeki etkilerine gelince, Kur'an'da böyle bir durumdan söz edilmez. Yıldızlardan ve burçlardan falcılık yoluyla hükümler çıkarmak ise Hz. Muhammed (a.s.m.) tarafından şiddetle reddedilmiştir.(19) Eğer güneş ailesindeki gezegen ve uyduların, bir kısım yıldız ve burçların insan tabiatı üzerinde bir takım etkileri varsa bunlar, falcılık usulleriyle değil ancak ilmî yollarla inceleme konusu yapılabilir. Kaderin ise ecrâm-ı semâviyye (:yıldız, gezegen ve diğer uydular) ye bağlı hiç bir yanı yoktur. Şüphesiz insan kendini kuşatan şartların ve içinde bulunduğu ortamın etkisi altındadır. Güneş ve ayın dünyamız üzerinde etkileri olduğu gibi, güneş ailesinin diğer üyelerinin de kısmen etkileri bulunabilir. Güneş ailesi üzerinde bu aileye yakın yıldız ve burçların bir etkisinin olup olmadığını ve eğer varsa bunların nelerden ibaret olduğunu tesbit ancak ilgili bilim dalına düşen bir iştir ve İslâmın reddettiği gayri ilmî yollardan olan falcılığın bu gibi, yüksek bilim ve fen gerektiren alanlarda hükümler koyması, bilimi saf dışı yapmak olur.
Hz. Peygamber'in yasaklamasından sonra Hz. Ömer de halifeliği sırasında, karada ve denizde yol bulma dışında yıldızlardan kehânet yoluyla hükümler çıkarıp geleceğe âit şeylerden söz edilmesini yasaklamıştır. Ömer (r.a) bu yasağına gerekçe olarak; halkın çoğunun bu kehânetlerin etkisi altında kalarak onlardan zarar göreceğini bu kehanetlerin ilmî bir tarafı bulunmadığını ve kader konusunda da onlardan bir fayda sağlanamayacağını, ileri sürüyordu.
Ünlü Fakihlerden Ferganalı Burhanuddin el-Merginânî (ö. 593 h/1196 m), ilm-i nucûmun dinde kötülenmeyip güzel bir ilim olduğunu ve bu bilimle çeşitli yolların kullanılarak hükümler çıkarılabileceğini, yazar. Ona göre bu yollardan biri;
"Ay ve Güneş hesab ile hareket ederler." (Rahman, 55/5)
âyetiyle ortaya konulmuştur ki bu da hesabi olarak sonuç elde etme yoludur. Meselâ namaz vakitleri ve kıble yönü bile bu yolla bulunur. Diğer bir yol da yıldızların hareketlerinden faydalanarak bir sonuca varma yoludur. Bu, bir hekimin, nabzına bakıp hastasının sağlıklı olup olmadığını anlamasına benzer. Dinde bu yolla bir sonuca varmak ve bir bilgi elde etmek meşru görülmüştür. Şu kadar var ki kişi bu yolla elde ettiklerini gaybı bilme olarak görmemeli ve olayların, Allah'ın takdirine göre oluşup ortaya çıktıklarını da inkâr edici olmamalıdır. İbn Şebbe (ö. 262 h.)'nin yazdığına göre Hz. Ömer göklerin; gece ve gündüz zamanlan ile ayın menzillerinin tesbiti ve yıldızlardan yol bulma gibi amelî faydalara yönelik olarak öğrenilmesini istemektedir.(20)
Burçlara Kur'an'da dört ayrı âyette yer verilişinin, mevsimlerin sayısıyla bağlantılı olma gibi bir hikmeti olabilir. Güneş, mevsimlere göre, belli burçların içindeymiş gibi görünür. Mevsim ve iklimlerin de insan üzerinde bir etkisinin olduğu açıktır. Bundan, burçların insan üzerinde etkileri olduğu hükmünü çıkarmak yanlış olur. Çünkü güneşin bir burçta görünmesi, aslında bir görüntü aldanmasından başka bir şey değildir. Her yıldız kümesi görüntüde bir burç oluşturur. Eğer biz, güneş ailesinin bütün üyelerini, uzak bir noktadan, bir arada görebilsek onları da bir burç gibi görürüz. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz kî burçlar ne bizim ruhumuz ne kaderimiz ve ne de bize hükmeden ilâhımızdır.
Dipnotlar:
(1) Bu tesbit kulaktan dolma bilgiye dayanmaktadır.
(2) Mülk, 67/4.
(3) Nisa, 4/78.
(4) Ayetin açıklaması hakkında ayrıca bk. Celal Yeniçeri, Uzay Ayetleri Tefsiri.
(5) Furkan, 25/61.
(6) Hıcr, 15/16-18.
(7) Hamza ve Kisâî için bk. Kurtubî, XIII/65.
(8) Kurtubî, XIX/283.
(9) Burç adları; hamel (koç), sevr (öküz), cevzâ' (koyun), Seretan (yengeç), esed (arslan), sünbiile (başak), mîzan (terazi), Akreb, kavs (yay), cedy (oğlak), delv (kova), hût (balık), bak. Kurtubî, XIX/283.
(10) Taberî, XIV/10-ll; İbn Kesîr, III/622; Kurtubî, XIX/283; Gezegen yörüngeleri için bak. Fİruzûbâdî, 11/234.
(11) EbusSuûd Efendi, Tefsir, IX/I35.
(12) Fîruzâbâdî, 11/234; Kurtubî, XIX/283.
(13) Hıcr, 15/16.
(14) Meâric, 70/3-4.
(15) Taberî, XXVIII/44; Kurtubî, XVIII/281.
(16) Gâfir, 40/15.
(17) Neysabûrî, XXIV/33.
(18) Yunus, 10/61; Sebe', 34/3; Zerre altı küçük nesneler de olabilir.
(19) Geniş bilgi ve kaynakar bk. Celal Yeniçeri, Uzay Ayetleri Tefsiri.
(20) Hz. Ömer ve el-Merginânî için bak. en-Nahlâvî, el-Diirerel-Mubâha, 287; İbn Şebbe, IIJ/798.
(Prof. Dr. Celal Yeniçeri, Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları: 122-126.)