29 Aralık 2018 Cumartesi
YASİN SÛRESİ 59.- 68. ayetlerin tefsiri
Mücrimlerin Göreceği Karşılık:
59- Ey suçlular! Bu gün siz şöyle ayrılın!
60- Ey Ademoğulları! Ben size ahd vermedim mi: "Şeytana tapmayın. O sizin için apaçık bir düşmandır.
61- Bana ibadet edin. Dosdoğru yol budur" diye?
62- "O, sizden birçok halkı saptırmıştı. O zaman niye akletmiyordunuz?"
63- İşte bu, tehdit edilegeldiğiniz cehennemdir.
64- Küfrünüzden dolayı girin oraya.
65- O gün ağızlarını mühürleriz. Ne yapmış idiyseler bize elleri söyler, ayakları da şahitlik eder.
66- Eğer dileseydik gözlerini silerdik de yola dökülürlerdi. Ama nasıl göreceklerdi?
67- Yine dileseydik, oldukları yerde suratlarını değiştirip, onları bambaşka çirkin bir mahiyete getirirdik de, ne ileri gitmeye, ne de geri dönüp gelmeye güçleri yeterdi.
68- Kime uzun ömür veriyorsak, onun yaratılışını baş aşağı çeviriyoruz. Akıllarını kullanmıyorlar mı?
Açıklaması:
Yüce Allah, kıyamet günü kâfirlerin, durdukları yer itibariyle müminlerden ayrılacağını haber veriyor ve şöyle buyuruyor:
"Ey suçlular, bu gün siz şöyle ayrılın!" Yani ahirette mücrim kâfirlere "müminlerden ayrılın ve başka bir yerde durun." denir. Nitekim Yüce Allah, başka bir ayette şöyle buyuruyor: "O gün onları hep bir araya toplarız. Sonra şirk koşanlara "Haydi siz ve koştuğunuz ortaklar, yerlerinize!" deriz. Artık onları birbirinden tamamen ayırmışızdır." (Yûnus, 10/28), "Kıyametin kopacağı gün, o gün müminlerle kâfirler birbirinden ayrılırlar." (Rûm, 30/14), "O gün bölük bölük ayrılacaklardır." (Rûm, 30/43). Yani o gün insanlar iki fırka halinde bölüneceklerdir.
Ya da bu ifadeden murat, mücrimlerin birbirinden ayrılması ve Yahudilerin, Hristiyanların, Mecusilerin, Sabiilerin, putlara tapanların, maddecilerin, mülhitlerin... birer fırka halinde diğerlerinden ayrılmasıdır.
Daha sonra Yüce Allah onların diğerlerinden ayrılmasının sebebini, küfürlerinden ötürü kendilerini azarlayıp paylar bir tarzda açıklıyor ve şöyle buyuruyor:
"Ey Ademoğulları! Ben size ahd vermedim mi: "Şeytana tapmayın. O sizin apaçık düşmanınızdır" Yani Ey Ademoğulları! Ben, bana asi olmanız ve emrime muhalefet etmeniz yolunda şeytanın size verdiği vesveselere uyarak şeytana itaat etmemenizi peygamberler vasıtasıyla emir ve tavsiye etmedim mi? Zira şeytanın size olan düşmanlığı aşikârdır. Onun size olan düşmanlığı babanız Adem (a.s.)'dan başlamıştı.
Yüce Allah, kendisinden başkasına ibadeti yasakladıktan sonra kendisine ibadet edilmesini emrederek şöyle buyuruyor:
"Bana ibadet edin. Dosdoğru yol budur" Yani beni birleyin ve size emrettiğim ve yasakladığım hususlarda bana itaat edin. Bu emir ve yasaklar dosdoğru ve sağlam yoldur, yani İslam dinidir.
Daha sonra Yüce Allah, şöyle buyurarak şeytanın, geçmiş nesilleri saptırma yolundaki çabalarını haber veriyor:
"O, sizden birçok halkı saptırmıştı. O zaman niye akletmiyordunuz?" Yani şeytan, birçok halkı azdırmış, kötülük işlemeyi onlara güzel göstermiş ve onları, Allah'a itaatten ve Onu birlemekden alıkoymuştu. Böyle olduğu halde şeytanın size olan düşmanlığını akledip, kendileri gibi azaba çarptırılmamak için geçmişlerin içine düştüğü dalâletlerden uzaklaşmayacak mısınız?
Ardından Yüce Allah, dalâlet içinde bulunanların sonunu, kendilerini azarlayıp paylayarak şöyle beyan buyuruyor:
"İşte bu, tehdit edilegeldiğiniz cehennemdir" Yani işte bu, size dünyada vaad edilen ve peygamberler vasıtasıyla sizi kendisinden sakındırdığım ateştir. Ama siz o peygamberleri yalanlamıştınız. O esnada cehennem de, onları dehşete düşürmek için kendilerine gösterilir.
"Küfrünüzden dolayı girin oraya." Dünyadayken Allah'ı inkâr etmeniz, cehennemi yalanlamanız, şeytana itaat etmeniz ve putlara tapmanız sebebiyle bugün oraya girin ve ateşini tadın.
Bu sözde, onların pişmanlıklarının şiddetine ve hasretlerine, üç açıdan işaret edilmektedir:
1- Yüce Allah'ın, "girin oraya" tarzındaki emri, tıpkı Firavun'a "Tat bakalım! Zira sen, kendince üstündün, şerefliydin" (Duhân, 44/49) kavl-i ilâhisinde olduğu gibi bir küçümseme ve ibret kılma ihtiva etmektedir.
2- "bugün" kavl-i ilâhisi azabın hazır olduğuna, onların lezzetlerinin geçip gittiği ve bugün ancak azabın kaldığına delâlet eden bir lafızdır.
3- "Küfrünüzden dolayı" kavl-i ilâhisi de, büyük bir nimeti inkârı, küfrân-ı nimeti haber veren bir ifadedir. Küfran-ı nimette bulunanların, o nimeti verenden utanması, en şiddetli elemlerdendir.
Daha sonra Yüce Allah onların, işlediği cürüm ile inkâr edemeyecekleri bir şekilde nasıl yüzyüze getirileceklerini açıklamakta ve şöyle buyurmaktadır:
"O gün ağızlarını mühürleriz. Ne yapmış idiyseler bize elleri söyler, ayakları da şahitlik eder" Yani bu dehşetli günde Allah, kâfirlerin ve münafıkların ağzını, konuşamayacakları şekilde mühürler ve işledikleri fiilleri azaların kendisinin söylemesini ister. Bunun üzerine onların elleri ve ayakları, işledikleri fiilleri söyler. Bu, onların, günah işlerken kendilerine yardımcı olan organlarının şimdi kendileri aleyhine birer şahit olacağını bilmeleri içindir.
Ellerin konuşma, ayakların da şahitlik etme mevkiine getirilmesinin sebebi, ekseri fiillerin, doğrudan ellerle tamamlanmasıdır. Nitekim Yüce Allah, "... ve kendi ellerinin ürünlerinden ..." (Yâ-Sîn, 36/35), "... kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" (Bakara, 2/195) buyurmaktadır. Bu son ayetteki "velâ tulkû bi eydîkum" kavl-i ilâhisi, "velâ tulkû bi enfusikum" anlamındadır. Bir amele şahit olanın, o ameli işleyenden başkası olması gerekir. Dolayısıyla -kendilerine fiil izafe etmenin zorluğu sebebiyle-ayaklar ve deriler, şahitler cümlesinden olarak takdir buyurulmuştur.
Müslim, Nesâi, ve İbni Ebî Hatim, Enes b. Mâlik (r.a.)'den şöyle rivayet etmişlerdir: Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: "Kul kıyamet günü şöyle diyecek: "Ben kendime, benim tarafımdan bir şahit getirilmesinden başka bir şeye razı değilim." Bunun üzerine Yüce Allah, "Bugün muhasebene kefil olarak nefsin, şahitler olarak da Kiramen Kâtibin melekleri kâfidir." buyuracak ve o kimsenin ağzına mühür vurulacak. Ardından da organlarına "Konuş" denecek, onlar da o kulun amellerini söyleyecekler. Sonra konuşma hususunda serbest bırakılacak ve uzuvlarına "Sizler uzak olun, ırak olun! Ben ancak sizin için mücadele ediyordum." diyecek."
Daha sonra Yüce Allah, gözlerini kör etme, suretlerini değiştirme ve kendilerini hareketsiz kılma gibi, kudretinin onlar üzerindeki bazı tezahürlerini açıklıyor ve şöyle buyuruyor:
"Eğer dileseydik gözlerini silerdik de yola dökülürlerdi. Ama nereden görecekler?" Yani eğer dilersek onların görmelerini gideririz veya onları kör ederiz. Böylece onlar doğru yolu görmez olurlar. Onlar bu durumda yürümek için alıştıkları ve bildikleri bir yola dökülseler yürümeye muktedir olamazlar. Yolu nasıl görsünler ki, görmeleri gitmiştir?
"Yine dileseydik, oldukları yerde suratlarını değiştirip, onları bambaşka çirkin bir mahiyete getirirdik de, ne ileri gitmeye, ne de geri dönüp gelmeye güçleri yeterdi." Yani dilesek, onlar mekânlarında ve bulundukları yerlerde kötülükler işlerken onların yaratılışlarını değiştirir, suretlerini maymun, domuz gibi daha çirkin başka suretlere çeviririz de, yürüyüp gitmeye de arkalarına dönmeye de muktedir olamaz, bir tek durumda kalakalırlar. Ne ileri ne de geri gidebilirler.
Akabinde onları, gençlik fırsatını kaçırmaktan sakındırmakta ve şöyle buyurmaktadır:
"Kime uzun ömür veriyorsak, onun yaratılışını baş aşağı çeviriyoruz. Akıllarını kullanmıyorlar mı?" Yani kimin ömrünü uzatırsak, kendisini kuvvetli halinden sonra zayıflığa, faal bir durumdan acze döndürürüz. Onlar, her yeni yaşa girdiklerinde zayıf düştüklerini ve amel işlemekten acizliğe doğru gittiklerini düşünüp idrak etmiyorlar mı? Biz onlara, doğru biçimde düşünüp akıl yürütmeleri ve araştırmaları için yeterli ömür fırsatı verdik. Artık ömürleri bundan daha fazla uzadığı takdirde uzun ömür onlara herhangi bir fayda vermeyecektir. Onlara bu şekilde bir fırsat verilmesi, mazeretlerini ortadan kaldırmaktadır. Zira iyice yaşlanınca düşünüp araştırmak için uygun bir fırsat bulamayacaklardır.
Bu ayet, "Allah sizi bir zaaftan yaratan, sonra diğer bir zaafın ardından kuvvet veren, sonra kuvvetin arkasından da zaafa ve ihtiyarlığa getirendir. O ne dilerse yaratır. O hakkıyla bilendir, kemâliyle kadirdir." (Rûm, 30/54) ayetine benzemektedir. [11]
[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 12/37-40.
28 Aralık 2018 Cuma
Taharetsiz Namaz Kabul Olmaz
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
4. BÖLÜM ABDEST
2. Taharetsiz Namaz Kabul Olmaz
135- Ebû Hureyre'nin radıyallahu anh rivayet ettiğine göre Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Abdestsiz olan kişi abdest almadıkça namazı kabul edilmez".
Bir adam Ebû Hureyre'ye radıyallahu anh: "Hades (abdestsizlik) nedir ey Ebû Hureyre?" diye sordu. Ebû Hureyre: "Sessiz veya sesli yel" diye cevap verdi.
Açıklama
Konu başlığında "taharet" ile kasdedilen abdest ve gusülden daha genel bir anlamdır.
Bu hadisteki "kabul"den kasıt, sahihlik ve yeterliliktir. Kabulün gerçek anlamı, ibadetin kişinin borcunu kaldıracak yeterlilikte yerine gelmiş olmasının sonucudur. Namazın şartlarını yerine getirmek, kabul sonucunu doğuran yeterliliği barındırdığı için buna mecazen kabul denilmiştir. "Kahine giden kişinin namazı kabul edilmez" hadisinde İse kabul sözcüğü gerçek anlamı ile kullanılmıştır. Çünkü bazen amel sahih olduğu halde, bir engel sebebiyle amel kabul edilmemiş olabilir. Bu sebeple bazı selef âlimleri şöyle demiştir: "Benim bir namazımın kabul edilmesi benim için bütün dünyadan daha sevimlidir". Bunu İbn Ömer söylemiştir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Allah yalnız muttakilerden kabul eder."[el-Maide,5/20]
Hadisten Çıkan Bazı Sonuçlar
Bu hadis, abdestsizlik kişinin kendi isteği ile olsa da zorunluluktan kaynaklansa da bu şekilde namazın batıl olduğunu gösterir.
Her namaz için abdest almak gerekli değildir. Çünkü namazın kabul edilmemesi, abdest alıncaya kadardır. Abdest aldıktan sonrası ise, öncesinden farklıdır. Bu da abdest aldıktan sonra namazın mutlak olarak kabul edilmesini gerektirir.Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
4. BÖLÜM ABDEST
2. Taharetsiz Namaz Kabul Olmaz
135- Ebû Hureyre'nin radıyallahu anh rivayet ettiğine göre Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
"Abdestsiz olan kişi abdest almadıkça namazı kabul edilmez".
Bir adam Ebû Hureyre'ye radıyallahu anh: "Hades (abdestsizlik) nedir ey Ebû Hureyre?" diye sordu. Ebû Hureyre: "Sessiz veya sesli yel" diye cevap verdi.
Açıklama
Konu başlığında "taharet" ile kasdedilen abdest ve gusülden daha genel bir anlamdır.
Bu hadisteki "kabul"den kasıt, sahihlik ve yeterliliktir. Kabulün gerçek anlamı, ibadetin kişinin borcunu kaldıracak yeterlilikte yerine gelmiş olmasının sonucudur. Namazın şartlarını yerine getirmek, kabul sonucunu doğuran yeterliliği barındırdığı için buna mecazen kabul denilmiştir. "Kahine giden kişinin namazı kabul edilmez" hadisinde İse kabul sözcüğü gerçek anlamı ile kullanılmıştır. Çünkü bazen amel sahih olduğu halde, bir engel sebebiyle amel kabul edilmemiş olabilir. Bu sebeple bazı selef âlimleri şöyle demiştir: "Benim bir namazımın kabul edilmesi benim için bütün dünyadan daha sevimlidir". Bunu İbn Ömer söylemiştir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Allah yalnız muttakilerden kabul eder."[el-Maide,5/20]
Hadisten Çıkan Bazı Sonuçlar
Bu hadis, abdestsizlik kişinin kendi isteği ile olsa da zorunluluktan kaynaklansa da bu şekilde namazın batıl olduğunu gösterir.
Her namaz için abdest almak gerekli değildir. Çünkü namazın kabul edilmemesi, abdest alıncaya kadardır. Abdest aldıktan sonrası ise, öncesinden farklıdır. Bu da abdest aldıktan sonra namazın mutlak olarak kabul edilmesini gerektirir.Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
27 Aralık 2018 Perşembe
Abdest Konusu İle İlgili Hüküm Ve Farklı Görüşler
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
4. BÖLÜM ABDEST
1. Abdest Konusu İle İlgili Hüküm Ve Farklı Görüşler
Yüce Allah şöyle buyurmuştur
"Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi, başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın.[El-Maide,5/6]
Ebû Abdullah (Buhârî) şöyle demiştir: Hz, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem abdestin farzının birer birer yıkamak olduğunu beyan etmiş, aynı zamanda İkişer defa ve üçer defa yıkayarak abdest almış, üçten fazla yıkamamıştır. İlim ehli abdestte israfa kaçmayı ve Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem yaptığının ötesine geçmeyi mekruh görmüşlerdir.
Açıklama
Bu bölüm, abdestin hükümleri, şartları, niteliği ve abdest öncesi yapılan şeyler ile ilgili konuları içermektedir.
Buhârî "Abdest Konusu ile İlgili Hüküm ve Farklı Görüşler" sözü ile selef âlimlerinin abdest âyeti konusundaki görüş farklılıklarına İşaret etmektedir. Çoğunluk bu âyeti "abdestsiz olarak namaz kılmaya kalktığınız zaman" şeklinde tefsir etmiştir. Diğer bazılarına göre İse bu emir herhangi bir hazif söz konusu olmaksızın genel kapsamlı olmakla birlikte, abdestsiz kimse hakkında farz, diğerleri hakkında ise menduptur.
Bazı âlimler "Namaz kılmaya kalktığınız zaman" İfadesinden abdestte niyetin farz olduğu sonucunu çıkarmışlardır.
Abdestte organları bir kere yıkamak farz, birden fazla yıkamak ise müstehaptır.
Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem nasıl abdest aldığını anlatan hadislerde abdest organlarını üçten fazla yıkadığına dair bir bilgi mevcut değildir. Aksine onun üçten fazla yıkayanları kınadığı sabittir. Ebû Dâvud ve diğer hadis imamlarının rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem organlarını üçer defa yıkayarak abdest almış ve şöyle demiştir: 'Kim bundan fazla veya eksik yaparsa kötülük ve haksızlık yapmış olur.[Ebû Dâvud,Taharet,51.(Çev.)] Bu hadisin senedi İyidir (delil olmaya elverişlidir).
Buhârî "Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem yaptığının ötesine geçmeyi kerih görmüşlerdir" sözü ile İbn Ebî Şeybe'nin yine İbn Mesud'dan rivayet ettiği "Üçten sonra bir şey yoktur" sözüne işaret etmektedir.
Ahmed İbn Hanbel, İshak ve ikisi dışında diğer âlimler üçten fazla yıkamanın caiz olmadığını söylemişlerdir. İbnü'l-Mübârek şöyle demiştir: "Bu kişinin günaha girmeyeceğinden emin değilim." İmam Şafiî ise şöyle demiştir: "Abdest alan kişinin organlarını üçten fazla yıkamasını hoş karşılamam. Ancak yıkama sırasında organlarının bazı bölümlerine su değmediğini biliyorsa bu durumda üçten fazla yıkaması istisna edilir, yalnızca su değmeyen yeri yıkar. Ancak abdesti bitirdikten sonra şüphelenirse yıkamaz. Ta ki onun durumu, yerilmiş olan vesveseciliğe dönüşmesin."
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
4. BÖLÜM ABDEST
1. Abdest Konusu İle İlgili Hüküm Ve Farklı Görüşler
Yüce Allah şöyle buyurmuştur
"Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi, başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın.[El-Maide,5/6]
Ebû Abdullah (Buhârî) şöyle demiştir: Hz, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem abdestin farzının birer birer yıkamak olduğunu beyan etmiş, aynı zamanda İkişer defa ve üçer defa yıkayarak abdest almış, üçten fazla yıkamamıştır. İlim ehli abdestte israfa kaçmayı ve Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem yaptığının ötesine geçmeyi mekruh görmüşlerdir.
Açıklama
Bu bölüm, abdestin hükümleri, şartları, niteliği ve abdest öncesi yapılan şeyler ile ilgili konuları içermektedir.
Buhârî "Abdest Konusu ile İlgili Hüküm ve Farklı Görüşler" sözü ile selef âlimlerinin abdest âyeti konusundaki görüş farklılıklarına İşaret etmektedir. Çoğunluk bu âyeti "abdestsiz olarak namaz kılmaya kalktığınız zaman" şeklinde tefsir etmiştir. Diğer bazılarına göre İse bu emir herhangi bir hazif söz konusu olmaksızın genel kapsamlı olmakla birlikte, abdestsiz kimse hakkında farz, diğerleri hakkında ise menduptur.
Bazı âlimler "Namaz kılmaya kalktığınız zaman" İfadesinden abdestte niyetin farz olduğu sonucunu çıkarmışlardır.
Abdestte organları bir kere yıkamak farz, birden fazla yıkamak ise müstehaptır.
Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem nasıl abdest aldığını anlatan hadislerde abdest organlarını üçten fazla yıkadığına dair bir bilgi mevcut değildir. Aksine onun üçten fazla yıkayanları kınadığı sabittir. Ebû Dâvud ve diğer hadis imamlarının rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem organlarını üçer defa yıkayarak abdest almış ve şöyle demiştir: 'Kim bundan fazla veya eksik yaparsa kötülük ve haksızlık yapmış olur.[Ebû Dâvud,Taharet,51.(Çev.)] Bu hadisin senedi İyidir (delil olmaya elverişlidir).
Buhârî "Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem yaptığının ötesine geçmeyi kerih görmüşlerdir" sözü ile İbn Ebî Şeybe'nin yine İbn Mesud'dan rivayet ettiği "Üçten sonra bir şey yoktur" sözüne işaret etmektedir.
Ahmed İbn Hanbel, İshak ve ikisi dışında diğer âlimler üçten fazla yıkamanın caiz olmadığını söylemişlerdir. İbnü'l-Mübârek şöyle demiştir: "Bu kişinin günaha girmeyeceğinden emin değilim." İmam Şafiî ise şöyle demiştir: "Abdest alan kişinin organlarını üçten fazla yıkamasını hoş karşılamam. Ancak yıkama sırasında organlarının bazı bölümlerine su değmediğini biliyorsa bu durumda üçten fazla yıkaması istisna edilir, yalnızca su değmeyen yeri yıkar. Ancak abdesti bitirdikten sonra şüphelenirse yıkamaz. Ta ki onun durumu, yerilmiş olan vesveseciliğe dönüşmesin."
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
26 Aralık 2018 Çarşamba
YASİN SÛRESİ 55.- 58. ayetlerin tefsiri
İyilerin Göreceği Karşılık:
55- O gün cennet ehli, bir iş içinde eğlenirler.
56- Kendileri de eşleri de gölgelerde tahtlar üzerine kurulup yaslanmış-
57- Orada taze meyveler onların, arzu edecekleri her şey onlarındır.
58- Çok esirgeyici Rablerinden bir de selâm vardır.
Açıklaması:
Yüce Allah, cennet ehlinin durumunu haber vermekte ve şöyle buyurmaktadır:
"O gün cennet ehli, bir iş içinde eğlenirler." Yani salih müminler kıyamet günü cennet bahçelerine girdikleri zaman, faydalandıkları ve zevk aldıkları lezzetler, nimetler ve elde ettikleri büyük kazanç ile -başkalarını görmeyecek şekilde- meşguliyet içinde olurlar. Bu nimetleri ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de bunların mahiyeti beşer aklına gelmiştir.
Bu durumda onlar, cehennem ehlinin çektiği azaba dikkatlerini veremeyecek bir meşguliyet içindedirler. Onlar, faydalandıkları, zevk aldıkları ve hoşlandıkları nimetler içindedirler.
Onlar sadece bu nimetlerden faydalanmakla kalmazlar, aynı zamanda eşleriyle bir ünsiyet ve mutluluk içindedirler. Zira Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Kendileri de eşleri de gölgelerde tahtlar üzerine kurulup yaslanmışlardır. " Yani onlar ve eşleri cennette ağaçların güneş almayan gölgelerindedirler. Çünkü orada insanı rahatsız edecek şekilde güneş sıcaklığı yoktur. Onlar orada kendilerini gölgeleyen ve örten çadır ve zifaf odalarında tahtları üzerinde mutluluk içindedirler.
Buradaki faydalanma, ruhî değil maddîdir. Zira Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Orada taze meyveler onların, arzu edecekleri her şey onlarındır." Yani kendilerine bütün cinsleriyle meyveler sunulmuştur ve bundan başka istedikleri ve iştahlarının çektiği her şey onlarındır. İstedikleri zaman her türlü lezzeti hazır bulurlar.
Bu ayette "Orada taze meyveler onlarındır." buyurulduğu halde "bu meyvaları yerler" denmemiştir. Bu, onların diledikleri zaman diledikleri şeye sahip olma güç ve kudretinde olacaklarına işarettir.
Onların orada buldukları nimetin en değerlisi ve üstünü ise Allah'ın onlara selâmıdır. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Çok esirgeyici Rablerinden bir de selâm vardır" Yani onların temenni ettiği şey, Allah'ın onlara selâmı, yani kendilerini çirkin görülen her türlü şeyden emin kılmasıdır ki onlara "Selâm sizin üzerinize olsun ey cennet ehli." buyurur. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kendisine kavuştukları gün müminlere yapılacak dirlik temennileri "selâm" demek olacaktır." (Ahzâb, 33/44). Bu selâm, "Melekler de her kapıdan yanlarına varırlar. "Sabretmenize karşılık selâm size. Dünyanın en güzel sonucudur bu." derler." (Ra'd, 13/23-24) ayetinde belirtildiği gibi, melekler vasıtasıyla da olabilir. Şu halde anlam şöyle olur: Allah onlara, kendilerini yücelttiğinin bir işareti olarak melekler vasıtasıyla veya vasıtasız olarak selâm eder. Bu, onların temenni ettiği şeydir. [10]
25 Aralık 2018 Salı
YASİN SÛRESİ 48.- 54. ayetlerin tefsiri
Kafirlerin, Öldükten Sonra Dirilme Gününü İnkârı Ve Bu Günün Şüphesiz Bir Gerçek Olduğunun Açıklaması:
48- "Eğer doğru söylüyorsanız bu vaat ne zaman gerçekleşecek?" derler.
49- Onlar sadece korkunç bir sesten başkasını gözetmezler. O, çekişip dururlarken kendilerini ansızın yakalar.
50- İşte o zaman onlar bir vasiyette bile bulunamazlar. Hatta o vakit ailelerine dahi dönecek halde değildirler.
51- Sûr'a üfürüldü. İşte onlar kabirlerinden kalkıp Rabblerine koşuyorlar.
52- O zaman şöyle dediler: "Vah bize. Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? İşte Rahman'ın vaad ettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş."
53- Sadece bir tek sayha olur. Hemen onların hepsi huzurumuza getirilirler.
54- O gün hiç kimseye bir haksızlık yapılmaz. Siz de yaptığınızdan başkasıyla mukabele görmezsiniz.
Açıklaması:
Yüce Allah kâfirlerin, şöyle diyerek kıyametin kopmasını uzak gördüklerini haber vermektedir:
"Eğer doğru söylüyorsanız bu vaat ne zaman gerçekleşecek?" derler." Yani müşrikler, müminlerle alay ederek kibirli bir tarzda öldükten sonra dirilmenin hemen olmasını ister ve şöyle derler: "Eğer söylediğiniz ve vaad ettiğiniz şeyde doğru söylüyorsanız bize olacağını vaad ettiğiniz ve bizi kendisiyle tehdit ettiğiniz bu dirilmenin ne zaman olacağını söyleyin."
Müşriklerin bu hitabı, onları Allah'a ve ahiret gününe iman etmeye çağıran Hz. Peygamber (s.a.)'e ve müminleredir.
"Onlar sadece korkunç bir sesten başkasını gözetmezler. O, çekişip dururlarken kendilerini ansızın yakalar." Yani azap ve kıyamet için sadece Sûra bir kere üfürülmesini beklerler. Bu, yeryüzündeki bütün insanların kendisiyle hemen öleceği ürperten bir sestir. Onlar o anda aralarındaki alış veriş vb. dünya işlerinde çekişmektedirler. Yani onlar, günlük muameleler, konuşmalar, yeme içme vs. dünya işleriyle meşguldürler. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz de onları, hiç farkında olmadıkları bir sırada ansızın yakaladık" (A'râf, 7/95), "Onlar ille o saatin, hiç farkında olmadıkları bir sırada başlarına gelmesini mi bekliyorlar?" (Zuhruf, 43/66).
Buradaki "korkunç ses", İkrime'nin de dediği gibi Sûr'a ilk üfürülüştür. Bu görüşü İbni Cerir'in İbni Ömer (r.a.)'den aktardığı şu rivayet de teyit etmektedir: "Sûra, insanlar yollarda, sokaklarda ve meclislerinde iken üfürülecektir. Hatta iki kişi, bir elbise alım satımı konusunda aralarında pazarlık yapacak olsa, daha birisinin onu elinden bırakmasına fırsat kalmadan Sûra üfürülür ve o kişi helak olur. İşte bu ses, hakkında Yüce Allah'ın, "Onlar sadece korkunç bir sesten başkasını gözetmezler. O, çekişip dururlarken kendilerini ansızın yakalar" buyurduğu sestir.
Buhari ve Müslim, Ebû Hureyre; (r.a)'den şöyle rivayet etmişlerdir: "Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Kıyamet mutlaka kopacaktır. Öyle bir halde, alım satım için satıcı ile müşteri aralarında kumaşlarını yaymış olacaklar da ne alım satım yapabilecekler, ne de kumaşlarını dürebilecekler. Kıyamet mutlaka kopacaktır. Öyle ki kişi, su havuzunu sıvayıp[8] tamir edecek, fakat havuzun suyunu kullanması nasip olmayacaktır. Kıyamet mutlaka kopacaktır. Öyle bir çabuklukta ki kişi, sağımlı devesinin sütünü sağıp getirdiği halde onu içemeyecektir. Kıyamet mutlaka kopacaktır. Öyle ansızın kopacaktır ki kişi, yemek yerken lokmasını ağzına kaldıracak, ancak onu yemesine fırsat kalmayacaktır."
Daha sonra Yüce Allah, umumi ölümün veya sayhanın süratini açıklamakta ve şöyle buyurmaktadır:
"İşte o zaman bunlar bir vasiyette bile bulunamazlar. Hatta o vakit ailelerine dahi dönecek halde değildirler." Yani onlardan bir kısmı diğerine, sahip olduğu mülkü ve borçlarını vasiyet edemeyecek. Aksine onlar sokaklarında ve bulundukları yerlerde ölecekler, çıktıkları evlerine dönme imkânı bulamayacaklar.
Daha sonra Yüce Allah, Sûr'a ikinci kez üfürüleceğini haber vermektedir ki bu üfürüş, öldükten sonra dirilme ve kabirlerden kalkma üfürüşüdür:
"Sûr'a üfürüldü. İşte onlar kabirlerinden kalkıp Rabb'lerine koşuyorlar" Yani öldükten sonra dirilme ve kabirlerden kalkma için Sûr'a ikinci kez üfürüldü. O anda bütün mahlukât, kabirlerinden kalkıp, hesap ve amellerinin karşılığı için Rabb'lerine kavuşmak üzere süratle yürüyorlar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O gün onlar, sanki dikili birşeye koşar gibi kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar." (Me'âric, 70/43).
Daha sonra Yüce Allah, dirilme hadisesinin akabinde onların yaşayacakları korku ve ürpertiyi zikretmekte ve şöyle buyurmaktadır:
"O zaman şöyle dediler:" Vah bize. Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı ?" Yani o diriltilenler şöyle dediler: Helak olduk! Bizi, öldükten sonra kabirlerimizden dirilten kimdir? O kabirler onların, dünya hayatında iken diriltilip içinden çıkarılacaklarına inanmadıkları yerlerdir. Onlar, o ürperti verici sahneleri ve başlarına gelen korkunç hali müşahede ettikleri zaman, kabirlerinde uyumakta olduklarını zannettiler.
Bu, onların kabirlerinde çekecekleri azabı ortadan kaldırmaz. Çünkü dirildikleri zaman yaşayacakları ahvale nispetle kabir azabı onlara uyku gibi gelecektir.
"İşte Rahmanın vadettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş" Yani işte bu, Allah'ın vadettiği ve gönderilen peygamberlerin, yaşanacağını haber verdikleri şeydir.
İnkarcılar artık kendilerine gelmiş, ölümden diriltildiklerini itiraf ve tasdikin fayda vermeyeceği o gün peygamberlerin doğruluğunu ikrar etmişlerdir. Yukarıdaki söz, kâfirlerin söyleyeceği sözdür. Bu, Abdurrahman b. Zeyd'in görüşüdür. Şevkânî ve daha başkalarının tercih ettiği görüş de budur.
İbni Cerir ve İbni Kesir ise bu cümlenin, Yüce Allah'ın şu kavlinde olduğu gibi meleklerin veya müminlerin cevabı olduğu görüşünü tercih etmişlerdir: "Vah bize! Bu, ceza günüdür" dediler. Bu, yalanlamakta olduğunuz hüküm günüdür." (Sâffât, 37/20-21).
Daha sonra Yüce Allah, dirilme işleminin süratini açıklamakta ve şöyle buyurmaktadır:
"Sadece bir tek sayha olur. Hemen onların hepsi huzurumuza getirilirler" Yani Sûr'a üfürüş, bir tek sayhadan başka birşey değildir. O zaman onlar diri olarak hesap vermek ve amellerinin karşılığını görmek için süratle huzurumuza toplanırlar. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Fakat o, ancak bir tek haykırıştır. Ki o zaman onlar hemen diri olarak toprağın yüzündedirler." (Nazi'ât, 79/13-14), "Kıyamet hadisesi de ancak göz kırpma gibidir. Yahut o, daha yakındır." (Nahl, 16/77).
Bundan sonra da, yapılacak olan adil yargılamadan bahdedilmekte ve şöyle buyurulmaktadır:
"O gün hiç kimseye bir haksızlık yapılmaz. Siz de yaptığınızdan başkasıyla mukabele görmezsiniz" Yani kıyamet gününde, ne kadar az olursa olsun hiç kimsenin ameli eksiltilmeyecektir ve siz, işlediğiniz hayır ve şerrin karşılığından başka birşey almayacaksınız. [9]
[9] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 12/28-30.
24 Aralık 2018 Pazartesi
Bir Kimsenin İlmi Yalnız (Onu Anlayabilecek) Bazı Kimselere Öğretmesi, Anlayamamaları Korkusuyla Başkalarına Öğretmemesi
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
49. Bir Kimsenin İlmi Yalnız (Onu Anlayabilecek) Bazı Kimselere Öğretmesi, Anlayamamaları Korkusuyla Başkalarına Öğretmemesi
Hz. Ali radıyallahu anh şöyle demiştir: "İnsanlara onların anlayabilecekleri şekilde konuşun. Allah ve Resûlü'nün Sallallahü Aleyhi ve Sellem yalanlanmasını hiç ister misiniz?"
127- Ubeydullah İbn Musa, Mâ'ruf İbn Harbuz'dan, o Ebû Tufeyl'den o da Hz. Ali'den radıyallahu anh bunu (yukarıdaki sözü) rivayet etmiştir.
Açıklama
Bu hadis, müteşabihleri toplum huzurunda zikretmenin uygun olmadığını göstermektedir. İbn Mesud'un radıyallahu anh şu sözü de buna benzemektedir: "İnsanlara akıllarının yetmeyeceği bir söz söylediğinde, bu söz mutlaka onların bir kısmı için fitne olur". Bunu Müslim rivayet etmiştir.
İmam Ahmed İbn Hanbel, ilk anda devlet başkanına isyan etmeyi çağrıştıran hadisleri, Mâlik Allah'ın sıfatları ile ilgili hadisleri, Ebû Yusuf garip karşılanacak konularla ilgili hadisleri, bunlardan önce Ebû Hureyre ileride meydana gelecek fitnelerle ilgili hadisleri rivayet etmeyi çirkin görmüşlerdir. Huzeyfe de aynı şekilde bunu kötü görmüştür. Rivayet edildiğine göre Hasan-ı Basrî, Enes'in, Haccac'a Uranîlerle ilgili olayı aktarmasını yadırgamıştır. Çünkü o bu hadisi, kötü yorumu sebebiyle çokça kan dökmeye dayanak kılıyordu.
Bu konuda Ölçü şudur: Hadisten ilk anda anlaşılan anlam bid'atı güçlendiriyor, ancak hadisten bu kasdedilmiyorsa, bundan ilk anda anlaşılan anlamı esas alabilecek kimselere bu hadisin rivayet edilmemesi gerekir.
128- Ebû Katade şöyle demiştir: Enes'in radıyallahu anh bize bildirdiğine göre Muaz radıyallahu anh deve üstünde Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem terkisinde idi.
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Muaz'a: "Ey Muaz bin Cebel! dedi.
Muaz: "Emret ey Allah'ın Resulü!" dedi.
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem tekrar: "Ey Muaz' dedi.
Muaz: "Emret ey Allah'ın Resulü!" dedi. Bu üç kere tekrarlandı.
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun Resulü olduğuna samimi kalple şahitlik eden herkesi Allah ateşe haram kılar".
Muaz: "Ey Allah'ın Resulü! Bunu insanlara bildireyim de insanlar sevinsinler" dedi.
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem : Hayır. O zaman insanlar buna güvenirler (de ameli terk ederler)" buyurdu.
Muaz vefatına yakın günaha düşmekten korktuğu için bunu etrafındakilere anlatarak, onları bu hadisten haberdar etti.[Hadisin geçtiği diğer yer:129.]
Açıklama
"Samimi kalple şahitlik eden" sözü ile münafığın şahitliği reddedilmiş olmaktadır. Bu söz; sözü ile şahitlik eder, kalbi ile tasdik eder anlamına da gelebilir.
Tîbî şöyle demiştir: Hadisin Arapça aslında yer alan "sıdk" kelimesi istikamet anlamındadır. Çünkü doğruluk denildiği zaman, sözün gerçeğe uygun olması kasdedildiği gibi, razı olunacak ahlâka uyma da anlaşılır. Nitekim Yüce Allah "Doğruyu getirene ve bunu tasdik edene yemin ederim" [Ez-Zümer,39/33] buyurmuştur. Bu "sözü ile söylediğini fiili ile gerçekleştiren" anlamına gelir.
Tîbî bu sözü ile hadisten ilk anda anlaşılan anlamdaki karışıklığı gidermek istemiştir. Çünkü hadisteki genel ifade ve vurgu sebebiyle, hadisten ilk anda, kelime-i şehadeti söyleyen hiç kimsenin cehenneme girmeyeceği anlaşılmaktadır. Ehl-i sünnete göre kesin deliller müminlerden bir grup isyankârın cehennemde azap göreceğini, sonra şefaat ile ateşten çıkacağını göstermektedir. Demek ki hadisten ilk anda anlaşılan anlam kasdedilmemektedir. Hadiste sanki "Bu, salih ameller işleyenlerle sınırlıdır" denilmiş gibidir.
"O zaman insanlar buna güvenirler": Yani bundan ilk anlaşılana güvenerek amel etmekten kaçınırlar.
"Günahtan korktuğu için etrafındakilere anlatarak onları bu hadisten haberdar etti" ifadesinde kasdedilen günah, ilmin saklanmasından doğacak olan günahtır. Muaz'ın bu hareketi, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem müjdeyi başkasına duyurma yasağının haramlık değil, tenzih ifade ettiğini göstermektedir. Çünkü bu, haramlık ifade etseydi Muaz bunu hiçbir zaman bildirmezdi.
Hadis, binek hayvanının terkisine başkasını bindirmenin caiz olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu hadis Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem tevazuunu da göstermektedir.
Yine bu hadis, Muaz İbn Cebel'in İlmi seviyesini göstermektedir. Çünkü yukarıdaki sözü Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem yalnızca ona söylemiştir.
Öğrenci, tereddüt ettiği bir şey hakkında açıklama isteyebilir, yalnızca kendisinin bildiği bir şeyi başkasına yayma konusunda hocadan İzin İsteyebilir.
129- Enes radıyallahu anh şöyle demiştir: Bana belirtildiğine göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Muaz'a şöyle söylemiştir:
"Kim, hiçbir şeyi ortak koşmaksızın Allah'a kavuşursa cennete girer.
Muaz Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem:"Bu müjdeyi insanlara vereyim mi?" dîye sordu. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Hayır. Ben buna güvenmelerinden korkuyorum" buyurdu.
Açıklama
"Kim ... Allah'a kavuşursa": Yani Allah'ın takdir ettiği ecele kavuşursa. Hadis yorumcularından bir grup böyle söylemiştir. Bundan kasıt, yeniden dirilme veya âhirette Allah'ı görme de olabilir.
(Allah'a) hiçbir şeyi ortak koşmaksızın: Şirki reddetmekle yetinmiştir. Çünkü bu tevhidi gerektirir. Bu ise peygamberliği ispat etmeyi gerektirir. Çünkü Allah'ın elçisini yalanlayan, Allah'ı yalanlamış olur, Allah'ı yalanlayan ise müşriktir.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
49. Bir Kimsenin İlmi Yalnız (Onu Anlayabilecek) Bazı Kimselere Öğretmesi, Anlayamamaları Korkusuyla Başkalarına Öğretmemesi
Hz. Ali radıyallahu anh şöyle demiştir: "İnsanlara onların anlayabilecekleri şekilde konuşun. Allah ve Resûlü'nün Sallallahü Aleyhi ve Sellem yalanlanmasını hiç ister misiniz?"
127- Ubeydullah İbn Musa, Mâ'ruf İbn Harbuz'dan, o Ebû Tufeyl'den o da Hz. Ali'den radıyallahu anh bunu (yukarıdaki sözü) rivayet etmiştir.
Açıklama
Bu hadis, müteşabihleri toplum huzurunda zikretmenin uygun olmadığını göstermektedir. İbn Mesud'un radıyallahu anh şu sözü de buna benzemektedir: "İnsanlara akıllarının yetmeyeceği bir söz söylediğinde, bu söz mutlaka onların bir kısmı için fitne olur". Bunu Müslim rivayet etmiştir.
İmam Ahmed İbn Hanbel, ilk anda devlet başkanına isyan etmeyi çağrıştıran hadisleri, Mâlik Allah'ın sıfatları ile ilgili hadisleri, Ebû Yusuf garip karşılanacak konularla ilgili hadisleri, bunlardan önce Ebû Hureyre ileride meydana gelecek fitnelerle ilgili hadisleri rivayet etmeyi çirkin görmüşlerdir. Huzeyfe de aynı şekilde bunu kötü görmüştür. Rivayet edildiğine göre Hasan-ı Basrî, Enes'in, Haccac'a Uranîlerle ilgili olayı aktarmasını yadırgamıştır. Çünkü o bu hadisi, kötü yorumu sebebiyle çokça kan dökmeye dayanak kılıyordu.
Bu konuda Ölçü şudur: Hadisten ilk anda anlaşılan anlam bid'atı güçlendiriyor, ancak hadisten bu kasdedilmiyorsa, bundan ilk anda anlaşılan anlamı esas alabilecek kimselere bu hadisin rivayet edilmemesi gerekir.
128- Ebû Katade şöyle demiştir: Enes'in radıyallahu anh bize bildirdiğine göre Muaz radıyallahu anh deve üstünde Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem terkisinde idi.
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Muaz'a: "Ey Muaz bin Cebel! dedi.
Muaz: "Emret ey Allah'ın Resulü!" dedi.
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem tekrar: "Ey Muaz' dedi.
Muaz: "Emret ey Allah'ın Resulü!" dedi. Bu üç kere tekrarlandı.
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun Resulü olduğuna samimi kalple şahitlik eden herkesi Allah ateşe haram kılar".
Muaz: "Ey Allah'ın Resulü! Bunu insanlara bildireyim de insanlar sevinsinler" dedi.
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem : Hayır. O zaman insanlar buna güvenirler (de ameli terk ederler)" buyurdu.
Muaz vefatına yakın günaha düşmekten korktuğu için bunu etrafındakilere anlatarak, onları bu hadisten haberdar etti.[Hadisin geçtiği diğer yer:129.]
Açıklama
"Samimi kalple şahitlik eden" sözü ile münafığın şahitliği reddedilmiş olmaktadır. Bu söz; sözü ile şahitlik eder, kalbi ile tasdik eder anlamına da gelebilir.
Tîbî şöyle demiştir: Hadisin Arapça aslında yer alan "sıdk" kelimesi istikamet anlamındadır. Çünkü doğruluk denildiği zaman, sözün gerçeğe uygun olması kasdedildiği gibi, razı olunacak ahlâka uyma da anlaşılır. Nitekim Yüce Allah "Doğruyu getirene ve bunu tasdik edene yemin ederim" [Ez-Zümer,39/33] buyurmuştur. Bu "sözü ile söylediğini fiili ile gerçekleştiren" anlamına gelir.
Tîbî bu sözü ile hadisten ilk anda anlaşılan anlamdaki karışıklığı gidermek istemiştir. Çünkü hadisteki genel ifade ve vurgu sebebiyle, hadisten ilk anda, kelime-i şehadeti söyleyen hiç kimsenin cehenneme girmeyeceği anlaşılmaktadır. Ehl-i sünnete göre kesin deliller müminlerden bir grup isyankârın cehennemde azap göreceğini, sonra şefaat ile ateşten çıkacağını göstermektedir. Demek ki hadisten ilk anda anlaşılan anlam kasdedilmemektedir. Hadiste sanki "Bu, salih ameller işleyenlerle sınırlıdır" denilmiş gibidir.
"O zaman insanlar buna güvenirler": Yani bundan ilk anlaşılana güvenerek amel etmekten kaçınırlar.
"Günahtan korktuğu için etrafındakilere anlatarak onları bu hadisten haberdar etti" ifadesinde kasdedilen günah, ilmin saklanmasından doğacak olan günahtır. Muaz'ın bu hareketi, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem müjdeyi başkasına duyurma yasağının haramlık değil, tenzih ifade ettiğini göstermektedir. Çünkü bu, haramlık ifade etseydi Muaz bunu hiçbir zaman bildirmezdi.
Hadis, binek hayvanının terkisine başkasını bindirmenin caiz olduğunu göstermektedir. Ayrıca bu hadis Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem tevazuunu da göstermektedir.
Yine bu hadis, Muaz İbn Cebel'in İlmi seviyesini göstermektedir. Çünkü yukarıdaki sözü Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem yalnızca ona söylemiştir.
Öğrenci, tereddüt ettiği bir şey hakkında açıklama isteyebilir, yalnızca kendisinin bildiği bir şeyi başkasına yayma konusunda hocadan İzin İsteyebilir.
129- Enes radıyallahu anh şöyle demiştir: Bana belirtildiğine göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Muaz'a şöyle söylemiştir:
"Kim, hiçbir şeyi ortak koşmaksızın Allah'a kavuşursa cennete girer.
Muaz Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem:"Bu müjdeyi insanlara vereyim mi?" dîye sordu. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Hayır. Ben buna güvenmelerinden korkuyorum" buyurdu.
Açıklama
"Kim ... Allah'a kavuşursa": Yani Allah'ın takdir ettiği ecele kavuşursa. Hadis yorumcularından bir grup böyle söylemiştir. Bundan kasıt, yeniden dirilme veya âhirette Allah'ı görme de olabilir.
(Allah'a) hiçbir şeyi ortak koşmaksızın: Şirki reddetmekle yetinmiştir. Çünkü bu tevhidi gerektirir. Bu ise peygamberliği ispat etmeyi gerektirir. Çünkü Allah'ın elçisini yalanlayan, Allah'ı yalanlamış olur, Allah'ı yalanlayan ise müşriktir.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
23 Aralık 2018 Pazar
Bazı İnsanların Anlayamayacağı Ve Daha Kötü Bir Duruma Düşeceği Korkusuyla Yapılması Tercihe Şayan Olan Bir Şeyi Terk Etmek
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
48. Bazı İnsanların Anlayamayacağı Ve Daha Kötü Bir Duruma Düşeceği Korkusuyla Yapılması Tercihe Şayan Olan Bir Şeyi Terk Etmek
126- Esved şöyle demiştir: İbnü'z-Zübeyİr bana şöyle dedi: "Aişe radıyallahu anha sana çokça gizli şeyler söylerdi. Kabe konusunda sana ne söyledi?"
Ben dedim ki: "Bana Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu söyledi:
"Ey Âişe! Kavmin küfürden daha yeni kurtulmuş olmasaydı, Kabe'yi yıkar ve ona insanların birinden girmesi, diğerinden çıkması için iki kapı yapardım".
Bunun üzerine Abdullah İbnü'z-Zübeyr böyle yaptı.[Hadisin geçtiği diğer yerler:1583,1584,1585,1586,2368,4484,7243.]
Açıklama
Hac bölümünde geleceği üzere İbnü'z-Zübeyr Kabe'yi Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem yapmayı düşündüğü şekilde yapmıştır.[1584 nolu hadis]
Hadiste konu başlığına ilişkin husus şudur: Kureyş kabilesi Kabe'ye büyük bir önem verirdi. Onlar yeni Müslüman oldukları için, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem övünme ve kibirlenme maksadıyla Kabe'nin yapısını değiştirdiğini zannetmelerinden çekinmiştir.
Bu hadisten, kötülüğe (mefsedete) yol açacağından emin olunan durumlarda maslahatı terk etmenin caiz olduğu anlaşılır.
Yine bu hadise göre, bir kimse daha kötü bir sonuca yol açacağını bildiğinde bir kötülüğü reddetmeyi terk edebilir.
Devlet başkanı haram olmadığı sürece, daha alt seviyede olsa bile halkın yararına olacak uygulamalarda bulunarak insanları yönetir.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
48. Bazı İnsanların Anlayamayacağı Ve Daha Kötü Bir Duruma Düşeceği Korkusuyla Yapılması Tercihe Şayan Olan Bir Şeyi Terk Etmek
126- Esved şöyle demiştir: İbnü'z-Zübeyİr bana şöyle dedi: "Aişe radıyallahu anha sana çokça gizli şeyler söylerdi. Kabe konusunda sana ne söyledi?"
Ben dedim ki: "Bana Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu söyledi:
"Ey Âişe! Kavmin küfürden daha yeni kurtulmuş olmasaydı, Kabe'yi yıkar ve ona insanların birinden girmesi, diğerinden çıkması için iki kapı yapardım".
Bunun üzerine Abdullah İbnü'z-Zübeyr böyle yaptı.[Hadisin geçtiği diğer yerler:1583,1584,1585,1586,2368,4484,7243.]
Açıklama
Hac bölümünde geleceği üzere İbnü'z-Zübeyr Kabe'yi Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem yapmayı düşündüğü şekilde yapmıştır.[1584 nolu hadis]
Hadiste konu başlığına ilişkin husus şudur: Kureyş kabilesi Kabe'ye büyük bir önem verirdi. Onlar yeni Müslüman oldukları için, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem övünme ve kibirlenme maksadıyla Kabe'nin yapısını değiştirdiğini zannetmelerinden çekinmiştir.
Bu hadisten, kötülüğe (mefsedete) yol açacağından emin olunan durumlarda maslahatı terk etmenin caiz olduğu anlaşılır.
Yine bu hadise göre, bir kimse daha kötü bir sonuca yol açacağını bildiğinde bir kötülüğü reddetmeyi terk edebilir.
Devlet başkanı haram olmadığı sürece, daha alt seviyede olsa bile halkın yararına olacak uygulamalarda bulunarak insanları yönetir.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
22 Aralık 2018 Cumartesi
YASİN SÛRESİ 45.- 47. ayetlerin tefsiri
Kafirlerin Allah'tan Sakınma, Allah'ın Mahlukâtına Karşı Şefkat Gösterme Ve Allah'ın Ayetleri Konusundaki Tutumları:
45- Onlara, "Sizden önce geçen ve ileride sizi bekleyen olaylardan sakının, umulur ki esirgenirsiniz." dendiği zaman (yüz çevirdiler).
46 onlara Rabblerinin ayetlerinden bir ayet gelmeyedursun, ille de ondan yüz çevirmişlerdir.
47- Onlara, "Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfedin." dendiğinde küfredenler, iman edenlere şöyle dediler: "Allah'ın, dilediği takdirde yedireceği kimseye biz mi yedireceğiz? Doğrusu siz apaçık bir sapıklık içindesiniz."
Açıklaması:
Yüce Allah bu ayetlerde, kâfirlerin azgınlık ve sapıklıklarında devam ettiklerini ve ne geçmişte işledikleri günahlardan, ne de kıyamet günü karşılaşacakları azaptan dolayı üzüntü ve endişe duyduklarını haber veriyor ve şöyle buyuruyor:
"Onlara, "Sizden önce geçen ve ileride sizi bekleyen olaylardan sakının, umulur ki esirgenirsiniz." dendiği zaman yüz çevirdiler." Yani Allah'ın ayetlerinden yüz çeviren ve onları yalanlayan o kimselere, "Sizden önceki ümmetlerin başına gelen ve sizden önce yaşanan bela, afet ve dünya azabının benzerlerinin sizin de başınıza gelmesinden sakının ve ölünceye kadar küfürde ısrar ettiğiniz takdirde, helak olduktan sonra gittiğiniz yerde karşılaşacağınız ahiret azabından korkun. Umulur ki bundan sakınırsanız Allah da size merhamet eder, sizi azabından korur ve bağışlar." dendiği zaman yüz çevirdiler. Kendilerine "Sakının" dendiğinde sakınmadılar.
Onların yüz çevirmesi bu ayetle sınırlı da değildir. Aksine onlar her ayetten yüz çevirmişlerdir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyuyor:
"Onlara Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmeyedursun, ille de ondan yüz çevirmişlerdir" Yani o müşriklere, Allah'ın birliği ve peygamberlerin doğruluğu konusunda hiçbir ayet gelmemiştir ki, onların işi ondan yüz çevirmek, onu kaale almamak, hakkında düşünmemek ve onunla menfaatlenmemek olmasın. Çünkü onların düşünme ve -imana ve Hz. Peygamber (s.a.)'i tasdike götüren- akıl yürütme yeteneği atalete uğramıştır.
Onlar, Allah ve peygamberi hakkındaki kötü itikatları bir yana, Allah'ın yarattıklarına karşı şefkati de terketmişlerdir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Onlara, "Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfedin" dendiğinde küfredenler, iman edenlere şöyle dediler: "Allah'ın, dilediği takdirde yedireceği kimseye biz mi yedireceğiz?" Yani onlardan sadaka vermeleri ve Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan yoksullara ve ihtiyaç sahiplerine infak etmekle emrolundukları zaman müminlerle alay ederek ve büyüklenerek onlara şöyle cevap verdiler: "Eğer Allah isteseydi, kendilerine infakta bulunmamızı isteyen şu kimseleri zengin eder ve onları rızkıyla doyururdu. Dolayısıyla biz, Allah'ın onlar hakkındaki arzu ve iradesine uygun hareket ediyoruz."
Onların yürüttükleri bu mantık yanlış ve geçersizdi. Çünkü Yüce Allah bir kula bir mal verdiği, sonra da onun üzerine o malda bir hakkı gerekli kıldığı zaman, gerekli kıldığı o miktarı o kimseden çekip almış gibi olur. Dolayısıyla kâfirlerin söz konusu itirazının bir anlamı yoktur. Kâfirler, "Allah istese onları doyurur." şeklindeki sözleriyle doğruyu dile getirmişler, ancak onlar bu sözü delil olarak ileri sürmekle yalana ve yanlışa kaymışlardır.
Buradaki, "Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden" ifadesi, infaka teşviktir. Zira size rızık veren Allah'tır. Bu itibarla eğer infak ederseniz Allah sizi, daha önce rızıklandırdığı gibi ikinci kere de rızıklandırır.
Bu ifade aynı zamanda son derece kötü bir huy olan cimriliği de yermektedir. Zira cimrilerin en cimrisi, başkasının malında cimrilik gösteren kimsedir.
Bu ayette, Allah'ın yarattıklarına karşı şefkati terketmek de yerilmektedir.
Bütün bunların yanında kâfirler, kendilerine infakı emredenleri ayıplamış ve sapıklıkla itham etmişlerdir. Zira onlara verdikleri cevabın sonunda "Doğrusu siz, apaçık bir sapıklık içindesiniz." demişlerdir. Yani siz, bize infakı emreden sözünüzde ancak açık bir hata, doğru ve hak yoldan sapma içindesiniz.
Müşriklerin bu anlayışı yanlış ve hatalıdır. Çünkü Allah'ın hikmeti, insanların rızıkta farklı farklı olmasını gerektirir. Dilediği kimsenin rızkını daraltan, dilediği kimsenin rızkını da yayıp genişleten Odur: "Allah kullarına rızkı bollaştırsaydı yeryüzünde azarlardı. Fakat O, rızkı dilediği ölçüde indiriyor. Çünkü O, kullarının her halinden haberdardır, onları görendir." (Şûra, 42/27). O, bir kısım insanları zengin ederken diğerlerini yoksul yapar. Yoksullara sabretmelerini, zenginlere de mallarından yoksullara vermelerini ve şükretmelerini emir buyurur: "Kim elinde bulunandan yoksullara verir, günahlardan korunursa ve en güzel sözü doğrularsa, onu en kolaya hazırlarız. Fakat kim cimrilik eder, kendini müstağni sayıp en güzel sözü yalanlarsa, biz de onun güçlüğe uğramasını kolaylaştırırız." (Leyi, 92/5-10).
İbni Cerir, "Doğrusu siz, apaçık bir sapıklık içindesiniz." kavl-i ilâhisi hakkında şöyle demiştir: "Bu ifadenin Yüce Allah'a ait olması ve kâfirler müminlerle münakaşa edip, onların sözlerini reddettikleri zaman kâfirlere, "Doğrusu siz apaçık bir sapıklık içindesiniz." buyurmuş olması ihtimali de vardır." İbni Kesir ise bu görüşün tartışılır olduğunu söylemiştir. En doğrusunu Allah bilir. [7]
21 Aralık 2018 Cuma
YASİN SÛRESİ 33.- 44. ayetlerin tefsiri
İlahi Kudretin, Öldükten Sonra Dirilme Ve Diğer Bazı Konulardaki Delilleri:
33- Ölü toprak onlar için bir ayettir: Biz onu dirilttik, ondan tane çıkardık da ondan yiyorlar.
34- Orada hurma ve üzüm bahçeleri yarattık. Orada çeşmeler akıttık. Onun ürününden ve kendi ellerinin emeğinden yesinler. Hâlâ şükretmiyorlar mı?
36- Yerin bitirmekte olduğu şeylerden, kendilerinden ve bilmedikleri daha nice şeylerden bütün çiftleri yaratan o Allah ne yücedir!
37- Gece de onlar için bir ayettir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çıkarırız Bir de bakarlar ki karanlıkta kalıvermişler.
38- Güneş de kendi karargâhında akıp gitmektedir. Bu, mutlak galip ve her şeyi hakkıyla bilen Allah'ın takdiridir.
39- Aya da konaklar tayin ettik. Nihayet o, eski urcun (kuruyup incelen eski hurma dalı) haline döner.
40- Ne aya erişmek güneşe düşer, ne de gece gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir felekte yüzmektedirler.
41- Onlar için bir ayet de, onların zürriyetini o dopdolu gemide taşımış olmamız
42- Ve kendilerine binecekleri bunun gibi nice şeyleri yaratmış bulunmamızdır.
43- Dilesek onları suda boğarız, ne kendilerine imdat eden bulunur, ne de kurtarılırlar.
44- Ancak bizden bir rahmet ve bir süreye kadar yaşatma müstesnadır.
Açıklaması:
"Ölü toprak onlar için bir ayettir: Biz onu dirilttik, ondan tane çıkardık da ondan yiyorlar" Yani Allah'ın varlığına ve ölüleri diriltip onlara hayat verecek kudrete sahip bulunduğuna delâlet eden alâmetlerden biri de üzerinde bitki bulunmayan kupkuru toprağı, üzerine yağmur yağdırarak yeniden canlandırması ve onu üzerindeki muhtelif renk ve şekillerdeki bitkilerle adeta dalgalanıp sallanır hale getirmesi; ondan, kulların ve onların hayvanlarının rızkı olan taneyi çıkarmasıdır ki, bu tane, yenen şeylerin büyük çoğunluğunun aslı ve hayatın ve geçimin kendisiyle idame ettirildiği temel maddedir. İşte ölüleri de tıpkı ölü toprağa hayat verdiğimiz gibi diriltiriz.
"Orada hurma ve üzüm bahçeleri yarattık. Orada çeşmeler akıttık" Yani canlandırdığımız yeryüzünde, incir, üzüm vs. ağaçlarıyla bezeli bahçeler var ettik; orada çeşitli yerlere dağılıp giden nehirler akıttık.
Diğer meyveler arasında hurma ve üzüm kelimelerinin müzekker (eril) kalıplarla ifade edilmesinin sebebi şudur: Yiyeceklerin en lezzetlileri, tatlı olanlardır ve zikredilen meyveler de en tatlı yiyeceklerdir. Çünkü hurma ve üzüm, diğerlerinin aksine hem gıda, hem de meyvedir, ayrıca faydaları en çok olan yiyeceklerdir.
"Ki onun ürününden ve kendi ellerinin emeğinden yesinler. Hâlâ şükretmiyorlar mı?" Yani tanelerin ve bahçelerin yaratılmasıyla amaçlanan, insanların, hem hurma ve üzümlerin mezkûr ürününden yemesi, hem de kendi ellerinin emeğiyle diktikleri fidanlardan, ektikleri ekinlerden, tane ve ürünlerden elde ettikleri içecek ve yiyeceklerden faydalanmasıdır. Bütün bunlar, onların kudret ve kuvvetleriyle olan şeyler olmayıp, sadece Yüce Allah'ın onlara bir rahmetidir. Öyleyse onlar, kendilerine ihsan ettiği hadsiz hesapsız bu nimetlere karşılık Yüce Allah'a şükretseler ya! Bu ifade, terkini kınama tarzında gelen bir şükür emridir.
Bu ayetteki "ürününden" kelimesi, daha önce zikredilen "hurma ve üzüm bahçeleri"ne aittir. Râzî şöyle demiştir: "Meşhur olan görüşe göre bu kelime Allah'a racidir." "... ve kendi ellerinin emeği" ifadesi ise Râzî'ye göre ziraat ve ticareti kapsar.
Yüce Allah onlara şükretmelerini emir buyurduğuna göre Allah'a şükür ibadetle yapılır. Yüce Allah onların, kendisine ibadeti terketmekle kalmayıp, başkalarına kulluk ettikleri ve şirke düştükleri konusunda uyarıda bulunmakta ve şöyle buyurmaktadır:
"Yerin bitirmekte olduğu şeylerden, kendilerinden ve bilmedikleri daha nice şeylerden bütün çiftleri yaratan o Allah ne yücedir!" Yani muhtelif renk, tat ve şekillerde çeşit çeşit ve sınıf sınıf ekin, ürün ve bitkiyi, "her şeyden iki çift yarattık; olur ki inceden inceye düşünürsünüz diye" (Zâriyât, 51/49) buyurduğu gibi nefislerden erkek ve dişiyi, "ve sizin bilmediğiniz daha nice şeyler yaratmaktadır" (Nahl, 16/8) buyurduğu gibi onların bilmediği daha pek çok mahlukâtı yaratan Allah, ortağı bulunmaktan münezzehtir.
Özetle şu insan, hayvan ve bitkilerden oluşan büyük mahlukâtın ve daha bilmediğimiz şeylerin yaratıcısı olan Allah, ortağı ve benzeri bulunmaktan münezzehtir. Daha önceki ayette şükür emredildiği gibi, bu ayette de, Yüce Allah'ın, lâyıkı olmayan şeylerden tenzih edilmesi emir buyurulmaktadır...
Mekân planında öldükten sonra dirilmenin ve haşrın imkân dahilinde olduğuna yeryüzünün ahvali ile delil getirdikten sonra Yüce Allah, zamanların ahvalinden de dört delil zikretmektedir:
1- "Gece de onlar için bir ayettir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çıkarırız. Bir de bakarlar ki karanlıkta kalıvermişler." Yani Yüce Allah'ın azametli kudretinin delillerinden biri de, gece ile gündüzün yaratılması, bu ikisinin hiç şaşmadan ardarda gelmesi, gündüzü geceden sıyırıp çıkarması ve böylece ışığı getirip karanlığı gidermesi, geceyi de gündüzden sıyırıp çıkarması ve bu suretle mahlukâtın karanlıkta kalması ve ışığı gidermesi, bunların birbirini takip etmesi ve birinin gelmesiyle diğerinin gitmesi, keza öbürünün gelmesiyle bunun gitmesidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Geceyi, onu durmadan kovalayan gündüze bürüyüp örter." (A'râf, 7/54). Bu, yeryüzünün, kendi ekseni etrafından batıdan doğuya dönmesinin sonucudur. Böylece güneş, yerkürenin bir yarısında doğarken, diğer yarısında kaybolur. Karanlık ve aydınlığın herbirinde bir fayda ve hayır vardır. Zira gece olunca iş-güç terkedilir ve insanlar, gündüzün yorgunluğunu atmak için istirahata ve sükûnete çekilir. Aydınlıkta ise rızık kazanmanın verdiği fayda, lezzet, hareket ve iş vardır.
"Bir de bakarlar ki karanlıkta kalıvermişler." Yani karanlığa girmişler. Buradaki "ve izâ" ifadesi, birdenbire olmayı anlatır. Yani onlar ansızın ve birdenbire karanlığa girerler. Artık yapabilecekleri hiçbirşey yoktur, kaçınılmaz olarak karanlığa girerler.
2- "Güneş de kendi karargâhında akıp gitmektedir. Bu, mutlak galip ve her şeyi hakkıyla bilen Allah'ın takdiridir." Yani Yüce Allah'ın kudretine delâlet eden müstakil alâmetlerden biri de güneşin, kendi karargâhında, yörüngesinin sonuna kadar dönmesidir. Bu dönüş, her şey üzerine kahir ve galip olan ve ilmi her şeyi kuşatmış bulunan Yüce Allah'ın takdiridir.
Burada geçen "müstekarr"(karargâh) kelimesi hakkında müfessirlere ait iki görüş vardır:
a) Bu kelimeden murat, güneşin mekân olarak karar kıldığı yerdir. Burası, Arş'ın altıdır ki, o tarafta dünyadan hemen sonra gelen kısımdır. Nerede olursa olsun gerek güneş, gerekse bütün mahlukât Arş'ın altındadır.
b) Bu kelimeden murat, güneşin zaman olarak karar kılacağı andır ki, seyrinin sonudur. Bu da kıyamet günüdür.[4]
Astronomi bilginleri, dünyanın, güneş etrafını yılda bir kere dolanması sebebiyle güneşin, yıldızların ortasındaki görünür dönüşüne ilâve bir hareket daha olduğunu ispat etmişlerdir.
Güneşin bundan başka iki hareketi daha vardır: Biri, takriben yirmi altı günde bir kendi ekseni etrafında dönmesi, diğeri de gezegen uydularıyla birlikte saniyede yaklaşık ikiyüz mil hızla yıldız sisteminin merkezi etrafında dönmesi. Müstekarr, güneşin bu ilk hareketi esas alındığında bilginlere göre güneşin sabit ekseni, ikinci hareketi esas alındığında ise bütün yıldız sisteminin merkezidir.
3- "Aya da konaklar tayin ettik. Nihayet o, eski urcun haline döner." Yani Allah, ay için de menziller takdir etmiştir ki ay bu menzillerde güneşinkinden başka bir seyirle seyreder. Bunlar, yukarıda zikrettiğimiz 28 menzildir. Ay, her gece bu menzillerden birine günde 13 derecelik bir sapmayla varır. Sonra eğer ay 30 gün ise iki gece görünmez. Şayet ay 29 gün ise bir gece görünmez. Ay bu menzillerden sonuncusuna geldiği zaman incelir, küçülür, sararır ve yay halini alır. Sonra da ilk menzile döner. Nihayet eski urcun gibi olur. "Urcun", üzerinde hurma bulunan daldır ki sarı ve enli olup, insanlar tarafından bükülür ve üzerindeki hurma salkımları koparılır. Kendisi de hurma ağacının gövdesi üzerinde kuru olarak kalır.
Güneşin hareketleri sayesinde gece ve gündüz bilindiği gibi, ayın menzilleriyle de senenin aylarının gidişatı hakkında fikir yürütülür. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sana yeni doğan ayları sorarlar. De ki:
Onlar insanlar ve hacc için vakit ölçüleridir" (Bakara, 2/189); "Güneşi ışık, ayı nur yapan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için ona menziller tayin eden O'dur" (Yûnus, 10/5); "Biz geceyi ve gündüzü birer ayet olarak yarattık. Nitekim, Rabbinizin nimetlerini araştırmanız, ayrıca, yılların sayı ve hesabını bilmeniz için gecenin karanlığını silip aydınlatan gündüzün aydınlığını getirdik. İşte biz her şeyi açık açık anlattık. " (İsrâ, 17/12).
Güneş hergün doğar ve günün sonunda batar. Fakat doğuş ve batış yerleri yazın ve kışın değişir, bir noktadan diğerine intikal eder. Bu sebeple gündüz uzar, gece kısalır, sonra gece uzar, gündüz kısalır. Aya gelince, ona da menziller tayin buyurmuştur. Ayın ilk gecesinde zayıf ve az ışıklı olarak doğar. Sonra ikinci gece ışığı artar ve gökyüzündeki konumu yükselir. Sonraki her yükselişinde güneşten aldığı ışıkla daha parlak ve aydınlık olur. Nihayet 14. gecede en ışıklı ve yuvarlak haline ulaşır. Sonra ayın sonuna doğru noksanlaşmaya başlar ve nihayet eski urcun gibi olur.
Astronomi bilginleri, ayın yörüngesi çevresindeki yıldızları 28 gruba ayırmışlardır ki bunlara ayın menzilleri denir. Araplar, yağmur yağıp yağmayacağını bunlarla anlarlar ve gezegenlerin yerlerini -ki güneş de bunlardandır- bunlardan hareketle tespit ederlerdi.
4- "Ne aya erişmek güneşe düşer, ne de gece gündüzün önüne geçebilir. Hepsi bir felekte yüzmektedirler." Yani ne güneş, ne de ay için birbirlerine kavuşmak doğru ve kolaydır. Çünkü bunlardan her biri için müstakil bir yörünge vardır ve onlardan hiçbiri, bu yörüngesindeyken diğeriyle bir araya gelmez. Güneş, bir günde 1 derece, ay ise günde 13 derece miktarı yol alır.
Gecenin ayeti olan ay, gündüzün ayeti olan güneşi geçemez. Çünkü bunların herbirinin zamanı farklıdır. Güneşin alanı ve zamanı gündüz iken, ayın zamanı gecedir.
Güneş, ay ve dünya, tıpkı balığın suda yüzmesi gibi gökyüzündeki kendi feleklerinde yüzer ve dönerler. Güneş, yarıçapı 93 milyon mil olan kendi yörüngesinde seyreder ve dönüşünü 1 yılda tamamlar. Ay, her ay dünyanın etrafında yarıçapı 24 bin mil olan yörüngesinde döner. Dünya ise güneşin çevresini bir yılda dönerken, kendi etrafında da bir gün ve bir gecede döner.
Bu, Yüce Allah'ın, güneş, ay ve dünyanın herbiri için, üzerinde döndükleri müstakil bir yörünge tayin ettiğinin delilidir. Güneş ile ayın hiçbiri diğerinin ışığını engellemez. Güneş ve ay tutulmasında meydana gelen nadir durumlar bunun istisnasıdır.
Böylece mekân ile ilgili -ki o yeryüzüdür- delil ile yukarıda verdiğimiz dört zaman ile ilgili delili zikrettikten sonra Yüce Allah, kudretini gösteren bir başka delil daha getirmektedir. Bu delil, insanın, tıpkı karada yürüdüğü gibi denizde de yürütülmesidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyuruyor: "... ve onları karada ve denizde taşıdık" (İsrâ, 17/70). Bu manada, üzerinde durduğumuz surede de şöyle buyurmaktadır:
"Onlar için bir ayet de, onların zürriyetini o dopdolu gemide taşımış olmamızdır." Yani Yüce Allah'ın kudret ve rahmetinin delillerinden biri de, denizin, zürriyetin gemi ve taşıtlarını taşımaya amade kılınmasıdır. Buradaki "zürriyet'ten kasıt, azık ve maişet temin edecek şeyleri çoğaltmak için bir memleketten diğerine naklettikleri mallarla dolu olan gemilerdeki evlâtlardır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kudret delillerinden bir kısmını size göstermek için Allah'ın nimetiyle gemilerin denizde akıp gittiğini görmedin mi? Şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır." (Lokman, 31/31).
Buradaki "zürriyet'in, Hz. Nuh (a.s.)'un gemisinde taşınanlar olduğu söylenmiştir. Bu gemi, çeşitli mal ve eşyalar ile Yüce Allah'ın, mahlukâtı soyunu korumak amacıyla taşınmasını emir buyurduğu -her türden bir erkek ve bir dişi olmak üzere ikişer eşten oluşan- hayvanlarla dolu bulunuyordu.
Şu halde bu ayetin anlamı şöyle olur: Allah, onların baba ve dedelerini Hz. Nuh'un gemisinde taşıdı.
"ve kendilerine binecekleri bunun gibi nice şeyleri yaratmış bulunmamızdır." Yani insanlar için, o gemiler misali kara gemileri olan develer yarattık. Zira insanlar bu develer üzerine hem yük ve eşya yüklerler, hem de kendileri binerler.
Ancak Razi, ekseri müfessirlerin görüşüne göre bu ayetteki "mislihî: bunun gibi" kelimesindeki zamirin "gemiler" kelimesine raci olduğunu söylemiştir. Yani kendilerine, binecekleri o gemiler gibi daha başka çeşit çeşit gemiler yaratmış bulunmamızdır. Bu durumda söz konusu ayet, "Ve daha başka çeşit çeşit azap vardır." (Sâd, 38/58) ayeti gibi olur. Bu görüşün kabul edilmesi halinde buradaki "fülk" kelimesinden maksat, develer değil, onların zamanında mevcut bulunan başka gemilerdir. En açık anlam budur.
Bunu, buradaki "Dilesek onları suda boğarız" kavl-i ilâhisi de tayit etmektedir. Eğer "fülk" kelimesiyle develer kastedilmiş olsaydı, "ve kendilerine binecekleri bunun gibi nice şeyleri yaratmış bulunmamızdır" ayeti, anlamca birbirine bağlı iki ifadeyi birbirinden ayırmış olurdu.
Bir diğer ihtimal de söz konusu zamirin, malum fakat burada zikredilmemiş olan bir ifadeye raci olmasıdır. Bu durumda da ayetin takdiri anlamı şöyle olur: Zikrettiğimiz mahlukât gibi.. Nitekim "Ki onun ürününden ... yesinler" ayetinde de aynı durum söz konusudur.[5]
Şu halde bu ayet kara taşıtları, tren ve uçaklar gibi modern her türlü taşıta da şamil olur. Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu kavl-i ilâhisidir: "Hem binmeniz, hem de süs için atları, katırları, merkepleri yarattı ve sizin bilmediğiniz daha nice şeyler yaratmaktadır." (Nahl, 16/8).
Yüce Allah'ın rahmet ve lütfunun bir delili de bu vasıtalara binenleri korumasıdır. Zira ayette "Dilesek onları suda boğarız, ne kendilerine imdat eden bulunur, ne de kurtarılırlar" buyurulmaktadır. Yani eğer onları, yükleriyle birlikte suda boğmayı isteseydik, o durumda onların imdadına gelecek veya kendilerini boğulmaktan kurtaracak kimse olmazdı ve onlar, başlarına gelen o olaydan kurtarılmazlardı.
"Ancak bizden bir rahmet ve bir süreye kadar yaşatma müstesnadır." Bu ayette geçen "illâ rahmeten minnâ" ifadesindeki "illâ" harfi münkatı istisnadır. Bu ayetin takdiri anlamı da şöyledir: Ancak sizi, karada ve denizde rahmetimizle yürütüyor, boğulmaktan koruyor, belli bir süreye kadar selâmette tutuyor ve Yüce Allah katında malûm olan bir vakte, yani ölüme kadar sizi dünya hayatıyla nimetlendiriyoruz. [6]
[4] İbni Kesir, III/571 vd.
[5] Razî, XXVI/81; Alûsî, XXIII/27.
[6] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 12/15-20.
20 Aralık 2018 Perşembe
"Size İlimden Çok Az Bir Şey Verilmiştir" Âyeti Kerimesinin Açıklaması
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
47. "Size İlimden Çok Az Bir Şey Verilmiştir [İsrâ 17/85] Âyeti Kerimesinin Açıklaması
125- Alkame'nin Abdullah'tan radıyallahu anh rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir:
Hz. Peygamber'le Sallallahü Aleyhi ve Sellem birlikte Medine harabelerinde yürürken, Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem hurma dalından bir değneğe dayanıyordu. Derken birkaç Yahudi'yle karşılaştı. Yahudiler birbirlerine "Ona ruh hakkında sorun" dediler. Diğer bazıları "Ona bir şey sormayın, hoşlanmayacağınız bir şey söyleyebilir" dediler. Onlardan bir adam kalkarak "Ey Ebû'l-Kâsım! Ruh nedir?" diye sordu. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem sustu. Ben (içimden) "Ona vahiy indiriliyor" dedim. Ayağa kalktım. Vahiy hali kendisinden geçince şu âyetleri okudu: "[İsrâ 17/85]
el-A'meş şöyle demiştir: "Bizim kıraatimizde de bu âyetin okunuşu böyledir.[Hadisin geçtiği diğer yerler:4721,7297,7456,7462]
Açıklama
Abdullah'ın radıyallahu anh kalkmasının nedeni, Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem bir karışıklık arız olmasın diye yahut da onunla Yahudiler arasına engel oluşturmak içindir.
Yahudiler'in Hakkında Soru Sorduğu Ruh
Âlimlerin çoğunluğuna göre Yahudiler canlılarda bulunan ruhun mahiyetini sormuşlardır.
Ruh: Cebraildir.
Hz. İsa'dır.
Kur'an'dır.
Rûhânî büyük bir varlıktır.
Bunun dışında başka şeyler de söylenmiştir. Bu konuda ayrıntılı bilgi Tefsir bölümünde gelecektir. Orada, canlılardaki ruha işaret edeceğiz. En doğru görüşe göre bunun hakikatini yalnızca Allah bilmektedir.
el-A'meş'in "Bizim kıraatimizde de bu âyetin okunuşu böyledir" sözü ile el-A'meş kıraati kastedilmektedir. Bu kıraat mütevatir yedi kıraat arasında bulunmadığı gibi meşhur kıraatler arasında da bulunmamaktadır.
Bunun dışında başka şeyler de söylenmiştir. Bu konuda ayrıntılı bilgi Tefsir bölümünde gelecektir. Orada, canlılardaki ruha işaret edeceğiz. En doğru görüşe göre bunun hakikatini yalnızca Allah bilmektedir.
el-A'meş'in "Bizim kıraatimizde de bu âyetin okunuşu böyledir" sözü ile el-A'meş kıraati kastedilmektedir. Bu kıraat mütevatir yedi kıraat arasında bulunmadığı gibi meşhur kıraatler arasında da bulunmamaktadır.
19 Aralık 2018 Çarşamba
Âlime İnsanların En Bilgilisi Kimdir?" Diye Sorulduğunda Bunu Allah'ın Bilebileceğini Söylemesi Müstehaptır
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
44. Âlime İnsanların En Bilgilisi Kimdir?" Diye Sorulduğunda Bunu Allah'ın Bilebileceğini Söylemesi Müstehaptır
122- Said İbn Cübeyr radıyallahu anh şöyle demiştir:
İbn Abbas'a: "Nevf el-Bekkâlî, bilge adamla buluşan Musa'nın İsrailoğullarının peygamberi olan Hz. Musa Aleyhisselam değil başka bir Musa olduğunu iddia ediyor" dedim:
İbn Abbas radıyallahu anh Nevf el-Bekkâlî için: "Allah düşmanı yalan söylemiş. Übey İbn Kâ'b radıyallahu anh bize Hz. Peygamber'den Sallallahü Aleyhi ve Sellem şunu aktarmıştır: "Hz. Musa İsrailoğullarına konuşma yapmak üzere ayağa kalktı. Kendisine: "En bilgili insan kimdir?" diye soruldu. O da "En bilgili benim" dedi. Allah, bu konudaki bilgiyi kendisine bırakmadığı için Musa'yı azarladı ve ona:"îki denizin birleştiği yerde (bulunan) kullarımdan bir kul senden daha bilgili" diye vahyetti.
Hz. Musa "Ya Rab! Ona nasıl gidebilirim?" diye sordu. Kendisine "bir zenbil içinde bir balık taşı. Onu kaybettiğin yerde o kulu bulacaksın" denildi.
Hz. Musa yanına hizmetçisi Yûşa İbn Nûn'u alarak yola düştü. Yanlarında zenbil içinde bir balık taşıyorlardı. Kayanın yanına varınca başlarını koydular ve uyuyakaldılar. Balık zenbilden çıkarak kurtuldu ve denizde iz bırakarak gitti. Denizde böyle bir izin bulunmasına Musa ve hizmetçisi şaşırdılar. Uyandıktan sonra o gecenin kalan kısmında ve gündüz yollarına devam ettiler. Sabah olunca Hz. Musa hizmetçisine "Öğle yemeğimizi getir. Gerçekten bu yolculuğumuzda bir hayli yorulduk" dedi. Hz. Musa, gitmesinin emredildiği yeri geçmeden önce yorgunluk duymamıştı. Hizmetçisi "Gördün mü, kayanın dibinde barındığımız zaman balığı unutmuşum" dedi. Hz. Musa "İşte aradığımız da buydu" dedi. Bunun üzerine kendi izlerine baka baka geriye döndüler. Kayanın yannıa geri gelince orada elbisesine bürünmüş bir adam gördüler. Musa selâm verdi.
Hızır: "Hayret! Senin bulunduğun bu yerde selâm ne gezer?" dedi.
Musa: "Ben Musa'yım" dedi.
Hızır: "İsrailoğullarının Musa'sı mı?" diye sordu.
Musa: "Evet" dedi. Daha sonra "Sana öğretilen üstün ilimden bana öğretmen için sana tabi olayım mı?" diye sordu.
Hızır: "Sen benimle birlikte sabredemezsin. Musa! Bende Allah'ın kendi ilminden verdiği Öyle bir ilim var ki sen onu bilemezsin. Sende de Allah'ın verdiği öyle bir ilim var ki onu da ben bilmem" dedi.
Musa: "Sen inşallah beni sabırlı bulacaksın. Ben senin hiçbir emrine isyan etmeyeceğim" dedi.
Bunun üzerine ikisi deniz sahilinde yürüdüler. Gemileri yoktu. Bir gemi yanlarına uğradı. Onları taşıması için gemicilerle konuştular. Gemiciler Hızır'ı tanıdılar ve onları ücretsiz olarak gemiye aldılar. O sırada bir serçe gelerek geminin kenarına konup denizden bir iki damla su aldı.
Hızır: "Musa! Benim ilmim ve senin ilmin, bu serçenin denizden aldığı bir yudum kadar bile Allah'ın ilmini eksiltmez" dedi.
Sonra Hızır gemi tahtalarından birini söktü.
Musa: "Adamlar ücretsiz olarak bizi gemiye aldıkları halde sen, içindekileri boğmak için gemilerini mi deliyorsun?" dedi.
Hızır: "Sen benimle birlikte sabredemezsin demedim mi?" dedi.
Musa: "Dalgınlığımdan dolayı beni sorumlu tutup, bana güçlük çıkarma" dedi.
Musa'nın bu ilk itirazı gerçekten de dalgınlık eseri idi. İkisi yolculuklarına devam ettiler. Bir de baktılar ki bir çocuk başka çocuklarla oynuyor. Hızır çocuğun başını eliyle kopardı.
Musa: "Bir cana karşılık olmaksızın günahsız bir canı mı öldürdün?" dedi.
Hızır: "Ben sana benimle birlikte edemezsin demedim mi?" dedi.[Hadisi rivayet eden İbn Uyeyne Hızır'ın bu ikinci sözünün ilkinden daha güçlü olduğunu söylemiştir.]
İkisi yine yolculuklarına devam ettiler. Nihayet bir köye varınca köy halkından yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındı. Orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular. Hızır eliyle işaret ederek duvarı düzeltti.
Musâ: "İstesen bu iş için ücret alabilirdin" dedi.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
44. Âlime İnsanların En Bilgilisi Kimdir?" Diye Sorulduğunda Bunu Allah'ın Bilebileceğini Söylemesi Müstehaptır
122- Said İbn Cübeyr radıyallahu anh şöyle demiştir:
İbn Abbas'a: "Nevf el-Bekkâlî, bilge adamla buluşan Musa'nın İsrailoğullarının peygamberi olan Hz. Musa Aleyhisselam değil başka bir Musa olduğunu iddia ediyor" dedim:
İbn Abbas radıyallahu anh Nevf el-Bekkâlî için: "Allah düşmanı yalan söylemiş. Übey İbn Kâ'b radıyallahu anh bize Hz. Peygamber'den Sallallahü Aleyhi ve Sellem şunu aktarmıştır: "Hz. Musa İsrailoğullarına konuşma yapmak üzere ayağa kalktı. Kendisine: "En bilgili insan kimdir?" diye soruldu. O da "En bilgili benim" dedi. Allah, bu konudaki bilgiyi kendisine bırakmadığı için Musa'yı azarladı ve ona:"îki denizin birleştiği yerde (bulunan) kullarımdan bir kul senden daha bilgili" diye vahyetti.
Hz. Musa "Ya Rab! Ona nasıl gidebilirim?" diye sordu. Kendisine "bir zenbil içinde bir balık taşı. Onu kaybettiğin yerde o kulu bulacaksın" denildi.
Hz. Musa yanına hizmetçisi Yûşa İbn Nûn'u alarak yola düştü. Yanlarında zenbil içinde bir balık taşıyorlardı. Kayanın yanına varınca başlarını koydular ve uyuyakaldılar. Balık zenbilden çıkarak kurtuldu ve denizde iz bırakarak gitti. Denizde böyle bir izin bulunmasına Musa ve hizmetçisi şaşırdılar. Uyandıktan sonra o gecenin kalan kısmında ve gündüz yollarına devam ettiler. Sabah olunca Hz. Musa hizmetçisine "Öğle yemeğimizi getir. Gerçekten bu yolculuğumuzda bir hayli yorulduk" dedi. Hz. Musa, gitmesinin emredildiği yeri geçmeden önce yorgunluk duymamıştı. Hizmetçisi "Gördün mü, kayanın dibinde barındığımız zaman balığı unutmuşum" dedi. Hz. Musa "İşte aradığımız da buydu" dedi. Bunun üzerine kendi izlerine baka baka geriye döndüler. Kayanın yannıa geri gelince orada elbisesine bürünmüş bir adam gördüler. Musa selâm verdi.
Hızır: "Hayret! Senin bulunduğun bu yerde selâm ne gezer?" dedi.
Musa: "Ben Musa'yım" dedi.
Hızır: "İsrailoğullarının Musa'sı mı?" diye sordu.
Musa: "Evet" dedi. Daha sonra "Sana öğretilen üstün ilimden bana öğretmen için sana tabi olayım mı?" diye sordu.
Hızır: "Sen benimle birlikte sabredemezsin. Musa! Bende Allah'ın kendi ilminden verdiği Öyle bir ilim var ki sen onu bilemezsin. Sende de Allah'ın verdiği öyle bir ilim var ki onu da ben bilmem" dedi.
Musa: "Sen inşallah beni sabırlı bulacaksın. Ben senin hiçbir emrine isyan etmeyeceğim" dedi.
Bunun üzerine ikisi deniz sahilinde yürüdüler. Gemileri yoktu. Bir gemi yanlarına uğradı. Onları taşıması için gemicilerle konuştular. Gemiciler Hızır'ı tanıdılar ve onları ücretsiz olarak gemiye aldılar. O sırada bir serçe gelerek geminin kenarına konup denizden bir iki damla su aldı.
Hızır: "Musa! Benim ilmim ve senin ilmin, bu serçenin denizden aldığı bir yudum kadar bile Allah'ın ilmini eksiltmez" dedi.
Sonra Hızır gemi tahtalarından birini söktü.
Musa: "Adamlar ücretsiz olarak bizi gemiye aldıkları halde sen, içindekileri boğmak için gemilerini mi deliyorsun?" dedi.
Hızır: "Sen benimle birlikte sabredemezsin demedim mi?" dedi.
Musa: "Dalgınlığımdan dolayı beni sorumlu tutup, bana güçlük çıkarma" dedi.
Musa'nın bu ilk itirazı gerçekten de dalgınlık eseri idi. İkisi yolculuklarına devam ettiler. Bir de baktılar ki bir çocuk başka çocuklarla oynuyor. Hızır çocuğun başını eliyle kopardı.
Musa: "Bir cana karşılık olmaksızın günahsız bir canı mı öldürdün?" dedi.
Hızır: "Ben sana benimle birlikte edemezsin demedim mi?" dedi.[Hadisi rivayet eden İbn Uyeyne Hızır'ın bu ikinci sözünün ilkinden daha güçlü olduğunu söylemiştir.]
İkisi yine yolculuklarına devam ettiler. Nihayet bir köye varınca köy halkından yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındı. Orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular. Hızır eliyle işaret ederek duvarı düzeltti.
Musâ: "İstesen bu iş için ücret alabilirdin" dedi.
Hızır: "İşte bu, ikimizin ayrılacağı zamandır" dedi.
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Allah Musa'ya merhamet etsin, isterdik ki biraz daha sabretseydi de ikisinin arasında geçen başka olaylar bize antatılsaydı".
Açıklama
"Allah düşmanı yalan söylemiş" sözü hakkında İbnü't-Tîn şöyle demiştir: "İbn Abbas bu sözü ile Nevf'i Allah'ın korumasından çıkarmak istememiştir. Ancak ilim adamları hak olmayan bir şey duyduklarında kalpleri bundan nefret eder ve insanları bundan engellemek ve sakındırmak için bu tür sözler ederler. Yoksa bu sözün hakikati kasdedilmemiştir".
Yüce Allah'ın Hz. Musa'ya Aleyhisselam söylediği "O (Hızır) senden daha bilgilidir" sözünden ilk anda Hızır'ın nebi olduğu, hatta risalet ile görevlendirilmiş bir nebi olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü böyle olmasa üst seviyedeki bir kimse, kendisinden daha üst seviyedekine üstün kılınmış olur ki bu, batıl bir görüştür. Hızır'ın peygamber olduğunu gösteren en açık delillerden biri onun yaptığı şeyler hakkında "Ben bunu kendiliğimden yapmadım" sözüdür. Onun peygamber olduğuna inanmak gerekir, ta ki batıl yolda olanlar bunu "Veli, peygamberden üstündür" şeklindeki İddialarına dayanak yapmasınlar. Hâşâ ve kellâ.
Hızırın "Senin bulunduğun bu yerde selâm ne gezer?" sözü "selâmın bilinmediği bu yerde selam ne gezer?" anlamına gelir. Burası küfür ülkesi idi veya onların selamlaşmaları "selâm" sözcüğü İle yapılmıyordu.
Bu, peygamberler ve onlardan daha alt seviyedeki velilerin, Allah'ın kendilerine bildirdiği dışında gaybı bilmediklerini gösterir. Çünkü Hızır tüm gaybı bilseydi, Musa'yı kendisine sormadan bilirdi.
Hızır'ın "Benim ilmim ve senin ilmin, bu serçenin denizden aldığı bir yudum kadar bile Allah'ın ilmini eksiltmez" sözü, Allah'ın ilminden hiçbir şeyi eksiltmez anlamına gelir. Bu güzel bir yorum olmakla birlikte daha güzel bir yorum şudur: Şurada Allah'ın ilmi ile kasdedilen Allah'ın bildiği varlıklardır. Çünkü buradaki ilim kelimesinin başına, bir şeyin bir kısmını ifade eden "min" harfi gelmiştir. Allah'ın zatında bulunan İlim, ezelî bir sıfat olup parçalanamaz, Allah'ın bilgisine konu olan şeyler (nesneler ve olaylar) İse bölünebilir.
Kurtubî şöyle demiştir: İbn Cüreyc rivayetinde bu hadis bağlam olarak daha güzel bir anlatım ile ve şüpheden daha uzak bir ifade ile gelmiştir. O rivayette "Allah'ın ilmi yanında benim ve senin ilmin ancak şu serçenin gagası ile denizden aldığı su kadardır" denilmiştir.
Hz. Hızır Ve Hz. Musa'nın Kıssasından Çıkarılacak Sonuçlar
Kurtubî şöyle demiştir:
Hz. Musa ile Hızır'ın kıssasından çıkarılacak önemli sonuçlar vardır. Şöyle ki:
Allah kendi mülkünde dilediğini yapar, mahlûkâtı hakkında onlara yarar ve zarar verecek şekilde dilediği gibi hükmeder. O'nun fiillerini anlama ve hükümlerine itiraz etme konusunda aklın bir fonksiyonu yoktur. Mahlûkâtın (insanların) onun hükmüne rıza göstermesi ve teslim olması gerekir. Akıllar, rubûbiyetin sırlarını keşfedecek güçte değildir. Onun verdiği hüküm hakkında "niçin" ve "nasıl" soruları sorulamaz.
Bu kıssa ile ilgili olarak iki çarpıtmaya da işaret edelim:
1. Bazı cahiller bu kıssaya dayanarak Hızır'ın Hz. Musa'dan daha üstün olduğunu söylemişlerdir. Bu sözü ancak bu kıssayı anlayacak kadar düşüncesi gelişmemiş ve Allah'ın Hz. Musa'ya verdiği; risalet, onunla doğrudan konuşma, içinde her şeyin hükmü bulunan Tevrat'ı indirme, Hz. İsa da dahil olmak üzere İsrailoğullarına gönderilen bütün peygamberlerin onun şeriatı ve nübüvvetinin hükmü ile yükümlü olmaları konularını anlayamayanlar söyler. Kur'an, Hz. Musa'nın bu üstünlüklerinin pek çok delilini sunmaktadır. Bu konuda şu âyet yeterlidir: "Ey Musa! Ben risaletimle (sana elçilik vermemle) ve seninle konuşmakla seni insanlar arasından seçerek üstün kıldım.[El-A'raf,7/144.]
Peygamberler bölümünde Hz. Musa'nın fazileti ile ilgili yeterli açıklama gelecektir.[3394 nolu hadis]
Hızır, nebi olsa bile, resul olmadığında görüş birliği vardır. Resul, nebiden daha üstündür. Hızır'ın resul olduğunu kabul etsek bile, Hz. Musa'nın risaleti daha büyük, ümmeti de daha çok olduğundan o daha üstündür. Hızır, olsa olsa İsrailoğullarının peygamberlerinden biri ile aynı konumda olabilir ki Hz. Musa onların en üstünüdür.
Hızır'ın nebi değil velî olduğunu kabul edersek, nebi veliden daha üstündür. Bu, aklen de naklen de kesin olan hususlardandır. Bunun aksini kabul eden kişi küfre girer, çünkü bu husus dinde zaruri olarak bilinen (herkesin bilip inanması gereken) hususlardandır.
Hızır ile Musa kıssası yalnızca Musa'nın ibret alması için bir imtihan idi.
2. Zındıklardan bazıları, İslam şeriatının hükümlerini yıkacak bir yöntem benimseyerek şöyle demişlerdir: "Musa ile Hızır kıssasından anlaşıldığına göre dinin genel hükümleri, zeka seviyesi düşük genel halk kitleleri hakkında geçerlidir. Evliya ve seçkinlerin ise bu nasslara (âyet ve hadislerdeki hükümlere) İhtiyaçları yoktur. Onlardan istenen yalnızca kalplerine gelene uymalarıdır. Onlar hakkında, kalplerine doğan şeye göre hüküm verilir. Çünkü onların kalpleri kirlerden temizlenmiş ve şer'î hükümleri anlatan kelimelerden boşalmıştır. Nitekim Hızır hakkında da böyle olmuş, o kalbine doğan ilimler sayesinde Musa'nın sahip olduğu şeriattan müstağni olmuştur. "İnsanlar sana fetva verse de sen fetvayı kalbinden al" şeklindeki meşhur hadis de bunu desteklemektedir".
Bu söz zındıklığa ve küfre götürür. Çünkü bu, dinden olduğu kesin olarak bilinen bir şeyi inkar etmektir. Zira Allah'ın kanunu ve yürürlüğe koyduğu sözüne göre; Allah'ın hükümleri ancak O'nunla halk arasında elçilik yapan peygamberler aracılığı ile bilinebilir. Bu peygamberler Allah'ın dinini ve hükümlerini İnsanlara açıklar. Nitekim Yüce Allah "Allah, meleklerden ve insanlardan elçiler seçer [El-Hac,22/75] "Allah peygamberliğini kime vereceğini daha iyi bilir [El-En'am,6/124.] buyurmuştur. İnsanlara, peygamberlerin getirdiği bütün hükümlere itaat etmelerini emretmiş, onlara İtaat etmeye ve emrettikleri hükümlere yapışmaya teşvik etmiştir. Çünkü doğru yol ondadır. Bu konuda kesin bilgi ve İlk dönem âlimlerinin görüş birliği vardır. Peygamberlerin Allah'ın hükümlerini getirdiği yollar dışında, hükümleri bilmenin başka bir yolu bulunduğunu ve bu yolun peygamberlerin yoluna ihtiyaç bırakmadığını iddia eden kişi kâfirdir, öldürülür, kendisinden tevbe etmesi istenmez (yani tevbe etmesine müsaade edilmez).
Hızır'ın yaptığı şeyin din ile çelişen hiçbir tarafı yoktur. Zalim bir kimsenin gemiyi gasp etmesini önlemek için geminin tahtalarından birinin sökülmesi, zalim kimsenin gasp tehlikesi geçince tahtanın yerine çakılması hem din hem akıl bakımından caizdir. Ancak Musa ilk anda görünen durumu dikkate alarak bunu yadırgamakta acele etmiştir. Müslim'in Ebû İshak'tan rivayetindeki şu ifade bunu açık olarak göstermektedir: "Gemiyi çalıştıran kişi tahtasının kırık olduğunu görünce onu tamir etti".
Farklı şekillerde anlaşılmaya müsait olan durumları yadırgamakta acele etmemek gerekir.
Hızır'ın çocuğu öldürmesine gelince bunun, onun dininde caiz olması muhtemeldir.
Duvarı onarma ise kötülüğe iyilikle karşılık verme cinsinden bir fiildir. Bu hadisle ilgili diğer meseleleri tefsir bölümünde ele alacağız.[4762 nolu hadis]
"Allah Musa'ya merhamet etsin, isterdik ki biraz daha sabretseydi de ikisinin arasında geçen başka olaylar bize antatılsaydı".
Açıklama
"Allah düşmanı yalan söylemiş" sözü hakkında İbnü't-Tîn şöyle demiştir: "İbn Abbas bu sözü ile Nevf'i Allah'ın korumasından çıkarmak istememiştir. Ancak ilim adamları hak olmayan bir şey duyduklarında kalpleri bundan nefret eder ve insanları bundan engellemek ve sakındırmak için bu tür sözler ederler. Yoksa bu sözün hakikati kasdedilmemiştir".
Yüce Allah'ın Hz. Musa'ya Aleyhisselam söylediği "O (Hızır) senden daha bilgilidir" sözünden ilk anda Hızır'ın nebi olduğu, hatta risalet ile görevlendirilmiş bir nebi olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü böyle olmasa üst seviyedeki bir kimse, kendisinden daha üst seviyedekine üstün kılınmış olur ki bu, batıl bir görüştür. Hızır'ın peygamber olduğunu gösteren en açık delillerden biri onun yaptığı şeyler hakkında "Ben bunu kendiliğimden yapmadım" sözüdür. Onun peygamber olduğuna inanmak gerekir, ta ki batıl yolda olanlar bunu "Veli, peygamberden üstündür" şeklindeki İddialarına dayanak yapmasınlar. Hâşâ ve kellâ.
Hızırın "Senin bulunduğun bu yerde selâm ne gezer?" sözü "selâmın bilinmediği bu yerde selam ne gezer?" anlamına gelir. Burası küfür ülkesi idi veya onların selamlaşmaları "selâm" sözcüğü İle yapılmıyordu.
Bu, peygamberler ve onlardan daha alt seviyedeki velilerin, Allah'ın kendilerine bildirdiği dışında gaybı bilmediklerini gösterir. Çünkü Hızır tüm gaybı bilseydi, Musa'yı kendisine sormadan bilirdi.
Hızır'ın "Benim ilmim ve senin ilmin, bu serçenin denizden aldığı bir yudum kadar bile Allah'ın ilmini eksiltmez" sözü, Allah'ın ilminden hiçbir şeyi eksiltmez anlamına gelir. Bu güzel bir yorum olmakla birlikte daha güzel bir yorum şudur: Şurada Allah'ın ilmi ile kasdedilen Allah'ın bildiği varlıklardır. Çünkü buradaki ilim kelimesinin başına, bir şeyin bir kısmını ifade eden "min" harfi gelmiştir. Allah'ın zatında bulunan İlim, ezelî bir sıfat olup parçalanamaz, Allah'ın bilgisine konu olan şeyler (nesneler ve olaylar) İse bölünebilir.
Kurtubî şöyle demiştir: İbn Cüreyc rivayetinde bu hadis bağlam olarak daha güzel bir anlatım ile ve şüpheden daha uzak bir ifade ile gelmiştir. O rivayette "Allah'ın ilmi yanında benim ve senin ilmin ancak şu serçenin gagası ile denizden aldığı su kadardır" denilmiştir.
Hz. Hızır Ve Hz. Musa'nın Kıssasından Çıkarılacak Sonuçlar
Kurtubî şöyle demiştir:
Hz. Musa ile Hızır'ın kıssasından çıkarılacak önemli sonuçlar vardır. Şöyle ki:
Allah kendi mülkünde dilediğini yapar, mahlûkâtı hakkında onlara yarar ve zarar verecek şekilde dilediği gibi hükmeder. O'nun fiillerini anlama ve hükümlerine itiraz etme konusunda aklın bir fonksiyonu yoktur. Mahlûkâtın (insanların) onun hükmüne rıza göstermesi ve teslim olması gerekir. Akıllar, rubûbiyetin sırlarını keşfedecek güçte değildir. Onun verdiği hüküm hakkında "niçin" ve "nasıl" soruları sorulamaz.
Bu kıssa ile ilgili olarak iki çarpıtmaya da işaret edelim:
1. Bazı cahiller bu kıssaya dayanarak Hızır'ın Hz. Musa'dan daha üstün olduğunu söylemişlerdir. Bu sözü ancak bu kıssayı anlayacak kadar düşüncesi gelişmemiş ve Allah'ın Hz. Musa'ya verdiği; risalet, onunla doğrudan konuşma, içinde her şeyin hükmü bulunan Tevrat'ı indirme, Hz. İsa da dahil olmak üzere İsrailoğullarına gönderilen bütün peygamberlerin onun şeriatı ve nübüvvetinin hükmü ile yükümlü olmaları konularını anlayamayanlar söyler. Kur'an, Hz. Musa'nın bu üstünlüklerinin pek çok delilini sunmaktadır. Bu konuda şu âyet yeterlidir: "Ey Musa! Ben risaletimle (sana elçilik vermemle) ve seninle konuşmakla seni insanlar arasından seçerek üstün kıldım.[El-A'raf,7/144.]
Peygamberler bölümünde Hz. Musa'nın fazileti ile ilgili yeterli açıklama gelecektir.[3394 nolu hadis]
Hızır, nebi olsa bile, resul olmadığında görüş birliği vardır. Resul, nebiden daha üstündür. Hızır'ın resul olduğunu kabul etsek bile, Hz. Musa'nın risaleti daha büyük, ümmeti de daha çok olduğundan o daha üstündür. Hızır, olsa olsa İsrailoğullarının peygamberlerinden biri ile aynı konumda olabilir ki Hz. Musa onların en üstünüdür.
Hızır'ın nebi değil velî olduğunu kabul edersek, nebi veliden daha üstündür. Bu, aklen de naklen de kesin olan hususlardandır. Bunun aksini kabul eden kişi küfre girer, çünkü bu husus dinde zaruri olarak bilinen (herkesin bilip inanması gereken) hususlardandır.
Hızır ile Musa kıssası yalnızca Musa'nın ibret alması için bir imtihan idi.
2. Zındıklardan bazıları, İslam şeriatının hükümlerini yıkacak bir yöntem benimseyerek şöyle demişlerdir: "Musa ile Hızır kıssasından anlaşıldığına göre dinin genel hükümleri, zeka seviyesi düşük genel halk kitleleri hakkında geçerlidir. Evliya ve seçkinlerin ise bu nasslara (âyet ve hadislerdeki hükümlere) İhtiyaçları yoktur. Onlardan istenen yalnızca kalplerine gelene uymalarıdır. Onlar hakkında, kalplerine doğan şeye göre hüküm verilir. Çünkü onların kalpleri kirlerden temizlenmiş ve şer'î hükümleri anlatan kelimelerden boşalmıştır. Nitekim Hızır hakkında da böyle olmuş, o kalbine doğan ilimler sayesinde Musa'nın sahip olduğu şeriattan müstağni olmuştur. "İnsanlar sana fetva verse de sen fetvayı kalbinden al" şeklindeki meşhur hadis de bunu desteklemektedir".
Bu söz zındıklığa ve küfre götürür. Çünkü bu, dinden olduğu kesin olarak bilinen bir şeyi inkar etmektir. Zira Allah'ın kanunu ve yürürlüğe koyduğu sözüne göre; Allah'ın hükümleri ancak O'nunla halk arasında elçilik yapan peygamberler aracılığı ile bilinebilir. Bu peygamberler Allah'ın dinini ve hükümlerini İnsanlara açıklar. Nitekim Yüce Allah "Allah, meleklerden ve insanlardan elçiler seçer [El-Hac,22/75] "Allah peygamberliğini kime vereceğini daha iyi bilir [El-En'am,6/124.] buyurmuştur. İnsanlara, peygamberlerin getirdiği bütün hükümlere itaat etmelerini emretmiş, onlara İtaat etmeye ve emrettikleri hükümlere yapışmaya teşvik etmiştir. Çünkü doğru yol ondadır. Bu konuda kesin bilgi ve İlk dönem âlimlerinin görüş birliği vardır. Peygamberlerin Allah'ın hükümlerini getirdiği yollar dışında, hükümleri bilmenin başka bir yolu bulunduğunu ve bu yolun peygamberlerin yoluna ihtiyaç bırakmadığını iddia eden kişi kâfirdir, öldürülür, kendisinden tevbe etmesi istenmez (yani tevbe etmesine müsaade edilmez).
Hızır'ın yaptığı şeyin din ile çelişen hiçbir tarafı yoktur. Zalim bir kimsenin gemiyi gasp etmesini önlemek için geminin tahtalarından birinin sökülmesi, zalim kimsenin gasp tehlikesi geçince tahtanın yerine çakılması hem din hem akıl bakımından caizdir. Ancak Musa ilk anda görünen durumu dikkate alarak bunu yadırgamakta acele etmiştir. Müslim'in Ebû İshak'tan rivayetindeki şu ifade bunu açık olarak göstermektedir: "Gemiyi çalıştıran kişi tahtasının kırık olduğunu görünce onu tamir etti".
Farklı şekillerde anlaşılmaya müsait olan durumları yadırgamakta acele etmemek gerekir.
Hızır'ın çocuğu öldürmesine gelince bunun, onun dininde caiz olması muhtemeldir.
Duvarı onarma ise kötülüğe iyilikle karşılık verme cinsinden bir fiildir. Bu hadisle ilgili diğer meseleleri tefsir bölümünde ele alacağız.[4762 nolu hadis]
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
18 Aralık 2018 Salı
YASİN SÛRESİ 28-32. ayetlerin tefsiri
"Şehir Halkı" Kıssasının Devamı, Peygamberleri Yalanlayanların Cezalandırılması:
28- Ondan sonra kavminin üzerine gökten hiçbir ordu indirmedik, indiriciler de değildik.
29- Sadece bir tek sayha, o kadar. Hemen sönüp gittiler.
30- Ey kulların üzerine çöken büyük hasret ve pişmanlık, hazır ol! Onlar kendilerine hangi elçi gelse onu alaya alıyorlardı.
31- Kendilerinden önce nice nesilleri helak ettiğimizi, onların bir daha kendilerine dönmediklerini görmezler mi?
32- Onların hepsi toptan huzurumuza muhakkak getirileceklerdir.
Açıklaması:
"Ondan sonra kavminin üzerine gökten hiçbir ordu indirmedik, indiriciler de değildik." Yani mümin olan Habîbu'n-Neccâr'ın kavmi üzerine onu öldürmelerinden sonra kendilerini Allah'a imana davet için meleklerden bir ordu indirmedik; buna ihtiyacımız da yoktu. Bilakis bizim için bu mesele, böyle bir ordu indirmekten daha hafif ve basitti; onları orduyla değil, sayha ile helak etmek suretiyle takdirimiz gerçekleşmişti.
Onların bu şekilde helak edilmesi, kendilerini tahkir içindir. Zira gökten melekler indirmek, çok önemli işlere mahsustur. Onları helak etmek için ise gökten indirilecek bir orduya hacet yoktu. Bilakis biz onları bir tek sayha ile helak ettik.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sadece bir tek sayha, o kadar. Hemen sönüp gittiler." Yani onların helak edilmesi, sadece Cebrail'in bir sayhası ile oldu. O sayha ile helak oldular. Onların yakalanması yahut cezası sadece bir tek sayha ile olmuştu.
Buradaki "bir tek" ifadesi tekit içindir. Çünkü söz konusu azap Allah indinde basittir. "Hemen sönüp gittiler" ifadesinde, helakin süratli bir şekilde gerçekleştiğine işaret vardır.
"Ey kulların üzerine çöken büyük hasret ve pişmanlık, hazır ol! Onlar kendilerine hangi elçi gelse onu alaya alıyorlardı." Yani Ey peygamberleri yalanlayan kimseler! Tevhide, hakka ve hayra çağıran hiçbir peygamber gelmemiştir ki kendisiyle alay edilmesin, söyledikleri yalanlanmasın ve getirdiği hak din inkâr edilmesin. İşte bu sebeple acıklı bir hasret çekin ve yaptıklarınıza pişman olun!
"Ey kulların üzerine çöken büyük hasret ve pişmanlık, hazır ol!" Yani şimdi peygamberleri yalanlayanlar için hasret vaktidir. Onların hasret çekmelerinin sebebi, kendileriyle aynı tavır içinde olan geçmiş ümmetlerin başına gelenlerden ibret almamalarıdır. Esasen burada gerçek manada hasret çekme söz konusu değildir. Zira burada zamanın, hasreti isteme zamanı olduğu beyan edilmek istenmektedir. Çünkü azapla karşı karşıya kalındığında pişmanlık duygusu ortaya çıkmıştır. Buradaki hasretin, kâfirler tarafından peygamberler yalanlandığında meleklerin, kâfirlerin bu durumuna hayıflanıp ah-vah etmesi olduğu da söylenmiştir.
Daha sonra Yüce Allah hal-i hazırdaki ve gelecekteki nesilleri uyarmakta ve şöyle buyurmaktadır:
"Kendilerinden önce nice nesilleri helak ettiğimizi, onların bir daha kendilerine dönmediklerini görmezler mi?" Yani kendilerinden önce yaşamış olan ve peygamberleri yalanlayan Âd ve Semûd gibi, Allah'ın helak ettiği kavimlerin durumundan ve onların artık dünyaya dönemeyecek olmasından ibret almazlar mı? Burada, öldükten sonra dünyaya, daha önce yaşadıkları gibi tekrar döneceklerine bilgisizce inanan Dehrî (yani tanrıtanımaz, ateist)'lerin iddiaları da reddedilmektedir. Nitekim Yüce Allah onların şöyle dediklerini hikâye etmektedir: "Dediler ki: Ne varsa dünya hayatımızdır. Başka birşey yoktur. Ölürüz, yaşarız. Bizi zamandan başkası helak etmiyor." (Câsiye, 45/24).
Daha sonra Yüce Allah yine onlara, dünya azabından sonra ahirette de hesap ve ceza olduğunu öğretmekte ve şöyle buyurmaktadır: "Onların hepsi toptan huzurumuza muhakkak getirileceklerdir." Yani geçmiş ve gelecek ümmetlerin tümü kıyamet günü hesap için Yüce Allah'ın huzuruna getirilecekler ve Yüce Allah onlara, hayrıyla şerriyle bütün amellerinin karşılığını verecektir. Bu ayet, Yüce Allah'ın şu kavl-i ilâhisi gibidir: "Şüphesiz Rabbin, herbirinin amellerinin karşılığını tam olarak verecektir." (Hûd, 11/111).
Bu ayet, Allah'ın bu dünyada helak ettiği kimselerin yakasını bırakmayacağının, dünya hayatından sonra da onların Yüce Allah'ın huzurunda toplanıp hesap vereceklerinin ve cezaya çarptırılacaklarının delilidir. Şayet Yüce Allah bu dünyada helak ettiği kimselerin yakasını bıraksaydı, şairin de dediği gibi ölüm onlar için bir rahatlık ve kurtuluş olurdu:
"Kurtulsaydı yakamız öldüğümüzde şayet Öldüğü an ererdi rahata her zî-hayat. Gel gör ki öleceğiz, tekrar dirileceğiz Ve sonra her şey için bir hesap vereceğiz." [3]
[3] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 12/8-10.
http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)