6 Şubat 2020 Perşembe

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in Şirk İle Mücadelesi -2-


Kur’an bu müşahhas/somut putların yanısıra mücerred/soyut putlardan da bahisler açarak, bu tarz sapmalara karşı da muhataplarını uyarmaktadır.
Mücerred putların/tanrıların neler olduğuna gelince, bu konuda da çok şey söylenebilir, ancak biz Kur’an’ın en fazla bu konuda değindiği üç tanrıdan bahsedeceğiz. 


Bunlar şunlardır: 
1. Hevâ 
2. Dehr 
3. Şârî 

Kur’an’ın ısrar ve tekrar ile nazarlarımıza verdiği, Efendimiz’in (sas) çok önemli uyarılarla dikkatlerimizi çektiği insanı saptıran bu üç putu biraz olsun tanımaya çalışalım. 

1. HEV 
Sözlükte “istek, heves, meyil, sevme, düşkünlük” gibi anlamlara gelen hevâ kelimesi ıstılahta, “nefsin, akıl ve din tarafından yasaklanan kötü arzulara karşı eğilimi” demektir. 5 Dolayısı ile insanın hevâsına uyması, her an onun yönlendirmesi ile yaşaması, arzu ve tutkularının esiri olması yani farkında olarak ya da olmayarak egosunu ilahlaştırmasıdır. ‘Canım böyle istiyor’ diye, canının her istediğini meşru görerek, hududullaha riayet etmeden yaşamasıdır. Hal böyle olunca Kur’an’ın nazil olduğu coğrafyada olduğu gibi, bugünün dünyasında da hevâ ve hevesini tanrı edinen bir çok insan görmek mümkündür. Demek ki, insanın şirke düşmesi için ille de cansız nesnelerden oluşan adı Lât, Uzzâ, Menât ya da başka bir şey olan bir puta tazim etmesi gerekmiyormuş... Bu hakikati ifade etmek için Kur’an birçok ayette hevânın nasıl ilahlaştırıldığına dikkat çekmektedir. 

Kur’an-ı Kerim, hepsi de olumsuz anlamda olmak üzere hevâ kelimesini on ayette tekil, on sekiz ayette çoğul (ehvâ) olarak kullanmaktadır. 6 Bu ayetlerden iki tanesini işin ehemmiyetini anlamak için dikkatle okuyalım. Rabbimiz buyuruyor ki: “Hevâsını kendisine ilah olarak edinen o kimseyi görmedin mi? Sen ona vekil, yani koruyucu olabilir misin?”7 

Bir diğer ayette ise Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah’ın kendi ilmi dahilinde saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne perde çektiği kimseyi görüyor musun? Şimdi onu Allah’tan başka kim hidayete erdirebilir? Hâlâ düşünmez misiniz?” 8 Bazı müfessirlerimize göre bu iki ayetin tasvir ettiği şahıslar, Allah’ın emirlerine karşı isyan içerisinde olan ve canının istediği gibi yaşamaya çalışan, Hâris b. Kays es-Sehmî, Hâris b. Nevfel b. Abdimenaf ya da Ebû Cehil idi.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemde birçok hadisinde hevânın nasıl insan tarafından ilah edinildiğini beyan etmiş, bu konuda çok açık uyarılarda bulunmuştur. 10 Mesela, bir hadisinde hevânın nasıl dehşetli bir düşman olduğunu şöyle beyan buyurmuştur: “Gök Kubbenin altında Allah’tan başka tapılan şeyler arasında hevâdan daha müthiş bir şey yoktur.” 11 

İşte insanı felakete götüren ve insanın bizzat içinde bir puta dönüşen böyle bir sapma ile Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hep mücadele etmiş, insanın yetersizliğini dile getirmiş, nefsin yok edilmesini değil, terbiye edilerek, hevânın ilahlaştırılmamasını söylemiştir. 

Devamı bir sonraki yazıda.

5 el-İsfahânî, Rağıb, el-Müfredat, s. 849; Çağrıcı, Mustafa; TDV, İslam Ansiklopedisi, c. 17, s. 274

6 Abdulbaki, Muhammed Fuad; el-Mu’cemü’l-Müfehres, s. 831

7 Furkan Sûresi, 25/43

8 Câsiye Sûresi, 45/23

9 Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, c. 16, s. 28; Çetiner, Bedredin; Fâtiha’dan Nâs’a Esbâb-ı Nüzûl, c. 2, s. 670

10 Buhari, Ahkâm, 16; Ebû Davud, Edeb, 116; Dârimî, Mukaddime, 30, 35

11 Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, c. 11, s. 36


Muhammed Emin Yıldırım-Siyer usulu ders notları

https://www.siyervakfi.org/siyerusulu/siyer-usulu-22.pdf

5 Şubat 2020 Çarşamba

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in Şirk İle Mücadelesi -1-


“De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim. De ki: Allah her şeyin Rabbi iken ben ondan başka Rab mı arayacağım? Herkesin kazanacağı yalnız kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. Ve O, ayrılığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir.”
(En’âm Sûresi, 6/162-164) 


Hira

 Müşahhas tanrılar ne demektir? 
 Mücerred tanrılar ne demektir? 
 Put deyince neler anlaşılmalıdır? Puta tapma sadece Miladi 6. asrın bir sapması mıdır? 
 İnsanın hevâ ve heveslerini rab edinmesi nasıl anlaşılmalıdır? 
 Şirk konusuna, Kur’an’ın çokça yer vermesinin ve Efendimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem bu mesele hakkında oldukça hassas olmasının hikmetleri nelerdir? 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kendinden önceki diğer elçiler gibi bir ömür muhataplarına, “Kulu La ilahe illallah tuflihu/Allah’tan başka ilah yoktur deyin ve kurtulun!” deyip, onları her türlü şirkten arındırıp, el-Ahad ve el-Vahid olan Allah’ın birliğine/tevhide davet etmiştir. O’nun sallallahu aleyhi ve sellem bütün mücadelesi şirkin izalesi ve tevhidin hayata hakim kılınması üzerinedir. Bir önceki derste gördüğümüz gibi Allah’a ait olan alanları sahte tanrılara, putlara ya da şahıslara paylaştırıp şirke kapı açanları, tevhide ulaştırmak için ciddi bir gayret ortaya koymuştur. 

Geçen dersimizde Efendimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem ilk muhataplarının yaygın bir hastalığı olan putçuluğa değinmiş, Kur’an’ın bazen açık isim vererek 1 bazen de isim vermeden, halkın yaygın olan bu dini yapısına karşı vermiş olduğu mücadeleyi görmüştük. O gün var olan o mücadelenin yeni başlamadığını ta ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’in çocuklarına ulaşacak kadar zamanının eski olduğunu, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem döneminde de devam ettiğini, bugünde aynı sapmaların farklı şekillerle var olduğunu, dolayısıyla mücadelenin de kıyamete kadar da süreceğini unutmamamız gerekir. 

Bu noktada bir put tarifi yapmamız yerinde olacaktır. Put, kişinin Allah’a (cc) ait vasıf ve özellikleri kendisinde var olduğu kuruntusuna kapıldığı veya o özellikleri paylaştığı maddi-manevi her şeydir. Hal böyle olunca put sadece önünde tazim edilen bir takım nesneler olmakla sınırlı değil, insanı Allah’tan koparan, isyana sürükleyen, kulluk bilincini zedeleyen her türlü sapmanın adıdır. Dolayısı ile put denilen şeyler; insan, çeşitli hayvanlar veya bunların figürleri, kuş, ağaç ,taş veya maden gibi görünen müşahhas/somut varlıklardan oluştuğu gibi, herhangi maddi bir şekle dayanmayan mücerred/soyut varlıklardan da oluşabilir.

Bu hususu biraz daha açacak olursak, mesela; ilk günden bu tarafa insanlar, bazen Allah (cc) yanında meleklere, cinlere hatta şeytanlar gibi manevi varlıklara tapmışlardır. Yine insanlar Hristiyanlıkta olduğu gibi teslis inancını benimseyip, Allah yanında Meryem validemize ve Hz. İsa’ya Allah’a ait bazı vasıfları vermiş, onları ilah mesabesinde görerek şirke düşmüşlerdir. 3 Yahudiler ise Ezra dedikleri, Kur’an’ın ise Uzeyr dediği kendilerine gönderilen elçiye ilahlık vasıfları yükleyerek şirke düşmüşlerdir . 4 Bazı insanlar ise buzağı, kartal (nesr) veya başka bir hayvana farklı anlamlar yükleyerek şirke kapı açmışlardır. Başkaları ise bu sapmayı güneş, ay, yıldız gibi gök cisimlerinde yapmışlardır. Bir de geçen ders üzerinde durduğumuz gibi, insanların elleri ile yapıp, farklı mana ve anlamlar yükleyerek Lât, Uzzâ, Menât, Hubel ve benzeri isimlerle andıkları nesnelere tanrılık isnat edip putçuluk ile şirke düşmüşlerdir. Kur’an bu müşahhas/somut putların yanısıra mücerred/soyut putlardan da bahisler açarak, bu tarz sapmalara karşı da muhataplarını uyarmaktadır. 

Mücerred putların/tanrıların neler olduğuna gelince, .......

Devamı bir sonraki yazıda.

1 Necm Sûresi, 53/19-23; Nuh Sûresi 71/23

2 Yıldırım, Suat; Kur’an’da Ulûhiyyet, s. 4 
3 “Allah: ‘Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, ‘Beni ve anamı, Allah’tan başka iki tanrı bilin’ diye sen mi dedin,’ buyurduğu zaman o, Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.” Maide Sûresi, 5/116 
4 “Yahudiler: ‘Uzeyr Allah’ın oğludur,’ dediler. Hıristiyanlar da, ‘Mesih Allah’ın oğludur,’ dediler. Bu, ağızlarından çıkan (boş) sözleridir. Onlar önceden inkar etmiş olanların sözlerini taklid ediyorlar. Allah kahretsin onları. Nasıl gerçeklerden sapıyorlar?” Tevbe Sûresi, 9/30

Muhammed Emin Yıldırım-Siyer usulu ders notları

https://www.siyervakfi.org/siyerusulu/siyer-usulu-22.pdf

Herkese Hakkımızı Helal Etmeli miyiz?


Sual: Selamün Aleyküm. Hepimizin vardır dünyevi işlerde içimizi acıtan kişiler ve olaylar. Benim sorum şu olacak insanlara hakkımızı helal etmenin Allah (c.c.) katındaki sevabı var mıdır? Her kula hakkımızı helal etmeli miyiz? Bu konuda ahirete pay bırakmak gerekli mi yoksa dünyadayken varsa eğer hakkımız bildiğimiz bilmediğimiz kimselere helal olsun denmeli mi? Saygılarımla.

Cevap: İnsanın dünyada iken elde ettiği hakları helal etmek, bağışlamak, tamamen kendi hakkıdır. İster bağışlar, ister yargılanmak için ahirete bırakır. Rabbimiz bu konuda kulları arasına girmez, ancak af etmeyi murat ettiği kulun hakkını, diğer bir kula farklı ödüller vererek üstlenebilir. Bu konuda hadislerde çeşitli izahlar mevcuttur. Ancak bu noktada şunu düşünmek gerekir: Cenneti kazanmış bir kul, başka birinden hak alacağı için o büyük mahkemede ifade veriyor. Bu kadarlık bir zaman için bile değer mi orada hesaplaşmaya bu tamamen kişinin bileceği iştir. Çok canı yanmıştır, biri ister hesaplaşmayı, biri ise çok canı yanmasına rağmen, ben bir an olsun bile cennetten ayrı kalmayayım diye o hakların hepsinden vazgeçebilir. Vazgeçtiği her hak da ona cennette farklı bir ödüle dönüşebilir. Öyleyse kararı verirken bunları düşünüp öyle vermelidir. Allah (cc) sorgusuz, sualsiz cennete girmeyi hepimize nasip etsin. (amin)

Muhammed Emin YILDIRIM


4 Şubat 2020 Salı

Bir Ayda Üç Kez Hayız Olmak

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.

"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
   
6. BÖLÜM HAYIZ

24. Bir Ayda Üç Kez Hayız Olmak

Hayız olma imkanının bulunduğu günlerde hayız olma İle hamilelik konusunda kadınların ifadeleri tasdik edilir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz."
[el-Bakara 2/228]

Anlatıldığına göre Hz. Ali ve Şüreyh 
radıyallahu anhum , ailesinden dini hassasiyetine itimad edilen birini şahit göstererek bir ayda üç defa hayız olduğunu beyan eden kadını tasdik etmiştir.

Ata, 'iddet bekleyen kadının üç kur'u, iddet öncesi zamana göredir" demiştir. Bu görüş İbrahim en-Nehâî'den de nakledilmiştir. Ayrıca Atâ şöyle demiştir: 'Hayız bir gün İle, on beş gün arasında değişir.

Mu'temir babasından şöyle nakletmiştir: "İbn Sîrîn'e temizlik döneminden beş gün sonra kan gören kadının durumunu sordum. O da, 'bunu kadınlar daha iyi bilir' dîye cevap verdi."

Açıklama

(Hayız olma imkanının bulunduğu günlerde) Eğer hayız olma imkanının bu­lunmadığı günlere dair kadınlardan hayız olduklarına dair bir beyan sadır olursa, bu iddia kabul edilmez.

(Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur) Bu İfadeyle İmam Buhârî, yukarı­daki âyetin tefsirine işaret etmiştir. Söz konusu âyetin tefsiri hakkında Taberî, Zühdî'den sahih bir senetle şunu nakletmiştir: "(Belâğ yoluyla) bize ulaştığına göre, Allah'ın rahimlerde yarattığından maksat, hamilelik veya hayızdır. Kadınla­rın bu halleri saklaması caiz olmaz. Zira ancak bu hallerin açıklanmasıyla iddet sona erer ve rac'at (geri dönme) hakkı bulunan kocanın bu hakkı düşer."

İbn Ömer'den sahih bir senetle şöyle nakledilmiştir: "Kadının, hayız olduğu zaman hayzını, hamile olduğu zamanda hamileliğini saklaması helal değildir."

Bâb başlığının âyetle uyumu şu şekilde izah edilebilir; Âyete göre kadın, kendi durumunu açıklamak zorundadır. Eğer kadının ifadeleri tasdîk edilmeye­cek olsaydı, bunun bir anlamı olmazdı.

[ailesinden dini hassasiyetine itimad edilen birini şahit) Yani kendisine yakın birini şahit olarak getirmiştir. İsmail el-Kâdî şöyle demiştir: "Bu ifadeyle, kadınla­rın rivayette bahsi geçen hanımın ayda üç kez hayız olduğuna şahitlik etmeleri kasdedilmemiştir. Kanaatime göre, kadınların bu tür durumların olabileceğine, bazen yakınlarındaki hanımlar için bu durumun meydana geldiğine dair tanıklık etmeleri kasdedilmiştir." Bizce bu yorum, kıssanın akışına aykırıdır. Nitekim Dârîmî şöyle bir rivayet aktarmıştır: "Ya'lâ b. Ubeyd, ismail b. Ebî Halid kana­lıyla Amir eş-Şâ'bî'den bize şöyle nakletti: "Hz. Ali'ye 
radıyallahu anh bir kadın geldi ve 'bir ay içinde üç kez hayız oldum' diyerek kendisini boşayan kocasını dava etti. (İddetİnin dolduğunu beyan edip kocasından tamamen ayrıldığını tescil etmek istedi.) Hz. Ali, Şüreyh'e 'Bunlar hakkında hükmü sen ver' dedi. Şüreyh, 'Ey mü-' minlerin emiri! Sen varken hüküm bize düşmez' diyerek tevazu gösterdi. Hz. Ali radıyallahu anh yine 'Bunlar hakkında hükmü sen ver' dedi. Bunun üzerine Şüreyh şu şekilde hüküm verdi: Eğer bu kadın, kendi ailesinden dini hassasiyetine güvenilen bi­rilerini şahit getirir, onlar da, kendisinin bir ayda üç kez hayız olduğunu, her temizlik döneminde gusül abdesti alıp namazı kıldığını ikrar ederse iddeti dolmuş demektir. Aksi takdirde, iddeti dolmamıştır.

Hz. Ali 
radıyallahu anh 'kâlûn' diyerek bu hükmü onayladı. Kâlûn Rumca 'bravo' manasına gelir."

Bu olay göstermektedir ki, şahitlerin söz konusu iddianın rivayette bahsi ge­çen kadın hakkında meydana geldiğine şahitlik etmeleri kasdedilmiştir. Nitekim Atâ da bu görüştedir. Çünkü o, kadının boşanmadan önceki adetini esas al­maktadır.

325- Hz. Âişe'den 
radıyallahu anha şöyle nakledilmiştir: "Fâtıma bintü Hubeyş Hz. Peygamber'e ben istihaze kanı görüyorum, bir türlü temizlenemiyo­rum. Bundan dolayı namazı bırakayım mı?' diye sordu. O da şöyle buyurdu: Hayır! Zira bu, damardan kaynaklanan bir kanamadır. Ancak hayız olduğun günler kadar namaz kılma, sonra gusül abdesti al ve namaz kıl!"

Açıklama

Hadisin Bab Başlığı İle İlgisi

Hz. Peygamber 
Sallallahü Aleyhi ve Sellem hayız olduğun günler kadar buyurmakla, hayız süresinin ne kadar olduğunu kadının takdirine bırakmış ve bunun da âde­tin genel seyrine müracaatla öğrenilebileceğini belirtmiştir. Böylesi durumlarda âdet günlerinin tespiti, kişiden kişiye değişir.

Hayız ve temizlik günlerinin en azının ne kadar olduğu konusunda âlimler ihtilaf etmiştir. Anca Davûdî hayzın en fazla on beş gün sürebileceği konusunda alimlerin ittifak ettiğini söylemiştir. Ebu Hanife, en az hayız ile en az temizlik günlerinin bîrlesemeyeceğini belirtmiştir. Ona göre iddet süresi en erken altmış günde biter. İmam Muhammed ve Ebu Yusuf'a göre ise, otuz dokuz günde sona erer. Çünkü onlara göre hayzın en azı üç gün, temizlik döneminin en azı ise on beş gün sürer. 


Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.

3 Şubat 2020 Pazartesi

MÜLK SURESİ 28-30. ayetlerin tefsiri


Mekke Kafirlerinin Peygamber'e (S.A.) Ve Müminlere Helak Olsunlar Diye Beddua Etmeleri:

28- De ki: "Bana haber verin. Eğer Allah beni ve benimle beraber olanlan helak etse veya bize rahmet buyursa, ya kâfirleri acıklı azaptankim kurtarır?'

29- De ki: "O rahmandır, biz Ona iman etmişizdir ve yalnız O'na te-fit* vekkül ettik. Artık kimin apaçık biraPıkhk iÇinde olduğunu pek ya- kında bileceksiniz."

30- De ki: "Bana haber verin. Eğer suyunuz yerin dibine geçiriliverse size kim akar bir su getirebilir?"

Açıklaması:


Şanı Yüce Allah, Peygamber (s.a.)'in ve müminlerin helak olmaları için beddua etmelerine iki bakımdan cevap vermektedir:

a) "De ki: Bana haber verin. Eğer Allah beni ve benimle beraber olanla­rı helak etse veya bize rahmet buyursa, ya kâfirleri acıklı azaptan kim kur­tarır?" Yani ey Muhammed, Allah'a ortak koşan ve onun nimetlerini inkâr eden şu kimselere de ki: Allah beni ve benimle beraber diğer müminleri he­lak etse yahutta ecelimizi erteleyerek rahmet buyursa bunun size sağlaya­cağı fayda nedir ya da siz bunun sonucunda rahat edebilecek misiniz? Biz bu şekilde helak olsak dahi hiç kimse kâfirleri Allah'ın azabından kurtara­mayacaktır. Allah kâfirlerin temenni ettikleri ya da bekledikleri gibi ister Rasulünü ve onunla birlikte müminleri helak etsin, ister onlara mühlet versin değişen hiçbir şey olmaz.

Ayetten maksat, kâfirleri uyararak tevbe ile iman ederek tevhidi, pey­gamberliği ve ölümden sonra dirilişi kabul edip Yüce Allah'a dönmek sure­tiyle kendilerini kurtarmaya çalışmalarını teşvik etmek, Peygamber (s.a.) ile müminler için azap ve intikamın gelmesini arzulamalarının kendilerine fayda sağlamayacağı hususunda onları uyarmaktır. Bu hallerini sürdüre­cek olurlarsa Allah'ın kendilerini gelip bulacak olan acıklı azabından ve in­tikamından kurtulmaları söz konusu değildir.

b) "De ki: O Rahmandır. Biz O'na iman etmişizdir ve yalnız O'na te­vekkül ettik. Artık kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu pek yakında bileceksiniz." Yani onlara de ki: O bizim bir ve tek olarak kendisine inandı­ğımız rahman olan Allah'tır. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayız. Bütün işleri­mizde başkasına değil, yalnızca ona tevekkül ettik. Tevekkül işleri aziz ve celil olan Allah'a havale etmektir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmakta­dır: "O halde yalnız O'na ibadet et ve ona güvenip dayan." (Hud, 11/123) Bundan dolayı: "Artık kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu pek yakın­da bileceksiniz." diye buyurmaktadır. Yani kim apaçık bir hata içerisinde­dir. Biz mi, siz mi? Dünya ve ahirette güzel akıbet kimin olacaktır? Pek ya­kında anlayacaksınız.

Bu ifadelerle kâfirlerin kişilere ve mallara güvenip bel bağladıklarına da bir işaret vardır. Durumları bu olduğuna göre, Allah onların müminlere yönelik beddualarını nasıl kabul eder?

Daha sonra Yüce Allah başkasına değil, yalnızca kendisine tevekkül etmenin gereğine dair delili söz konusu etmekte ve yarattıklarına rahmeti­ni açıkça dile getirerek şöyle buyurmaktadır:

"De ki: Bana haber verin. Eğer suyunuz yerin dibine geçiriliverse size kim akan bir su getirebilir?" Yani ey Muhammed, onlara şöyle de: Allah'ın pınarlarda, kuyularda, ırmaklarda yarattığı ve sizin pek çok faydalar elde ettiğiniz suyunuz kova vb. araçlarla kendisine ulaşılamayacak kadar yerin dibine çekilip kaybolacak olursa, kesintisiz akıp coşan suyu size kim geti­recektir? Yani size bunu Allah'tan başka kimse getiremez. Bu da yağmur­larla, karlarla ve ırmaklarla olmaktadır. Sizin için az çok insanların ihti­yaçlarını karşılamak üzere yerden suları fışkırtıp, çeşitli bölgelerde onları akar sular halinde dağıtmış olması, Onun lütuf ve keremindendir.

Ayetlerden maksat Yüce Allah'ın bazı nimetlerini kabul ve itiraf etme­lerini sağlamaktır. Böylelikle onların küfürlerinin ne kadar çirkin olduğu­nu onlara göstermek istemektedir. Bu soruya kaçınılmaz olarak: Allah diye cevap vereceklerine göre; o vakit onlara şöyle denilir: Peki hiçbir şeye asla güç yetiremeyen varlıkları ne diye kullukta O'na ortak koşuyorsunuz?

Ayet-i kerime aynı zamanda her bir ihtiyaç halinde Yüce Allah'a güve­nip dayanmak gerektiğine delil olmakla birlikte, bir başka açıdan Onun kudret ve vahdaniyetinin kemâlinin de açık bir delili ve aklî birtakım ba­şarıların Yüce Allah'ın yardımı olmadıkça gerçekleşmeyeceğine de bir işa­ret taşımaktadır. Bu ayetin bir benzeri de şu buyruklardadır: "İçtiğiniz su­dan bana haber verin. Onu bulutlardan siz mi indirdiniz yoksa indirenler bizler miyiz?" (Vakıa, 68-69) [6]

[6] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/39-40.
http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/

2 Şubat 2020 Pazar

MÜLK SURESİ 20-27. ayetlerin tefsiri


Putlara Tapmalarından Ötürü Müşriklerin Azarlanması, Yüce Allah'ın Kudreti Ve Ölümden Sonra Diriliş Bilgisinin O'na Ait Oluşu:

20- Rahman'a karşı sizlere yardım edecek de kimmiş? Şu sizin ordu­nuz mu? Kâfirler ancak bir aldanış içerisindedirler.

21" Eger ° nzkmı kesiverirse size rızık verebilecek kim? Hayır, onlar az-

gmhkediPiııatlakaÇmaktadırlar-

22- Acaba durmadan yüzüstü düşerek yürüyen kimse mi daha çok hi- dayettedir; yoksa dosdoğru bir yol üzere dimdik yürüyen kimse mi?

23- De ki: 'Sizi yaratan, size işitme, gözler ve kalpler veren O'dur. Ne kadar az şükredersinizr'

24- "De ki:"°sizi y vara tıp yayandır. Yalnız O'nun huzuruna toplamp' götürülecek8in-"

25- "Eğer doğru söyleyenler iseniz bu vadiniz ne zaman gerçekleşe-

26- "De ki: "Ona büsi»ancak a1lah'ın yanındadır. Ben ancak apa- çık bir korkutucuyum."

27- Artık onu yakınlaşmış gördükle­rinde o kâfirlerin hoşlanmadıkları yüzlerinden belli olur ve: 'İşte bu sizin acele gelmesini istediğinizdir." denilir.

Açıklaması:

Yüce Allah kendisiyle birlikte başka varlıklara tapanların, bu varlık­ların kendilerine yardımcı olacağını, kendilerine rızık vereceğini zanneden müşriklerin bu kanaatlerini reddetmekte, onların bu inançlarını kabul et­meyip umduklarının asla gerçekleşmeyeceğini haber vererek şöyle buyur­maktadır:

1- "Rahman'a karşı sizlere yardım edecek de kimmiş? Şu sizin ordunuz mu? Kâfirler ancak bir aldanış içerisindedirler." Yardım edecek bu ordu kimmiş, yahut size bir azap getirmeyi murad ettiği vakit Allah'ın azabına karşı sizi koruyacak, size yardımcı olacak kimdir? Gerçek şu ki Allah'ın dı­şında sizin bir yardımcınız, bir koruyucunuz yoktur. O'ndan başka kimse size yardım edemez. Bu sebeple kâfirler şeytan tarafından pek büyük bir aldanış içerisine düşürülmüşlerdir. Azap kendilerini gelip bulmayacak diye aldatılmışlardır.

"Rahman a karşı" ifadesi insanların küfür ve zulümlerine karşı yeryü­zünde varlıklarını devam ettirmelerinin rahmeti herşeyi kuşatan rahman olan (Allah)'m rahmetiyle olduğuna bir işarettir. Ayet-i kerime iman etmek istemeyen, yanlış kanaat ve inançları ile yardımcılarının gücüne güvenen kâfirlerin kanaatlerini reddetmekte, onların Allah'ın dışında bir yardımcı­larının olmadığını onlara haber vermektedir.

Daha sonra Yüce Allah, onların Allah'tan başka rızık veren bir kimse­nin varlığına, putların sahip oldukları bütün hayırların kaynağı ve başları­na gelecek hertürlü musibeti onların önleyeceğine dair iddialarını reddede­rek şöyle buyurmaktadır:

2- "Eğer o rızkını kesiverirse size rızık verebilecek kimdir? Hayır, onlar azgınlık edip inatla kaçmaktadırlar." Yani Allah size rızkını vermeyip ke­serse onun dışında, yağmur ve başka yollarla sizi rızıklandıracak kimdir? Rızık veren ve rızkı engelleyen, rızık verip, yardım eden Allah'tan başkası değildir. Hiçbir ortağı olmaksızın bunu yapan sadece O'dur, demektir. On­lar da bunu bilmektedirler. Bununla beraber başkasına ibadet ediyorlar. Bu sebeple Yüce Allah onları: "Hayır, onlar azgınlık edip inatla kaçmakta­dırlar." diye nitelendirmektedir. Yani onlar hakka karşı büyüklenmelerini, inatlarını, ondan kaçış ve nefretlerini sürdürüp gitmektedirler. Azgınlık, if­tira ve sapıklıktan ibaret yollarını izlemeye devam etmekte, ibret alma­makta, düşünmemektedirler.

Böylelikle iki ayet, Allah'ın azabına karşı kimsenin yardım edemeye­ceğini, yaratıklarına rızık vermeyecek olursa Allah'tan başka rızık verecek kimse olmadığını göstermektedir.

Daha sonra Yüce Allah, mümin ile kâfire ya da tevhide iman eden ve şirk koşana örnek vererek şöyle buyurmaktadır: "Acaba durmadan yüzüstü düşerek yürüyen kimse mi daha çok hidayettedir. Yoksa dosdoğru bir yol üzere dimdik yürüyen kimse mi ?" Mümin ile kâfirin durumunu hiç düşün­dünüz mü? Kâfirin hali yüzüstü kapaklanarak düşen, yani her zaman tö­kezleyerek yürüyen, dimdik duramayan bir kimseye benzer. Bu nereye gi­deceğini, nasıl gideceğini bilemez. Aksine böyle birisi şaşkın ve yolunu şa­şırmış birisidir.

Bu mu yoksa dimdik, dosdoğru yolda giderken önünü gören, yolu eğri büğrü olmayıp, dümdüz olan, kendisi de istikamet üzere olup yolu doğru olan, dünyada da ahirette de bu halde olan kimsenin durumuna benzeyen mümin kimse mi hidayettedir? Böyle birisi dünyada Allah'ın gösterdiği yol­da yürüdüğü için hidayet üzere yürür, basiret sahibidir. Ahirette de cenne­te götürecek dosdoğru bir yol üzere haşredilecektir. Bu, hakikati kastedilen bir soru değildir. Bundan maksat şudur: Böyle bir soruyu işiten herkes, dosdoğru bir yolda dimdik yürüyen kimsenin daha doğru yolda olacağı şek­linde cevap verecektir.

Daha sonra Yüce Allah kudretinin kemâlini ortaya koyan ikinci delili söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: "De ki: Sizi yaratan, size işitme, görme ve kalpler veren O'dur. Ne kadar az şükredersiniz." Yani ey peygam­ber! Şu müşriklere de ki: Anılmaya değer bir şey değilken sizleri ilkin ya­ratıp var eden, size öğütleri duymanız için kulaklar, Allah'ın harikulade yaratıklarını görebilmeniz için gözler, Allah'ın yarattıkları üzerinde dik­katle düşünüp eşyanın hakikatini idrak etmeniz için akıllar veren kimdir? Fakat Yüce Allah'ın sizlere nimet olarak bağışlamış olduğu bu güçlerinizi O'na itaat ve O'nun emirlerini yerine getirmek, yasaklarını terketmek ve yaratıldıkları hayırlı maksatlar için ne kadar da az kullanıyorsunuz! Bu maksat ise bütün bu güçler için gerçek manada O'na şükretmektir. Yoksa dil ile şükretmeyi tekrarlarken isyan etmeye devam etmek değildir. Çünkü Yüce Allah'ın nimetine şükretmek, o nimetin razı olacağı alanda kullanıl­ması ile olur. Eğer bu güçler Allah'ın rızasını elde etmek uğrunda kullanıl­mayacak olursa, sizler kesinlikle onun nimetine şükretmiş olmazsınız. Yü­ce Allah'ın: "Ne kadar az şükredersiniz." buyruğu bu pek büyük güçleri on­lara onun verdiğine fakat kendilerinin bu güçleri yaratılış maksatları dı­şında kullandıklarından ötürü değerlerini bilmediklerine bir işarettir.

Özellikle bu organların söz konusu edilmelerinin sebebi, ilmin ve anla­manın araçları oluşlarından dolayıdır.

Daha sonra Yüce Allah kudretinin mükemmelliğinin üçüncü delilini söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

"De ki: O sizi yeryüzüne dağıtıp yayandır. Yalnız O'nun huzuruna top­lanıp götürüleceksiniz." Yani onlara şunu da söyle: Sizi yaratan, sizi yeryü­zünün çeşitli yerlerine dağıtan, dillerinizin çeşitliliğine, renk ve şekillerini­zin ayrılığına rağmen sizi etrafa yayan O'dur. Bu şekildeki dağılmadan sonra O'nun huzuruna toplanacaksınız. Sizi dağıttığı gibi, sizi toplayacak olan, ilkin yarattığı gibi hesap ve amellerinizin karşılığının verilmesi için sizi tekrar yaratacak olan da O'dur.

Yüce Allah Muhammed (s.a.)'e kâfirleri Allah'ın azabı ile korkutmayı emrettikten sonra, kâfirlerin alay ve reddetmek maksadıyla ölümden son­ra diriliş vaktinin belirlenmesine dair istek ve sözlerini söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır: "Eğer doğru söyleyenler iseniz bu vaadiniz ne zaman gerçekleşecek derler." Müşrikler Muhammed (s.a.)'e ve müminlere onları küçümseyerek ve onlarla alay edercesine derler ki: Bizi kendisiyle tehdit ettiğin kıyamet, mahşer, ahiretteki azap ve cehennem ateşi ile dünyada ye­rin dibine geçirilmek veya taş yağdıran fırtınalarla azaba uğratılmak ne zaman gerçekleşecektir? Ey Muhammed ve ey ona iman edenler, eğer bu söylediklerinizde doğru iseniz bize bunları haber veriniz yahut bunu açık­layınız.

Yüce Allah onlara şöylece cevap vermektedir:"De ki: Ona dair bilgi ancak Allah 'in yanındadır. Ben ancak apaçık bir korkutucuyum." Yani ey peygamber, onlara şunu söyle: Bunun bilgisi ancak Allah'ın yanındadır. Kıyametin ve azabın muayyen olarak zamanını Yüce Allah'tan başka kimse bilemez. Fakat O bana size bu azabın geleceğini ve kesinlikle gerçekleşeceğini bildirmemi emretti. Bu bakımdan O'ndan sakı­nınız. Ben sizin için sadece bir uyarıcıyım. Ben sizleri küfrünüzün akıbeti­ni hatırlatarak uyarıyor ve korkutuyorum. Benim görevim tebliğden iba­rettir ve size karşı olan bu görevimi de yerine getirmiş bulunuyorum.

Daha sonra Yüce Allah, azabı görmeleri halinde bu kâfirlerin durumu­nu anlatarak şöyle buyurmaktadır:

"Artık onu yakınlaşmış gördüklerinde o kâfirlerin hoşlanmadıkları yüzlerinden belli olur ve "İşte bu sizin acele gelmesini istediğinizdir." deni­lir." Yani kâfirler kendisiyle tehdit olundukları azabın dünyada pek yakın olduğunu, kıyametin de koptuğunu görüp işin artık pek yakında gerçekle­şeceğini göreceklerinden -çünkü ne kadar uzun süre geçse bile gelecek olan her bir şey yakındır- yüzleri simsiyah kesilir, keder yüzlerini örter. Zillet ve hakirlik onları kaplar. Azap melekleri, cehennem zebanileri onları azarla­mak maksadıyla onlara şöyle der: Dünyada iken alay maksadı ile istediği­niz ve Allah'ın Rasulüne: "Eğer doğru söyleyenlerden isen o halde bizi ken­disiyle tehdit etmekte olduğun şeyi (azabı) getir." (Ahkaf, 46/22) diyerek acele gelmesini istediğiniz işte budur.

Ayetin bir benzeri de şu buyruklardır: "Halbuki Allah'tan ummadıkla­rı şey kendilerine görünür. Kazandıkları amellerin fenalıkları kendilerine görünecek ve alaya aldıkları şey onları çepeçevre sarıp kuşatacaktır." (Zü-mer, 39/47-48) [5]

[5] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/33-36.

1 Şubat 2020 Cumartesi

MÜLK SURESİ 16-19. ayetlerin tefsiri


Çeşitli Tehdit Türleri Ve Geçmiş Ümmetlerin Halinden İbret Almak:

16- Göktekinin sizi yere geçirmesin­den emin mi oldunuz? O zaman onun durmadan çalkalanmakta ol­duğunu göreceksiniz.

17- Yahut göktekinin üzerinize taş yağdıran bir rüzgar göndermesinden ernn m oldunuz? Hem benim korkutmamın nasıl olduğunu bile-

18- Andolsun ki onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. Benim azabım nasıl oldu?

19- Üstlerinde sıra sıra dizilip, ka­natlarını açıp kapayan kuşları gör­mediler mi? Onları Rahman'dan başkası tutmuyor. Muhakkak ki O herşeyi çok iyi görendir.

Açıklaması:

"Göktekilerin sizi yere geçirmesinden emin mi oldunuz? O zaman onun durmadan çalkalanmakta olduğunu göreceksiniz." Allah yeryüzüne sizin için boyun eğdirmişken Karun'u yerin dibine geçirdiği gibi, Allah'ın sizi de yerin dibine geçirmesinden emin mi oldunuz? O zaman yerin sizi sarstığını ve siz üzerinde olduğunuz halde çalkalanmakta olduğunu göreceksiniz.

Bu sorudan maksat, tehdit ve Yüce Allah'ın kendisini inkâr eden ve Ona başka bir ilâhı ortak koşan kimseleri azaplandırmaya kadir olduğunu haber vermektir. İbni Abbas kendisine karşı geldiğiniz takdirde gökte bu­lunandan yana emin mi oldunuz, diye açıklamıştır.

Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "De ki: O size üstünüzden yahut ayaklarınızın altından bir azap göndermeye kadir olan­dır." (Enam, 6/65)

Fakat Yüce Allah'ın yarattıklarına lütuf ve merhameti dolayısıyla O affeder, bağışlar. Azaplandırmakta acele etmez, erteler. Nitekim şöyle bu­yurmaktadır: "Eğer Allah kazandıkları sebebiyle insanları sorgulayacak ol­saydı, onun (yeryüzünün) sırtında dolaşanların hiçbirini bırakmazdı. Fa­kat o bunları belirlenmiş bir vakte kadar geri bırakıyor. Belirlenmiş olan o vakitleri gelince muhakkak Allah kullarını en iyi görendir." (Fatır, 35/45)

Daha sonra Yüce Allah bir başka tehditte bulunarak şöyle buyurmaktadır: "Yahut göktekinin üzerinize taş yağdıran bir rüzgar göndermesinden emin mi oldunuz? Hem benim korkutmamın nasıl olduğunu bileceksiniz." Yani yoksa siz -iddia ettiğiniz üzere- semada bulunan Rabbinizin egemen­lik ve melekûtu ve kahrı ile üzerinize semadan taş yağdıran bir rüzgar göndermesinden emin misiniz? Nitekim o böyle bir azabı Lût kavmine ve Mekke'de Fil ashabına göndermişti. İşte o vakit azabı göreceğinizde benim azabımı yalanlayıp, emirlerime muhalif hareket eden kimseleri ne şekilde uyarıp, ne şekilde cezalandırdığımı bileceksiniz. Fakat o vakit bu bilmeni­zin size faydası olmayacaktır.

Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruğudur: "Peki kara tara­fından sizi yere geçirmesinden yahut üzerinize çakıl taşları yağdıran bir ka­sırga göndermesinden emin mi oldunuz? Sonra kendinize hiçbir vekil de bulamazsınız." (İsra, 17/68)

Daha sonra Yüce Allah örneklendirme ve delil getirme yoluyla kâfirle­ri korkutmayı pekiştirmek üzere önceki ümmetlerin azaba uğratılmalarını hatırlatmaktadır. Verdiği örnek şudur: "Andolsun ki onlardan öncekiler de yalanlamışlardır. Benim azabım nasıl oldu?" Yani sizden önceki kâfirler ve peygamberleri yalanlayanlar küfürleri sebebi ile bu tür cezaların benzerini gördüler. Ad, Semud ve diğer ümmetlerin kâfirleri gibi. Kötü azap onları kuşattı. Şimdi benim onların başına getirdiğim şiddetli azap ile onlara kar­şı tepkimin nasıl olduğuna bir bakınız.

Delil getirmeye gelince, Yüce Allah kudretinin kemâline dair birkaç delili söz konusu etmektedir. Bunlar yüce Rabbimizin kâfirlere her türlü azabı yapmaya kadir olduğunu ortaya koyar.

Birinci delil şudur: "Üstlerinde sıra sıra dizilip, kanatlarını açıp kapa­yan kuşları görmediler mi? Onları Rahmandan başkası tutmuyor. Muhak­kak ki o herşeyi çok iyi görendir." Yani hava boşluğunda üzerlerindeki kuş­lara bakmazlar mı? Bu kuşlar kimi zaman kanatlarını açmakta, kimi za­man da kanatlarını kapamaktadır. Kanatlarını açarken de kaparken de uç­tukları vakitte kuşları havada herşeye gücü yeten ve rahman olan o mut­lak ilâhtan başkası tutmuyor. Bunu da havayı rahmet ve lütfuyla onlara müsahhar kılması suretiyle gerçekleştiriyor. Şüphesiz ki O yarattıkların­dan her birine neyin elverişli olduğunu çok iyi bilen, çok iyi görendir. Kü­çük olsun, büyük olsun hiçbir şey O'na gizli kalmaz.

Bu ayetin bir benzeri de şu buyruktur: "Gök boşluğunda müsahhar kı­lınmış olan kuşları görmüyorlar mı? Onları (havada) Allah'tan başkası tut­muyor. Şüphe yok ki bunda iman edecek bir topluluk için bir ibret vardır." (Nahl, 16/79)

İlim adanılan dedi ki: Ayet-i kerimede kulun kendi ihtiyarı ile yaptığı fi­illerin Allah tarafından yaratılmış olduğuna delil vardır. Çünkü kuşların havada tutulmaları onların kendi ihtiyarlanyla (istek ve iradeleriyle) yaptıkla­rı bir fiildir ve Yüce Allah bu fiili kendi zatına izafe etmiş bulunmaktadır. [4]

[4] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/27-29.

31 Ocak 2020 Cuma

MÜLK SURESİ 12-15. ayetlerin tefsiri


Müminlere Vaadedilen Mağfiret Ve Kafirlerin Bir Defa Daha Tehdit Edilmeleri:


12- Muhakkak ki Rablerinden gıya­ben korkanlar için, işte onlar için birmaeRret ve büyük bir ecir vardır.

13- Sözünüzü ister gizli, ister açık söyleyin. Çünkü o göğüslerin özünü aJbO^U^\^^l, en iyi bilendir.

14~Yaratan bilmez mi hiç? °latif"tir, herşeyden haberdardır.

15- O yeri size itaatkâr ve yumuşak kılandır. O halde omuzlarında yü­rüyün, onun rızkından yiyin ve dö­nüş yalnız onadır.

Açıklaması:

"Muhakkak ki Rablerinden gıyaben korkanlar için; işte onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır." Yani Rablerini görmedikleri halde Rable-rinin azabından korkan ve azabından korkarak ona iman eden, gizli ve açık bütün hallerde Allah'tan korkup Yüce Allah'ın dışında kendilerini kimsenin görmediği hallerde bile masiyetlerden uzak durup itaatleri de ye­rine getirerek Rablerine saygı ile boyun eğenler için pek büyük bir mağfi­ret vardır. Bununla Yüce Allah günahlarını bağışlar. Onlar için uçsuz bu­caksız mükâfat olan cennet de vardır.

Buhari ile Müslim'de şu hadis yer almaktadır: "Kendi gölgesinden baş­ka hiçbir gölgenin olmadığı bir günde Yüce Allah'ın Arş'ınm gölgesinde ba­rındıracağı yedi kişi vardır... Bunlardan birisi de makam ve mevki sahibi güzel bir kadının kendisini davet ettiği halde, ben Allah 'tan korkarım diyen bir adam ile sağının ne verdiğini sol eli bilmeyecek kadar gizli saklı bir şe­kilde sadaka veren bir adam."

Daha sonra Yüce Allah kalpleri de, gizlilikleri de bildiğine dikkat çekerek şöyle buyurmaktadır: "Sözünüzü ister gizli, ister açık söyleyin. Çün­kü o göğüslerin özünü en iyi bilendir." Yani sözünüzü gizli ya da açıkça söy­lemeniz birdir. Allah onu çok iyi bilendir. O kalplerden geçeni, kalplerin gizleyip sakladıklarını dahi bilir. Yani o durum ne olursa olsun Allah sözle­rinizi ve davranışlarınızı bilir. Buna göre açıktan Allah'a isyanı gerektire­cek işleri yapmaktan kaçındığınız gibi gizlice yapmaktan da kaçınınız. Çünkü Allah'ın davranışımızı bilmesi açısından bunun bir farkı yoktur. Gizliyi açıktan önce söz konusu etmesinin sebebi de adeten onun öncelikli olmasından dolayıdır. Herbir iş öncelikle nefiste var olur, sonra açıkça işle­nir. Diğer taraftan bunun bilinmeyeceği sanılabileceğinden gizli saklı gü­nahlardan da sakındırılmak istenmiştir. Yüce Allah'ın: "Çünkü o göğüsle­rin özünü en iyi bilendir" buyruğu, bundan önceki ifadelerin bir gerekçesi gibidir.

Ayet bütün insanlara, bütün amelleri ile ilgili bir hitaptır. Onların Ra-sulullah (s.a.) hakkında gizlice söyledikleri sözleri de kapsar. İbn Abbas de­di ki: (Müşrikler) Rasulullah (s.a.)'ın aleyhinde ileri geri konuşuyor, Cebra­il de ona söylediklerini haber veriyordu. Bunun üzerine biri diğerine: Mu-hammed'in ilâhı duymasın diye sözlerinizi gizli söyleyin, dediler. İşte Yüce Allah bu sebeple bu ayeti indirdi.

Daha sonra Yüce Allah bilgisinin genişliğine delil getirerek şöyle bu­yurmaktadır: "Yaratan bilmez mi hiç? O latiftir, her şeyden haberdardır." İnsanı yaratan ve onu var eden hiç gizlilikleri ve kalplerin sakladıklarını bilmez mi? Eliyle insanı yaratan bizzat O'dur. Sanat eserini en iyi bilen el-betteki onun sanatkârıdır. Yüce Allah bütün işlerin inceliklerini, kalplerde bulunanı çok iyi bildiği gibi, kalplerin gizleyip sakladıklarından da haber­dardır. Bunların hiçbirisi ona gizli değildir. Gizli olanı yaratan, gizliyi bil­mez mi, demektir.

Şu anlamda olduğu da söylenmiştir: Allah yarattığını bilmez mi? İbni Kesir dedi ki: Birinci anlam, (yani, yaratıcı bilmez mi anlamı), Yüce Al­lah'ın: "O latiftir, her şeyden haberdardır." buyruğu dolayısıyla daha uy­gundur. Gerçekte ise her iki anlamın da ihtimal dahilinde olduğudur. Bu­rada "men: ...an' yaratıcıyı işaret etmiş de olabilir. Bu durumda anlam: Ya­ratan yarattığını bilmez mi demek olur. Bunun yaratılmışa ad olması da mümkündür. Bu durumda: Allah yarattığını bilmez mi demek olur. Yarata­nın yarattığını ve yaratacağını en iyi bilmesi ise kaçınılmaz bir şeydir.

Daha sonra Yüce Allah kudretine dair delili ortaya koymakta ve nime­tinin eksiksizliğine dikkat çekerek şöyle buyurmaktadır: "O, yeri size itaat­kâr ve yumuşak kılandır. O halde omuzlarında yürüyün ve onun rızkından yiyin ve dönüş yalnız onadır." Yani yeri sizin emrinize veren ve size itaat­kâr kılan üzerinde yerleşmenize elverişli ve yumuşak kılan odur. Bu haliy­le yer sallanmıyor, çalkalanmıyor. Bu da orada yerleştirdiği dağlar sebebiyledir. Orada sizin için kaynaklar fışkırtmış, yollar açmış, yararlanabilece­ğiniz imkânlar hazırlamış, ekini yeşertmiş, meyveler çıkartmıştır. Siz de onun dört bir yanında, çeşitli bölgelerinde, yerlerinde nerede isterseniz orada kazanç, ticaret ve rızık aramak maksadıyla gezin dolaşın. Bununla birlikte çalışıp çabalamakta Allah'ın kolaylaştırmasına ihtiyaç duyulma­ması mümkün değildir. Bu bakımdan Yüce Allah: "Ve onun rızkından ye-yin." diye buyurmuştur. Yerde sizin için yarattığı ve size verdiği kendisin­den yararlanma imkânını bağışladığı rızkından ve yerin çeşitli mahsulleri­ni elde etme gücünü vererek kazandığınız rızkından yeyin. Şunu da bilin ki, sonunda sizler ona döneceksiniz. Kabirlerinizden kaldırılıp, O'nun hu­zuruna götürüleceksiniz başkasına değil. Kıyamet gününde dönüş yalnız ona olacaktır. Bu sebeple gizli ve açık hallerinizde küfür ve masiyetlerden sakınınız.

Ayet Yüce Allah'ın kudretine ve onun kullarına nimetlerinin çokluğu­na, ayrıca çalışıp çabalamanın, sebeplere sarılmanın Yüce Allah'a tevekkü­le aykırı olmadığına, ticaret ve kazanmanın teşvik edilmiş bir şey olduğu­na da delildir. İmam Ahmed, Tirmizi, Nesai ve İbni Mace'nin rivayetine gö­re Ömer b. Hattab (r.a.) Rasulullah'ı (s.a.) şöyle buyururken dinlemiştir: "Şayet sizler Yüce Allah'a hakkıyla tevekkül edecek olursanız sabah aç, ak­şam kursakları dolmuş olarak dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rı-zıklandırırdı." Allah Rasulü kuşların Yüce Allah'a tevekkül ettiklerini be­lirtmekle birlikte rızıklarmı aramak için sabah gidip, akşam döndüklerini ve bu işin kendileri tarafından yapıldığını belirtmektedir. Ancak herşeyi müsahhar kılan, yönlendiren ve sebepleri yaratan O'dur.

Hakim Tirmizi'de, Muaviye b. Kurra'dan şöyle dediğini rivayet etmek­tedir: Ömer b. Hattab (r.a.) bir topluluğun yanından geçti. Onlara: Siz neci­siniz, diye sordu, onlar: Bizler tevekkül edenleriz, dedi. O: Hayır, sizler ha­zır yiyicilersiniz, dedi. Gerçekte tevekkül eden yerin içine tohumunu atan ve ondan sonra aziz ve celil olan Allah'a tevekkül edendir.

Buna göre bu ayet ile bundan önceki ayetten maksat şu olmaktadır: Kâfirler Yüce Allah'ın gizli hallerini de, açıkladıklarını da bildikleri belirti­lerek tehdit edilmektedir. Onlara yerin hayır ve bereketlerini kolaylıkla el­de etme imkânını vermekle lütufta bulunan ve bu nimetleri ihsan eden Odur. O halde Onun cezasından sakının. Yüce Allah şöyle buyurmuş gibi­dir: Ey kâfirler, benim gizlediğiniz ve açıkladığınız hallerinizi bildiğimi bi­lin. Bu sebeple benden korkun, azabımdan sakının. Ben sizleri emrinize boyun eğdirdiğim bu yerde iskân ettim ve burasını faydanız ve rızkınız için bir sebep kıldım. Ben dileyecek olursam sizi yerin dibine geçirir ve oraya gökten türlü mihnet ve sıkıntılar indiririm. [3]


[3] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/22-24.

30 Ocak 2020 Perşembe

MÜLK SURESİ 6-11. ayetlerin tefsiri


İsyankâr Kâfirlerin Azabı:


6- Rablerini inkâr edenlere de ce­hennem azabı vardır. O ne kötü bir dönüş yeridir!

7- Oraya atıldıklarında o kaynayıp coşarken onun korkunç sesini işi­tirler.

8- Öfkesinden neredeyse çatlayacak gibi olur. İçine her bir grup atıldı­ğında bekçileri onlara: "Size uyarıcı bir peygamber gelmedi mi?" diye sorarlar.

9- Onlar: "Evet, gerçekten bize bir uyarıp korkutucu geldi; fakat biz yalanladık ve: Allah hiçbir şey in-dirmemiştir. Siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz dedik." diye ce­vap verirler.

10- Yine derler ki: 'Eğer biz dinlesey­dik ve aklımızı kullanmış olsaydık, cehennemlikler arasında olmazdık."

11- Böylelikle günahlarını itiraf edecekler. Allah'ın rahmeti cehen­nemliklerden uzak olsun.

Açıklaması:


"Rablerini inkâr edenlere de cehennem azabı vardır. O ne kötü bir dö­nüş yeridir!" Yani Rablerini inkâr eden, onun peygamberlerini yalanlayan, cinlere ve insanlara cehennem ateşi azabını hazırladık. Onların dönecekle­ri ve varacakları yer olan cehennem ne kötü bir dönüş yeridir.

Daha sonra Yüce Allah ateşin dört niteliğini söz konusu ederek şöyle buyurmaktadır:

1, 2- "Oraya atıldıklarında o kaynayıp coşarken onun korkunç sesini işitirler." Yani pek büyük bir ateşe odunun atıldığı gibi kâfirler de cehen­nem ateşine atıldığında eşşeklerin anırması gibi yahutta aşın öfkelenmiş birisinin çıkardığı ses gibi alışılmadık bir ses duyacaklar. Bu arada da on­lar ateşin içindeyken tencerenin kaynaması gibi cehennem ateşi de kayna­yıp coşacaktır.

3- "Öfkesinden neredeyse çatlayacak gibi olur." Kâfirlere aşın öfkesin­den ve kızgınlığından ötürü neredeyse paramparça olup dağılacak.

4- "İçine herbir grup atıldığında bekçileri onlara: Size uyarıcı bir pey­gamber gelmedi mi diye sorarlar?" Yani cehenneme bir kâfir topluluğu atı­lacağı her seferinde cehennemin zebanileri ve yardımcıları onlara azarlayı-cı bir üslûpla şöyle soracaklardır: Dünyada iken sizlere bu günü hatırlatıp, uyaracak, bununla korkutup sakındıracak bir peygamber gelmemiş miydi?

Kâfirler onlara iki türlü cevap vereceklerdir:

1-"Onlar: Evet, gerçekten bize bir uyarıp korkutucu geldi, fakat biz ya­lanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir. Siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz, dedik diye cevap verirler." Yani kâfirler şu sözleriyle cevap vere­ceklerdir: Evet, bizlere Rabbimiz Allah tarafından bir rasul geldi, bizi uya­rıp korkuttu, fakat biz o uyarıcıyı yalanladık ve ona: Allah senin üzerine bize tebliğ etmen için bir şey indirmemiştir. Gayba ve ahiret ile ilgili hu­suslara dair Allah'ın bize emrettiğini söylediğin şer'î hükümler adına sana herhangi bir şey vahyetmiş değildir.

Bunun bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruklarında geçmektedir: "Nihayet onlar oraya geleceklerinde kapılan açılacak ve bekçileri onlara şöyle diyecek: 'Size aranızdan Rabbinizin ayetlerini üzerinize okuyan ve bu gününüze kavuşmakla sizi korkutan peygamberler gelmedi mi?' Onlar:

'Evet' diyecekler. 'Fakat azap sözü kâfirler aleyhine hak olmuştur." (Zümer, 39/71)

İşte bu Yüce Allah'ın kulları hakkında adaletle hükmedeceğinin ve karşı delil ortaya konulup peygamber gönderilmedikçe kimseyi azaplandır-mayacağının delilidir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz bir rasul göndermedikçe de azap ediciler değiliz." (İsra, 17/5)

2- Yine derler ki: Eğer biz dinleseydik ve aklımızı kullanmış olsaydık, cehennemlikler arasında olmazdık. Yani bizler kendimizi kınıyor ve yaptık­larımıza pişman oluyoruz. Eğer bizler Allah'ın indirdiği hakkı anlayan ve hidayet bulmak isteyen bir şekilde dinlemiş yahutta doğruyu yanlıştan ayırdedebilen, düşünen, yararlanan ve hidayet bulmak amacı ile aklını kullanan kimseler olarak onları düşünmüş olsaydık, elbette cehennemlik­ler arasında olmazdık. Allah'ı inkâr etmez ve sapmazdık. Fakat bizler pey­gamberlerin getirdiklerini anlayacak bir kavrayışa da, onlara uymaya biz­leri iletecek, peygamberi dinlemeye yönelmemizi sağlayacak bir akla da sa­hip değildik. Burada dinlemenin akledip anlamadan önce sözkonusu edil­mesinin sebebi, bir şeye çağırılan bir kimsenin önce çağırıcının çağrısını duymasından, sonra da onun üzerinde düşünmesinden dolayıdır.

"Böylelikle günahlarını itiraf edecekler. Allah'ın rahmeti cehennemlik­lerden uzak olsun." Yani cehennem ateşi azabını hak etmelerine sebep teşkil eden günahlarını itiraf ve kabul edeceklerdir. Bu da küfür ve peygamberleri yalanlamaktır. Bu sebeple onlar Allah'ın rahmetinden uzak tutulacaklardır. İşte böylelikle önce suçları, sonra da cezaları açıklanmış olmaktadır.

İmam Ahmed, Ebû'l-Bahteri et-Taî'den şöyle dediğini rivayet etmekte­dir: Bana Rasulullah'tan (s.a.) işiten birinin belirttiğine göre o şöyle demiş­tir: "Kendi nefislerinden kendilerine karşı reddedemeyecekleri gerekçeler açıklanmadıkça insanlar helak edilmeyeceklerdir." Bir başka hadiste de şöyle buyurmuştur: "Kendisinin cennetten çok cehenneme lâyık olduğunu bilip kabul etmedikçe hiç kimse ateşe girmez." [2]


[2] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/18-19.

29 Ocak 2020 Çarşamba

Katılım Bankalarından Alınan Kar Payı Helal Midir?

MÜLK SURESİ 1-5. ayetlerin tefsiri


İlâhi Kudretin Bazı Delilleri:

1- Bütün mülk elinde bulunanın şanı ne yücedir ve O, herşeye kadirdir.

2- O hanginizin daha güzel amelde bulunacağını denemek üzere ölümü ve hayatı yaratandır. O Aziz'dir, Gafur'dur.

3- O tabaka tabaka yedi gök yara­tandır. Rahman'ın yaratışında hiç­bir düzensizlik göremezsin. Haydi gözü(nü) çevir de bak! Bir çatlak görecek misin?

4- Sonra gözü(nü) tekrar tekrar çe­vir ve bak. Göz hor ve hakir, yorul­muş olarak yine sana dönecektir.

5-And olsun biz dünya semasını kandillerle süsledik. Onları şeytan­lara atış taneleri yaptık. Ayrıca on­lara sa'îr (cehennem) azabını hazır­ladık.

Açıklaması:


"Bütün mülk elinde bulunanın şanı ne yücedir ve o herşeye kadirdir." Yüce Allah öğretmek ve irşad etmek amacıyla yüce zatının şanını dile getir­mekte, bütün yaratılmışlarda dilediği şekilde biricik tasarruf sahibi olduğu­nu, herşeye tam bir kudretle güç yetirdiğini ve hiçbir şeyin onu aciz bırak­madığını belirtmekte, mülkünde dilediği gibi tasarruf ettiğini anlatmakta­dır. O aziz kılar, zelil eder, yüceltir, alçaltır, nimet verir, intikam alır, verir, vermez, kimse O'nun hükmüne karşı çıkamaz. Hikmeti, adaleti ve mutlak egemenliği dolayısıyla yaptıklarından dolayı kimse O'nu sorgulayamaz.

"Tebareke: Ne yücedir" lafzı, O ne yüce ve ne azametlidir, demektir. Kemâlin en ileri derecesini, yüceltmenin ve kutsamanın en ileri noktasını ifade eder. Bundan dolayı Yüce Allah'tan başkası hakkında kullanılması caiz değildir.

Ayet üç hususa delildir: Şanı Yüce Allah kendi dışındaki bütün varlık­lardan yüce ve büyüktür. Göklerde ve yerde, dünyada ve ahirette mutlak malik ve tasarruf sahibi olan O'dur. Tam kudret ve herşeyin üzerinde mut­lak egemenlik yalnız O'nundur.

Yüce Allah'ın kudret ve ilminin tecellilerinden bazıları şunlardır:

1- "O hanginizin daha güzel amelde bulunacağını denemek üzere ölü­mü ve hayatı yaratandır. O Azizdir, Gafur'dur." Yani ölümü ve hayatı ezel­den beri var eden ve takdir eden O'dur. Mükellef olmanın anlamını idrak etmeleri ve gereğini yerine getirmeleri için insanlara aklı O vermiştir. Böy­lelikle O onlara karşı amellerini sınayan bir kimsenin tutumu ile davrana­cak ve bundan dolayı amellerinin karşılığını verecektir ve böylelikle arala­rında Yüce Allah'a kimin daha itaatkâr, daha ihlaslı, hangilerinin amelinin daha hayırlı olduğunu onlara göstermiş olacaktır. O güçlü, mutlak galip, kimse tarafından yenik düşürülemeyen ve kimsenin aciz bırakamayacağı, kahredici gücün sahibidir. Bununla birlikte kendisine isyan edip, muhale­fette bulunduktan sonra günahlarından tevbe edip kendisine yönelen kim­seleri de mağfiret edendir, günahlarını örtendir. Şanı Yüce Allah aziz ve kahredici güce sahip olmakla birlikte mağfiret buyurandır, rahmet edendir, affedip bağışlayandır. Bir başka ayet-i kerimedeki şu buyruğunda dile geti­rildiği gibi: "Kullarıma haber ver ki: Ben, gerçekten ben, gafur ve rahimim ve hiç şüphesiz benim azabım da elbette can yakacak bir azaptır." (Hicr, 15/49-50)

Ayet, ölümün var olması istenen bir durum olduğunun delilidir. Çün­kü ölüm de mahlûktur. Ölüm ruhun beden ile ilişkisinin kesilmesi ve be­denden ayrılmasıdır. Hayat ise ruhun beden ile ilişkili olması ve onunla bağlantılı bulunması halidir. Hayatın var edilmesi demek, ruhun canlı var­lıklarda yaratılması demektir. İnsanın yaratılması da bu kabildendir. İbti-lâ (denemek)in aslî maksadı ise iyilikte bulunanların ne kadar mükemmel iyilik yaptıklarının ortaya çıkartılmasıdır.

İbni Ebi Hatim, Katade'den rivayetle Yüce Allah'ın: "Ölümü ve hayatı yaratandır." buyruğu hakkında dedi ki: Rasulullah (s.a.) şöyle derdi: "Şüp­hesiz Allah, Adem oğullarını ölüm ile zelil kılmıştır. Dünyayı hayat yurdu, sonra da ölüm yurdu kılmıştır. Ahireti ise önce amellerin karşılıklarının gö­rüleceği yer, sonra da ebedi kalıcılık yurdu olarak takdir buyurmuştur."

Ayette hayattan önce ölümün sözkonusu edilmesi, amelde bulunmaya iten en güçlü etken oluşundan dolayıdır.

2- "O tabaka tabaka yedi gök yaratandır. Rahman'in yaratışında hiç­bir düzensizlik göremezsin. Haydi gözü(nü) çevir ve bak. Bir çatlak görecek misin?" Yani biri diğerinin üstünde uyumlu bir şekilde var olan yedi göğü yoktan var eden O'dur. İsra hadisiyle başka hadislerde de belirtildiği üzere biri diğerinden ayrıdır. Bunları birbirine çekim kanunu bağlamaktadır. Rahman olan Allah'ın yarattıkları üzerinde dikkatle düşünen kişi, sen ora­da herhangi bir çelişki, bir ayrılık, bir uyumsuzluk görebiliyor musun? Se­maya tekrar tekrar bak ve düşün. Orada herhangi bir yarık ya da çatlak görebilir misin? İşte bu, göklerin yaratılışlarının pek muazzam olduğunu ve onlarda herhangi bir kusur bulunmadığını, onları yaratanın mükemmel bir kudret, kapsamlı, son derece sağlam ve herşeyi sağlam yapan, bütün incelikleri kuşatan bir ilim sahibi olduğunu göstermektedir. Bu ayetin bir benzeri de şudur: "Allah Odur ki gökleri gördüğünüz şekilde direksiz yük­seltmiştir. Sonra Arş üzerinde istiva etmiştir. Güneşe de, aya da emrine bo­yun eğdirmiştir. Herbiri belirli bir süreye kadar akıp gider." (Ra'd, 13/2)

Semâ (gök); hakikatini Allah'tan başka kimsenin bilmediği bir madde­dir. Eski ölçümlerle yerden beş yüz yıllık bir uzaklıktadır. Şu anda ise uzay yolculukları programlarının da gösterdiği gibi bu uzaklık millerle ifade edilmektedir. Semadan kastın, gezegenlerin yörüngeleri olduğu da söylen­miştir. Astronomi bilginlerinin görüşüne göre yörünge gezegenin dolaştığı boşluktur. Bizler gezegenlerin farklı boyutlarda ve değişik uzaklıklarda ol­duklarını bildiğimize göre yedi göğün boyutları hakkında da bir tasavvura sahip olabiliriz. Güneş sistemi ile diğer yıldız sistemleri "kâinat" diye bili­nen şeyi oluşturur. Güneş sistemi tabiri astronomide güneş ile gezegenler ve bunların uyduları hakkında kullanılır. Bunlar da güneşe olan uzaklıkla­rına göre şöylece sıralanır: Utarit (Merkür), Zühre (Venüs), Dünya, Merih (Mars), Müşteri (Jüpiter), Zuhal (Satürn), Uranüs, Neptün ve Plüton

Yıldız kümeleri ise bazen birkaç günde bir renk değiştiren oldukça uzak güneşlerdir.

"Sonra gözü(nü) tekrar tekrar çevir ve bak. Göz hor ve hakir yorulmuş olarak yine sana dönecektir." Yani arka arkaya, defalarca bak ve incele. Ne kadar çok bakarsan bak, her seferinde göz göklerin yaratılışında herhangi bir tutarsızlık ya da kusur görmekten yana zelil ve küçülmüş olarak sana geri dönecektir. Çokça inceleyip gözetlemekten ve tekrar tekrar bakmaktan dolayı da bitkin düşecektir. Bir başka anlatımla ayetin anlamı şudur: Sen ey muhatap insan, istediğin kadar defalarca bak. Yine de herhangi bir tu­tarsızlık ya da kusur göremeyip, alçalmış olarak gözünü geri çevireceksin.

"Tekrar tekrar (ayetteki lafzî manasıyla: iki defa)" buyruğundan kasıt, bir tutarsızlık olduğunu tespit etmek amacıyla defalarca bakmaktır.

3- "And olsun biz dünya semasını kandillerle süsledik. Onları şeytan­lara atış taneleri yaptık. Ayrıca onlara sa 'îr azabını hazırladık." Yani and olsun biz insanlara en yakın olan göğü sabit yıldızlarla ve hareket eden ge­zegenlerle süsledik. Böylelikle bu göğün hilkati çok daha güzel, şekli daha alımlı olmuştur. Yıldızlardan kandiller diye söz edilmesi, kandillerin ay­dınlık saçması gibi yıldızların da etrafı aydınlatmalarıdır. Bu yıldızların bir kısmından bazı alevler yahutta bunların yakınlarından şeytanların kendileriyle taşlandığı atış taneleri de takdir buyurulmuştur. Dünyada ateş aleviyle yakılmalarından sonra ahirette şeytanlara alev alev yanan ateş azabı da hazırlanmıştır. Buna sebep ise onların fesatları ve bozguncu­luklarıdır.

Dünya semasının süsü olmanın dışında, şeytanlara atış taneleri kılın­maları yıldızların bir diğer faydasıdır. Nitekim Yüce Allah (yıldızların fay­daları hakkında) şöyle buyurmaktadır: "Ve nice alâmetler de (yarattı). On­lar yıldızlarla da yollarını bulurlar." (Nahl, 16/16)

Katade dedi ki: Allah yıldızları üç maksatla yaratmıştır. Gök için bir ziynettirler. Şeytanlar için atış taneleridir. Kara ve denizde de onlarla yol bulmak için alâmetlerdir. Yıldızlar hakkında kim başka bir açıklama geti­rirse kendi görüşüne dayanarak bir şeyler söylemiş ve hakkında bilgisi ol­mayan şeyler için de kendisini zorlamış olur.

Bu ayetin bir benzeri de Yüce Allah'ın şu buyruklarında geçmektedir: "Muhakkak biz dünyaya en yakın gökyüzünü bir süsle (yani) yıldızlarla süsledik ve itaatten çıkan her şeytandan koruduk. Onlar mele-i a 'layı dinle­yemezler ve her taraftan sürülüp atılırlar; kovularak; onlar için sürekli bir azap da vardır. Meğerki hızlıca hırsızlayıp bir şey kapan olsun. Hemen ar­kasından parlak, belirli bir alev ona yetişir." (Saffat, 37/6-10) [1]

[1] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/12-14.


http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kuran-meal-tefsir/tefsirul-munir-zuhayli/

28 Ocak 2020 Salı

NAHL SÛRESİ 90.- 96. ayetlerin tefsiri


Kur'an'da Hayır Ve Şerri En İyi Toplayan Ayet, Ahde Vefa, Hidayet Ve Delâlet

90- Şüphesiz ki Allah adaletle davran­mayı, iyilikte bulunmayı ve akrabalara yardım etmeyi emreder. Fuhşu, kötülü­ğü ve zulmü yasaklar. Allah size düşü­nüp ibret almanız için öğüt verir.

91- Anlaşma yaptığınız zaman, Allah adına verdiğiniz sözü yerine getirin. Kesin olarak yemin ettikten sonra ye­minleri bozmayın. Zira siz Allah'ı üzeri­nize kefil olarak tuttunuz. Şüphesiz Al­lah yaptıklarınızı bilir.

92- İpliğini sağlam eğirip de sonra onu söküp bozan (şaşkın) kadın gibi olma­yın. Bir cemaat diğer cemaatten sayıca daha üstün diye yeminlerinizi aranızda bir hile vasıtası yapıyorsunuz. Allah si­zi bununla imtihan ediyor. Şüphesiz ki O kıyamet gününde (dünyada) ihtilâf ettiğiniz şeylerin gerçek yüzünü size açıklayacaktır.

93- Eğer Allah dileseydi sizi tek bir üm­met yapardı. Fakat O dilediğini saptı­rır, dilediğini doğru yola iletir. Yaptık­larınızdan mutlaka sorguya çekilecek­siniz.

94- Yeminlerinizi aranızda hile vasıtası yapmayın, Yoksa sağlam basmış olan ayak kayar ve Allah'ın yoluna engel olduğunuzdan dolayı kötülüğü tadarsı­nız. Ahirette de sizlere büyük bir azap vardır.

95- Allah adına verdiğiniz sözü basit bir parayla satmayın. Eğer bilirseniz, Allah katındaki (ecir) sizin için daha hayırlı­dır.

96- Sizin elinizde olanlar sonunda tüke­nir. Allah'ın katında olanlar ise bakidir (tükenmez). Şüphesiz ki sabredenlerin mükâfatını yaptıklarından daha güzeliyle vereceğiz.


Açıklama:

"Şüphesiz ki Allah adaletle davranmayı...emreder."
(Nahl, 16/90) ayeti İbni Mes'ud'un dediği gibi "Kuranda hayır ve şerri en güzel şekilde toplayan ayettir.

Katade bu ayet hakkında şöyle diyor: Cahiliyet ehlinin amel ettiği ve gü­zel gördüğü hiçbir güzel ahlâk yoktur ki Allah bunu emretmiş olmasın. Arala­rında ayıp gördükleri hiçbir kötü ahlâk yoktur ki Allah bunu yasaklamış olma­sın. Allah sadece kötü ve çirkin ahlâkı yasaklamıştır. Bunun içindir ki, Tabera-nî, Ebu Nuaym, Hakim ve Beyhakî'nin Sehl b. Sa'd'den rivayet ettikleri hadis-i şerifte şu ifade yer almaktadır: "Şüphesiz ki Allah yüce ahlâkı sever, kötü ve çirkin ahlâkı kerih görür."

Hafız Ebû Ya'lâ Ma'rifetus-Sahabe kitabında Ali b. Abdilmelik b. Umeyrden, o da babasından naklediyor: Eksem b. Sayfî'nin kulağına Peygamberimiz (s.a.)'in haberi ulaşmıştı. Ona gitmek istedi, ama kavmi onu bırakmadılar. Kavmi ona:

-Sen bizim büyüğümüzsün, gidemezsin, dediler. Eksem b. Sayf:

-O halde benim haberlerimi ona bildirecek, onun haberlerini bana bildire­cek kimseler göndereyim, dedi. İki kişi seçildi. Bu iki kişi Peygamberimiz (s.a.)'e geldiler ve ona:

-Biz Eksem b. Sayfi'nin elçileriyiz. Sen kimsin? Nesin? diye soruyor, dedi­ler. Peygamberimiz (s.a.):

-Benim kim olduğuma gelince, ben Abdullah oğlu Muhammed'im. Benim ne olduğuma gelince, ben Allah'ın kulu ve rasulüyüm dedi. Peygamberimiz (s.a.) bundan sonra onlara şu ayeti okudu: "Şüphesiz ki Allah adaletle davran­mayı, iyilikte bulunmayı...emreder." (Nahl, 16/90).

Elçiler Efendimiz (s.a.)'e:

—Bu sözü bize tekrar söyle, dediler Efendimiz (s.a.) onlara bu sözü tekrar etti. Nihayet ezberlediler.

Elçiler Eksem b. Sayfi'ye gelip şöyle dediler:

—Muhammed (s.a.) nesebini sıralamak istemedi. Nesebini sorduk. Onu nesebi temiz, Mudaroğulları arasında şerefli biri olarak bulduk. Bize bazı kelime­ler söyledi, dinledik.

Eksem bu kelimeleri dinleyince:

-Görüyorum ki, O üstün ahlâkı emrediyor, çirkin ahlâktan menediyor. Siz­ler bu konuda önderler olun, kuyruk olmayın.[24]

Bu ayetin nüzulü hakkında İmam Ahmed'in rivayet ettiği uzunca bir "hasen hadis" vârid olmuştur. Bu hadisin ifade ettiği mana Osman b. Maz'un'un İslâm'a girmesine sebep olmuştur. Hadisin özeti şöyledir:

Osman b. Maz'un (r.a.) bir müddet Peygamberimiz (s.a.)'le birlikte oturu­yordu. Osman, Efendimiz (s.a.)'e:

-Bu sabah yaptığın gibi yaptığını hiç görmedim, dedi. Efendimiz (s.a.): —Ne yaptığımı gördün? dedi. Osman:

-Gözün gökyüzüne dikildi. Sonra sağ tarafına baktın. Beni bırakıp o tarafa döndün. Sanki sana söylenen şeyleri anlamak istiyorsun gibi başını sallamaya başladın, dedi. Efendimiz (s.a.):

-Bunu sen de mi anladın? dedi. Sen otururken şu anda Allah'ın elçisi gel­di. Osman:

—Sana ne dedi. Bana:

-Şüphesiz ki, Allah adaletle davranmayı, iyilikte bulunmayı ve akrabala­ra yardım etmeyi emreder." dedi.

Osman b. Maz'un diyor ki: İşte o zaman iman kalbime yerleşti ve Muham­med (s.a.)'i sevdim. (İbni Ebî Hatim de bu olayı Abdülhamid b. Behram'ın hadi­sinden özet olarak rivayet etti.)

Buharı, İbni Cerir, İbni Münzir, Taberânî, Hakim ve Beyhakî İbni Mes'ud (r.a.)'un şu sözünü rivayet etmektedirler:

- Kuranda en muazzam ayet Ayetel-Kürsi'dir.

- Allah'ın Kitabındaki hayır ve şerri en güzel şekilde toplayan ayet Nahl Sûresi'ndeki (innallahe ye'muru bil-adl...) ayetidir.

- Allah'ın Kitab'ında, işleri Allah'a havale etmek hususunda en fazla mana ihtiva eden ayet: "Kim Allah 'tan korkarsa Allah ona bir çıkış kapısı gösterir ve hiç ummadığı yerden ona rızık verir." (Talak, 65/2-3) ayetidir.

- Allah'ın Kitab'ında en ümit verici ayet: "(Ya Muhammed!) Kullarıma be­nim adıma şunu söyle: Ey kendi aleyhlerine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz ki Allah bütün günahları bağışlar. Muhakkak ki O çok affeden, çor merhamet edendir." (Zümer, 39/53).

İkrime diyor ki: Peygamberimiz (s.a.), Velid b. Muğire'ye bu ayeti okudu. Velid, Efendimiz (s.a.)'e:

—Ey kardeşimin oğlu!. Bana bunu tekrar oku, dedi. Efendimiz (s.a.) tekrar okudu. Bunun üzerine Velid:

-Allah'a yemin ederim ki bunun (Kur'anın) ayrı bir tadı vardır. Apayrı bir güzelliği vardır. Bunun üst tarafı faydalı, alt tarafı derin manalıdır. Bu, insan sözü değildir, dedi.

Beyhakî Şuabü'l-İman kitabında Hz. Hasan (r.a.)'dan rivayet ediyor ki: Hz. Hasan (r.a.) bu ayeti (innallahe ye'muru bil-adl...) okudu. Sonra şöyle dedi: Allah sizin hayır ve şerri bir ayette topladı. Allah'a yemin ederim ki Adl ve İh­san kelimesi Allah'a itaat olan her şeyi toplamış ve emretmiştir. Fahşâ, Münker ve Bağy kelimeleri Allah'a isyan olan her şeyi toplamış ve bundan nehyetmiştir.

Bu ayetler, İslâmî hayatın ana direkleri ve İslâm toplumunun odak nokta­larıdır.

Birinci ayet (Nalh, 16/90) her şeyde; karşılıklı muamelelerde, yargı ve hü­küm vermede, din ve dünya işlerinde, insanların kendi nefsine ve başkasına karşı tavırlarında kullara adalet ve insafla davranmayı emreder. Hatta itikad sahasında da durum böyledir. Hakkıyla ve adaletle iman edilebilir. Put, heykel, yıldız, melek, peygamber, veli ve liderler ibadet ve takdisten hiçbir şeye lâyık değildirler.

İbni Abbas "İnnallahe ye'muru bil-adl" ayeti hakkında: Bu Allah'tan baş­ka ilâh olmadığına şehadet etmektir, demiştir.

İbni Ebî Hatim Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den rivayet ediyor: Ömer b. Abdülaziz beni çağırdı.

-Bana adaleti anlat, dedi. Ben de:

-Ne güzel! Bana büyük bir şey sordun. İnsanların küçüklerine baba, bü­yüklerine evlât ol. Aynı yaştakilere kardeş ol. Hanımlara da böyle ol. İnsanlara günahları kadar vücutları kadar ceza ver. Sakın kızgınlıkla bir kamçı bile vur­ma. Aksi takdirde haddi aşanlardan olursun, dedim.

Allahu Teala ihsana teşvik etmiştir. "İbadette ihsan": (Buharî ve Müs­lim'in Sahihindeki Hz. Ömer (r.a.) hadisinde olduğu gibi): "Allah'a görür gi­bi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O'nu görmesen de O seni görüyor."

Ceza verirken ihsan: Emsaliyle ceza vermek. Adam öldürme ve yaralama olaylarında kısas yoluyla hakkı vermek (Misliyle muamele).

Hakkı ve borcu ödemede ihsan: Oyalama yapmaksızın yahut şart koşulmadığı halde fazlasıyla teberruda bulunarak yapılan ödeme.

İhsanın en faziletlisi ve en üstünü kötülük yapan insana, iyilikte bulun­maktır. Efendimiz (s.a.) bunu emretmiştir: "Sana kötülük edene ihsanda bulun iyilik yap ki) gerçek müslüman olasın."

Hz. İsa (a.s.)'ın şöyle dediği rivayet edilir: Gerçek manada ihsan sana kö­tülük edene iyilik etmendir. Yoksa sana iyilik edene iyilikte bulunman gerçek manada ihsan değildir.

Buharî Tarifinde rivayet ediyor ki:

-Sizler hangi konuda konuşuyorsunuz? dedi. Onlar

-Mürüvvet (insanlık, örnek şahsiyet) hakkında müzakere ediyoruz, dedi­ler. Hz. Ali (r.a.)

-Size Allah'ın kitabındaki şu ayeti yetmiyor mu? "Şüphesiz Allah adaletle davranmayı ve iyilikte bulunmayı emreder" Adalet insaflı olmak demektir. İh­san da lütuf ve iyilikte bulunmak demektir. Bundan sonra geriye ne kaldı?

Süfyan b. Uyeyne diyor ki: Burada (Adl) Adalet: Allah için, herhangi bir şeyi yapanın içi-dışı bir olmasıdır, (ihsan); İçinin dışından daha güzel olması­dır. (Fahşâ) ve (Münker) ise, dışının içinden güzel olmasıdır.

Allah bu ayette akrabaya yardım etmeyi yani ziyaret, sevgi, ikram ve tasaddukta bulunmak suretiyle "Sıla-i Rahim" i emretmektedir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: "Yakın akrabaya, fakire ve yolcuya hakkını ver." (İsra, 17/26) Yakın akrabaya iyilik (ihsan) kavramı içinde olduğu halde önemine binaen ve buna itina gösterilmesi gerektiği için özellikle zikredilmiştir.

Allahu Teala, bu üç şeyi emrettikten sonra şu üç şeyi yasakladı ve şöyle buyurdu: "(Allah) Fuhşu, kötülüğü ve zulmü yasaklar."

Fahşâ: Fuhuş, zina, hırsızlık, içki içmek, insanların mallarını batıl yollar­la almak (Fahiş günahlar işlemek) demektir.

Münker; kötülük etmek, şeriatın ve aklın çirkin gördüğü hareketler, adam öldürmek, haksız yere dövme, insanları hiçe almak haklarını gasbetmek gibi açıktan işlenen kötü hareketlerdir. Allah Teala şöyle buyuruyor: "De ki Rabbim bana kötülüklerin açıktan yapılanını da, gizlice yapılanını da haram kıldı."  (A'raf, 7/33).

Bağy: İnsanlara zulmetmek ve onların hakkına tecavüz etmektir. İmam Ahmed, Ebu Davud, Tirmizî, İbni Mace'nin Ebû Bekre'den rivayet ettikleri hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur: Allah'ın ahiret için ayırdığı ceza ile birlikte dünyada sahibine âcil olarak vereceği ceza zulüm ve yakın akraba ile ilişkiyi kesmekten daha lâyık başka bir günah yoktur.

Özelte: "Adl" adalet, vazifeleri yerine getirmek, "İhsan" bu hususta daha ziyade gayret etmek, "Fahşâ, Münker ve Bağy" şeriatın ve aklın sınırlarını aş­maktır.

"Size düşünüp ibret almanız için öğüt verir." Yani ibret almanız, düşünme­niz ve Allah rızası bulunan şeyleri yapmanız için size hayır olarak emrettiği şeylerle emir vermekte, kötülük olarak nehyettiği şeylerden de sakındırmaktadır.

"...Lealleküm tezekkerûn" ifadesinden murad ümit (umulur ki) ve temenni (keşke) manası değildir. Çünkü bu Allah için imkânsızdır. O halde bunun manası şudur: Allah O'na itaat etmeyi düşünmeniz için Allah size öğüt ver­mektedir. Bu ifade Allah Teala'nın herkesten iman etmelerini murad ettiğine delâlet etmektedir.

Allahu Teala birinci (yani 90.) ayette bütün emredilen ve nehyedilen hu­susları toplu halde zikrettikten sonra bazılarını özellikle zikretti. Ahde vefa (verdiği sözünü yerine getirme) emrinden başlayarak şöyle buyurdu: "Anlaşma yaptığınız zaman Allah adına verdiğiniz sözü yerine getirin." Yani ahid ve an­laşmaları yerine getirin. Üstüste te'kidle yapılan yeminleri koruyun. "Ahdullah" Allah adına verilen söz demek İslâm'ın hükümlerini uygulamak insanın kendi arzusuyla yükümlülük altına girdiği anlaşmalar gibi yerine getirilmesi vacip olan her çeşit sözdür. İbni Abbas'ın dediği gibi verilen vaadler de bu çeşit ahidlerden sayılır.

Cenab-ı Hak daha sonra ahde vefa göstermenin zarurî olduğunu te'kid ederek şöyle buyurdu: "Kesin olarak yemin ettikten sonra yeminleri bozmayın." Yani Allah'ın adıyla takviye ettikten sonra ahidleri ve İslâm üzerine yapılan bi­at yeminlerini bozmaktan sakının. Burada yeminlerden murad ahit ve anlaş­malara dahil olan yeminlerdir. Yani ahidlerin ve akdedilen anlaşmaların ye­minleridir, teşvik veya engelleme suretiyle yapılan yeminler değildir.

İmam Ahmed ve Müslim'in Cübeyr b. Mut'im (r.a.) den rivayet ettiklerine göre Peygamberimiz (s.a.) şöyle buyurmaktadır: "İslâm'da hılf yoktur. Cahiliyet devrinde bulunan bütün anlaşmaları İslâm te'yid etmektedir. Hakkı destekle­mek ve yaşamak hakkındaki anlaşmalar te'yid edilmiştir." Hadisin manası şu­dur: İslâm için cahiliyet ehlinin yaptıkları hılf e (Hakkı destekleme anlaşması­na) ihtiyaç yoktur. Çünkü onların yaptıkları bu anlaşma yerine İslâm'a sarıl­mak yeterlidir.

Bu çeşit anlaşma İbni İshak'ın anlattığı "Hılfü'l-Fudûl" anlaşması gibidir. İbni İshak diyor ki: Kureyş'ten bazı kabileler şerefi ve nesebinin üstünlüğü se­bebiyle Abdullah b. Cüd'anın evinde toplandılar. Mekke ehlinden veya başkala­rından haksızlığa uğrayan bir kimse bulurlarsa hakkını alıncaya kadar onunla beraber olmak üzere ahdettiler ve anlaştılar. Kureyşliler bu sözleşmeyi "Hılfü'l-Füdûl" yani faziletli kimselerin ittifakı olarak adlandırdılar. "Siz buna Allah'ı kefil" yani şahid "olarak kıldınız."

Allah Teala akidlerin, sözleşmelerin önem ve değerini vurgulamak için kendini bu sözleşmelerin gözeticisi olarak kılmıştır. "Şüphesiz ki Allah yaptık­larınızı bilir." Yani Allah bu ahidlerde yaptığınız akde bağlı olmak veya boz­mak gibi her şeyden haberdârdır, her şeyi gözetimi altındadır. Bu durumu sizin aleyhinize tesbit etmekte, sözleşmeye bağlılık ve hükümlerini yerine getirme durumunda sevap vermek ve razı olmak şeklinde, sözleşmenin hükümlerini ih­lâl etme, bunlarla oynama ve bozma durumunda ceza ve gazap şeklinde yap­tıklarınızın karşılığını verecektir. Bu ifade itaat edene bir vaad, yeminlerde te'kid ettikten sonra ahdini bozan muhalif kimseye bir tehdit ve vaîd niteliğin­dedir.

Cenab-ı Hak ahdin, sözleşmenin mukaddesiyetini üçüncü defa te'kid ede­rek şöyle buyurdu:

"Ahidleri ve sözleşmeleri bozarak, ipini eğirdikten sonra bozan kadın gibi olmayın."

Abdullah b. Kesir ve Süddî diyor ki: Bu Mekke'de oturan aptal bir kadın idi. Her zaman ipi eğirince bu yaptığını bozardı. Bu kadının adı: Rayta binti Amr b. Ka'b b. Said b. Teym b. Mürre idi.

Yahut bu örnek -Mücahid'in ve başkalarının dediği gibi- ahdini yeminlerle te'kid ettikten sonra ahdini bozan kimse için bir örnektir. Kim ahdini bozarsa eğirdikten ve işini tamamladıktan sonra ipini bozan kimse gibidir. Bu iş akıllı işi değildir, bu kimse ahmakların zümresindendir.

Ahde vefa için "yeminlerinizi" başka topluluktan sayıca daha çok ve daha kuvvetli bir topluluk olmanız için diğer tarafı aldatmak, "hile ve tuzak kurmak için kullanırsınız." Halbuki sizi ahidlerinize vefa gösterip bunları korumalısınız.

"Bir cemaat diğer bir cemaatten sayıca daha üstün diye ..." Ayetin manası: İnsanlar sizden çok oldukları takdirde sizden memnun ve mutmain olmaları için insanlara yemin edersiniz. Onlara ihanet etme imkânı bulursanız ihanet edersiniz Cenab-ı Hak basit bir hususla daha üstün olana dikkat çekmek iste­mektedir. Yani Allah sizi bu durumda ihanette bulunmaktan nehyederse im­kân ve iktidar durumunda nehyetmesi daha evlâdır. Buradan maksat: Kâfirle­rin sayıca çokluğu ve mallarının çokluğu sebebiyle küfre dönmekten nehyetmektir.

Ahde vefa örneklerinden biri şu örnektir: Muaviye ile Rum kralı arasında bir ahid vardı. Bu müddetin sonunda Muaviye oraya doğru hareket etti. Mu­aviye, Rum diyarına yaklaştığı sırada müddet sona erdi. Muaviye, Rumlar gafil bir halde iken hiç hissettirmeden Rumlara hücum etti. Bunun üzerine Amr b. Anbese Muaviye'ye:

-Allahu ekber Ya Muaviye! İhanet değil vefakârlık göster. Ben Peygambe­rimiz (s.a.)'in şöyle söylediğini işittim: "Kiminle bir topluluk arasında bir ahid varsa müddeti geçmeden bu akdini çözmesin." Bunun üzerine Muaviye ordu­suyla birlikte geri döndü.

"Allah sizi bununla imtihan etmektedir." Yani Allah size imtihan eden kimsenin muamelesiyle muamele etmektedir. Çoğunluk ve azlıkla aldanacağınıza mı yoksa ahde riayet edeceğinize mi bakmak için size ahde vefa gösterme­nizi emreder.

Yani Rabbiniz kıyamet günü ihtilâf ettiğiniz iman ve küfür, ahde vefa ve ahdi bozma gibi hususları size açıklayacak ve her amel işleyene hayır veya şer işlediği amelin karşılığını verecektir.

Bu, en önemli hükümlerinden biri ahde vefa göstermek olan İslâm dinine aykırı davranmaya karşı bir uyarı ve ihtar niteliğindedir.

Allah onların tamamını iman ve ahde vefa üzerine toplamaya kadirdir. Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

"Allah dileseydi sizi tek bir ümmet kılardı." Yani Allah dileseydi bütün in­sanları fıtrat ve içgüdü gereği olarak tek bir millet ve tek din üzerine kılardı. Böylece hiçbir ihtilaf, hiçbir öfkelenme, hiçbir kin duygusu olmadan aranızda sadece uyum olduğu halde daima itaat etme ve Allahu Tealâ'nın emrine boyun eğme esası üzerine yaratılmış olan melekler gibi olursunuz.

Fakat Allah'ın hikmeti sizin amelde, iman ve hükümlere bağlılıkta farklı olmanızı itikad ve amel hususunda bağımsız olarak yaratılmanızı gerekli kıl­mıştır. Dolayısıyla Allah, ezelî ilminde sapıklığı tercih edeceği bilinen kimseleri saptıracak, ezelî ilminde hayır yapacağı ve imanı tercih edeceği bilinen kimse­lere de hidayeti insan edecektir.

'Yaptıklarınızdan mutlaka sorguya çekileceksiniz" Yani Allah kıyamet gü­nü hesap görmek ve ceza vermek için sizi sorguya çekecek, bu amellerinizin ha­yır ve şer karşılığını verecektir.

Bu ayetin benzeri Kur'anda çoktur. Meselâ şöyle buyurulmaktadır: "Rabbin dileseydi yeryüzünde bulunanların tamamı iman ederdi." (Yunus, 10/99).

"Rabbin dileseydi bütün insanları tek bir ümmet kılardı. Onlar ihtilaf ha­linde devam edeceklerdir. Ancak Rabbinin rahmetine nail olan kimseler müstes­na. (Allah) onları bunun için yaratmıştır." (Hud, 11/118-119).

Allah Teala birinci ayette genel olarak ahidleri ve yeminleri bozmaktan sakındırdıktan sonra "Yeminlerinizi aranızda aldatma vesilesi edinmeyin." ayetiyle onların yaptıkları belirli, hususî yeminleri -yani İslâm üzerine Pey­gamberimiz (s.a.)'in huzurunda yaptıkları bey'at yeminlerini, bozmaktan sa-kındırmaktadır.

Ayetin manası şöyledir: "Allah Teala kullarım ayakları istikamet ve iman üzerine sabit olduktan sonra yeminlerinizi aldatma vesilesi yapmaktan sakındırmakta ve bundan nehyetmektedir. "Bu ayet hak yol üzerinde olup da Allah yolundan alıkoymak manası taşıyan yeminlerle hak yoldan sapan ve hidayet­ten ayağı kayan kimseler için verilen bir misaldir. Zira kâfir müminin önce kendisiyle ahidleşip, sonra sözünden döndüğünü görürse dine olan güveni sar­sılır, müminin sözünden dönmesi sebebiyle İslâm'a girmekten vazgeçer.

"Kötülüğü tadın..." Yani Allah'ın yolundan alıkoyma sebebiyle kötü ve şid­detli azabı -yani dünyada öldürülme ve esirliği- tadın. Çünkü önce dine girip sonra dinden çıkmak başkalarının İslâm'dan uzaklaşmasına sebep olur.

"Sizin için büyük bir azap vardır." Muhalif olmanın sapıklar ve bedbahtlar gurubuna katılmanın cezası olarak ahirette şiddetli bir ceza vardır.

Yani sizler ahdinizi bozduğunuz zaman şu üç kötü duruma düştünüz:

1- İstikamet ve hidayet yolunda sebat ettikten sonra, istikamet esasından uzaklaşma ve hidayet yolundan ayrılma.

2- Öldürülme, esir alınma, mallarının ellerinden alınması, vatanlarından ayrılma zorunda bırakılmaları gibi dünyada kötü azapla eza ve cefa ile karşı­laşmaları.

3- Hak yolundan ve Hak ehlinden yüz çevirmelerinin karşılığı olarak ahirette cezalandırılmaları.

Cenab-ı Hak daha sonra bir takım bedeller karşılığında ahdi bozmaktan sakındırarak şöyle buyurdu: "Allah'ın ahdini az bir bedelle satın almayın." Ya­ni Allah'a yemin karşılığında dünya hayatının geçici metasını ve dünya ziyne­tini tercih etmeyin. Çünkü dünya malı pek azdır.

"Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır." Yani dünya bütün varlığıy­la insana verilse bile Allah katında olan yani Allah'ın mükâfatı ve sevabı O'na iman edip O'nu uman herkes için daha hayırlıdır. Bu aynı zamanda dünyadaki az bir meta'dan daha hayırlıdır.

"Eğer biliyorsanız." Yani dünyanın hayırlarıyla ahiretin hayırları arasın­daki farkı biliyorsanız...

Hayırlılık yönü: "Sizin yanınızda olan tükenir, Allah'ın nezdinde olan ise bakidir." Yani dünya malı yahut nimeti biter, sona erer; müddet uzun olsa bile yokolmaya mahkûmdur. Allah'ın nezdinde olan cennetteki mükâfatlar bakidir, ebedîdir, kesintisiz ve tükenmeksizin devam eder. Çünkü bu nimetler daimîdir, hiçbir şekilde değişme yoktur, zeval bulma yoktur.

"Biz sabredenleri mutlaka mükâfatlandıracağız..." Yani Allah'a yemin ol­sun ki biz müşriklerin eziyetlerine karşı sabredenleri ve ahde vefa gibi ahlâkî esasları ihtiva eden İslâm'ın hükümlerinde sebat edenleri amellerinin en güzeliyle mükâfatlandırırız, kötülüklerinden vazgeçeriz. Bu büyük bir sevaptır, gü­nahlarının bağışlanacağı şeklinde güzel bir vaaddir. [25]


[24] İbni Kesir, 11/582.

[25] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/418-425.

27 Ocak 2020 Pazartesi

Eşimin ailesi dinden uzak, ne yapmalıyım?


Soru Detayı

Kocamın ailesi oruç tutmaz, namaz kılmaz, ramazanda dahi içki içen insanlar. Bu durumda ben eşimin ailesiyle görüşmek istemiyorum, çocuğumun da onlardan etkilenmesini istemiyorum. Onlar bana yobaz gözüyle bakıyorlar, ama eşim bunu anlamıyor, beni zorluyor ve onlar için benimle kavga ediyor.

Cevap

Evlilikte sadece eşlerin değil, ailelerinin de kültürel ve dini hassasiyetler açısından birbirine denk olması önemlidir. Çünkü evlilikte yaşanacak sorunların kaynağı da, huzur ve mutluluğun vesilesi de dini hassasiyetler konusunda uyumlu bir beraberlik ve uyumlu bir ailedir. Aksi bir durum karı-koca arasında özellikle evlendikten sonra, boşanmaya kadar varacak ciddi sorunlara neden olabilir. Nitekim ülkemizde yaşanan boşanmaların ikinci ana nedeni, çiftlerin aileleriyle olan ilişkilerinden kaynaklanan sorunlar olması tesadüfü değildir.

Sizin de böyle uyumsuzluktan dolayı zor durumda olduğunuzu, dini hassasiyetleriniz, evlilik sorumluluklarınız, vicdanınız ve ebedi hayat arkadaşınıza olan sevginiz arasında kaldığınız anlaşılıyor. Unutmayalım, evlilik hayatında ölümden başka her şeyin çaresi vardır. Ümitsizliğe kapılmadan, en uygun çözüme odaklanmak inşallah size huzuru ve aile saadetini getirecektir.

Evlilik hayatında asıl olan, Allah’ın rızasını daha iyi kazanıp huzurlu bir hayat sürmektir. Bu ise, karı-kocanın kulluk vazifelerini yerine getirmeleri, karşılıklı sorumluluklarına azami derece ihtimam göstermeleri ve ihtiyaçlarını karşılıklı olarak gidermeleriyle mümkündür.

Bu anlamda İslamiyet karı-kocaya karşılıklı bazı sorumluluklar yüklemiştir. Peygamber Efendimiz (asm) Veda hutbesinde “Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır.” (Müsned, 1/384, 453) diyerek karşılıklı hak ve hukuka dikkat çeker.

Bu çerçevede karşılıklı iyi muamele, sevgi, saygı, sadakat, birbirinin biyolojik ihtiyaçlarını giderme, birlikte oturma, çocukların bakım ve terbiyesi, birbirlerinin değerlerine saygı göstermek eşlerin ortak hak ve görevlerindendir. Bunlar aynı zamanda huzurlu ve mutlu bir evliliğin de şifreleridir.

Karı-kocanın birbirinin ailesiyle olan ilişkilerine de öncelikle karşılıklı yükümlülükler açısından bakılmalıdır. Çünkü toplumumuzda her bölgede örf ve geleneklerimiz gelin ve damadın aile ile birlikte olmasını ve bütünleşmesini ister.

Dolayısıyla eşin ailesinin, dini inançları ne kadar zayıf olursa olsun, hatta gayr-ı Müslim de olsa ziyaret edilmesi örfi bir yükümlülüktür. Bu çerçevede Kuran-ı Kerim de eşler arasındaki birçok hukuku, örf ve geleneklere bırakmış, örfe uygun davranmalarını istemiştir. Peygamber Efendimiz (asm) bu manaya dikkat çekmek için; “Müslümanların güzel gördükleri şey, Allah indinde de güzeldir.” (Müsned, 1/379) buyrulmuştur.

Yalnız burada dikkat edilmesi gereken şey, ailelerle ilişkilerde karı-kocanın birbirini zorlamaması ve belirli sınırları koruyarak karşılıklı anlayış içinde kendi aralarında mutabakata varmasıdır. Ziyareti kesmek, torunlarını dede ve ninelerinden uzaklaştırmak değil de, ailelerin ne zaman ve hangi sıklıkla ziyaret edileceği ve ne kadar kalınacağı konusunda müşterek bir karar vermeleri birçok sıkıntıyı ortadan kaldıracaktır.

Dini duyarlılığınızdan dolayı, kocanızın ailesi ile ilgili yaşadığınız sıkıntılar varsa, bunu kocanıza uygun bir zamanında yumuşak bir üslupla anlatabilirsiniz. Mesele, birlikte olduğunuzda içki içmemeleri, sizin dini yaşantınıza müdahale etmemeleri konusunda o da ailesini uyarabilir. Tüm bunlar, iyi niyetle ve güzel bir üslupla ifade edildiğinde karşılığını bulacaktır.

Konuyu, sadece yükümlülükler açısından değil de, ebedi hayat arkadaşına olan sevgi ve saygı açısından da değerlendirmek gerekir. Yani evlilik hayatında arzu edilen huzur ve mutluluk açısından da bakmak gerekir:

Eğer bir eş, ailesinin ziyaret edilmesini istiyor ve bu konuda ısrar ediyorsa, diğer eşe düşen şey, öncelikle eşini anlamaya çalışmaktır. Onun ailesi yanında zor durumda kaldığı ve bu konuda sitemler işittiğini düşünüp, ebedi hayat arkadaşını zor durumda bırakmaması kişinin hem ahireti hem de dünyası için en hayırlı olanıdır. Gerekirse bu konuda fedakârlıkta da bulunulmalıdır.

Kocanızın sizi bu konuda zorlamaması, sadece arzu ve talepte bulunması en doğrusudur. Ancak sizin de, kocanızın sizi neden zorladığı ve onu buna iten psikolojik dinamiklerin neler olduğu konusunda onu anlamaya çalışmanız gerekir.

Bu durumda hayat arkadaşınızın sevgisini daha çok kazanacak, daha huzurlu bir evlilik sürdüreceksiniz. Çünkü hiçbir erkek veya kadın, ailesini sevmeyen, beğenmeyen, onlara gidip gelmeyen bir eşi tam sevemez, onun isteklerine cevap veremez.

Birçok erkeğin, hanımına karşı olan agresif ve sert davranışlarının altında, hanımının ailesine karşı eleştirel bakışı ve iletişimini kesmek istemesinin yattığını görmekteyiz. Çünkü bu durum toplumda erkeğin eksikliği, zayıflığı, başarısızlığı, güçsüzlüğü şeklinde algılandığı için psikolojik olarak eziklik yaşamasına neden olacaktır. Bu duruma düşmesinin nedeni olarak hanımını gördüğünden maalesef ona karşı öfkeli davranışlar sergiler.

Bunda erkeklerin kendi sorumlulukları da yok değildir. Çünkü bir erkeğin ailesi ve hanımı arasında çıkan her türlü anlaşmazlıkta, şartsız olarak ailesinin yanında yer alması, Allah’ın emaneti olan hanımını ciddi anlamda yaralar. Kadın, bu durumda kendisini değersiz hissedeceği için kocasının ailesi ile ilişkisini asgari düzeyde tutmaya çalışacak veya hiç gitmeyecektir. Oysaki bir kocaya düşen vazife, kim haklıysa çekinmeden onun yanında yer almaktır. Allah’ın da istediği budur.

Kocanızın ailesi ile daha iyi ve yakın ilişkiler kurmanız, ziyaret edip, sevgilerini kazanmanız onların dini duyarlılıklarını artıracaktır. Böylece hatalarını anlayıp, sizi “yobaz” olarak değil, İslam’ın güzelliğini sergileyen bir rol model olarak göreceklerdir.
Çocuklarınızın etkilenip etkilenmemesi konusuna gelince:

Öncelikle çocuklarınızın manevi açıdan temiz kalmalarını istemenizden daha doğal bir şey olamaz. Bu konuda kocanızla görüşüp, çocuklarla birlikte yaptığınız ziyaretlerde ailesinin dine aykırı davranış ve tutumlardan kaçınmaları istenebilir.

Bunun dışında çocukları korumanın tek yolu, onların dede ve ninelerinden uzak kalması değildir. Çünkü çocukların ruhsal ve manevi gelişimini etkileyen çok sayıda faktör var. Anne-babanın söz ve davranışları, TV, sanal medya, çevre, okul, arkadaşlar vb. Yani çocuklar sadece bir açıdan etkilenmiyorlar. Siz, onları manevi açıdan terbiye eder ve bilinçlendirirseniz başkalarında gördükleri onları çok etkilemeyecektir. Burada önemli olan sizin karı ve koca olarak söz ve davranışlarınızla onlara güzel örnek olmanızdır.

Aile ilişkileri başta olmak üzere, karı-koca arasında yaşanan hiçbir konu tartışılarak ve kavga edilerek çözülmez. Aksine kördüğüme dönüşerek, daha büyük yaraların açılmasına neden olur.

Bu konuyu kocanızla mutlu bir vaktinizde, baş başa iken usulüne uygun konuşursanız o da sizi anlayacaktır.

Kocanız kavga başlattığında, “Seni anlıyorum, ailene gitmediğim için kızgınsın. Senin böyle yüksek sesle konuşmandan dolayı ben de çok kırılıyorum, üzülüyorum. Bunu daha müsait bir vaktimizde konuşalım.” derseniz, tepkisi daha olumlu olacaktır.

Unutmayalım Yüce Yaratıcı, Kuran’da evli çiftlere birbirine karşı hakkı gözetmelerini, adil olmalarını, “iyi geçinmelerini” emreder.