31 Ocak 2020 Cuma

MÜLK SURESİ 12-15. ayetlerin tefsiri


Müminlere Vaadedilen Mağfiret Ve Kafirlerin Bir Defa Daha Tehdit Edilmeleri:


12- Muhakkak ki Rablerinden gıya­ben korkanlar için, işte onlar için birmaeRret ve büyük bir ecir vardır.

13- Sözünüzü ister gizli, ister açık söyleyin. Çünkü o göğüslerin özünü aJbO^U^\^^l, en iyi bilendir.

14~Yaratan bilmez mi hiç? °latif"tir, herşeyden haberdardır.

15- O yeri size itaatkâr ve yumuşak kılandır. O halde omuzlarında yü­rüyün, onun rızkından yiyin ve dö­nüş yalnız onadır.

Açıklaması:

"Muhakkak ki Rablerinden gıyaben korkanlar için; işte onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır." Yani Rablerini görmedikleri halde Rable-rinin azabından korkan ve azabından korkarak ona iman eden, gizli ve açık bütün hallerde Allah'tan korkup Yüce Allah'ın dışında kendilerini kimsenin görmediği hallerde bile masiyetlerden uzak durup itaatleri de ye­rine getirerek Rablerine saygı ile boyun eğenler için pek büyük bir mağfi­ret vardır. Bununla Yüce Allah günahlarını bağışlar. Onlar için uçsuz bu­caksız mükâfat olan cennet de vardır.

Buhari ile Müslim'de şu hadis yer almaktadır: "Kendi gölgesinden baş­ka hiçbir gölgenin olmadığı bir günde Yüce Allah'ın Arş'ınm gölgesinde ba­rındıracağı yedi kişi vardır... Bunlardan birisi de makam ve mevki sahibi güzel bir kadının kendisini davet ettiği halde, ben Allah 'tan korkarım diyen bir adam ile sağının ne verdiğini sol eli bilmeyecek kadar gizli saklı bir şe­kilde sadaka veren bir adam."

Daha sonra Yüce Allah kalpleri de, gizlilikleri de bildiğine dikkat çekerek şöyle buyurmaktadır: "Sözünüzü ister gizli, ister açık söyleyin. Çün­kü o göğüslerin özünü en iyi bilendir." Yani sözünüzü gizli ya da açıkça söy­lemeniz birdir. Allah onu çok iyi bilendir. O kalplerden geçeni, kalplerin gizleyip sakladıklarını dahi bilir. Yani o durum ne olursa olsun Allah sözle­rinizi ve davranışlarınızı bilir. Buna göre açıktan Allah'a isyanı gerektire­cek işleri yapmaktan kaçındığınız gibi gizlice yapmaktan da kaçınınız. Çünkü Allah'ın davranışımızı bilmesi açısından bunun bir farkı yoktur. Gizliyi açıktan önce söz konusu etmesinin sebebi de adeten onun öncelikli olmasından dolayıdır. Herbir iş öncelikle nefiste var olur, sonra açıkça işle­nir. Diğer taraftan bunun bilinmeyeceği sanılabileceğinden gizli saklı gü­nahlardan da sakındırılmak istenmiştir. Yüce Allah'ın: "Çünkü o göğüsle­rin özünü en iyi bilendir" buyruğu, bundan önceki ifadelerin bir gerekçesi gibidir.

Ayet bütün insanlara, bütün amelleri ile ilgili bir hitaptır. Onların Ra-sulullah (s.a.) hakkında gizlice söyledikleri sözleri de kapsar. İbn Abbas de­di ki: (Müşrikler) Rasulullah (s.a.)'ın aleyhinde ileri geri konuşuyor, Cebra­il de ona söylediklerini haber veriyordu. Bunun üzerine biri diğerine: Mu-hammed'in ilâhı duymasın diye sözlerinizi gizli söyleyin, dediler. İşte Yüce Allah bu sebeple bu ayeti indirdi.

Daha sonra Yüce Allah bilgisinin genişliğine delil getirerek şöyle bu­yurmaktadır: "Yaratan bilmez mi hiç? O latiftir, her şeyden haberdardır." İnsanı yaratan ve onu var eden hiç gizlilikleri ve kalplerin sakladıklarını bilmez mi? Eliyle insanı yaratan bizzat O'dur. Sanat eserini en iyi bilen el-betteki onun sanatkârıdır. Yüce Allah bütün işlerin inceliklerini, kalplerde bulunanı çok iyi bildiği gibi, kalplerin gizleyip sakladıklarından da haber­dardır. Bunların hiçbirisi ona gizli değildir. Gizli olanı yaratan, gizliyi bil­mez mi, demektir.

Şu anlamda olduğu da söylenmiştir: Allah yarattığını bilmez mi? İbni Kesir dedi ki: Birinci anlam, (yani, yaratıcı bilmez mi anlamı), Yüce Al­lah'ın: "O latiftir, her şeyden haberdardır." buyruğu dolayısıyla daha uy­gundur. Gerçekte ise her iki anlamın da ihtimal dahilinde olduğudur. Bu­rada "men: ...an' yaratıcıyı işaret etmiş de olabilir. Bu durumda anlam: Ya­ratan yarattığını bilmez mi demek olur. Bunun yaratılmışa ad olması da mümkündür. Bu durumda: Allah yarattığını bilmez mi demek olur. Yarata­nın yarattığını ve yaratacağını en iyi bilmesi ise kaçınılmaz bir şeydir.

Daha sonra Yüce Allah kudretine dair delili ortaya koymakta ve nime­tinin eksiksizliğine dikkat çekerek şöyle buyurmaktadır: "O, yeri size itaat­kâr ve yumuşak kılandır. O halde omuzlarında yürüyün ve onun rızkından yiyin ve dönüş yalnız onadır." Yani yeri sizin emrinize veren ve size itaat­kâr kılan üzerinde yerleşmenize elverişli ve yumuşak kılan odur. Bu haliy­le yer sallanmıyor, çalkalanmıyor. Bu da orada yerleştirdiği dağlar sebebiyledir. Orada sizin için kaynaklar fışkırtmış, yollar açmış, yararlanabilece­ğiniz imkânlar hazırlamış, ekini yeşertmiş, meyveler çıkartmıştır. Siz de onun dört bir yanında, çeşitli bölgelerinde, yerlerinde nerede isterseniz orada kazanç, ticaret ve rızık aramak maksadıyla gezin dolaşın. Bununla birlikte çalışıp çabalamakta Allah'ın kolaylaştırmasına ihtiyaç duyulma­ması mümkün değildir. Bu bakımdan Yüce Allah: "Ve onun rızkından ye-yin." diye buyurmuştur. Yerde sizin için yarattığı ve size verdiği kendisin­den yararlanma imkânını bağışladığı rızkından ve yerin çeşitli mahsulleri­ni elde etme gücünü vererek kazandığınız rızkından yeyin. Şunu da bilin ki, sonunda sizler ona döneceksiniz. Kabirlerinizden kaldırılıp, O'nun hu­zuruna götürüleceksiniz başkasına değil. Kıyamet gününde dönüş yalnız ona olacaktır. Bu sebeple gizli ve açık hallerinizde küfür ve masiyetlerden sakınınız.

Ayet Yüce Allah'ın kudretine ve onun kullarına nimetlerinin çokluğu­na, ayrıca çalışıp çabalamanın, sebeplere sarılmanın Yüce Allah'a tevekkü­le aykırı olmadığına, ticaret ve kazanmanın teşvik edilmiş bir şey olduğu­na da delildir. İmam Ahmed, Tirmizi, Nesai ve İbni Mace'nin rivayetine gö­re Ömer b. Hattab (r.a.) Rasulullah'ı (s.a.) şöyle buyururken dinlemiştir: "Şayet sizler Yüce Allah'a hakkıyla tevekkül edecek olursanız sabah aç, ak­şam kursakları dolmuş olarak dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rı-zıklandırırdı." Allah Rasulü kuşların Yüce Allah'a tevekkül ettiklerini be­lirtmekle birlikte rızıklarmı aramak için sabah gidip, akşam döndüklerini ve bu işin kendileri tarafından yapıldığını belirtmektedir. Ancak herşeyi müsahhar kılan, yönlendiren ve sebepleri yaratan O'dur.

Hakim Tirmizi'de, Muaviye b. Kurra'dan şöyle dediğini rivayet etmek­tedir: Ömer b. Hattab (r.a.) bir topluluğun yanından geçti. Onlara: Siz neci­siniz, diye sordu, onlar: Bizler tevekkül edenleriz, dedi. O: Hayır, sizler ha­zır yiyicilersiniz, dedi. Gerçekte tevekkül eden yerin içine tohumunu atan ve ondan sonra aziz ve celil olan Allah'a tevekkül edendir.

Buna göre bu ayet ile bundan önceki ayetten maksat şu olmaktadır: Kâfirler Yüce Allah'ın gizli hallerini de, açıkladıklarını da bildikleri belirti­lerek tehdit edilmektedir. Onlara yerin hayır ve bereketlerini kolaylıkla el­de etme imkânını vermekle lütufta bulunan ve bu nimetleri ihsan eden Odur. O halde Onun cezasından sakının. Yüce Allah şöyle buyurmuş gibi­dir: Ey kâfirler, benim gizlediğiniz ve açıkladığınız hallerinizi bildiğimi bi­lin. Bu sebeple benden korkun, azabımdan sakının. Ben sizleri emrinize boyun eğdirdiğim bu yerde iskân ettim ve burasını faydanız ve rızkınız için bir sebep kıldım. Ben dileyecek olursam sizi yerin dibine geçirir ve oraya gökten türlü mihnet ve sıkıntılar indiririm. [3]


[3] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/22-24.

Hiç yorum yok: