Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
(İbrahim dedi ki) “Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur. Hesap gününde hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O’dur.” (Şu’arâ, 81,82)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyuruyor:
“…Allah ancak, merhametli kullarına rahmet eder.” (Buhârî, Cenâiz 33, Müslim, Cenâiz, 9, 11. Buhârî, Eymân 9, Merdâ 9, Tevhîd 25; Ebû Dâvûd, Cenâiz 24, Edeb 58; Nesâî, Cenâiz 22; İbni Mâce, Cenâiz 53)
Ömer İbnü’l-Hattâb (ra) şöyle dedi:
“(Bir keresinde) Rasûlullah (sav) (ayrı düştüğü) çocuğuna duyduğu özlemden dolayı rastladığı her çocuğu kucaklayan, göğsüne bastırıp emziren bir kadının da aralarında bulunduğu bir esir grubunu getirdiler. Rasûlullah (sav) çevresindekilere (o kadını işaretle):
“-Bu kadının çocuğunu ateşe atacağına ihtimal verir misiniz?” diye sordu.
“-Aslâ, atmaz!” dedik.
Bunun üzerine Hazret-i Peygamber:
“-İşte Allah Teâlâ kullarına, bu kadının yavrusuna olan şefkatinden daha merhametlidir” buyurdu. (Buhârî, Edeb 18; Müslim, Tevbe 22. Ebû Dâvûd, Cenâiz 1; İbni Mâce, Zühd 35)
https://www.2g1d.com/
3 Aralık 2022 Cumartesi
Rahmeti Bol Rabbimiz
2 Aralık 2022 Cuma
1 Aralık 2022 Perşembe
Sâlihleri Dost Edinmek
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Ey imân edenler, Allah’a karşı takva sahibi olun ve sadıklarla beraber bulunun!” (Tevbe, 119)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“İnsan, dostunun dini üzeredir. O halde her biriniz dost edineceği kişiye dikkat etsin!” (Ebû Dâvûd, Edeb, 16; Tirmizî, Zühd, 45)
Sâlih ve sâdıklarla ünsiyet neticesinde meydana gelen “aynîleşme”yi Şeyh Sâdî temsîlî bir şekilde şöyle hikâye eder:
Bir gün, dostlarımdan biri bana hamamda, temizlik yapmak için bir kil parçası verdi. Kullanırken ondan rûhu okşayan nefis bir râyihâ yayıldı. Bunun üzerine kile:
“- A Mübarek gönlümü büyüleyen kokundan adeta mestoldum! Söyle bakalım sen misk misin yahut anber misin?” diye sordum. Kil ise şu cevabı verdi:
“-Doğrusu ben, alalade bir toprağım. Fakat bir müddet gül fidanlanının altında bulundum; onun güzel rayihası bana sindi, içime işledi. İşte hissettiğiniz güzel koku bundandır.” (Sadi, Gülistan, s.8)
Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“İyi ve kötü arkadaşın hali, güzel koku satanla körük çekenin haline benzer: Misk satan, ya sana güzel kokusundan bir miktar verir veya sen ondan satın alırsın ya da (hiç değilse onunlar beraber olduğun sürece) güzel koku koklamış olursun. Körük çeken kimse ise ya elbiseni yakar ya da (en azından) körüğün kötü kokusundan rahatsız olursun.” (Buhârî, Zebâih, 31, Büyû’, 38; Müslim, Birr, 146)
https://www.2g1d.com/
30 Kasım 2022 Çarşamba
Bir Kalpte Hüzün Varsa
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
"Müminler ancak kardeştirler..." (Hucurât, 10)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
"Mü'min kardeşinin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir." (Hâkim, IV, 352; Heysemî, I, 87)
https://www.2g1d.com/
29 Kasım 2022 Salı
İffetini Muhafaza Et!
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim efendimiz
“Zinaya yaklaşmayın, zira o çok çirkin bir hayâsızlık ve çok kötü bir yoldur.” (İsrâ, 32)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Bir milletin içinde zina ve fuhuş ortaya çıkıp nihayet o millet bu suçu alenî olarak işlemeye başladığında, mutlaka içlerinde vebâ hastalığı ve kendilerinden önce gelip geçmiş milletlerde vuku bulmamış başka hastalıklar yayılır.” (İbn-i Mâce, Fiten, 22; Hâkim, IV, 583/8623)
https://www.2g1d.com/
28 Kasım 2022 Pazartesi
Yer ve Gök Terazisi
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
"Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz." (Enbiyâ, 47)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
"Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır..." (Tirmizî, Kıyâmet 25. İbni Mace, 31.)
https://www.2g1d.com/
27 Kasım 2022 Pazar
Gönül Zenginliği İle Gelen Hidâyet
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücâhede edenlere elbette yollarımızı gösteririz. Muhakkak ki Allah ihsân erbabıyla beraberdir.” (Ankebut, 69)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Allah’ım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim.” (Müslim, Zikir 72; Tirmizî, Daavât 72; İbn Mâce, Dua 2)
İslâm’ın geldiği günlerde Hakîm bin Hizâm adında güzel ahlâk sahibi bir zât vardı. Bu zât, müslüman olmadan önce de son derece cömert, müşfik, hayr u hasenât sahibi biriydi. Kızlarını diri diri gömmek isteyen babalardan onları satın alır, hayata kavuşturur ve himâye ederdi. Câhiliye devrinde yüz köle âzâd etmiş ve yüz tane deveyi hac esnâsında kurban kesmek, muhtaçlara vermek gibi yollarla tasadduk etmişti. Müslüman olunca da yine Allah yolunda yüz deve infak etti ve yüz köle âzâd etti. Birgün Peygamber Efendimiz’e:
“–Ey Allah’ın Rasûlü! Câhiliye devrinde yaptığım bazı hayır işleri var: Sadaka vermek, köle âzâd etmek, sıla-i rahimde bulunmak gibi… Bunlara mukâbil bana ecir verilir mi?” diye sordu. Rasûlullah (sav):
“–Sen zâten, daha önce yaptığın bu hayırlar hürmetine İslâm’la şereflendin!” buyurdu. (Bkz. Buhârî, Zekât 24, Büyû 100, Itk 12, Edeb 16; Müslim, Îmân 194-196)
26 Kasım 2022 Cumartesi
Her Vakit Tefekkür
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Âl-i İmrân, 190-191)
25 Kasım 2022 Cuma
Günahlarına Özrün Var mı?
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Kim bir kötülük yapar yâhut nefsine zulmeder de sonra Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır.” (Nisâ, 110)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Bir müslüman günah işleyip de sonra abdest alır, iki rekât namaz kılar ve istiğfar ederse Allah onu affeder.” (İbni Mâce, İkame, 193, Ebû Dâvûd, Vitr, 26, Tirmizî, Salat, 181, Ahmed b. Hanbel I, 2, 9, 10)
https://www.2g1d.com/
24 Kasım 2022 Perşembe
Mescidler İbadet Mekânlarıdır
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Allah’ın mescitlerini O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır.” (Bakara, 114)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“…Mescidler ne için yapılmışlarsa ancak o maksatlarla kullanılacak mekanlardır.” (Müslim, Mesâcid 80, 81. İbni Mâce, Mesâcid 11.)
https://www.2g1d.com/
23 Kasım 2022 Çarşamba
Dünyadaki Cennet
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillâhirrahmânirrahîm
“…Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâh’ı anmakla huzur bulur.” (Ra‘d, 28)
Rasûlullah (sav) Efendimiz buyurdular:
“Allâh’ı zikreden kimseyle zikretmeyenin misâli, diri ile ölü gibidir.” (Buhârî, Deavât, 66)
Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
“Allah Teâlâ’nın zikir halkalarını arayan gezici melekleri vardır. Zikir halkasını bulunca onların etrafını kuşatırlar. Sonra da kılavuzlarını semaya Rab Teâlâ’nın katına gönderirler ve derler ki:
“Rabb’imiz biz senin kullarından öylelerine rastladık ki onlar nimetlerini anıp yüceltiyor, kitabını tilâvet ediyor ve peygamberin Muhammed’e (sav) salavât getiriyorlar, dünya ve ahretleri için yardımını istiyorlar.”
Bunun üzerine Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyurur: “Rahmetin onları bürümüştür. Onlar öyle bir topluluktur ki onların sâyesinde berâberlerindekiler bedbaht olmaz.” (Buhârî, Deavât, 66; Müslim, Zikr, 12)
https://www.2g1d.com/
22 Kasım 2022 Salı
Dostluk!..
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah’tır, Resûlüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler." (Mâide, 55)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Benim dostlarım Allah Teâlâ ile iyi mü’minlerdir…” (Buhârî, Edeb 14; Müslim, Îmân 366)
https://www.2g1d.com/
21 Kasım 2022 Pazartesi
Söze Riayetimiz O'nunki Gibi Mi?
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
"Verdiğiniz sözü yerine getirin, çünkü verilen söz, sorumluluk gerektirir.” (İsrâ, 34)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
"Münâfığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler. Söz verince sözünde durmaz. Kendisine bir şey emanet edilince hıyanet eder." (Buhârî, Îmân 24; Şehâdât 28, Vesâyâ 8, Edeb 69; Müslim, Îmân 107-108)
https://www.2g1d.com/
20 Kasım 2022 Pazar
Utanmıyorsan Dilediğini Yap!
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“(Rasûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût, 45)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“İlk peygamberlerden itibaren halkın hatırında kalan bir söz vardır: Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” (Buhârî, Enbiyâ 54, Edeb 78.)
Bir atasözü halinde nesilden nesile aktarılarak gelen “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” hikmeti, utanma duygusunun insanı fenalıklara dalmaktan alıkoyduğunu açık bir şekilde ifade etmektedir. Şu halde Allah’tan ve insanlardan utanan bir kimsenin, nefsinin istediği her hareketi yapması mümkün değildir. Utanma duygusuna sahip olmayan bir kimsenin ise önünde hiçbir engel yoktur; dolayısıyla öyle bir kimse her türlü çirkinliği kolayca yapabilir.
“Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” sözü, yukarıda belirtildiği şekilde, hayâ duygusundan yoksun olan birinin her şeyi yapabileceğini ifade etmektedir. Bu sözü bir tehdit olarak anlamak da mümkündür. O takdirde bu söz, “İstediğin fenalığı yap bakalım; bir gün bunların hesabını tek tek vereceksin” anlamına gelmektedir. Bir diğer mânası da, “Yapacağın işe iyi bak! Şayet bu iş Allah’tan ve insanlardan utanılacak bir şey değilse, onu gönül hoşluğu ile yap! Eğer yaptığın takdirde Allah’tan ve insanlardan utanacaksan, onu kesinlikle yapma!” demektir. Bu sonuncu mânasıyla bu söz insana bir davranış ölçüsü vermektedir. Yapılacak bir iş, neticede insanın utanmasına yol açacaksa ondan sakınmalıdır. Utanılacak bir durum mevcut değilse, onu yapmakta herhangi bir sakınca yoktur. (Riyazü’s Salihin, 7.Cilt, Erkam Yay.)
https://www.2g1d.com/
19 Kasım 2022 Cumartesi
Sıkıntının Elinde Aciz Kalma!
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Biz mutlaka sizi biraz korku, biraz açlık yahut mala, cana veya mahsullere gelecek noksanlıkla imtihan ederiz. Sen sabredenleri müjdele!” (Bakara, 155)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Hayat şartları sizinkinden iyi olanlara değil de, daha aşağıda olanlara bakınız! Zira bu Allah’ın üzerinizdeki nîmetini küçük görmemeniz için daha uygun bir davranıştır.” (Müslim, Zühd, 9)
https://www.2g1d.com/
18 Kasım 2022 Cuma
Ebedi Saadet Rehberi Örnek Şahsiyet
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
"Andolsun ki, Rasûlullâh'ta sizin için, Allâh'a ve âhıret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh'ı çok zikredenler için bir “üsve-i hasene” vardır." (Ahzâb, 21)
https://www.2g1d.com/
17 Kasım 2022 Perşembe
Seni Şaşırtmasın!
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillâhirrahmânirrahîm
“Onların ne malları ne de evlatları seni imrendirmesin. Allah, bunlarla onlara dünya hayatında azab etmeyi ve kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor.” (Tevbe, 55)
Rasûlullah (sav) Efendimiz buyurdular:
“Her ümmetin bir fitnesi vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır.” (Tirmizî, Zühd, 26; Müsned, IV, 160.)
https://www.2g1d.com/
16 Kasım 2022 Çarşamba
Yumuşak Söz Söyleyin
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Ona yumuşak söz (kavl-i leyyin) söyleyin. Belki o, nasihat dinler veya Allâh’tan korkar.” (Tâhâ, 44)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Din, nasihatten ibârettir.” (Buhârî, Îmân, 42)
https://www.2g1d.com/
15 Kasım 2022 Salı
Müslüman Gençlerin Aslî Kimliği
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillahirrahmanirrahim
“Andolsun ki, Rasûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (Ahzâb, 21)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Allah çocukça (lâubâlî) davranışları olmayan, hayra yönelip hevâ ve hevesi terk eden vakar sahibi olgun genci sever.” (Ahmed, IV, 151)
https://www.2g1d.com/
14 Kasım 2022 Pazartesi
Resûl-i Ekrem (s.a.s.), “Kim namazı unutursa veya uyuyup kalırsa hatırlayınca onu kılsın. Onun keffâreti ancak budur.” (Buhârî, Mevâkîtü’s-Salât, 37; Müslim, Mesâcid, 315) buyurmuştur. Yine Hz. Peygamber (s.a.s.), Hendek savaşı sırasında harbin şiddetlenmesi nedeniyle ikindi namazını kılamamışlar; bunun üzerine “Bizi ikindi namazından alıkoydular. Allah da onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun.” diye beddua etmiş ve ikindi namazını akşam ile yatsı arasında kaza etmiştir (Müslim, Mesâcid, 205). Ayrıca Hayber Fethinden dönerken, bir yerde konakladıklarında uyuyakalmışlar ve vaktinde kılamadıkları sabah namazını güneş doğduktan sonra kaza etmişlerdir (Müslim, Mesâcid, 309).
Beş vakit namazın farzı ve vitir namazı kaza edilir. Kazaya kalan sabah namazı, o günün öğle vaktinden önce kaza edilecekse sünneti de kaza edilir. Ayrıca öğle namazının dört rekâtlık ilk sünneti de vakit çıkmadıkça öğlenin farzından sonra kılınır. Öte yandan geçmiş namazlar, kazaya nasıl kaldıysa öyle kılınırlar, yani seferî olarak kaldıysa seferî, mukim olarak kaldıysa mukim gibi kaza edilir (Mevsilî, el-İhtiyâr, I, 220).
Unutma ve uyuma gibi bir mazeret olmaksızın, kasıtlı olarak terk edilen namazların kazası ile ilgili herhangi bir hadis bulunmamaktadır. Fakat bu kasıtlı olarak terk edilen namazların kazasının gerekmediği anlamına gelmez. Zira, Ramazan’da kasıtlı olarak cinsel ilişkiye girerek orucunu bozan kimseye Resûl-i Ekrem’in (s.a.s.) hem keffâreti hem de o günkü orucun kazasını emretmesi (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, IV, 382), bir farz ibadetin kasıtlı olarak terk edilmesi durumunda da kazasının gerektiğine delildir. Öte yandan Hz. Peygamberin (s.a.s.) bir mazerete dayalı olarak vaktinde kılamadığı namazları kaza etmesi ve sahabeye de bu yönde emir buyurması dikkate alınacak olursa, mazeretsiz olarak terk edilen namazların kaza edilmesinin öncelikle gerekli olacağı sonucuna ulaşılır (Nevevî, el-Mecmû’, III, 68).
13 Kasım 2022 Pazar
12 Kasım 2022 Cumartesi
KÜÇÜK NOTLARIM (91)
Müslümanın, “el-Mü’min” isminden nasibi, gerçek mânada Müslüman olup, inandığı gibi yaşamasıdır. Yaşantısı sözlerini tekzip etmez. Yetkililerden büyük bir sel geldiği haberini alan kişi nehrin kenarındaki evinde oturmaya devam ederse ya uyarıyı anlamamış ya da ona inanmamıştır. Allah’a iman edip, gereği gibi amel etmeyen kişi diliyle itiraf ettiği İslam’ı ameliyle reddetmiş gibi olur. İman aksiyon ister.
Dr. İhsan Şenocak
11 Kasım 2022 Cuma
Ebedi cehennemlik günahlar var mı?
- Şu ayetlerde, bazı günahları işleyenlerin ebedi cehennemde kalacağı bildiriliyor: Furkan, 25/68, 69; Bakara, 2/275; Müminun, 23/103. Buna göre bazı günahlar ebedi cezayı mı gerektirir?
- Biz, şirkin dışında hiçbir günahın ebedi cehennemi gerektirmediğini biliyorduk.
Değerli kardeşimiz,
- Ehl-i sünnet alimlerinin değişik ayet ve hadislere dayanarak vardıkları kanaate göre, şirk de dahil her türlü inkar, ebedi cehennemliktir. Bu gerçek kısaca, “imansız olarak kabre girenler ebedi olarak cehennemde kalırlar” şeklinde ifade edilir. İmansızlığı doğurmayan hiçbir günah, ebedi olarak cehennem cezasını gerektirmez.
- İlgili ayetlerin meali -tertip sırasına göre- şöyledir:
a) “Faiz yiyenler tıpkı şeytanın çarptığı kimsenin kalkışı gibi kalkarlar. Bu, onların 'Alışveriş de faiz gibidir.' demelerindendir. Halbuki Allah alışverişi mübah, faizi ise haram kılmıştır. Her kime Rabbinden bir talimat gelir, o da faizden vazgeçerse, daha önce yaptığı muamele kendisi için geçerlidir, hakkındaki hüküm de Allah’a aittir. Her kim tekrar faizciliğe başlarsa, işte onlar cehennemliktir, hem de orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara, 2/275)
Konuya şu ayeti de dahil edebiliriz:
b) “Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa, 4/93)
c) “Kimin iyilikleri tartıda hafif kalırsa, işte kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde ebedî kalanlar onlar olacaklardır.” (Müminun, 23/103)
d) “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah’ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa günahının cezasını bulur. Kıyamette, o büyük duruşma gününde onun cezası katmerli olur ve azapta, zillet içinde ebedî kalır.” (Furkan, 25/68-69)
Bu ayetleri, maddelerinin sırasına göre açıklayacağız:
a) Faizle ilgili olarak ebedi cehennemde kalanlar, kâfir kimselerdir. Çünkü bunlar ayette belirtildiği üzere, “Alışveriş de faiz gibidir.” demişlerdir. Yani Faizin haramlığını inkâr etmişler. Bilindiği gibi, helali haram, haramı helal saymak küfürdür. Demek bunların cehennemde ebedi kalmalarının sebebi, faiz yemeleri değil, faizi helal saymalarıdır. (bk. Razî, Beydavî, Nesefî, ilgili ayetin tefsiri)
Bazı alimlere göre, ayetin sonunda yer alan “onlar orada ebedî kalacaklardır” mealindeki ifadesi, hakiki ve mecazi olmak üzere iki manada açıklanabilir.
Hakiki manada olduğu zaman; söz konusu edilen faizciler “Alış veriş de faiz gibidir” deyip kâfir olduklarından, gerçekten cehennemde ebedi kalırlar.
Mecazi manada olduğu zaman; ayette yer alan “cehennemde ebedi kalmak” ifadesi, uzun bir süre kalmak anlamında olur. Ayette “Her kime Rabbinden bir talimat gelir…” ile başlayan cümle bu manaya imkân vermektedir. (bk. İbn Aşur, ilgili yer)
b) “Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir.” mealindeki ayetin hükmü konusundan alimlerin farklı yorumları olmakla beraber, imanla kabre girmiş kimselerin ebedi olarak cehennemde kalmayacakları konusunda ittifak halindedirler. Onun için yorumlar da bu düşüncenin etrafında şekillenmiştir. (bk. Razî, ilgili ayetin tefsiri)
Bununla beraber, bizce şu yorumlar önem arzetmektedir:
1) Bu ayette Allah’ın, “Bir mümini kasden öldüren kimsenin” cezası / yaptığı bu suçun karşılığı ebedi cehennem olduğunu belirtmesi, suçun dehşetini ve hakettiği cezayı ortaya koymaktadır. Ancak bu cezanın tahakkuk etmesi ise, Allah’ın iradesine bağlıdır. Bu suçu işleyen kâfirleri ebedi cehenneme koyabildiği gibi, müminleri de affedebilir veya uzun bir süreliğine cehennemde tuttuktan sonra onu oradan çıkarabilir. Razî’nin benimsemediği bu görüş Kaffal’a aittir. (krş. Razî, ilgili yer)
2) Bu ayetin hükmü hakiki manasında olmakla beraber, Allah’ın affı devreye girdiği zaman, bu hüküm değişebilir. Nitekim alimlerin büyük çoğunluğuna göre, katil sağlam tövbe ettiği takdirde affa mazhar olabilir. Küfrün tövbesi kabul gördüğü halde, katlin tövbesinin kabul edilmemesi düşünülemez.
“Şu muhakkak ki Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama bunun altındaki diğer günahları dilediği kimse hakkında affeder.” (Nisa, 4/48)
mealindeki ayetin beyanı bunu desteklemektedir. (bk. Razî, ilgili yer)
3) Bazı alimlere göre, bu ayetin konusu olanlar -bazı rivayetlerde geçtiği gibi- Mekis b. Dababe adında biri /veya katli helal kabul ederek dinden çıkan kâfirler olabilir. Dolayısıyla bu hüküm hakiki manasında olarak kafirler için söz konusudur, demektir. Yahut da buradaki “ebedilik” kavramı mecaz olup uzun süre anlamındadır. (bk. Beydavî, Nesefi, ilgili yer)
c) Müminun suresinin 102-103. ayetlerinde, günah-sevaptan ziyade, iman-küfür muvazenesi yapılmıştır. Bu sebeple,“O gün kimin iyilikleri mizanda ağır basarsa onlar kurtulacaklar” mealindeki ayette imanı ve salih amelleri ağır basanların durumu belirtilmiştir.
“Kimin iyilikleri tartıda hafif kalırsa, işte kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde ebedî kalanlar onlar olacaklardır.” mealindeki ayette ise, küfür ve kötü ameller yapanlar söz konusudur. (krş. Razî, Beydavî, Ebu’s-Suud, ilgili ayetlerin tefsiri)
d) “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah’ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa günahının cezasını bulur.” mealindeki ayette yer alan “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar.” cümlesi, konuya imanı da katmaktadır. Buna göre, ayette yer alan “Kim de bunları yaparsa,..” mealindeki ifadede “kim ki Allah’tan başkasına ibadet ederse” hususu da dahildir. Bu ise, açık bir küfürdür.
Bu ayette zikredilenler kâfir / müşrik kimselerdir. Oradaki kötülükleri de genellikle kâfirler işler. Onun için küfür / şirk vasfıyla birlikte onlar da zikredilmiştir. (bk. Ebu’s-Suud, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri)
Sorularla İslamiyet
https://sorularlaislamiyet.com/ebedi-cehennemlik-gunahlar-var-mi?amp
10 Kasım 2022 Perşembe
9 Kasım 2022 Çarşamba
Son yıllarda ülkemizde bedensel egzersiz ve psikolojik terapi faaliyetleri görünümünde yaygınlaşan yoga merkezlerinin önemli bir kısmı kendilerini bu dinlerden ayrıştırarak bağımsız yoga uygulayıcısı oldukları söylemiyle faaliyet göstermektedirler. Ancak yoganın dinî bir yönünün bulunmadığı ve zihinsel arınmayı amaçlayan alıştırmalar olduğu söylemi tam olarak gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü Hint dinlerinde yoga, dinî bir uygulama olarak varlığını sürdürmektedir. (“Brahmanizm”, DİA, VI, 331)
Buna göre bir Müslümanın, başka bir dinin inanç ve ibadetlerine dayandığını bilerek, yoga yapması uygun değildir.
8 Kasım 2022 Salı
ilmin önemi
“Ebu Zer! Sabah kalkıp Kurân’dan bir ayet öğrenmen,
Yüz rekat namaz kılmandan senin için daha iyidir.
Sabahleyin ilimden -amel edilsin edilmesin- bir mesele öğrenmen
Bin rekat namaz kılmandan senin için daha hayırlıdır”.
Tirmizi, İbn Mâce
7 Kasım 2022 Pazartesi
KÜÇÜK NOTLARIM (90)
ALTIN DEĞERİNDE BİR NASİHAT
Her tartışmada zaferle çıkmaya çalışma! Kalpleri kazanmak tartışmadan zaferle çıkmaktan daha önemlidir. Kardeşlerin arasında bina ettiğin ve üzerinde yürüdüğün köprüleri yıkma. Bir gün o köprüden geri dönmen gerekebilir. Hatadan nefret et ama hatalı olandan nefret etme. Bütün kalbinle günah ve isyana öfkelen ama günahkara acı, ona şefkat göster. Sözü eleştir ama sözü söyleyene saygı göster.
Görevimiz hastalığı kökünden kazımaktır, hastayı değil...
İmam Şafii (rahmetullahi aleyh)
6 Kasım 2022 Pazar
KÜÇÜK NOTLARIM (89):Bela ve musibet
Kur’an’ın bize söylediğine göre aslında başımıza gelen aksiliklerin çoğu bizim kendi davranışlarımızın sonucudur ama biz bunu görmek istemeyiz, onun yerine suçu ya kadere ya da –haşa- doğrudan Allah’a havale ederiz. (Nisa, 4/79; Şura, 42/30; Rum, 30/41.) Oysa varlık âleminde zuhura gelmiş bir şey eğer insanların kendilerine (veya birbirlerine) yaptıklarının sonucu değil de sırf Allah’ın muradı ise o şey mutlak olarak hayırdır ve Allah’a “Allah” olarak inanan herkes O’nun her işini beğenir, razı olur. Çünkü bizim şer sandığımız hayır; hayır sandığımız şer olabilir. (Bakara, 2/216.)
5 Kasım 2022 Cumartesi
KÜÇÜK NOTLARIM (88)
Din demek, borç demek.
Ben dindarım demek, ben varlığımı Allah'a borçluyum demektir. İnsan hayata böyle baktığında sahibi göründüğü her şeyin adı emanet olur. Her şey emanet olunca emanet üzerinde söz sahibi Allah olur.
4 Kasım 2022 Cuma
KÜÇÜK NOTLARIM (87)
Kâinatı Allah bir bütün olarak yaratmış ve her varlığa bir görev yüklemiştir. Hiçbir şey boşuna yaratılmamıştır. Bütünüyle varlık âlemi, çokluk içinde bir tekliği, vahdeti temsil eder. Yani iyi okunduğunda bunca çokluğun, aslında yaratıcının tekliğini anlattığı görülür.
3 Kasım 2022 Perşembe
KÜÇÜK NOTLARIM (86)
Ahmed b. Hanbel rahmetullahi aleyh:
“Kişinin İslam’dan nasibi namazdan nasibi kadardır.
Kişi namaza ne kadar istekli ise İslam’a da o kadar isteklidir.
O halde ey Allah’ın kulu:
Kendini tanı ve İslamsız olarak Allah’a kavuşmaktan sakın.
Çünkü senin İslamın namaza kalbinde yer verdiğin kadardır".
2 Kasım 2022 Çarşamba
KÜÇÜK NOTLARIM (85)- Prof. Dr. Halis AYDEMİR
Dalalet, hak edilen bir süreçtir, dayatılan bir süreç değildir.
Hidayet ise hak edilmez. O kişide hayra dair bir iş olur, küçük bir girişimi olur, iyiliği vardır; Allah bunları bahane eder ve hidayet verir.Halis Aydemir
1 Kasım 2022 Salı
KÜÇÜK NOTLARIM (84)
İlim sizi secdeye kapatmalıdır. Kişinin ilmi arttıkça secdesi de artar. İlmi onun kurtarıcısı olur.
31 Ekim 2022 Pazartesi
KÜÇÜK NOTLARIM (83)
İmanla amel arasında iliski vardır İmanınızda eksiklik olanın amelinde de eksiklik vardır.
Kul yapıp ettikleriyle yanı amelleriyle cehennemi hakeder cennete girenler ise amelleriyle giremez çünkü hiçbir nimetin karşılığı olamaz.
30 Ekim 2022 Pazar
KÜÇÜK NOTLARIM (82)
Samimiyet, ihlas, kişiyi öğrenmeye sevkeder.
Samimiyet yanlışta olsa da, doğruyu öğrenince yanlışı terkederek ilerler.
Samimiyet başladığında kişi öğrenmeye başlar.
29 Ekim 2022 Cumartesi
KÜÇÜK NOTLARIM (81)
Namaz, insanın hidayetini koruyan bir kalkandır.
Alimler imanı ateşe, ameli fanusa benzetir. Fanus olmasa en ufak bir rüzgarda söner.
28 Ekim 2022 Cuma
KÜÇÜK NOTLARIM (80)
Namaz, dünya gam ve kederlerini unutmak için en iyi vesiledir. Bundan dolayı Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem üzücü bir olayla karşılaştığında hemen namaz kılmaya başlardı. Namaz iyilik ve müsamahaya davet eder, kötülük ve çirkin hareketlerden de alıkor. İşte bu, insan ruhunu terbiye etmek için en üstün yoldur.
27 Ekim 2022 Perşembe
KÜÇÜK NOTLARIM (79):Hayır Ve şer
Tabiatta ortaya çıkan hiçbir olay şer olarak nitelendirilemez. Her olayda mutlaka hayır hedeflenmiştir. Bunlardan bazılarının zararlı ve şer gibi görünmesi, kişinin kendi iradesini kötüye kullanmasından kaynaklanmaktadır. Bu, kâinatta işleyen ilâhî rahmeti gölgelemez.
26 Ekim 2022 Çarşamba
KÜÇÜK NOTLARIM (78)
Günahsız geçirilecek birkaç günden sonra içinize gelecek güven kırıntılarındansa; günahın zilleti içersinde o çaresiz ama ümit dolu yakarışların daha dogru olduğunu keşfedeceksiniz .
25 Ekim 2022 Salı
KÜÇÜK NOTLARIM (77)
24 Ekim 2022 Pazartesi
KÜÇÜK NOTLARIM (76)
23 Ekim 2022 Pazar
22 Ekim 2022 Cumartesi
KÜÇÜK NOTLARIM (75)
21 Ekim 2022 Cuma
KÜÇÜK NOTLARIM (74)
Hazreti Musa aleyhisselam: Ey Rabbim! Sana nasıl şükredeyim?diye sordu. Rabbi ona: Beni hatırlarsın ve beni unutmazsın. Beni hatırladığında bana şükretmiş olursun, beni unuttuğunda da nimetlerime nankörlük etmiş olursun, dedi. ( Muhtasaru İbni kesir I/142.)
20 Ekim 2022 Perşembe
KÜÇÜK NOTLARIM (73)
Rum meliklerine Kayser, İran meliklerine Kisra denildiği gibi Amâlika meliklerine de özel olarak Firavun denilir. Firavunlar çok kibirli ve zorba oldukları için, Araplar Firavun kelimesinden türeterek kibirlenen kimseler için “Firavunlaştı” fiilini kullanırlar.
19 Ekim 2022 Çarşamba
Namazı Huşu ile Kılmak
Namaz, imandan sonra gelen en büyük hakikattir
İnsanı en güzel bir şekilde yaratmış olan Yüce Allah, ona akıl denen nimeti vererek onu bütün yaratıklardan üstün kılmıştır. İnsanın mükemmel bir şekilde yaratılmasının, diğer varlıklardan üstün kılınmasının ve dünyaya gönderilmesinin bir gayesi vardır. İşte, insanın bu gayeyi bilip dünyada o doğrultuda yaşaması gerekir. İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi, kâinatın yaratıcısını tanımak ve O’na iman edip ibadet etmektir. Nitekim Yüce Allah: “Cinleri ve insanları yalnızca (beni tanımaları ve) Bana kulluk etmeleri için yarattım.” (Zariyat, 56) buyurmaktadır.
İşte namaz, kulluğun ve ibadetin bir şubesi, bir cüzüdür. Namaz İslam’ın beş şartından ikincisi olup imandan sonra en büyük hakikattir.
Namaz, müminin miracıdır
Beş vakit namaz, hicretten bir buçuk yıl önce Miraç gecesinde farz kılınmıştır. Namaz, ruhu temizleyen, kalbi aydınlatan, insanı Allah’ın huzuruna yükselten bir ibadettir.
Sevgili Peygamberimiz, “Namaz dinin direğidir.” (Tirmizî, İman, 8; Ahmed b.Hanbel, el-Müsned, V, 231, 237; Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, I, 31-32) buyurarak namazın dinimizde çok önemli bir ibadet olduğunu belirtmiştir. Mümin günde beş vakit Rabbinin huzuruna vararak âdeta Rabbiyle iletişime geçer. Namaz, müminin hayatını düzenleyen en önemli unsurlardandır. Böyle olunca mümin kişinin her hareketinde namazın etkisinin görülmesi kaçınılmazdır.
Namaz, insanı Allah’a yaklaştıran önemli bir ibadettir. İnsan, her türlü hayâsızlık ve kötülükten uzak durarak ve Allah’ı çok zikrederek Rabbine yaklaşabilir. Nitekim Yüce Allah Ankebut suresi 45.ayette; “Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” buyurmaktadır.
Namaz kılmak için Allah’ın huzurunda duran kişi, Allah ile güçlü bir manevi bağlantı kurar. Namaz, hakikatine inilerek huzur ve huşu ile eda edilirse insanı her türlü kötülükten uzaklaştırır. Nitekim Hz. Peygamber de bir hadisinde: “Kim bir namaz kılar da, o namaz kendisini açık ve gizli kötülüklerden alıkoymazsa o namazın, o insana, kendisini Allah’tan uzaklaşmaktan başka bir katkısı olmaz.” (Münavî, Feyzü’l-Kadir, VI, 221; es-Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensur, VI, 465; Deylemî, Firdevs, III, 622; Yazır, Elmalılı, M.Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, VI, 223) buyurmuştur. Büyük mutasavvıflardan Hasan Basrî de: “Kimin namazı kendisini fuhuştan ve kötülükten menetmezse onun namazı namaz değildir. O namaz, onun üzerine bir vebaldir.” demiştir. (Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İst., 1990, VI, 517)
Namaz kılan kişinin Allah’ın huzurunda olduğunu düşünmesi gerekir. Aksi takdirde o namaz, ruhundan soyulmuş, şekilden ibaret kalmıştır. Hâlbuki Yüce Allah: “Beni anmak için namaz kılınız.” (Taha, 14) buyurmuştur. Allah’ı düşünerek namaz kılmak, insan ruhunu etkiler, onu iyiliklere yöneltir, ahlakını düzeltir, kötülüklerden uzaklaştırır. İnsan ruhunda hiçbir olgunluk, bir düzelme meydana getirmeyen namaz, gerçek namaz sayılmaz. O, sadece bir şekilden ibaret kalır. (Ateş, age., VI, 516) fiayet kıldığımız namaz, bizi bütün kötülüklerden alıkoymuyorsa o halde kıldığımız namazı gözden geçirip Allah’ın emrettiği şekilde ihlas ve huşu ile kılmaya gayret etmeliyiz.
Kılınan namazların Allah katında makbul olabilmesi için ihlas ve huşu ile kılınması gerekir. Çünkü namazın temeli huşu ve ihlastır. İhlassız hiçbir amel Allah katında makbul değildir. Yüce Allah, “Namazlarında huşu içinde olan müminler kurtuluşa ermişlerdir.” (Müminun, 1-2) buyurmak suretiyle namazda huşunun önemini vurgulamaktadır.
Dinimizde ibadetlerin makbul olması birtakım esaslara bağlıdır. Büyük küçük günahların affı da bazı şartların yerine getirilmesine bağlıdır. Buna bağlı olarak kıldığımız namazın hakiki manada bizi her türlü kötülükten uzaklaştırıp Cenab-ı Hakk’ın rızasına yaklaştıracak bir ibadet olabilmesi için gerekli şartlardan biri huşudur.
O halde huşu nedir? Namazda huşu nasıl olmalıdır?
Sözlükte “sessiz ve sakin durmak, alçak gönüllü olmak, Hakk’a boyun eğmek, yumuşaklık ve kolaylık” gibi manalara gelen huşu kelimesi, terim olarak; “Allah’a karşı korku ve sevgi ile boyun eğme ve bu duygu ile alçak gönüllülük ve tevazu gösterme” anlamına gelmektedir. (fiener, Mehmet, “Huşu’ Mad.,”, İslam Ans., T.D.V Yay., İst., 1998, XVIII, 422-423)
Huşu, namazın gerçek ve hakiki namaz olmasını sağlayan sebeplerdendir. Huşudan maksat, kişinin namaz esnasında bütün varlığı ve kalbi ile Allah’a yönelmesidir.
Namaz farizası, hakikatine inilerek huzur ve huşu ile eda edilirse insanı her türlü kötülükten uzaklaştırır.
Ebu Bekir el-Vasitî huşuyu; “Bir karşılık beklemeden Allah için tam bir ihlasla namaz kılmaktır.” şeklinde açıklamaktadır. (Aynî, Umdetü’l-Kârî, V, 280) Namaz kulun miracıdır. Yani kul, namazla rabbinin huzuruna çıkmakta ve rabbi ile konuşmaktadır. O halde namazda okuduğumuz ayetlerin kelime ve harflerini telaffuz ederken gaflet içinde bulunmamalıyız. Çünkü ayet ve duaların anlamı düşünülmeden okunduğunda kalp gaflet içinde olacaktır. Makbul ve mükemmel bir namazın mutlaka huşu ile kılınması lazımdır. Namaz sırasında kalp kıbleye yönelmiştir. Kalp ve zihin başka şeylerle meşgulse namaz gafletle kılınmış demektir. Huşudan yoksun olarak kılınan namaz, Hakk’ı hatırlatmaz. Hâlbuki gerçek namaz, bize Allah’ı hatırlatmalıdır.
Namazı huşu içinde kılmak ise Yüce Rabbimiz’in huzurunda O’nun heybet ve azametini kalbimizde hissederek, O’na karşı saygı dolu bir korku besleyerek bu ibadeti yerine getirmektir.
Namazda, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın huzurunda durduğunun bilincinde olan bir mümin, elbette ki bu güçlü heybet ve korkuyu içinde yaşayacak ve Allah’a bu korkusu ve saygısı ölçüsünde yaklaşacaktır.
Namaz ibadetini hakkıyla yerine getirmek isteyen bir mümin, huşuyu engelleyebilecek şeylere karşı önlem almalı, namazda gereken dikkat ve konsantrasyonu sağlamaya azami titizlik göstermelidir. Nitekim Rasul-i Ekrem (s.a.s.): “Kıldığın namazı, en son namazınmış gibi, bir daha namaz kılma fırsatı bulamayacak bir kişinin kıldığı namaz gibi kıl.” (İbn Mace, Zühd, 15) buyurmaktadır.
Namazlardan manevi bir zevk alabilmek için namazların huşu içerisinde ve tadil-i erkâna riayet edilerek kılınması gerekir. Tadil-i erkândan maksat; namazın kıyam, rükû, sücut gibi her rüknünü bir sükûnet ile yerine getirmek, bu rükünleri yaparken her uzvun yatışıp, hareket hâlinden beri bulunmasıdır. Mesela rükûdan kıyama kalkarken vücut, dimdik bir hâle gelmeli, sükûnet bulmalı; en az bir kere ‘sübhanellahi’l-azim’ diyecek kadar ayakta durup daha sonra secdeye varmalıdır. Her iki secde arasında da böyle bir tesbih miktarı durmalıdır. Kısacası, namazda acele etmekten sakınmalı, tavukların yem yemesi gibi hızlı bir şekilde kılınıp namaz zayi edilmemelidir. İslam âlimleri namazda acele etmeyi, Allah’ı tazime ve adaba ters görürler. Nitekim Yüce Allah da Maun suresi 4. ayette “Namazlarından gaflet içinde olanlara yazıklar olsun.” buyurmak suretiyle namazın özünden uzak olan kişileri ayıplamaktadır.
Hayatın en faydalı, en kıymetli saatleri, ibadet ile geçen vakitlerdir. Boş yere veya geçici bir fayda uğrunda saatlerini, günlerini harcayan insanların, namaz gibi değeri çok yüksek bir ibadetten, ebedi bir saadet vesilesinden, ilahî bir huzur neşesinden bir an evvel çıkıp kurtulmaya çalışmaları pek garip, pek acınacak bir hal değil midir?
Huşu namazın ruhudur
Zeyd b. Hâlid el-Cühenî’den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim güzelce abdest alır da gaflet etmeden (namazda olmanın uyanıklığı içerisinde) iki rekât namaz kılacak olursa, geçmiş günahları affolunur.” (Ahmed b. Hanbel, age., IV, 117; V, 194)
Namaz için abdest alınıp kıbleye yönelerek, maddi hazırlık yapıldığı gibi manevi hazırlık da yapılması gerekir. Manevi hazırlık, kalbin namaza hazır olmasıdır ki bu da namazın ruhu mesabesindedir. Namazın huzur ve huşu ile kılınması ve mümkün mertebe masivadan (Allah’tan başka her şey) kurtularak namaza başlanması icap eder. Kişi namaza başlarken “Allahü ekber” diyerek tekbir getirir ve dünyayı arkasında bırakarak Yüce Allah’a yönelir.
Namaz içinde kişinin sağa sola iltifat etmemesi ve uzuvları ile oynamaması lazımdır. Zira vücut azaları ile oynamak huzur ve huşuyu yok eder. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.s.) namazda sakalı ile oynayan bir kimseyi görünce: “Eğer şu kimsenin kalbinde huşu olsaydı azalarında da huşu olurdu.” buyurmuştur. (San’anî, Sübülü’s-Selam, I, 245)
Hastanın, hastalığı süresince en güzel yiyecekleri yese bile bundan bir zevk alamadığı gibi insan da kalbi hastalıklardan ve nefsin tasallutundan kurtulmadıkça kıldığı namazdan zevk alamaz. Bu nedenle ibadet etmek, namaz kılmak insana ağır gelir. İbn Abbas, “Manasını düşünerek huzur ve huşu ile kılınan iki rekât namaz, gafil kalple akşamdan sabaha kadar kılınan namazdan hayırlıdır.” buyurmuştur.
Namazı huşu ile kılabilmek için neler yapabiliriz?
1. Her şeyden önce namazı ciddiye almak gerekir.
2. Namazın hayatımızda yapacağı derin etkinin bilincinde olunmalıdır. Bu etkiyi elde etmek, bizim namaz kılarken motivasyonumuzu oluşturmalıdır.
3. Namaza başlamadan önce ruhi bir ön hazırlık yapmak gerekir. Seccademizi serdiğimizde o an Rabbimizin huzuruna çıkmak için hareket ettiğimizi aklımıza getirmeliyiz.
4. Kılacağımız namazın belki son namazımız olabileceğini düşünmeliyiz.
5. Namaza durduğumuz vakit kimin manevi huzurunda olduğumuzu iyi idrak etmeliyiz. Dolayısıyla huzurunda durduğumuz Allah’ın yüce şanını ve azametini düşünmeliyiz.
6. Yüce Allah’ın huzuruna çıkabilmenin ne kadar mutluluk verici bir olay olduğunu hatırlamalıyız ve hissetmeliyiz.
7. Namazda okuduğumuz ayet ve duaların anlamlarını öğrenmeli ve onları düşünmeliyiz. fiayet ayet ve duaların anlamını bilmiyorsak, o esnada sanki hesap gününde Allah’ın huzurunda olduğumuzu düşünmeliyiz.
8. Dünyevi duygu ve düşüncelere geçit vermemeye hassasiyet göstermeliyiz.
9. Namazda kıyam, rükû, secde gibi hareketlerin bir takım sembolik anlamları vardır. Bu anlamları öğrenip bu hareketleri yaparken bunları düşünmeliyiz. Böylece bu duygu ve düşünceler, bizim namazı huzur ve huşu içerisinde kılmamıza yardımcı olacaktır.
Namaz müminin miracıdır. Namaz vasıtasıyla kul, direkt olarak Rabbiyle iletişime geçme fırsatını bulmaktadır. Namazın kulu ahlaken yükseltmesi ve onu her türlü münkerden ve fuhşiyattan alıkoyması için, huşu ve huzur içerisinde, tadil-i erkâna uyularak kılınması gerekir.
Prof. Dr. Mehmet Soysaldı/Fırat Üniv. İlahiyat Fak.
18 Ekim 2022 Salı
KÜÇÜK NOTLARIM (72)
Allahu Teala kuranda tehdit etmez bilgilendirir. Bu yolu seçerseniz bu yol cennete. şu yolu seçerseniz cehenneme çıkar der. Bu seni bilgilendirmesidir. Allah’ın cc tehdide ihtiyacı yoktur. Şunun gibi: doktor der ki; şuna riayet etmezsen böyle olur bunun geri dönüşü yok der . Dr beni tehdit etti mi diyeceğim . Dr bilgilendiriyor çünkü o bilgiye herkes ulaşamaz. Mesela cildine şu merhemi çok ince bir tabaka sür diyor. Çok sürersen tahriş olur diyor. Ama niye tehdit ediyorsun beni diyor muyum? Din de böyledir.
Fatma bayram
17 Ekim 2022 Pazartesi
KÜÇÜK NOTLARIM (71)
Küfür, sözlükte nimeti örtmek manasına gelir. Tohumu toprağa gömene kafir denilmesi bu kabildendir. Aynı şekilde gece de karanlığı ile her şeyi örttüğü için “kafir” diye isimlendirilmiştir. Kafire de, nimeti inkar ettiği ve onu örttüğü için kafir denilir. (Safvetü’t Tefasir-Muhammed Ali Es- Sabuni)
16 Ekim 2022 Pazar
KÜÇÜK NOTLARIM (70)
İbni Kesir şöyle der: “Nifak, hayır gösterip arkasında bir şer gizlemektir. Nifak itikadi ve ameli olmak üzere iki nevidir. İtikaden münafık olan kimse ebedi Cehennemde kalır. Amelen münafıklık ise en büyük günahlardandır. Çünkü münafığın sözü fiiline, içi dışına uymaz.
15 Ekim 2022 Cumartesi
KÜÇÜK NOTLARIM (69)
Sana verilen nimetler arttıkça, verilenlere sevgin artarken vereni unutuyorsan, dünyadan istifade ediyor ama onu sana, sevgisini gösteren bir nimet olarak sunan Rabbine karşı görevlerini aksatıyorsan bil ki; sende dünyevileşme (dünyayı ahirete tercih etme) alametleri vardır.(Veli Tahir Erdoğan-Kur’an Bana ne diyor?)
14 Ekim 2022 Cuma
KÜÇÜK NOTLARIM (68)- Prof. Dr. Halis AYDEMİR “Enbiya suresi tefsirinden”
Eğer bazı amellerimiz olduğu halde Rabbimiz bize ağır musibetler veriyorsa ve ardı arkası kesilmiyorsa o zaman daha güçlü bir şekilde bizi kendine çağırıyor demektir. İlim boyutunu ihmal etmişizdir. Önce bilmek sonra amel etmek. Ben bilmeyeyim amel edeyim olmaz. Doğru ve hak olduğuna tanık olmamız lazım. "eşhedu" demeden ibadetlerini yapsa olmaz; çünkü bunu hak bir din üzere yaptığının bilincinde değil bu kişi.
Halis Aydemir “Enbiya suresi tefsirinden”
13 Ekim 2022 Perşembe
KÜÇÜK NOTLARIM (67)
Eslem tarik en garantili yol
İmam Rabbani rahmetullahi aleyh :Zahirle batın arasında çatışma varsa batın bilgi atılır Zahir alınır. farklılık kıl kadar olsa bile. (Faruk Beşer’in bir yazısından)
12 Ekim 2022 Çarşamba
KÜÇÜK NOTLARIM (66)
Kur'an inananlara şifa olurken, inanmayanlara kapalıdır.
Fussilet / 44
Bir fiil vardır bir de fiile muhatap olan. Muma üflersin söndürür. Mangala üflersin ateşi canlandırır. Eline üflersin elin ısınır. Çaya üflersin çay soğur. Üfleme aynı üfleme. Kur'an da böyledir.
Şa'râvî
11 Ekim 2022 Salı
KÜÇÜK NOTLARIM (65)
-Olumsuz konuşma yapma
-Başına gelen herşeye Hüsnü zan et
-Herşey yolunda yürekten inan
-Hz Ömer ra üzgün birini görünce müslüman böyle salmış görünemez dik dur diyerek izin vermiyor
-Duam kesin kabul olacak. Karamsar bakamazsın. Allah cc en hayırlısını verecek. Hüzün duyabilir ama karamsar olamaz mümin
-İnsan olay yaşanırken kolaylıkları farketmeli kolaylıklar orada ama karamsarlıktan göremez
-Allah cc hiç bir sorunu çözümsüz göndermemiştir
-Peygamber efendimiz Sallallahu aleyhi ve sellem her işareti olumlu yorumlamıştır. En zor durumda dahi ileri bakmış, bir hayır görmüştür
-Allah hiç bir şeyi zayi etmez. Her yaşananda bir hayır vardır
-“İnsanlar bozuldu, düzenbaz oldu vs.” demek: aslında bu söylemler insanları helak ediyor. Olumsuz konuşma
10 Ekim 2022 Pazartesi
Sûre ne demek?
Kur'ân'da 114 sûre vardır. En uzun sûresi 286 âyeti bulunan Bakara, en kısa sûresi de 3 âyeti olan Kevser sûresidir.
Sûrelerin bu günkü tertibinin Hz. Peygamber tarafından yapıldığı (tevkîfî) veya sahabenin içtihadı ile veya kısmen Hz. Peygamber tarafından, kısmen de sahabenin içtihadı ile meydana getirildiği şeklinde üç farklı görüş vardır. Her sûrenin bir ismi vardır. Bu gün dünyada mevcut bütün mushaflarda sûrelerin tertibi ve isimleri aynıdır.
9 Ekim 2022 Pazar
Secâvend
8 Ekim 2022 Cumartesi
Sebeb-i Nüzûl ne demektir?
Bu konuda birçok eser yazılmıştır. Şu eserleri örnek olarak zikredebiliriz: Celâlüddîn es-Süyûtî (ö.911/1505)’nin, Lübâbü’n-Nükûl fî Esbâbi’n-Nüzûl’ü, Ebu’l-Ferac Abdurrahman ibn el-Cevzî (ö.597/1251)’nin, Esbâbü’n-Nüzûl’ü, Tahsin Emiroğlu’nun, Esbâbü’n-Nüzûl’ü
7 Ekim 2022 Cuma
Müteşâbih
Sözlükte benzeyen anlamına gelen müteşâbih, terim olarak; manası kolaylıkla anlaşılmayan, bir çok manaya ihtimali olup bunlardan birini tayin edebilmek için haricî bir delile ihtiyaç duyulan, ne anlama geldiği, ne anlatmak istediği ilk bakışta anlaşılmayan, manası açık ve net olmayan, niteliği (seçikliği) belli olsa da içeriği (açıklığı) belli olmayan, şaban ayında değil de ramazan ayında oruç tutulması ve namazların sayısı gibi manası akılla kavranamayan lafızlara ve ayetlere denir.
https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/47-mutesabih
6 Ekim 2022 Perşembe
Mushaf
Bir araya toplanıp bağlanmış sayfalar demektir. Bununla maksat, Kur'ân'ın bütün sûre ve âyetlerinin yazılıp bir araya toplanmış, ciltlenmiş ve iki kapak arasına alınmış halidir. Kur'ân, Hz. Peygamberin sağlığında çeşitli malzemelere yazılmış, ancak mushaf haline getirilmemişti.
Bununla birlikte inen bütün ayetler ve sureler yazılmıştı ve hafızların hafızalarında korunuyordu. Bu korumayı yüce Allah taahhüt etmektedir: “Şüphesiz o Zikri (Kur’ân’ı) biz indirdik. Onun koruyucusu da elbette biziz.” (Hıcr, 15/9) Yüce Allah, Kur’ân’ı her türlü tahriften, bir ayetinin bile zayi olmasından korumuştur. Kur’ân hem yazıyla satırlarda hem de ezber yoluyla kalplerde muhafaza edilmiştir.
“Ona (Kur’ân’a) ne önünden ne de ardından batıl gelemez. (Çünkü O,) hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye layık olan Allah tarafından indirilmiştir.” (Fussılet, 41/41–42)
Kur’ân’ı Hz. Peygambere öğreten ve onun hükümlerini ve nasıl uygulanacağını açıklayan yüce Allah’tır: Rahman suresinde bu husus şöyle ifade edilmektedir:
“Rahman Kur’ân’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı öğretti.” (Rahman, 55/2–4)
Peygamberimizin sağlığında Kur’ân, bugün elimizde mevcut mushafın tertibi üzerine okunmuş ve aynı şekilde yazıyla kaydedilmiş, Allah’tan indiği şekliyle korunmuştur. Aynı şekilde vefatından sonra sahabe Kur’ân’ın yazılması, okunması, ezberlenmesi ve korunmasına gereken titizliği göstermiştir.Nitekim Kur'ân Hz. Ebû Bekr'in (r. a.) devlet başkanlığı zamanında mushaf haline getirilmiştir. İlk mushafa el-İmam (asıl) denilmiştir. Hz. Osman zamanında bu ilk nüshadan sekiz adet çoğaltılmıştır. Yer yüzündeki bütün mushaflar bu nüshalarla aynıdır.
https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/46-mushaf
5 Ekim 2022 Çarşamba
muhkem
Sözlükte sağlam, esaslı ve dayanıklı anlamına gelen muhkem, terim olarak, manası kolaylıkla anlaşılan, haricî bir yoruma ihtiyaç göstermeyen ve tek anlamı olan, ne anlama geldiği, ne anlatmak istediği ilk bakışta anlaşılan, manası açık ve net olan, niteliği ve içeriği (seçikliği ve açıklı) belli olan Kur’ân’ın sarih lafızlarına ve ayetlerine denir.
https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/45-muhkem
4 Ekim 2022 Salı
Mukabele
Bir başkasının Kur’ân-ı Kerîm’i okuyuşunu takip etmek ve bu suretle hatim indirme anlamında kıraat terimi.
Sözlükte “iki şeyi birbiriyle karşılaştırmak” anlamına gelen mukābele, Peygamberimizin Ramazan aylarında inen sure ve ayetleri vahiy meleği Cebrail'e okumasına dayanmaktadır ki buna "arza" denmiştir.
Mukabele,üç aylarda ve bilhassa ramazanlarda cami, mescid ve evlerde daha çok sabah, öğle, ikindi namazları öncesinde hâfızlar tarafından okunan Kur’an’ı takip etmek suretiyle hatim indirme geleneğine ad olmuş, zamanla hâfızların bu okuyuşları için de aynı terim kullanılmıştır.
https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/44-mukabele
3 Ekim 2022 Pazartesi
Mufassal
Sözlükte tafsil edilmiş anlamına gelen mufassal, Kur'ân'ın sonundaki kısa sûrelere denir. Mufassal sureler 49'uncu sûreden başlar ve üç kısma ayrılır:(a) Tıval-ı mufassal: Hucûrât sûresinden 85'inci sûre olan Bürûc sûresine kadar 36 sûreye bu isim verilmiştir.(b) Evsat-ı mufassal: Bürûç'tan 92'inci sure olan Leyl sûresine kadar olan 7 sûreye bu isim verilmiştir.(c) Kısar- mufassal: Leyl sûresinden Nâs sûresine kadar olan 22 sûreye de bu isim verilmiştir.
https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/42-mufassal
2 Ekim 2022 Pazar
Muavvizeteyn
İki koruyucu demektir. Bundan maksat, Kur'ân'ın Felak ve Nâs sûreleridir. Kur'ân'ın son üç suresi olan İhlas, Felak ve Nâs sûrelerine ise muavvizât (koruyucular) denir. İhlas sûresi, Allah'ı anlatmaktadır. Felak ve Nâs sûrelerinde ise; yaratıkların, karanlık gecelerin, büyücülerin, haset edenlerin, insanların göğüslerine kötü düşünceler fısıldayan cin ve insan vesvesecilerinin şerrinden insanların ilahı, meliki ve Rabbi olan Allah'a sığınılması tavsiye edilmektedir. Peygamberimiz (a.s.), sahabeden Abdullah ibn Hubeyb’e, "Akşam ve sabah olunca İhlas, Felak ve Nâs sûrelerini üçer kere oku, onlar her şeye karşı sana yeter." buyurmuş (Tirmizî, Deavat, 117) Sahabeden Ukbe b. Amir, Hz. Peygamber (s.a.s.), bana her namazın arkasından Felak ve Nâs surelerini okumamı emretti” demiştir. (Tirmizî, Fedâilü'l-Kur'ân, 12; Ebu Dâvûd, Salât, 361) Peygamberimizin eşi Hz. Ayşe (r.a.) diyor ki: “Hz. Peygamber (s.a.s), her gece yatağa girdiği zaman iki elinin avucunu bir araya getirir, sonra ellerinin içine üfler ve kul hü vallâhü ahad, kul eûzü bi rabb’il felakı ve kul eûzü bi rabbi’n-nasi surelerini okur, sonra elleriyle elini, yüzünü ve vücudunun ulaşabildiği yerlerini mesh eder ve bunu üç defa yapardı.” (Ebu Dâvûd, Edeb, 107) “Kul hüvellâhü ahad suresi, Kur’ân’ın üçte birine denktir.” (Tirmizî, Fedâilü'l-Kur'ân, 11)
Peygamberimiz (s.a.s), ashabına, “Sizden biriniz her gece Kur’ân’ın üçte birini okumaktan aciz olur mu? Buyurmuş, bu, onlara zor gelmiş ve ey Allah’ın Resûlü! Hangimizin buna gücü yeter? Demişlerdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s), Kul hu vallâhü ahad Allahü’s-samed, Kur’ân’ın üçte biridir” buyurmuştur.” (Buharî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13)
Yine Peygamberimiz kendisi veya ailesinden biri hastalandığı zaman (Buhârî, Fedâilü'l-Kur'ân, 14; Müslim, Selâm, 50-51) ve göz değmesine (Nesâi, İstiaze, 37; Tirmizî, Tıb, 17) karşı muavvizeteyn'i okumuştur. Yatmadan önce üç kere muavvizâtı okumuş, eline üflemiş ve elleriyle bütün vücudunu meshetmiştir (Buhârî, Fedâilü'l-Kur'ân, 14).
Yukarıdaki hadislerden anlaşılan o ki; Peygamberimiz sözleri ve uygulaması ile üç surenin, üç vakitte akşam, sabah, yatmadan önce üçer defa, her namazdan sonra ve geceleyin okunmasını tavsiye etmektedir.
Kur’ân’ın konularını üç maddede toplamak mümkündür. Tevhîd yani tek Allah inancı, nübüvvet yani Allah’ın her topluma peygamber gönderdiği inancı, ahiret yani öldükten sonra cennet ve cehennem hayatı. İhlâs suresi tevhîd inancını anlattığı için bu açıdan Kur’ân’ın üçte birine denktir.Felak ve Nâs surelerinde varlıkların şerrinden Allah’a sığınılmaktadır. Bir Müslüman bu üç sureyi akşam, sabah ve uyumadan önce üçer defa, namazlardan sonra ve geceleri okursa hem imanını tazelemiş, hem de her türlü kötülükten Allah’a sığınmış, dua etmiş, Allah’ı anmış ve Kur’ân okumuş böylece ibadet etmiş olur. Hastalara ve nazar değenlere de bu sureler okunup Allah’tan şifa istenebilir.
https://kuran.diyanet.gov.tr/kuran-sozlugu/detay/41-muavvizeteyn
1 Ekim 2022 Cumartesi
DEĞİŞEN DEĞERLER VE MAHREMİYET
"“Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bazı zanlar günahtır. Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bak bundan tiksindiniz! Allah’a itaatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri çokça kabul etmektedir, rahmeti sonsuzdur.” (Hucurât, 49/12)
Kur’an-ı Kerim’de kesin bilgi sahibi olmaksızın konuşmak (zan), başkalarının arkasından kırıcı ya da aşağılayıcı söz ve davranışlarda bulunmak (gıybet) yasaklanmıştır. Bu iki fiilin bir bakıma tamamlayıcısı olan ve Kur’an’da sadece bu ayette geçen tecessüs kelimesi “ayıp ve kusurları araştırmak” anlamındadır. Bu davranışların aynı ayet içinde zikredilmesi, birbirleriyle olan ilişkilerine dikkatimizi çekmekte, tümünün yasaklanması insanın şeref, onur ve mahremiyetini korumaya, aynı zamanda toplumun birlik ve beraberliğine zarar verecek hataları engellemeye yöneliktir. Sevgili Peygamberimizin (s.a.s.) konuyla ilgili hadisi, bu yasağa uymayanların akıbetini bildirir: “Ey diliyle iman edip kalbine iman girmemiş olan kimseler! Müslümanların gıybetini yapmayın ve onların gizli hâllerini araştırmayın. Çünkü her kim onların gizli hâllerini araştırırsa Allah da onun gizli hâlini araştırır.
Allah kimin gizli hâlini araştırırsa onu evinde (gizlice yaptıklarını ortaya çıkararak) bile rezil eder.”
(Ebû Dâvûd, Edeb, 35)
Allah’ın kulları için belirlediği dinin, ahlaki ve hukuki kuralları vardır. Kur’an-ı Kerim’de çerçevesi Allah tarafından belirlenmiş ve hudûdullah olarak adlandırılmış bu sınırları tecavüz insana yasaklanmış, sınırların içindeki hareket alanı ise serbest bırakılmıştır. Kur’an’da ilahi ya da beşerî yasakları ifade için kullanılan haram, muharram, tahrim, mahrum vb. kelimeler h-r-m kökünden türemiştir. Aynı kökten türeyen “yasaklanmış, korunmuş, dokunulmaz” anlamındaki harem kelimesi (Salim Öğüt, “Harem”, DİA, XVI, 127) Allah’ın zatına mahsus ibadet yerleri olarak ayırdığı ve buralara giriş için kurallar koyduğu kutsal toprak parçalarıdır. Bunun gibi yarattığı varlıkların en değerlisi olan ve kendisine bir şeref atfedilen insanın (İsrâ, 17/70) yaratılışına uygun hareket etmesini sağlayan değerler Allah tarafından belirlenmiş bunlardan bir kısmı zamanla aile ve toplum yapısına göre şekillenmiştir. Mahremiyet adı verilen ve insanın özel alanı, dokunulmazlığı, gizli kalmasını istediği durumları ifade eden bu kavram insana mahsus fıtratı, şahsiyeti ve şerefi korumayı hedefler.
Ayetlerden yola çıkarak mahrem alanları; insanın bedeni (Nûr, 24/30-31), aile içi ilişkileri (Nûr, 24/58-59), gizlice konuştukları (Mücâdele, 58/12) ve başkalarına tevdi ettiği sırları (Tahrim, 66/3) şeklinde tasnif edebiliriz. İşlenen günahlar da insanın mahrem alanıdır. Bunları ne işleyenin ne de şahit olanın açığa çıkarması uygun değildir. Çünkü bu tür durumların ifşası sonucunda günahın hafife alınması, örnek teşkil etmesi ve yaygınlaşmasına fırsat verilmesi gibi olumsuz durumlar ortaya çıkar. Ancak kul hakkını ihlal eden bir hata, toplumsal suç sayılacağından bunun gizlenmesi uygun değildir.
Mahremiyet, sadece bizim dokunulmazlık alanımız değildir. Bu konuda en az kendimiz kadar diğer insanların da hak sahibi olduğunu dikkate almamız gerekir. Bu alanda yapılan bir anket, katılımcıların mahremiyeti “ben” boyutuyla tanımladıkları, olayı kendilerinin korunmaları gereken gizli alanları olarak vurguladıkları sonucuna ulaşmıştır (Saadet İder, “Yetişkinlerde Mahremiyet Algısının Kaynağına İlişkin Nitel Bir Araştırma”, Marife, 115). Oysa mahremiyet herkes için ortak bir haktır. Bizim özgürlüğümüz, başkasının hakkının başladığı noktada biter. O sınırı çiğnemek girilmesi yasak bir alana girmek demektir ve Hucurât suresi 12. ayette “Gizlilikleri araştırmayın.” şeklinde tercüme edilen yasaklama için İbn Abbas: “Kardeşinizin ayıbını araştırmayın, Allah’ın onun hakkında gizlediğini öğrenmeyi arzu etmeyin!” açıklamasını yapmaktadır (Firuzabadi, el-Mikbâs min tefsir-i İbn Abbas, 549).
Günümüz dünyası, Allah tarafından yasaklanmış tutum ve davranışların alenen işlendiği hatta bunun teknolojik araçlar vasıtasıyla geniş kitlelere ulaştırıldığı bir yapıya sahiptir. Olumlu ya da olumsuz her türlü bilginin yayılışı “dijital çağ” adı verilen XXI. yüzyılla birlikte hızlanmış, hatta kontrolden çıkmış görünmektedir. Normal şartlarda birbirlerinden haberdar olamayacak kitleler sosyal medya sayesinde birbirlerini tanımakta, bazen dünyanın öbür ucunda işlenmiş bir suça/günaha, bazen yenilen bir yemeğe ya da ziyaret edilen bir mekâna şahitlik etmektedirler. Üstelik bunların çoğu, olayın failleri
tarafından irade ortaya konarak paylaşılmaktadır. Bu da Müslüman bilinciyle yaklaştığımızda kaygı ve endişe verici bir ruh hâline bürünmemize sebebiyet vermektedir. Özellikle dünya gündemini meşgul eden ve hakkında bir kısmı spekülatif olarak tanımlanabilecek açıklamalarla pandemi süreci, kadın ya da erkek üzerinden cinsiyetsizliği teşvik eden oluşumlar, elektronik beyin/insan vs. gibi haberler “Dünya nereye gidiyor?” sorusunu sıkça sormamıza neden olmaktadır.
Bu durumda öncelikli olarak kabul etmemiz gereken, değişimin kaçınılmaz olduğudur. Yeni doğan bir bebeğin zamanla bir çocuğa evrilmesi, büyüyüp bir yetişkine dönüşmesi, ömrü uzadıkça bildiğini bilmez hâle gelmesi ya da kışın yapraklarını döken bir ağacın ilkbaharda yeniden yaprak vermesi nasıl doğal bir değişimse insanın bilinç yapısı, duyguları, talepleri ve sorumluluklarının zaman içinde değişim göstermesi kaçınılmazdır. Aslolan değişime karşı çıkmak değil, insana zarar veren, onun veya kâinatın yapısını bozan farklılaşmaya tavır almaktır. Gelişimle doğru orantılı değişime yaklaşımımızla, yaratılışa ve sünnetullaha (Allah’ın kâinata koyduğu yasalara) ters olan değişime yaklaşımımız elbette birbirine benzememelidir.
Öyleyse geldiğimiz noktada zihnimize takılan sorulara nasıl cevaplar bulacağız? Yeni dünya düzeni adıyla oluşturulan gündemlere, pek çoğu değerlerimizle örtüşmeyen ve bir kısmı korku ve kaygı oluşturan haberlere karşı durumumuz ne olmalı? Bize göre bu soruların cevabı Kur’an’ın “gücünüzün yettiği kadar kuvvetli olun.” (Enfal, 8/60) emriyle verilebilir. Yaşadığımız çağın ihtiyacı olan bilgilerle donanımımızı güçlendirir, algılarımızla oynanmasına izin vermez ve kişisel ayarımızı Kur’an ve sünnete uygun biçimde yaparsak karşılaştığımız sorunların büyük ölçüde üstesinden geleceğimize olan inancımızı asla kaybetmeyiz. Sonuçta hayrın ve şerrin yaratıcısı Allah’tır ve “Her bilenin üstünde bir bilen” olarak (Yusuf, 12/76) Allah kullarına kâfidir.
Dr. Öğretim Üyesi Sema Çelem
https://yayin.diyanet.gov.tr/Category/GetArticles?id=2109&categoryId=58#
30 Eylül 2022 Cuma
ŞEHİTLER ÖLMEZ!
"“Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.”
(Bakara, 2/154.)
Yüce Allah müminleri kendi yolunda mücadele etmeye, bu yolda ilerlerken sabır ve namaz ile yardım istemeye davet etmektedir. Bu mücadele sırasında onların canlarından bile olmaları mümkündür; fakat o takdirde bu onların zayi oldukları anlamına gelmez. Nitekim Bedir Savaşı’nda müminlerden 14 kişi hayatını kaybetmişti. İnsanlar aralarında “Falan öldü, filan öldü.” diye konuşurlarken Kur’an böyle bir nitelemede bulunmaktan sakındırmış, onların diri olduklarını ifade etmişti. (Razi, Mefatihu’l-Ğayb, IV, 125.) Söz konusu ayet şöyledir: “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.” (Bakara, 2/154.)
Şehitlerin kabirdeki hayatı ile ilgili ana hatlarıyla dört görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisine göre şehitler hem bedenen hem ruhen diridirler. Zira Allah Teâlâ mükâfatlarını kendilerine ulaştırmak için onları diriltir. Dirilişten önce daha kabir hayatında onları cennet yiyecekleriyle rızıklandırır. Onlara ruhen olduğu gibi bedenen de nimetler lütfeder. Diğer insanların cennete girdiklerinde istifade edecekleri nimetlerden, şehitler kabir hayatında istifade ederler. Allah dirilişten önce berzahta onlardan başka hiç kimseye bu nimetleri ikram etmemektedir; bu, şehitlere has kıldığı bir özelliktir. Ancak bizler onların hayatını duyularımızla idrak edememekteyiz. Çünkü onların hâli, kimsenin muttali olmadığı, bilmek için vahiyden başka bir bilgi yolunun bulunmadığı bir hâldir. Hayatları sadece ruhi bir hayat olarak kabul edildiğinde, onların diğer müminlere karşı bir imtiyazı söz konusu olamaz. Ancak onlara nispet edilen beden farklı şekillerde yorumlanabilmektedir. Allah, hayat alameti kalmamış dünyevi bedenlerinde his ve idrak sebebi olacak bir hayat meydana getirebilir. Ya da dünyevi bedenden farklı, mahiyetini bilemeyeceğimiz bir beden yaratabilir.
İkinci görüşe göre onlar bedenen değil ruhen diridirler. Çünkü bedenlerinin bozulduğunu ve yok olduğunu görüyoruz. O yüzden şehitler Rableri katında canlıdır, rızıkları ruhlarına arz edilir, onlara hayat ve sevinç ulaşır. Nitekim Firavun ailesine sabah akşam ateş arz edilmekte, onlara da elem ve acı ulaşmaktadır. (Mümin, 40/46.) Şehitleri, şehit olmayan müminlerden ayıran şey, Allah’a yakınlığa ve bu yakınlığın verdiği sevinç ve itibara ziyadesiyle nail olmaları, diğer müminlerden daha üst seviyede cennet nimetleri ile ruhen rızıklandırılmalarıdır.
Üçüncü görüşe göre ayette kastedilen onların diriltilmeyeceklerini iddia etmekten sakındırmaktır. Onlar dirilişle canlanacaklar, şehitliklerinin sevabı ile mükâfatlandırılacaklardır. Ayet, Müslümanların bir hiç uğruna hayatlarını kaybettiği, faydasız bir şekilde ömürlerini zayi ettiklerini söyleyen müşriklere cevap sadedinde gelmiştir.
Dördüncü görüşü savunanlar ise ayeti mecazi manada yorumlamış ve ölüm ile hayattan muradın, dalalet ve hidayet olduğunu iddia etmişlerdir. Onlar dalaletle ölmüş değil, hidayetle diridirler. Kur’an dalaleti ölüm, hidayeti hayat anlamında kullanmıştır. (Enam, 6/122.)
Zikredilen bu görüşler içinde son iki görüşün oldukça zayıf olduğu anlaşılmaktadır. Zira ayette kastedilen, şehitlerin kıyamet gününde diriltilecekleri veya onların dalalette değil hidayet üzere olduklarını bildirmek olsaydı, ayetin sonunda “Ancak siz bunu bilemezsiniz.” denmezdi. Çünkü ayetin muhatabı müminlerdir. Müminler onların diriltileceklerini de hidayet üzere olduklarını da bilmektedirler. Bu görüşler içinde meşhur olan ise birinci görüş, yani şehitlerin hem bedenen hem de ruhen diri oldukları görüşüdür. Selef âlimlerinden çoğu bu kanaate sahip olmuştur. Bu görüş başta sahabe ve tabiun müfessirleri olmak üzere birçok müfessire nispet edilmiştir. (Razi, a.g.e. IV, 125; Alusi, Ruhu’l-Meani, I, 418.)
Şehitlerin kabirde diri olarak hayatlarını sürdürdüklerini ifade eden ayet ve bu konuda zikredilen hadislerden bazıları şöyledir: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.” (Âl-i İmran, 3/169-170.), “Şehitlerin ruhları yeşil kuşların içindedir. Bu kuşların arşa asılı kandilleri vardır. Onlar cennette istedikleri yerde dolaşır sonra arşa asılı kandillere inerler. Allah onlara şöyle seslenir: ‘Herhangi bir şey arzu ediyor musunuz?’ Onlar da ‘Cennette dilediğimiz gibi dolaşabilirken başka ne arzu edebiliriz ki?’ Yüce Allah onlara bunu üç defa sorar. Onlar Rablerinden bir şey dilemedikçe bırakılmayacaklarını anlayınca şöyle derler: ‘Ya Rab! Ruhlarımızı bedenlerimize geri döndürmeni ve senin yolunda bir defa daha şehit olmayı diliyoruz.” (Müslim, İmare, 121.), “Şehitlerin ruhları yeşil kuşların içindedirler. Cennet meyvelerinden veya ağaçlarından yerler.” (Tirmizi, Fedailü’l-Cihad, 13.), “Şehitler cennet kapısındaki bir nehrin üzerinde yeşil bir kubbe içindedirler. Onlara rızıkları sabah akşam cennetten çıkar.” (Ahmed, el-Müsned, I, 266.)
Şehit, din ve dinin bekası için gerekli olan değerler uğruna savaşırken hayatını kaybeden mümine denir. Üzerinde ezan-ı Muhammedinin yankılandığı vatan toprağını korumak için can verenler de şehittir. Yukarıdaki ayet-i kerime, şehitlerin diri olduklarını bildirmekte, onların ölü olduğuna inanmaktan müminleri sakındırmaktadır. (İbn Aşur, et-Tahrir ve’t-Tenvir, II, 53.) Anlaşılan o ki şehitler; berzahta mahiyetini idrak edemeyeceğimiz bir hayat yaşamaktadırlar. Her şehadet olayı ile bizler bu Kur’ani hakikati bir kez daha idrak ederiz. Cihat meydanında kahpe bir kurşunla vurulan cengâverin, yere düşünce hayatı sona erer. Sona erer ama bu sırada Kur’an’ın müjdesi kulaklarımıza çarpar. Gayb âlemine dair bu haberi âlemlerin Rabbinden başka kim verebilir? Yaşadığımız tarifsiz ıstırabın acısını başka hangi haber hafifletebilir? Kur’an’ın bu müjdesiyle, istikbale dair ümidimiz canlanır; şehide minnetimiz, vatana sadakatimiz, Allah’a imanımız daha da artar. Bu Kur’ani müjde ile teselli bulur, şehidi omuzlayıp onu eşsiz yeni hayatına uğurlamaya koyuluruz. Gönüllerimizde yer etmiş bu hakikat dillerimizle dalga dalga yayılır, her yer bu hakikati haykıran seslerle dolar, yerler ve gökler bu hakikatle yankılanır: “Şehitler ölmez! Şehitler ölmez!”
Dr. Abdülkadir Erkut
29 Eylül 2022 Perşembe
DİNÎ HAYATIN ÜÇ BOYUTU: DAVRANIŞ, DUYGU VE BİLGİ
"“Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse (o inkârcı gibi) midir?...”
(Zümer, 39/9.)
Kur’an’da hastalık, geçim darlığı gibi bir zorlukla karşılaşan, Rabbinden başına gelen bu zorluğu kaldırmasını isteyen bir insan karakterinden söz edilir. Rabbi kendisine afiyet verdiği, zorluğunu kolaylıkla değiştirdiğinde, bu kişi daha önce ettiği duayı terk etmekte; şeytana itaat, Allah’a isyan etmeye başlamaktadır. Ahireti umursamayan, bütün ilgi ve ihtimamını şu fani dünyaya yönelten ancak zorda kaldığı vakit kul olduğunu hatırlayan, bu yüzden de ilahi tehdide muhatap olan bu kişi ile (Zümer, 39/8.) samimi bir mümin arasında şöyle bir karşılaştırma yapılmaktadır: “Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse (o inkârcı gibi) midir? (Resulüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer, 39/9.)
Ayeti kerimede müminin dinî hayatının üç boyutu üzerinde durulmaktadır ki bunlardan birincisi davranış boyutudur. Davranış boyutuyla mümin, namazlarını huşu ile kılan, Allah’a dua ile yönelen, O’na her hâlinde itaat eden, kulluğunda daim olan kişidir. Gece ibadetinin onun hayatında özel bir yeri vardır; çünkü gece vakti nefse ibadetin en ağır geldiği vakit; rahatı talep etmek için en uygun zamandır. Gece ibadetini tercih eden kişi Allah’a ibadeti nefsin rahatına tercih etmiş demektir. Bu kişinin kalbi, Allah’a yakınlığın nuru ile aydınlanır, ettiği ibadet riyadan en uzak, kabule en yakın ibadet olur. Şüphesiz zikrin geceye tahsis edilmesi müminin gündüz vakitlerinde kıyam ve secdeden uzak olduğu anlamına gelmez. Dinî hayatın davranış boyutunda mümin, sadece meşakkatli zamanlarda değil rahat zamanlarda da kulluğunun bilincinde olur. İlahî emir ve yasakları ifa etme konusunda sebatkârdır. Şahsi rahatından fedakârlık yapabilecek derecede değerlerine samimiyetle bağlıdır. Onun dinî hayatındaki sebat ve samimiyetinin arkasında duygusal bir boyut da söz konusudur.
Dinî hayatın ikinci boyutunu, duygu boyutu teşkil etmektedir. Duygular içinde korku ve ümit duygusu, insanın hayatını sürdürmesini sağlayan temel duygulardandır. Mümin, hayatını korku ve ümit arasında sürdürür. Esas olan, bu iki duyguyu bir araya getirmektir. Kur’an’da bu ikisini bir araya getiren kullar övülmüştür. (Secde, 32/16; Enbiya, 21/90.) Korku duygusu, Allah’ın razı olmayacağı amelleri işlemeye engel olur. Umut ise Allah’ın razı olacağı amellere teşvik eder. Diğer taraftan umudun da korkunun da bir sınırı bulunmaktadır ki her iki duygu da kendi sınırını aşmamalıdır. Umut, sınırını aştığında insan temelsiz bir güven hissine kapılır. (Araf, 7/99.) Korku, sınırını aştığında ise ümitsizlik duygusu kalbi işgal eder. (Yusuf, 12/87.) Müminin dinî hayatı, aşırılıklardan korunmak için dengeli bir duygusal tutuma dayanır. Duygu boyutundaki yoğunluk, kulluğunu şevk ve gayretle idame ettirmesini sağlar, dinî hayatını olumlu anlamda yönlendirir. Ancak duygu, bilginin rehberliğine ihtiyaç duyar.
Dinî hayatın üçüncü boyutu da bilgi boyutudur. Ayeti kerimede buyurulan, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” cümlesi, öncesindeki cümle ile ilişkili olarak yorumlanmaktadır. Buna göre Rabbini hakkıyla bilen ile Rabbinden bihaber, cehalet ve dalalet içinde hayat sürenler bir değildir. Allah’ın insanlara olan nimetlerini, bu nimetlerin şükrü gerektirdiğini bilenler ile bu bilgilere sahip olmayanlar bir değildir. Allah’ın vadettiği dirilişin, sevabın ve cezanın hak olduğunu, itaat edenlerin mükâfatlandırılacağını, isyan edenlerin cezalandırılacağını bilenlerle bunları bilmeyenler bir değildir. Yani dinî hayatın temelini, sahih bilgi teşkil etmektedir. Bu nitelikteki bir bilgi, müminin dinî hayatını hem duygu hem davranış açısından olumlu bir şekilde yönlendirir. Zira yukarıdaki hakikatleri özümsemiş bir müminin davranış ve duygularının bu bilgilerden etkilenmemesi düşünülemez. Bu itibarla sözü edilen bilgi, kuru bir bilgi olarak değerlendirilmemelidir. Nitekim âlimler bu cümlede, bildiği ile amel edenlerle bildiği ile amel etmeyenlerin mukayese edildiğini ifade etmişlerdir. Zira cümle, ilmin gereğinin kulluk olduğuna, kendisine amel terettüp etmeyen ilmin Allah katında ilim olmadığına delalet etmektedir. Çünkü bilenler ilimlerinden faydalanır ve ilimlerinin gereğine göre amel ederler. Dolayısıyla ayette, ilmiyle amel etmeyen, âlim sayılmamaktadır. İlmi elde eden ancak kullukta ilerleyemeyen, dünya fitnesine düşenler için büyük bir istihfaf söz konusudur. (Zemahşeri, el-Keşşaf, IV, 117.) “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” cümlesi, genel anlamda bilginin öneminin bir ifadesi olarak da yorumlanmıştır. Söz konusu cümle, bilenlerin bütün yönlerden bilmeyenlerden üstün olduğuna işaret etmektedir. (İbn Aşur, et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXIII, 349.)
Dinî hayat, mezkûr üç boyutuyla oldukça önemlidir. Zira davranış, duygu ve bilgi boyutları birbiri ile sıkı ilişki içindedir. Hayata rehberlik etmesi için gönderilmiş olan din, davranışlarda tezahür eder. Davranışların temelinde ise duygu ve bilgi yer almaktadır. Bilgiden yoksun duygu, bazı aşırı davranışlara yol açabileceği gibi, duygudan yoksun malumat yığını da davranışları yönlendirmede etkisiz kalır. Diğer taraftan, ayetin genel olarak bilginin önemine ettiği işaret dikkat çekicidir. Nitekim bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığı, son birkaç yüzyılda dünyada gerçekleşen olaylarla daha iyi anlaşılmaktadır. Bilenler bilgiyi sanayi ve teknolojiye çevirerek büyük bir güç elde etmişler; maddi bakımdan bilmeyenlerden üstün konuma gelmişlerdir. Oysa İslam dininde bilgi sadece dinî konulara hasredilmemiş, insanlığın faydasına olan bütün ilimler teşvik edilmiştir. Bu sayede Müslümanlar geçmişte parlak bir medeniyet inşa etmeyi başarmışlardır. Bu yüzden Müslümanların, günümüzde de bilgiyi arama ve onu elde edip Allah’ın razı olduğu şekilde değerlendirme yükümlülükleri devam etmektedir. Çünkü “Hikmetli söz müminin yitiğidir. Onu nerede bulursa, almaya en çok onun hakkı vardır.” (Tirmizi, İlim, 19.)
Dr. Abdülkadir Erkut
https://yayin.diyanet.gov.tr/Category/GetArticles?id=2109&categoryId=58#
28 Eylül 2022 Çarşamba
İMANİ BİR EYLEM OLARAK CAMİLERİN İMARI
“Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder.”
(Tevbe, 9/18.)
Mekke müşrikleri Kâbe’yi ziyaret için gelenlerin su ve yemek ihtiyaçlarını karşılamaya, Kâbe’nin korunmasına, bakım ve onarım işlerini yerine getirmeye büyük önem veriyor ve bu işleri yürütmekle iftihar ediyorlardı. Ancak Kur’an bir taraftan Mescid-i Haram’ı imar ederken diğer taraftan putları ilah kabul edip onlara tapan müşriklerin imarının doğru ve geçerli bir imar olmadığını, onların yapıp ettikleri ile Mescid-i Haram’ın imarının gerçekleşmediğini ifade etmiştir. (9/17; Ebu’s- Suud, İrşadu Akli’s-Selim, IV, 51.) Zira camileri imar, maddi ve manevi olmak üzere iki türlüdür. Maddi imar, camileri bina etmek, onarmak, temizlik, tezyin, aydınlatma ve diğer ihtiyaçlarını gidermektir. Manevi imar ise camide ortağı olmayan Allah’a ibadet etmek suretiyle dinin şeairini ikame etmek, camiye bağlı olmak, oraya çokça gelmek ve caminin, fonksiyonlarını yerine getirmesini sağlamaktır. Bu yüzden başta Mescid-i Haram olmak üzere camilerin makbul olan imarını, ancak aşağıdaki özelliklere sahip olanların yerine getirebileceği şöyle ifade edilmiştir: “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.” (Tevbe, 9/18.)
Ayette camileri gerçek anlamda imar edenlerin özellikleri belirtilmiştir ki bu özelliklerin izahı şöyledir:
Birincisi, onlar Allah’a iman eden, O’nun öldükten sonra kıyamet gününde ölüleri dirilteceğini tasdik edenlerdir. İman edenler, Allah’a ibadet etmeyi ve O’na ibadet edebilecekleri bir yer bina etmeyi isterler. Orada yapılan ibadet ve oranın ihya edilmesine yönelik gösterilen çaba, asıl faydasını kıyamet günü verir. Böylece Allah’a ve ahirete iman, onları her iki anlamıyla camileri imara sevk eder. Çünkü bu iki esas, dinin temelini teşkil eden, Müslüman’ın hayatını yönlendiren asli ilkelerdir. İnsanın bütün yapıp etmeleri iman sayesinde Allah katında bir değer kazanır. Camileri imar adına yapılan faaliyetler, herhangi bir karşılık beklemeden Allah için yapılır ve bu faaliyetler anlamını iman sayesinde bulur. O yüzden iman, camileri imar edenlerin birinci özelliğidir. İman konusunda Allah’a ve ahiret gününe iman ile yetinilmiştir; zira bu ikisi diğer iman esaslarını da içermektedir.
İkincisi, onlar namazı devamlı ve şartlarına uyarak eda edenlerdir. Çünkü camilerin bina edilmesinin en büyük maksadı namazdır. Namazın farziyetini kabul edenler, camiler bina etmeyi ve orada namazlarını kılmayı isterler. Namazın önemini ve cemaatle namazın ehemmiyetini idrak etmiş olduklarından, rahatlarını terk ederek namaz gibi nefse meşakkatli gelen bir ibadeti eda etmeye koşarlar. Bu idrak onları her iki anlamıyla camileri imara sevk eder.
Üçüncüsü, onlar yerine getirmekle yükümlü oldukları zekât ibadetini eda edenlerdir. Zekâtı vermek için Müslümanlardan gerçek ihtiyaç sahiplerini bilmeleri gerektiğinden, onların bir araya geldikleri camide bulunmak bunun en iyi yoludur. Böylece zekât ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını gidermelerine vesile olurken camilerin manevi imarına da vesile olur. Camilerin maddi imarı ile alakasına gelince; zekât farz iken maddi anlamda mescitleri imar etmek nafile bir ibadettir. İnsan farzı tamamlamadan nafile ile meşgul olmaz. Bu yüzden zekât ile infak etmenin huzuruna erişenler, sonrasında bu huzuru camilerin maddi imarı için infak etmekte ararlar.
Dördüncüsü, onlar Allah’tan başkasından korkmayan kimselerdir. Korku duygusu fıtri olduğundan bu, onların hiçbir şeyden korkmadıkları anlamına gelmez. Allah ile diğer varlıklardan korkma arasında kaldıklarında Allah korkusunu diğer korkulara takdim ederler. Allah’ın emir ve nehyine göre hareket eden, bu konuda kınayanın kınamasına aldırmayan, zalimin korkusu kendisine mani olmayan kimselerdirler. Mesela Hz. Ebubekir, Mekke Dönemi’nde Mescid-i Haram’da ibadet etmesine izin verilmeyince pes etmeyip evinin girişinde bir mescit edinmişti. Kendisi onların eziyetlerine itibar etmeksizin, korkmadan orada ibadet etmeye ve Kur’an okumaya devam ederdi. Buna ilaveten Allah’tan başkasından korkmayanlar, asıl O’nun rızasını kaybetmekten korkarlar. Bu yüzden de camileri imar ederken gösteriş ve şöhret için değil Allah’ın rızasını talep, dinini takviye için imar ederler.
Yukarıda zikredilen sıfatlarla bezenenler, hidayet sebeplerini yerine getirdikten, bu sıfatlar artık kendilerinde huy hâline geldikten sonra hidayet ehlinden olmayı kuvvetle ümit edebilirler. Müşrikler Mescid-i Haram için yaptıkları ile övünmekte, onları gözlerinde büyütüp kendilerinin kesin hidayete erdiklerini iddia etmektedirler. Oysa müminler hak yoldaki bütün çaba ve gayretlerine rağmen amellerine güvenmekten sakınmakta, Allah’tan hidayete erdirmesini ummaktadırlar.
Yukarıdaki ayet-i kerimeden anlaşıldığına göre iyi bir davranışın temelinde iman olduğu takdirde o davranış Allah katında değer kazanır. O davranışın atalardan tevarüs etmiş olması, toplum nezdinde yerine getirene nam ve şöhret kazandırması iyilik için yeterli ölçü değildir. Camilerin imarı için de aynı şey geçerlidir. Nitekim Kur’an küfür ve kötü niyet saikıyla cami bina edenleri yermiş, iman ve iyi niyet ile cami bina edenleri ise övmüştür. (Tevbe, 9/107, 110.) Dolayısıyla camileri imar etmek imani bir eylemdir. Yüce Allah ayet-i kerime ile camileri imar edenlerin imanına şehadet etmiştir. (İbn Kesir, Tefsir, IV, 119.) Peygamber Efendimiz de camileri bina etme, ihtiyaçlarını karşılama, cemaatle namaz kılma gibi camilerle ilgili hususlara yer verdiği pek çok hadisinde (Buhari, Salat, 65; Ezan, 30.) camilerin imarının önemini ifade etmiştir. Neticede camilere olan bağlılığımızdır bizi manen imar edecek olan. Allah Teâlâ kalbi camilere bağlı olan kimseleri kıyamet günü arşın gölgesinde gölgelendirmeyi vadetmiştir. (Müslim, Zekât, 91.)"
Dr. Abdülkadir Erkut
https://yayin.diyanet.gov.tr/Category/GetArticles?id=2109&categoryId=58#