Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
Bir önceki yazının devamı:
Hadislerin Yazılması
Bu ve önceki hadis ile Ebû Şâh'ın olayından Hz. Peygamber'İn Sallallahü Aleyhi ve Sellem kendisinin hadislerinin yazılmasına izin verdiği anlaşılmaktadır. Bu, Ebû Said'in Resûlullah'tan Sallallahü Aleyhi ve Sellem rivayet ettiği "Benden Kur'an dışında bir şey yazmayın" hadisiyle çelişmektedir.
Hadisleri yazmaya izin verilmesi ile bunun yasaklanmasını şu yollardan biri ile izah edip, birleştirebiliriz:
a) Yazma yasağı, Kur'an'ın inmesi sırasında onun başka bir şeyle karışması korkusu sebebiyledir. İzin ise bunun dışındaki zamanda söz konusudur.
b) Yasak, Kur'an ile Kur'an'dan olmayan başka bir şeyi aynı yere yazma ile ilgilidir, izin ise bunları ayrı yerlere yazma durumuna özgüdür.
c) Yasak ilk dönemde söz konusu idî. Hadislerin Kur'an'la karışma korkusundan emin olunduğunda verilen izin, yasağı yürürlükten kaldırmıştır. Bu, diğer ihtimallerle çelişmemekle birlikte doğruya en yakın ihtimaldir.
Bir görüşe göre yasak, ezberleme söz konusu olmaksızın yalnızca yazıya güvenen kişiler hakkında, izin ise bu duruma düşmeyeceğine güvenilen kişiler hakkındadır.
Alimler şöyle demişlerdir: Sahabe ve tabiinden bir grup hadis yazımını mekruh görmüştür. Onlar kendileri hadisleri ezber suretiyle elde ettikleri için, başkalarının da hadisleri bu yolla öğrenmelerini müstehap saymışlardır. Ancak, bu konudaki gayretler eskiye göre azaldığında ve imamlar ilmin zayi olmasından korktuklarında hadisleri yazıya geçirmişlerdir. Hadisleri ilk olarak, hicrî birinci yüzyılın başında Ömer İbn Abdülaziz'in emri ile İbn Şihâb ez-Zührî tedvin etmiştir. Daha sonra tedvin çoğalmış, ardından tasnif başlamıştır. Allah'a hamd olsun ki bu sayede büyük bir hayır meydana gelmiştir.
114- Abdullah İbn Abbas radıyallahu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem hastalığı şiddetlendiği bir sırada o "Bana bir sayfa getirin de size bir şeyler yazayım (yazdırayım) ta ki bundan sonra yoldan sapmayasınız" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh : Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem hastalığı ağırlaştı. Elimizde Allah'ın kitabı vardır. O bize yeter" dedi. Oradaki sahabe arasında ihtilaf çıktı, sesler birbirine karıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Yanımdan kalkın. Benim yanımda tartışma uygun değildir" buyurdu.
İbn Abbas radıyallahu anh (bu hadisi rivayet ettiği yerden) çıkarken "Resûlullah'ın Sallallahü Aleyhi ve Sellem o yazıyı yazmaması ne büyük bir musibettir" dedi.[Hadisin geçtiği diğer yerler:3053,3168,4431,4432,5669,7366.]
Açıklama
Bu olay Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem ölüm hastalığı sırasında olmuştur.
Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem "yazayım" sözü yazdırayım anlamına gelmektedir.
Hz. Ömer'in radıyallahu anh "Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem hastalığı ağırlaştı" sözü, kitabı yazmak veya yazdırmak ona zor gelir anlamına gelmektedir. Hz. Ömer radıyallahu anh, adeta Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem bunu yapmasının hastalığını uzatacağını düşünmüştür.
Hz. Ömer'in radıyallahu anh Bu Söz ve Davranışının İzahı
Kurtubî ve diğer hadis yorumcuları şöyle demişlerdir: Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem "bana bir sayfa getirin" sözü bir emirdir. Bu emri alan kişi üzerine gerekli olan, emre derhal uymasıdır. Ancak Hz. Ömer radıyallahu anh ile birlikte bir grup sahabe bu emrin gereklilik için olmadığını, daha iyi olana irşad etme anlamında olduğunu anlayarak, böyle bir durumda ona zor gelecek bu işi yapmayı çirkin gördüler. Onlar Yüce Allah'ın şu âyetlerini de biliyorlardı: "Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık", "(Kitabı) her şeyin bir açıklaması olarak (indirdik) [Nahl,16/89] Bu sebeple Hz. Ömer radıyallahu anh "Bize Allah'ın kitabı yeterlidir" demiştir. Diğer bir grup ise Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem emrine uymak için ve yazıda daha fazla izah bulunduğundan yazmayı daha evla görmüşlerdir.
Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Yanımdan kalkın" şekilde emir vermesi, ilk emrinin bağlayıcılık ifade etmediğini göstermektedir. Nitekim Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu olaydan sonra birkaç gün daha yaşadığı halde ilk emrini sahabeye tekrar vermemiştir. Şayet yazma emri gerekli olsaydı sahabîler ihtilaf etti diye bunu terk etmezdi. Çünkü o, kendisine muhalefet edenler bulunuyor diye tebliğini terk etmemiştir. Nitekim sahabe onun verdiği bazı emirlerde kendisine farklı görüşlerini iletiyorlar, ancak kesin olan emirlerinde onun emrine itaat ediyorlardı. Bu konunun detayları Kitap ve Sünnete Yapışma bölümünde gelecektir.[7290 no'lu hadis]
Bu olay, dinin emirleri ile Hz. Ömer'in radıyallahu anh görüşünün uyuştuğu konular arasında zikredilmiştir.
Hz Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem Yazdırmak İstediği Şey
Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem ne yazdırmak istediği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür.
Bir görüşe göre, ihtilafı ortadan kaldırma amacıyla bazı hükümleri açık olarak yazdırmak istemişti.
Diğer bir görüşe göre ise, sahabe arasında ihtilaf olmasın diye kendisinden sonra gelecek halifelerin İsmini yazdırmak istemişti. Bunu Süfyan İbn Uyeyne söylemiştir. Nitekim Müslim'in rivayet ettiği Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şu hadisi bunu desteklemektedir: Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem hastalığının başlarında Aişe'nin radıyallahu anha yanında iken şöyle dedi: "(Âişe!) Bana babanı ve kardeşini çağır da bir yazı yazdırayım. Çünkü ben herhangi bir kimsenin (halifeliği) temenni etmesinden ve bu konuda bir söz söylemesinden korkuyorum. Allah da müminler de Ebû Bekir'den başkasına razı olmaz.
Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem Benim yanımda tartışma uyun değildir" sözü, Hz.Ömer'in radıyallahu anh tercih ettiği görüş doğru olsa bile Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem emrine itaat edilmesinin daha evla olduğunu göstermektedir. Hz. Ömer'in radıyallahu anh görüşünün doğru olduğunu gösteren şey, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem sonradan bunu telafi etmek üzere başka bir teşebbüste bulunmamasıdır.
Kurtubî şöyle demiştir: Sahabenin bu konuda ihtilaf etmesi, Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Hiç kimse Beni Kureyza yurdu dışında ikindi namazını kılmasın" hadisi konusunda ihtilaf etmelerine benzer. Nitekim bir grup ikindi namazının vaktinin geçmesinden korkarak namazı kılmış, diğer grup emirden ilk anladıkları anlama göre hareket etmiş ve namaz kılmamıştır. İzin verilen bir konuda içtihatta bulundukları ve maksatları da iyi olduğu İçin hiçbiri hakkında kınama ve sert davranış söz konusu olmamıştır.
Hadisten Çıkan Bazı Sonuçlar
* İlmin yazılması caizdir.
* İhtilaf, hayırdan mahrum kalmaya sebep olabilir. Nitekim iki kişinin tartışması sebebiyle Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem kadir gecesinin unutturulması da buna benzemektedir.
* Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem vahiy indirilmemiş olan bir konuda sahabenin içtihadı vaki olmuştur.
Bu hadis İle ilgili diğer ayrıntılara ileride yer verilecektir.[4119. nolu hadis.]
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
12 Aralık 2018 Çarşamba
11 Aralık 2018 Salı
İlmi Yazmak
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
39. İlmi Yazmak
111- Ebû Cuhayfe şöyle demiştir: Hz. Ali'ye radıyallahu anh "Sizin yanınızda bir kitap var mıdır?" diye sordum. O "Hayır, ancak Allah'ın kitabı, Müslüman bir adama verilen kavrama kabiliyeti ve bir de şu sahifedekiler vardır" dedi. Ben "O sahifede ne var?" diye sordum. Ali "Diyetler, esirin serbest bırakılması vardır. Bir Müslüman bir kâfire karşılık olarak öldürülmez" dedi.[Hadisin geçtiği diğer yerler:187,3047,3172,3179,6755,6903,6915,7300.]
Açıklama
İlk dönem alimleri (selef), ilmin yazılması ve yazılmaması konusunda ihtilaf etmişlerdir. Sonraki dönemde ise ilmi yazıya dökmenin caiz, hatta müstehap olduğu, daha da ötesi ilmi tebliğ görevi olan kişilerin unutmaktan korkmaları halinde bunu yazmalarının zorunlu olduğu konusunda icma edilmiştir.
Ebû Cuhayfe'nın bu soruyu sormasının sebebi, Şia'dan bir grubun ehl-i beytin elinde, özellikle de Hz. Ali'de radıyallahu anh, Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem yalnızca onları ilgilendiren ve başkalarınca bilinmeyen bir kısım vahyin bulunduğunu iddia etmeleridir.
İbnü'l-Müneyyir şöyle söylemiştir: Hz. Ali'nin radıyallahu anh "Müslüman bir adama verilen kavrayış" sözü, kendisinde Allah'ın kitabından içtihad yolu ile çıkarılıp yazılmış bazı fıkhî bilgilerin bulunduğunu göstermektedir.
Diyetten kasıt, diyet hükümleri, miktarları ve sınıflarıdır.
"Esirin serbest bırakılması"ndan maksat, Müslüman esirin düşman elinden kurtarılmasının hükmü ve buna teşviktir.
Küşmîhenî rivayetinde ise; cümle atıf halinde olup "Bir Müslümanın bir kâfire karşılık öldürülmemesî hususu o sahifede vardır," şeklindedir. Buna göre bu sahifede diyet hükmü ve Müslümanın kâfire karşı öldürülmesinin haram oluşu hükmü yer almaktadır. Bu konunun ayrıntıları Kısas ve Diyetler bölümünde gelecektir.[114]
Buhârî ve Müslim, Yezid et-Teymî aracılığı ile Hz. Ali'den" radıyallahu anh şunu rivayet etmişlerdir; "Allah'ın kitabı, bir de şu sahife dışında elimizde olup da okuduğumuz başka bir şey yoktur". Bu sahifede "Medine haram bölgesidir" ibaresi yazılıydı.
Müslim, Ebu't-Tufeyl aracılığı ile Hz. Ali'den radıyallahu anh şunu rivayet etmiştir: "Resûlullah tüm insanlara verdiğinin dışında bize (ehl-i beyte) özel bir şey vermiş değildi. Yalnızca bu kılıcımın kınındaki sahifede yazılı olanlar vardır". Sonra kılıcının kınından, içinde şu hadisin yazılı olduğu bir sahifeyi çıkardı: "Allah'tan başkası adına kurban kesene Allah lanet etsin.."
Nesâî, Eşter vb. kimseler aracılığıyla Hz. Ali'den radıyallahu anh şunu rivayet etmiştir: Bu sahifede şu hadis yazılı idi: "Müminlerin kanları (canları) birbirine eşittir. En düşüklerinin zimmeti dahi geçerlidir".
Ahmed İbn Hanbel, Târık îbn Şihab aracılığı ile şunu rivayet etmiştir: "Bu sahifede zekat miktarları yazılı idi."
Bütün bu rivayetleri şu şekilde toplayabiliriz:
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
39. İlmi Yazmak
111- Ebû Cuhayfe şöyle demiştir: Hz. Ali'ye radıyallahu anh "Sizin yanınızda bir kitap var mıdır?" diye sordum. O "Hayır, ancak Allah'ın kitabı, Müslüman bir adama verilen kavrama kabiliyeti ve bir de şu sahifedekiler vardır" dedi. Ben "O sahifede ne var?" diye sordum. Ali "Diyetler, esirin serbest bırakılması vardır. Bir Müslüman bir kâfire karşılık olarak öldürülmez" dedi.[Hadisin geçtiği diğer yerler:187,3047,3172,3179,6755,6903,6915,7300.]
Açıklama
İlk dönem alimleri (selef), ilmin yazılması ve yazılmaması konusunda ihtilaf etmişlerdir. Sonraki dönemde ise ilmi yazıya dökmenin caiz, hatta müstehap olduğu, daha da ötesi ilmi tebliğ görevi olan kişilerin unutmaktan korkmaları halinde bunu yazmalarının zorunlu olduğu konusunda icma edilmiştir.
Ebû Cuhayfe'nın bu soruyu sormasının sebebi, Şia'dan bir grubun ehl-i beytin elinde, özellikle de Hz. Ali'de radıyallahu anh, Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem yalnızca onları ilgilendiren ve başkalarınca bilinmeyen bir kısım vahyin bulunduğunu iddia etmeleridir.
İbnü'l-Müneyyir şöyle söylemiştir: Hz. Ali'nin radıyallahu anh "Müslüman bir adama verilen kavrayış" sözü, kendisinde Allah'ın kitabından içtihad yolu ile çıkarılıp yazılmış bazı fıkhî bilgilerin bulunduğunu göstermektedir.
Diyetten kasıt, diyet hükümleri, miktarları ve sınıflarıdır.
"Esirin serbest bırakılması"ndan maksat, Müslüman esirin düşman elinden kurtarılmasının hükmü ve buna teşviktir.
Küşmîhenî rivayetinde ise; cümle atıf halinde olup "Bir Müslümanın bir kâfire karşılık öldürülmemesî hususu o sahifede vardır," şeklindedir. Buna göre bu sahifede diyet hükmü ve Müslümanın kâfire karşı öldürülmesinin haram oluşu hükmü yer almaktadır. Bu konunun ayrıntıları Kısas ve Diyetler bölümünde gelecektir.[114]
Buhârî ve Müslim, Yezid et-Teymî aracılığı ile Hz. Ali'den" radıyallahu anh şunu rivayet etmişlerdir; "Allah'ın kitabı, bir de şu sahife dışında elimizde olup da okuduğumuz başka bir şey yoktur". Bu sahifede "Medine haram bölgesidir" ibaresi yazılıydı.
Müslim, Ebu't-Tufeyl aracılığı ile Hz. Ali'den radıyallahu anh şunu rivayet etmiştir: "Resûlullah tüm insanlara verdiğinin dışında bize (ehl-i beyte) özel bir şey vermiş değildi. Yalnızca bu kılıcımın kınındaki sahifede yazılı olanlar vardır". Sonra kılıcının kınından, içinde şu hadisin yazılı olduğu bir sahifeyi çıkardı: "Allah'tan başkası adına kurban kesene Allah lanet etsin.."
Nesâî, Eşter vb. kimseler aracılığıyla Hz. Ali'den radıyallahu anh şunu rivayet etmiştir: Bu sahifede şu hadis yazılı idi: "Müminlerin kanları (canları) birbirine eşittir. En düşüklerinin zimmeti dahi geçerlidir".
Ahmed İbn Hanbel, Târık îbn Şihab aracılığı ile şunu rivayet etmiştir: "Bu sahifede zekat miktarları yazılı idi."
Bütün bu rivayetleri şu şekilde toplayabiliriz:
Hz. Ali'de radıyallahu anh yalnızca bir sahife vardı. Bu sayılanların tümü söz konusu sahifede yazılı idi. Her bir ravi kendi ezberlediğini aktarmıştır. Ama bunların toplamının söz konusu sahifede mevcut olduğu gelen rivayetlerde anlatılmaktadır.
112- Ebû Hureyre'den radıyallahu anh rivayet edildiğine göre;
Mekke'nin fethedildiği yıl Huzaa kabilesi, öldürülen bir adamlarına karşılık olarak Benî Leys kabilesinden bir adamı öldürdüler. Bu, Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem bildirilince o bineğine bindi ve şu konuşmayı yaptı:
"Allah Mekke'den öldürülmeyi (yahut fili) alıkoydu, onlara Allah'ın elçisini ve müminleri musallat etti. Dikkat edin! Mekke benden önce hiç kimseye helal kılınmamıştır, benden sonra da hiç kimseye helal kılınmamıştır. Dikkat edin! Mekke bana da yalnızca gündüzün bir anında helal kılınmıştır. Dikkat edin! İçinde bulunduğum şu anda Mekke haramdır. Onun dikeni kesilmez, ağacına balta vurulmaz. Yitiğini, sahibini aramak maksadı dışında kimse alamaz. Bir kimse öldürüldüğünde (onun velisi) şu iki şeyden birini seçme hakkına sahiptir: Ya kendisine diyet ödenir, ya da öldürülenin yakınları kısas yaptırır"
Bunun üzerine Yemenli bir adam gelerek: Ey Allah'ın elçisi bunu (bu konuşmayı) benim için yazınız" dedi. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem de "Bunu falan kimse için yazınız" buyurdu. Kureyş'ten bir adam "Izhır otu hariç ey Allah'ın elçisi, Çünkü biz onu evlerimizde ve kabirlerimizde kullanırız" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Izhır (otu) hariç" buyurdu. [Hadisin geçtiği diğer yerler:2434,6880] Buhârî'nin bu rivayeti üzerine:" Adama ne yazıldı? diye kendisine sorulunca; "Bu hutbe yazıldı" dedi.
Açıklama
Hadiste geçen "Allah Mekke'yi filden korudu" ifadesi, meşhur fil kıssasını ortaya koymaktadır. Habeşliler Mekke'ye filleri ile birlikte gittiler. Allah Mekke'ye girmelerine engel olarak onlara sürü sürü kuşları musallat etti. Üstelik o sırada Mekke'liler kâfir idi. Öyleyse İslam'dan sonra Mekke'nin dokunulmazlığı çok daha önemlidir. Ancak bu ve başka hadislerden anlaşılan İlk anlama göre Mekke'de Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem savaşması ona özgü bir hükümdür. Hac bölümünde bu konu ayrıntılı olarak gelecektir.
"Kureyş'ten bir adam" sözü ile kasdedilen, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem amcası Abbas İbn Abdülmuttalib'tir,
113- Vehb İbn Münebbih kardeşinden şunu rivayet etmiştir: Ebû Hureyre'nin radıyallahu anh şöyle dediğini işittim: Hz, Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem ashabı İçinde, Abdullah İbn Amr radıyallahu anh hariç benden çok hadis rivayet eden yoktur. Çünkü o yazardı, ben ise yazmazdım.
Açıklama
"O yazardı, ben ise yazmazdım": Ebû Hureyre'nin radıyallahu anh rivayet ettiği hadislerin sayısı, Abdullah İbn Amr'ın radıyallahu anh rivayet ettiği hadislerin sayısından kat kat fazla olduğu halde Ebû Hureyre radıyallahu anh Abdullah'ın kendisinden daha fazla hadis rivayet ettiğini söylemiştir. Bunun birkaç sebebi vardır:
1. Abdullah, rivayetten çok ibadetle meşgul olduğundan kendisinden az hadis rivayet edilmiştir.
2. Fetihlerden sonra Abdullah'ın çoğunlukla kaldığı şehirler Mısır ve Tâif idi. Oysa ilim talep edenler Medine'nin aksine Mısır ve Taife çokça yolculuk yapmıyorlardı. Ebû Hureyre radıyallahu anh İse ölünceye kadar Medine'de fetva verme ve hadis rivayet etme ile uğraşmıştır. Bu, Ebû Hureyre'den radıyallahu anh hadis rivayet edenlerin çokluğundan da anlaşılmaktadır. Buharı, tabiînden sekizyüz kişinin ondan hadis rivayet ettiğini söylemiştir. Bu, başkası için söz konusu olmamıştır.
3. Yakında zikredeceğimiz üzere Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem, kendisinden işittiği hadisleri unutmaması için Ebû Hureyre'ye radıyallahu anh dua etmişti.
4. Abdullah radıyallahu anh Şam'da ehl-i kitabın kitaplarından bir deve yükü kitap elde etmişti. Bunlara bakar ve bunlar hakkında konuşurdu. Bu sebeple tabiun imamlarının pek çoğu ondan hadis almaktan çekinmişlerdir.
Bu bölüm bir sonraki yazıda da Devam edecek...
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
112- Ebû Hureyre'den radıyallahu anh rivayet edildiğine göre;
Mekke'nin fethedildiği yıl Huzaa kabilesi, öldürülen bir adamlarına karşılık olarak Benî Leys kabilesinden bir adamı öldürdüler. Bu, Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem bildirilince o bineğine bindi ve şu konuşmayı yaptı:
"Allah Mekke'den öldürülmeyi (yahut fili) alıkoydu, onlara Allah'ın elçisini ve müminleri musallat etti. Dikkat edin! Mekke benden önce hiç kimseye helal kılınmamıştır, benden sonra da hiç kimseye helal kılınmamıştır. Dikkat edin! Mekke bana da yalnızca gündüzün bir anında helal kılınmıştır. Dikkat edin! İçinde bulunduğum şu anda Mekke haramdır. Onun dikeni kesilmez, ağacına balta vurulmaz. Yitiğini, sahibini aramak maksadı dışında kimse alamaz. Bir kimse öldürüldüğünde (onun velisi) şu iki şeyden birini seçme hakkına sahiptir: Ya kendisine diyet ödenir, ya da öldürülenin yakınları kısas yaptırır"
Bunun üzerine Yemenli bir adam gelerek: Ey Allah'ın elçisi bunu (bu konuşmayı) benim için yazınız" dedi. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem de "Bunu falan kimse için yazınız" buyurdu. Kureyş'ten bir adam "Izhır otu hariç ey Allah'ın elçisi, Çünkü biz onu evlerimizde ve kabirlerimizde kullanırız" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Izhır (otu) hariç" buyurdu. [Hadisin geçtiği diğer yerler:2434,6880] Buhârî'nin bu rivayeti üzerine:" Adama ne yazıldı? diye kendisine sorulunca; "Bu hutbe yazıldı" dedi.
Açıklama
Hadiste geçen "Allah Mekke'yi filden korudu" ifadesi, meşhur fil kıssasını ortaya koymaktadır. Habeşliler Mekke'ye filleri ile birlikte gittiler. Allah Mekke'ye girmelerine engel olarak onlara sürü sürü kuşları musallat etti. Üstelik o sırada Mekke'liler kâfir idi. Öyleyse İslam'dan sonra Mekke'nin dokunulmazlığı çok daha önemlidir. Ancak bu ve başka hadislerden anlaşılan İlk anlama göre Mekke'de Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem savaşması ona özgü bir hükümdür. Hac bölümünde bu konu ayrıntılı olarak gelecektir.
"Kureyş'ten bir adam" sözü ile kasdedilen, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem amcası Abbas İbn Abdülmuttalib'tir,
113- Vehb İbn Münebbih kardeşinden şunu rivayet etmiştir: Ebû Hureyre'nin radıyallahu anh şöyle dediğini işittim: Hz, Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem ashabı İçinde, Abdullah İbn Amr radıyallahu anh hariç benden çok hadis rivayet eden yoktur. Çünkü o yazardı, ben ise yazmazdım.
Açıklama
"O yazardı, ben ise yazmazdım": Ebû Hureyre'nin radıyallahu anh rivayet ettiği hadislerin sayısı, Abdullah İbn Amr'ın radıyallahu anh rivayet ettiği hadislerin sayısından kat kat fazla olduğu halde Ebû Hureyre radıyallahu anh Abdullah'ın kendisinden daha fazla hadis rivayet ettiğini söylemiştir. Bunun birkaç sebebi vardır:
1. Abdullah, rivayetten çok ibadetle meşgul olduğundan kendisinden az hadis rivayet edilmiştir.
2. Fetihlerden sonra Abdullah'ın çoğunlukla kaldığı şehirler Mısır ve Tâif idi. Oysa ilim talep edenler Medine'nin aksine Mısır ve Taife çokça yolculuk yapmıyorlardı. Ebû Hureyre radıyallahu anh İse ölünceye kadar Medine'de fetva verme ve hadis rivayet etme ile uğraşmıştır. Bu, Ebû Hureyre'den radıyallahu anh hadis rivayet edenlerin çokluğundan da anlaşılmaktadır. Buharı, tabiînden sekizyüz kişinin ondan hadis rivayet ettiğini söylemiştir. Bu, başkası için söz konusu olmamıştır.
3. Yakında zikredeceğimiz üzere Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem, kendisinden işittiği hadisleri unutmaması için Ebû Hureyre'ye radıyallahu anh dua etmişti.
4. Abdullah radıyallahu anh Şam'da ehl-i kitabın kitaplarından bir deve yükü kitap elde etmişti. Bunlara bakar ve bunlar hakkında konuşurdu. Bu sebeple tabiun imamlarının pek çoğu ondan hadis almaktan çekinmişlerdir.
Bu bölüm bir sonraki yazıda da Devam edecek...
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
10 Aralık 2018 Pazartesi
Hz. Peygamber Hakkında Yalan Söyleyen Kişinin Günahı
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
38. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Hakkında Yalan Söyleyen Kişinin Günahı
106- Rib'î İbn Hiraş, Hz. Ali'nin radıyallahu anh şöyle söylediğini rivayet etmiştir: Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Benim ağzımdan yalan uydurmayınız. Kim benim ağzımdan yalan uydurursa cehenneme girsin".
Açıklama
"Benim ağzımdan yalan uydurmayınız" ifadesi tüm yalancıları ve her türlü yalanı kapsayan genel bir ifadedir. Bunun anlamı "yalanı bana nisbet etmeyin" dir. Bir grup cahil insan aldanarak amellere teşvik ve günahlardan sakındırmak amacıyla hadis uydurmuşlar ve "biz onun aleyhine yalan hadis uydurmadık, aksine bunu onun dinini güçlendirmek için yaptık" demişlerdir. Bu kişiler, onun adına yalanlar düzmenin aslında Allah adına yalan sözler düzmek olduğunu da fark etmemişlerdir.
107- Abdullah İbnü'z-Zübeyr'in oğlu Amir babasından şunu aktarmıştır: (Babam) Zübeyir'e "Falan ve falan kimselerin hadis aktardığı gibi senin Resûlullah'tan hadîs aktardığını (niçin) duymuyorum?" dedim. O şöyle cevap verdi: "Gerçek şu ki ben Hz. Peygamber'den Sallallahü Aleyhi ve Sellem hiç ayrılmadım (hep onunla birlikte idim), ancak onun şöyle dediğini duydum (bu sebeple çok hadis rivayet etmiyorum):
"Kim benim ağzımdan yalan söz uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın".
Açıklama
Zübeyr'in radıyallahu anh, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu sözü sebebiyle az hadis rivayet etmesi gösteriyor ki "yalan, kişi kasten söylesin veya yanlışlıkla söylesin, söylediği şeyin gerçeğe uygun olmamasıdır". Yanlışlıkla söylediğinde günahın söz konusu olmadığı konusunda icma vardır. Ancak Zübeyr radıyallahu anh çok hadis rivayet ederek farkında olmaksızın hataya düşmekten korkmuştur. Zübeyr ve diğer bazı sahabîler radıyallahu anhum çok hadis rivayet etmekten geri durmuşlardır. Çok hadis rivayet eden sahabîlere gelince, bu durum onların hadis ezberleme konusunda kendilerine güvendiklerine yahut uzun süre yaşamaları sebebiyle bilgilerine ihtiyaç duyulduğuna, kendilerine soru sorulduğunda bunu saklamalarının mümkün olmamasına yorulur.
108- Abdülaziz, Enes'in radıyallahu anh şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Benim sizlere çok hadis rivayet etmeme engel olan şey Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şu sözüdür:
"Kim kasten benim ağzımdan yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın".
Açıklama
Enes de yukarıda geçtiği gibi Zübeyr'in radıyallahu anhum korktuğundan korkmuştur. Onların az hadis rivayet etmesi, hataya düşmekten kaçınmak içindir. Bununla birlikte Enes çok hadis rivayet eden sahabîlerdendir. Çünkü daha önce de belirttiğimiz üzere o uzun süre yaşamış, onun bilgisine İhtiyaç duyulmuş, o da bildiklerini saklamamıştır. Enes'in radıyallahu anh bu sözü ile rivayetler ettiği hadislerin sayısı dikkate alındığında şu da söylenebilir: Şayet bildiği hadislerin tümünü rivayet etseydi, mevcut rivayetlerinin birkaç katı olurdu.
109- Seleme radıyallahu anh, Hz. Peygamber'den Sallallahü Aleyhi ve Sellem şu sözü duyduğunu söylemiştir:
"Benim söylemediğim bir şeyi benim ağzımdan söyleyen kişi cehennemdeki yerine hazırlansın".
110- Ebû Hureyre radıyallahu anh, Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem şu hadisini rivayet etmiştir:
"Benim adımı (kendinize, çocuklarınıza) veriniz, ancak benim künyemi (birbirinize) takmayınız.
Beni uykusunda gören gerçekten beni görmüştür. Çünkü şeytan benim kılığıma giremez.
Kim kasten benim ağzımdan yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın.[Hadisin geçtiği diğer yerler:3539,6188,6197,6993.]
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
38. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Hakkında Yalan Söyleyen Kişinin Günahı
106- Rib'î İbn Hiraş, Hz. Ali'nin radıyallahu anh şöyle söylediğini rivayet etmiştir: Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
"Benim ağzımdan yalan uydurmayınız. Kim benim ağzımdan yalan uydurursa cehenneme girsin".
Açıklama
"Benim ağzımdan yalan uydurmayınız" ifadesi tüm yalancıları ve her türlü yalanı kapsayan genel bir ifadedir. Bunun anlamı "yalanı bana nisbet etmeyin" dir. Bir grup cahil insan aldanarak amellere teşvik ve günahlardan sakındırmak amacıyla hadis uydurmuşlar ve "biz onun aleyhine yalan hadis uydurmadık, aksine bunu onun dinini güçlendirmek için yaptık" demişlerdir. Bu kişiler, onun adına yalanlar düzmenin aslında Allah adına yalan sözler düzmek olduğunu da fark etmemişlerdir.
107- Abdullah İbnü'z-Zübeyr'in oğlu Amir babasından şunu aktarmıştır: (Babam) Zübeyir'e "Falan ve falan kimselerin hadis aktardığı gibi senin Resûlullah'tan hadîs aktardığını (niçin) duymuyorum?" dedim. O şöyle cevap verdi: "Gerçek şu ki ben Hz. Peygamber'den Sallallahü Aleyhi ve Sellem hiç ayrılmadım (hep onunla birlikte idim), ancak onun şöyle dediğini duydum (bu sebeple çok hadis rivayet etmiyorum):
"Kim benim ağzımdan yalan söz uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın".
Açıklama
Zübeyr'in radıyallahu anh, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu sözü sebebiyle az hadis rivayet etmesi gösteriyor ki "yalan, kişi kasten söylesin veya yanlışlıkla söylesin, söylediği şeyin gerçeğe uygun olmamasıdır". Yanlışlıkla söylediğinde günahın söz konusu olmadığı konusunda icma vardır. Ancak Zübeyr radıyallahu anh çok hadis rivayet ederek farkında olmaksızın hataya düşmekten korkmuştur. Zübeyr ve diğer bazı sahabîler radıyallahu anhum çok hadis rivayet etmekten geri durmuşlardır. Çok hadis rivayet eden sahabîlere gelince, bu durum onların hadis ezberleme konusunda kendilerine güvendiklerine yahut uzun süre yaşamaları sebebiyle bilgilerine ihtiyaç duyulduğuna, kendilerine soru sorulduğunda bunu saklamalarının mümkün olmamasına yorulur.
108- Abdülaziz, Enes'in radıyallahu anh şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Benim sizlere çok hadis rivayet etmeme engel olan şey Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şu sözüdür:
"Kim kasten benim ağzımdan yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın".
Açıklama
Enes de yukarıda geçtiği gibi Zübeyr'in radıyallahu anhum korktuğundan korkmuştur. Onların az hadis rivayet etmesi, hataya düşmekten kaçınmak içindir. Bununla birlikte Enes çok hadis rivayet eden sahabîlerdendir. Çünkü daha önce de belirttiğimiz üzere o uzun süre yaşamış, onun bilgisine İhtiyaç duyulmuş, o da bildiklerini saklamamıştır. Enes'in radıyallahu anh bu sözü ile rivayetler ettiği hadislerin sayısı dikkate alındığında şu da söylenebilir: Şayet bildiği hadislerin tümünü rivayet etseydi, mevcut rivayetlerinin birkaç katı olurdu.
109- Seleme radıyallahu anh, Hz. Peygamber'den Sallallahü Aleyhi ve Sellem şu sözü duyduğunu söylemiştir:
"Benim söylemediğim bir şeyi benim ağzımdan söyleyen kişi cehennemdeki yerine hazırlansın".
110- Ebû Hureyre radıyallahu anh, Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem şu hadisini rivayet etmiştir:
"Benim adımı (kendinize, çocuklarınıza) veriniz, ancak benim künyemi (birbirinize) takmayınız.
Beni uykusunda gören gerçekten beni görmüştür. Çünkü şeytan benim kılığıma giremez.
Kim kasten benim ağzımdan yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın.[Hadisin geçtiği diğer yerler:3539,6188,6197,6993.]
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
9 Aralık 2018 Pazar
(İlim Meclisinde) Mevcut Olan Kişi Orada Bulunmayan Kişiye İlmi Tebliğ Etsin
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
37. (İlim Meclisinde) Mevcut Olan Kişi Orada Bulunmayan Kişiye İlmi Tebliğ Etsin
İbn Abbas radıyallahu anh bunu Hz. Peygamber'den Sallallahü Aleyhi ve Sellem aktarmıştır.
104- Ebû Şüreyh, (Abdullah İbn Zübeyr ile savaşmak üzere) Mekke'ye ordular gönderen Amr İbn Said'e şöyle dedi: "Ey emir! İzin ver de Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem Mekke fethinin ertesi günü insanlara yaptığı konuşmayı sana aktarayım. Bu konuşmayı kulaklarım duydu, kalbim ezberledi, gözlerim Hz. Peygamber'i Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu konuşmayı yaparken gördü. O Sallallahü Aleyhi ve Sellem Allah'a hamdü sena ettikten sonra şöyle dedi:
"Şüphesiz ki Mekke şehrini Allah haram kılmıştır. Onu insanlar haram kılmamıştır. Dolayısıyla Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kimsenin orada kan akıtması, ağaç kesmesi helal değildir. Şayet Allah'ın Resulünün burada savaş yapmasını gerekçe göstermek isteyen biri olursa ona şöyle söyleyin: Allah, Resulüne izin verdi, size izin vermedi. Ona da yalnızca günün bir bölümünde izin verdi, sonra onun haramlığı geri döndü. Dün o nasıl haramsa bugün de öyle haramdır. (Bu sözlerimi) burada olanlar olmayanlara iletsinler".
Ebû Şüreyh'e: "Amr {bu sözlere) ne dedi?" diye sordular. Ebû Şüreyh:
Amr şöyle dedi: Ben bunu senden daha iyi biliyorum ey Ebû Şüreyh. Ancak Mekke hiçbir isyankârı, zimmetinde kan olan bir kaçağı, kaçmış olan bîr hırsızı barındıramaz" dedi. [Hadisin geçtiği diğer yerler:1832,4295]
Açıklama
Abdullah İbnü'z-Zübeyr, Muaviye'nin oğlu Yezid'e bey'at etmekten kaçınarak Harem'e (Mekke'ye) sığındığında, Yezid'in Medine valisi olan Amr İbn Said onunla savaşmak üzere Mekke'ye ordular gönderiyordu. Bu olay meşhurdur. Özeti şu şekildedir: Muaviye kendisinden sonra oğlu Yezid'i hilafet için veliahd kıldı. Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin ve Hz. Zübeyir'in oğlu Abdullah dışındaki insanlar ona biat ettiler. Hz. Ebû Bekir'in oğlu Muaviye'den önce ölmüştü. Hz. Ömer'in oğlu ise, Muaviye'nin ardından onun oğlu Yezid'e bey'at etti. Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin, kendisine bey'at etmek üzere davet edildiği Kûfe'ye doğru yola çıktı. Bu yolculuk onun öldürülmesine sebep oldu. Zübeyir'in oğlu ise kurtuldu. Ona "Beytullah'a sığınan kişi" deniliyordu. Mekke'ye hakim oldu. Muaviye'nin oğlu Yezid, Medine'deki yöneticilerine ona karşı ordular göndermelerini emrediyordu. Sonunda Medine'liler Yezid'i halifelikten azletme konusunda anlaştılar.
"İzin ver" sözü, yadırgama amacıyla edebe uygun tarzda, zalim yöneticilerin hakkı kabul etmelerini kolaylaştırmak İçin söylenmiş bir sözdür.
Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem Onu insanlar haram kılmadı" sözü, insanların onu haram kılmak İçin anlaşma yapmadıklarını bunun Allah'ın vahyi ile olduğunu İfade etmektedir.
Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem yalnızca fetih günü savaşma izni verilmiştir. İzin verilen şey de ağaçların koparılması değil, savaşmaktır.
İsyankârı barındırmaz": Yani hiçbir isyankârı, kendisine had cezasının uygulanmasından koruyamaz.
Zimmetinde kan (borcu) olan hiçbir kaçağı": Yani bir kimseyi öldürmüş olan kişi, kendisine kısas yapılmasın diye Mekke'ye sığındığında Mekke onu koruyamaz.
İbn Battal şöyle demiştir: Amr cevap verirken lügat parçalamış, görünüşte hak olan bir söz ile batıl bir anlam kasdetmiştir. Çünkü bir sahabî kendisinin Mekke'ye savaş için ordu göndermesini yadırgamış, o ise Mekke'nin kısas uygulamaya engel olamayacağını söyleyerek cevap vermiştir. Bu doğrudur, ancak Zübeyir'in oğlu Abdullah, bu sayılanları gerektiren hiçbir suç işlememiştir. Bu hadisle ilgili geniş açıklamayı ve âlimlerin Mekke'de savaş yapma konusu ile İlgili farklı görüşlerini Hac bölümünde ele alacağız.
Hadisten Çıkan Bazı Sonuçlar
* Hadiste Mekke'nin şerefi yer almaktadır.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
37. (İlim Meclisinde) Mevcut Olan Kişi Orada Bulunmayan Kişiye İlmi Tebliğ Etsin
İbn Abbas radıyallahu anh bunu Hz. Peygamber'den Sallallahü Aleyhi ve Sellem aktarmıştır.
104- Ebû Şüreyh, (Abdullah İbn Zübeyr ile savaşmak üzere) Mekke'ye ordular gönderen Amr İbn Said'e şöyle dedi: "Ey emir! İzin ver de Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem Mekke fethinin ertesi günü insanlara yaptığı konuşmayı sana aktarayım. Bu konuşmayı kulaklarım duydu, kalbim ezberledi, gözlerim Hz. Peygamber'i Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu konuşmayı yaparken gördü. O Sallallahü Aleyhi ve Sellem Allah'a hamdü sena ettikten sonra şöyle dedi:
"Şüphesiz ki Mekke şehrini Allah haram kılmıştır. Onu insanlar haram kılmamıştır. Dolayısıyla Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kimsenin orada kan akıtması, ağaç kesmesi helal değildir. Şayet Allah'ın Resulünün burada savaş yapmasını gerekçe göstermek isteyen biri olursa ona şöyle söyleyin: Allah, Resulüne izin verdi, size izin vermedi. Ona da yalnızca günün bir bölümünde izin verdi, sonra onun haramlığı geri döndü. Dün o nasıl haramsa bugün de öyle haramdır. (Bu sözlerimi) burada olanlar olmayanlara iletsinler".
Ebû Şüreyh'e: "Amr {bu sözlere) ne dedi?" diye sordular. Ebû Şüreyh:
Amr şöyle dedi: Ben bunu senden daha iyi biliyorum ey Ebû Şüreyh. Ancak Mekke hiçbir isyankârı, zimmetinde kan olan bir kaçağı, kaçmış olan bîr hırsızı barındıramaz" dedi. [Hadisin geçtiği diğer yerler:1832,4295]
Açıklama
Abdullah İbnü'z-Zübeyr, Muaviye'nin oğlu Yezid'e bey'at etmekten kaçınarak Harem'e (Mekke'ye) sığındığında, Yezid'in Medine valisi olan Amr İbn Said onunla savaşmak üzere Mekke'ye ordular gönderiyordu. Bu olay meşhurdur. Özeti şu şekildedir: Muaviye kendisinden sonra oğlu Yezid'i hilafet için veliahd kıldı. Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin ve Hz. Zübeyir'in oğlu Abdullah dışındaki insanlar ona biat ettiler. Hz. Ebû Bekir'in oğlu Muaviye'den önce ölmüştü. Hz. Ömer'in oğlu ise, Muaviye'nin ardından onun oğlu Yezid'e bey'at etti. Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin, kendisine bey'at etmek üzere davet edildiği Kûfe'ye doğru yola çıktı. Bu yolculuk onun öldürülmesine sebep oldu. Zübeyir'in oğlu ise kurtuldu. Ona "Beytullah'a sığınan kişi" deniliyordu. Mekke'ye hakim oldu. Muaviye'nin oğlu Yezid, Medine'deki yöneticilerine ona karşı ordular göndermelerini emrediyordu. Sonunda Medine'liler Yezid'i halifelikten azletme konusunda anlaştılar.
"İzin ver" sözü, yadırgama amacıyla edebe uygun tarzda, zalim yöneticilerin hakkı kabul etmelerini kolaylaştırmak İçin söylenmiş bir sözdür.
Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem Onu insanlar haram kılmadı" sözü, insanların onu haram kılmak İçin anlaşma yapmadıklarını bunun Allah'ın vahyi ile olduğunu İfade etmektedir.
Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem yalnızca fetih günü savaşma izni verilmiştir. İzin verilen şey de ağaçların koparılması değil, savaşmaktır.
İsyankârı barındırmaz": Yani hiçbir isyankârı, kendisine had cezasının uygulanmasından koruyamaz.
Zimmetinde kan (borcu) olan hiçbir kaçağı": Yani bir kimseyi öldürmüş olan kişi, kendisine kısas yapılmasın diye Mekke'ye sığındığında Mekke onu koruyamaz.
İbn Battal şöyle demiştir: Amr cevap verirken lügat parçalamış, görünüşte hak olan bir söz ile batıl bir anlam kasdetmiştir. Çünkü bir sahabî kendisinin Mekke'ye savaş için ordu göndermesini yadırgamış, o ise Mekke'nin kısas uygulamaya engel olamayacağını söyleyerek cevap vermiştir. Bu doğrudur, ancak Zübeyir'in oğlu Abdullah, bu sayılanları gerektiren hiçbir suç işlememiştir. Bu hadisle ilgili geniş açıklamayı ve âlimlerin Mekke'de savaş yapma konusu ile İlgili farklı görüşlerini Hac bölümünde ele alacağız.
Hadisten Çıkan Bazı Sonuçlar
* Hadiste Mekke'nin şerefi yer almaktadır.
* Söylenmek İstenen bir sözden önce hamd-ü sena getirilir.
* Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem özgü bazı hükümler bulunmaktadır. Bu hükümler dışında Müslümanlar da onunla aynı hükümlere tabidir.
* Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem özgü bazı hükümler bulunmaktadır. Bu hükümler dışında Müslümanlar da onunla aynı hükümlere tabidir.
* Dinde nesih vaki olmuştur.
* Ebû Şüreyh, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem tebliğ emrine uyarak bu hadisi haber vermiştir. Bu onun üstünlüğünü göstermektedir.
105- Ebû Bekre radıyallahu anh Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Şüphesiz ki canlarınız, mallarınız (ve ırzlarınız) [Hadisi rivayet eden Muhammed "zannediyorum ki Peygamberimiz "ırzlarınız" kelimesini de kullandı" dediğinden bu bölümü parantez içinde verdik.] sizlere bu ayınızdaki bu gününüzün haram olması gibi haramdır. Dikkat edin burada bulunan, bulunmayana tebliğ etsin".
Muhammed şöyle derdi: Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem doğru söyledi. Onun dediği oldu. "Dikkat edin, tebliğ ettim mi? Tebliğ ettim mi?.[Bu hadis İlim bölümünün başında geçti.]
* Ebû Şüreyh, Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem tebliğ emrine uyarak bu hadisi haber vermiştir. Bu onun üstünlüğünü göstermektedir.
105- Ebû Bekre radıyallahu anh Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Şüphesiz ki canlarınız, mallarınız (ve ırzlarınız) [Hadisi rivayet eden Muhammed "zannediyorum ki Peygamberimiz "ırzlarınız" kelimesini de kullandı" dediğinden bu bölümü parantez içinde verdik.] sizlere bu ayınızdaki bu gününüzün haram olması gibi haramdır. Dikkat edin burada bulunan, bulunmayana tebliğ etsin".
Muhammed şöyle derdi: Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem doğru söyledi. Onun dediği oldu. "Dikkat edin, tebliğ ettim mi? Tebliğ ettim mi?.[Bu hadis İlim bölümünün başında geçti.]
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
8 Aralık 2018 Cumartesi
Bir Şey Duyduğunda, Bunun Aslını Öğrenmek İçin (Sözü Söyleyene) Müracaat Etmek
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
36. Bir Şey Duyduğunda, Bunun Aslını Öğrenmek İçin (Sözü Söyleyene) Müracaat Etmek
103- İbn Ebû Müleyke'nin belirttiğine göre Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem eşi Hz. Âişe radıyallahu anha, bir şey duyduğu zaman onu anlamak için mutlaka sözü söyleyene baş vururdu.
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Hesaba çekilene azap edilir" buyurdu.
Hz. Âişe radıyallahu anha diyor ki: Bunun üzerine ben Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem Yüce Allah Celle celaluhu "(Amel defterini sağ tarafından alan kişi) yakında kolay bir şekilde hesaba çekilecek [İnşikak,84/8.] buyurmuyor mu? diye sordum.
Bunun üzerine Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Bu, yalnızca arzdır. Kim ince hesaba çekilirse helak olur.[Hadisin geçtiği diğer yerler:4939,6536,6537.]
Açıklama
Arz" dan maksat, insanların mizana arz edilmeleridir.
Hesabın ince görülmesi azabı hak etme sonucunu doğurur. Çünkü kişinin iyilikleri Allah'ın kabul etmesine bağlıdır. Allah rahmeti ile bunları kabul etmezse kurtuluş gerçekleşmez.
Hadisten Çıkan Bazı Sonuçlar
* Hadisten, Hz. Aişe'nin radıyallahu anha hadislerin manalarını öğrenme konusunda ne kadar istekli olduğu anlaşılmaktadır.
* Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ilim konusunda kendisine müracaat edilmesinden sıkılmazdı.
* Münazara (ilmî tartışma) yapmak ve delil olarak sünnet getirildiğinde buna karşı Kur'an'dan âyet okumak caizdir.
* İnsanların hesapları farklı farklı olacaktır.
Soru Sormak
Bu gibi meseleleri sormak, "Açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın [Mâide,5/101] âyetindeki ve Enes'in radıyallahu anh rivayet ettiği "Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem bir şey sormamız yasaklandı" hadisindeki yasağın kapsamına girmez. Bu gibi soruları Hz. Âişe'den radıyallahu anha başkaları da sormuştur. Nitekim Hz. Hafsa radıyallahu anha Bedir Savaşına ve Hudeybiye'ye katılan kişi cehenneme girmez" hadisini duyunca "Yüce Allah: İçinizden oraya uğramayacak yoktur, buyurmuyor mu?" diye sormuş, kendisine âyetin devamında yer alan "Takva sahiplerini oradan kurtarırız" ifadesi ile cevap verilmiştir. 'İman edip de imanlarına zulüm karıştırmayanlar var ya.[En'âm,6/82] âyeti indiğinde sahabe "içimizden kendisine zulmetmeyen kim vardır ki?" diye sormuşlar, kendilerine buradaki zulümden kastın şirk olduğu belirtilerek cevap verilmiştir. Burada yer alan üç sorunun da ortak noktası, hesap, cehenneme girme ve zulüm konusunda ilk anda akla genel ifadenin gelmesidir. Onlara bunların tümünde kasdedilenin özel bir durum olduğu belirtilerek cevap verilmiştir. Ancak böyle durumlar sahabenin başına çok az gelmiştir. Bu onların anlayışlarının mükemmelliği ve Arapça'yı çok iyi bilmelerinden kaynaklanmaktadır. Karışık "meseleler ile ilgili soru soranların kınanması, bunun sırf zorluk çıkarmak için sorulmuş olması şeklinde yorumlanır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ancak kalplerinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak için Kur'an'ın müteşabih ayetlerinin peşine düşerler." [Âl-i İmrân,3/7] Hz. Aişe'nin radıyallahu anha rivayet ettiği hadiste de Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Bunlar (müteşabihler) hakkında soru soranları gördüğünüzde bilin ki bunlar Allah'ın (kalplerinde eğrilik olanlar diye) isimlendirdiği kimselerdir. Onlardan sakının". Bu yüzden Hz. Ömer radıyallahu anh, Sabîğ adındaki kişinin bu gibi şeyler hakkında çokça sorular sorduğunu görünce bunu yadırgamış ve onu cezalandırmıştır. Bunların tümünün açıklaması Kitap ve Sünnete Yapışmak konusunda gelecektir.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
36. Bir Şey Duyduğunda, Bunun Aslını Öğrenmek İçin (Sözü Söyleyene) Müracaat Etmek
103- İbn Ebû Müleyke'nin belirttiğine göre Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem eşi Hz. Âişe radıyallahu anha, bir şey duyduğu zaman onu anlamak için mutlaka sözü söyleyene baş vururdu.
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Hesaba çekilene azap edilir" buyurdu.
Hz. Âişe radıyallahu anha diyor ki: Bunun üzerine ben Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem Yüce Allah Celle celaluhu "(Amel defterini sağ tarafından alan kişi) yakında kolay bir şekilde hesaba çekilecek [İnşikak,84/8.] buyurmuyor mu? diye sordum.
Bunun üzerine Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Bu, yalnızca arzdır. Kim ince hesaba çekilirse helak olur.[Hadisin geçtiği diğer yerler:4939,6536,6537.]
Açıklama
Arz" dan maksat, insanların mizana arz edilmeleridir.
Hesabın ince görülmesi azabı hak etme sonucunu doğurur. Çünkü kişinin iyilikleri Allah'ın kabul etmesine bağlıdır. Allah rahmeti ile bunları kabul etmezse kurtuluş gerçekleşmez.
Hadisten Çıkan Bazı Sonuçlar
* Hadisten, Hz. Aişe'nin radıyallahu anha hadislerin manalarını öğrenme konusunda ne kadar istekli olduğu anlaşılmaktadır.
* Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem ilim konusunda kendisine müracaat edilmesinden sıkılmazdı.
* Münazara (ilmî tartışma) yapmak ve delil olarak sünnet getirildiğinde buna karşı Kur'an'dan âyet okumak caizdir.
* İnsanların hesapları farklı farklı olacaktır.
Soru Sormak
Bu gibi meseleleri sormak, "Açıklandığında hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın [Mâide,5/101] âyetindeki ve Enes'in radıyallahu anh rivayet ettiği "Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem bir şey sormamız yasaklandı" hadisindeki yasağın kapsamına girmez. Bu gibi soruları Hz. Âişe'den radıyallahu anha başkaları da sormuştur. Nitekim Hz. Hafsa radıyallahu anha Bedir Savaşına ve Hudeybiye'ye katılan kişi cehenneme girmez" hadisini duyunca "Yüce Allah: İçinizden oraya uğramayacak yoktur, buyurmuyor mu?" diye sormuş, kendisine âyetin devamında yer alan "Takva sahiplerini oradan kurtarırız" ifadesi ile cevap verilmiştir. 'İman edip de imanlarına zulüm karıştırmayanlar var ya.[En'âm,6/82] âyeti indiğinde sahabe "içimizden kendisine zulmetmeyen kim vardır ki?" diye sormuşlar, kendilerine buradaki zulümden kastın şirk olduğu belirtilerek cevap verilmiştir. Burada yer alan üç sorunun da ortak noktası, hesap, cehenneme girme ve zulüm konusunda ilk anda akla genel ifadenin gelmesidir. Onlara bunların tümünde kasdedilenin özel bir durum olduğu belirtilerek cevap verilmiştir. Ancak böyle durumlar sahabenin başına çok az gelmiştir. Bu onların anlayışlarının mükemmelliği ve Arapça'yı çok iyi bilmelerinden kaynaklanmaktadır. Karışık "meseleler ile ilgili soru soranların kınanması, bunun sırf zorluk çıkarmak için sorulmuş olması şeklinde yorumlanır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ancak kalplerinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak için Kur'an'ın müteşabih ayetlerinin peşine düşerler." [Âl-i İmrân,3/7] Hz. Aişe'nin radıyallahu anha rivayet ettiği hadiste de Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: "Bunlar (müteşabihler) hakkında soru soranları gördüğünüzde bilin ki bunlar Allah'ın (kalplerinde eğrilik olanlar diye) isimlendirdiği kimselerdir. Onlardan sakının". Bu yüzden Hz. Ömer radıyallahu anh, Sabîğ adındaki kişinin bu gibi şeyler hakkında çokça sorular sorduğunu görünce bunu yadırgamış ve onu cezalandırmıştır. Bunların tümünün açıklaması Kitap ve Sünnete Yapışmak konusunda gelecektir.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
7 Aralık 2018 Cuma
İlim (Öğretmek) İçin Kadınlara Özel Gün Ayrılır Mı?
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
35. İlim (Öğretmek) İçin Kadınlara Özel Gün Ayrılır Mı?
101- Ebû Sâid el-Hudrî radıyallahu anh Şöyle demiştir:
Kadınlar Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem Ey Allah'ın Resulü erkeklerden bize meydan kalmıyor. Bize kendinden bir gün ayır" dediler. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem de kadınlara bir gün belirledi. O günde kadınlarla buluşarak onlara vaaz verdi, bazı hususlan emretti. Emrettikleri arasında şu sözleri de vardı.
İçinizden âhirete (kendinden önce) üç çocuk yollayan her kadın için bu çocuklar cehenneme karşı bir siper olur".
Bir kadın: "Ya iki çocuk?" diye sordu.
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem iki çocuk da öyledir' buyurdu.[Hadisin geçtiği diğer yerler:1249,7310]
102- Ebû Hureyre'nin radıyallahu anh rivayetine göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Buluğa ulaşmamış üç çocuk" demiştir.[Hadisin geçtiği diğer yer:1250]
Açıklama
Kişinin günahlarının yazılması buluğdan sonra olduğu için, Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem burada "buluğdan önce" demiştir. Bunun sırrı şudur: Bu devirde onlar hakkında ana-babaya isyan söz konusu değildir. Bu sebeple söz konusu dönemde ölen çocuk için üzülmek daha şiddetli olur.
Hadis, sahabe kadınlarının din ile ilgili hususları öğrenmeye karşı ne kadar istekli olduklarını göstermektedir. Yine bu hadis vaatte bulunmanın caiz olduğunu anlatmaktadır. Müslümanların çocukları bu hadise göre cennettedir.
Bir kimsenin küçük yaşta ölen iki çocuğu da kendisi için cehenneme karşı siper olur. Bu, daha sonra Cenazeler bölümünde de geleceği üzere yalnızca kadınlara özgü bir hüküm değildir.[bkz.Cenazeler,6.,1249.hadis]
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
35. İlim (Öğretmek) İçin Kadınlara Özel Gün Ayrılır Mı?
101- Ebû Sâid el-Hudrî radıyallahu anh Şöyle demiştir:
Kadınlar Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem Ey Allah'ın Resulü erkeklerden bize meydan kalmıyor. Bize kendinden bir gün ayır" dediler. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem de kadınlara bir gün belirledi. O günde kadınlarla buluşarak onlara vaaz verdi, bazı hususlan emretti. Emrettikleri arasında şu sözleri de vardı.
İçinizden âhirete (kendinden önce) üç çocuk yollayan her kadın için bu çocuklar cehenneme karşı bir siper olur".
Bir kadın: "Ya iki çocuk?" diye sordu.
Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem iki çocuk da öyledir' buyurdu.[Hadisin geçtiği diğer yerler:1249,7310]
102- Ebû Hureyre'nin radıyallahu anh rivayetine göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Buluğa ulaşmamış üç çocuk" demiştir.[Hadisin geçtiği diğer yer:1250]
Açıklama
Kişinin günahlarının yazılması buluğdan sonra olduğu için, Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem burada "buluğdan önce" demiştir. Bunun sırrı şudur: Bu devirde onlar hakkında ana-babaya isyan söz konusu değildir. Bu sebeple söz konusu dönemde ölen çocuk için üzülmek daha şiddetli olur.
Hadis, sahabe kadınlarının din ile ilgili hususları öğrenmeye karşı ne kadar istekli olduklarını göstermektedir. Yine bu hadis vaatte bulunmanın caiz olduğunu anlatmaktadır. Müslümanların çocukları bu hadise göre cennettedir.
Bir kimsenin küçük yaşta ölen iki çocuğu da kendisi için cehenneme karşı siper olur. Bu, daha sonra Cenazeler bölümünde de geleceği üzere yalnızca kadınlara özgü bir hüküm değildir.[bkz.Cenazeler,6.,1249.hadis]
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
6 Aralık 2018 Perşembe
İlim Nasıl Kabzedilir?
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
34. İlim Nasıl Kabzedilir?
Ömer İbn Abdülaziz, Ebû Bekr İbn Hazm'a yazdığı mektupta şunları söyledi:
"Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem hadislerine bakarak bunları yaz. Çünkü ben ilmin ortadan kalkmasından ve âlimlerin gitmesinden (ölmesinden) korktum. Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem hadisinden başkasını kabul etme. (Âlimler) ilmi yaysınlar, bilmeyenlere ilim öğretmek için meclisler kursunlar. Çünkü İlim bir sır haline gelmedikçe helak olmaz".
100- Abdullah İbn Amr İbnü'l-Âs radıyallahu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu duydum: "Allah ilmi insanların arasından çekip almak suretiyle almaz. Ancak ilmi, âlimleri(n ruhunu) kabzetmek suretiyle alır. Geride hiçbir âlim bırakmadığında insanlar cahil kimseleri baş edinirler. Onlara soru sorulur, onlar da bilgisiz olarak fetva verirler ve böylece hem kendileri saparlar, hem de başkalarını saptırırlar.[Hadisin geçtiği diğer yer:7207]
Açıklama
Ömer İbn Abdülaziz'in "hadisleri yaz" sözünden hadis yazımının başladığı anlaşılmaktadır. Bundan önce insanlar ezbere dayanıyorlardı, Ömer İbn Ab-dülaziz, hicrî yüzüncü yılın başında âlimlerin ölümü ile ilmin gitmesinden korkunca hadislerin yazımının hadisleri koruyacağını ve baki kılacağını düşündü.
"Allah ilmi insanların arasından çekip almak suretiyle almaz": Yani Allah göğüslerde (zihinlerde) olan İlmi silmek, unutturmak suretiyle almaz.
Ahmed b. Hanbel ve Taberânî'nin Ebû Ümâme'den radıyallahu anh rivayetlerine göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu sözü veda haccı sırasında söylemiştir. Ebû Ümâme radıyallahu anh şöyle demiştir: "Veda Haccında Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "İlim kabzedilmeden veya kaldırılmadan önce ilmi alınız". Bunun üzerine bir bedevi "İlim nasıl kaldırılır?" diye sordu, Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem de üç kere: "Dikkat edin! ilmîn gitmesi, ilmi taşıyanların (alimlerin) gitmesiyle olur" buyurdu.
İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: İlmin göğüslerden (kafalardan, zihinlerden) silinmesi aslında Allah'ın kudreti dahilindedir. Ancak bu hadis, ilmin bu şekilde kaldırılmayacağını göstermektedir.
"Bilgisizce fetva verirler" ifadesi "kendi görüşleri ile fetva verirler" şeklinde de rivayet edilmiştir. Bu hadis ilmi ezberlemeye (korumaya) teşvik etmekte, cahil kişileri başkan seçmekten de sakındırmaktadır, Burada gerçek anlamda başkanlık demek fetva vermek demektir. Bilgisizce fetva vermeye kalkışanlar kınanmıştır.
Alimlerin çoğunluğu "belirli bir dönemde müctehid bulunmayabilir" şeklindeki görüşlerine bu hadisi delil getirmişlerdir. İşler Allah'ın elindedir, o dilediğini yapar.
Bu meseleye Kitap ve Sünnete Sarılmak konusunda yeniden döneceğiz.[bkz.7307.hadis]
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
34. İlim Nasıl Kabzedilir?
Ömer İbn Abdülaziz, Ebû Bekr İbn Hazm'a yazdığı mektupta şunları söyledi:
"Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem hadislerine bakarak bunları yaz. Çünkü ben ilmin ortadan kalkmasından ve âlimlerin gitmesinden (ölmesinden) korktum. Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem hadisinden başkasını kabul etme. (Âlimler) ilmi yaysınlar, bilmeyenlere ilim öğretmek için meclisler kursunlar. Çünkü İlim bir sır haline gelmedikçe helak olmaz".
100- Abdullah İbn Amr İbnü'l-Âs radıyallahu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğunu duydum: "Allah ilmi insanların arasından çekip almak suretiyle almaz. Ancak ilmi, âlimleri(n ruhunu) kabzetmek suretiyle alır. Geride hiçbir âlim bırakmadığında insanlar cahil kimseleri baş edinirler. Onlara soru sorulur, onlar da bilgisiz olarak fetva verirler ve böylece hem kendileri saparlar, hem de başkalarını saptırırlar.[Hadisin geçtiği diğer yer:7207]
Açıklama
Ömer İbn Abdülaziz'in "hadisleri yaz" sözünden hadis yazımının başladığı anlaşılmaktadır. Bundan önce insanlar ezbere dayanıyorlardı, Ömer İbn Ab-dülaziz, hicrî yüzüncü yılın başında âlimlerin ölümü ile ilmin gitmesinden korkunca hadislerin yazımının hadisleri koruyacağını ve baki kılacağını düşündü.
"Allah ilmi insanların arasından çekip almak suretiyle almaz": Yani Allah göğüslerde (zihinlerde) olan İlmi silmek, unutturmak suretiyle almaz.
Ahmed b. Hanbel ve Taberânî'nin Ebû Ümâme'den radıyallahu anh rivayetlerine göre Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu sözü veda haccı sırasında söylemiştir. Ebû Ümâme radıyallahu anh şöyle demiştir: "Veda Haccında Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "İlim kabzedilmeden veya kaldırılmadan önce ilmi alınız". Bunun üzerine bir bedevi "İlim nasıl kaldırılır?" diye sordu, Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem de üç kere: "Dikkat edin! ilmîn gitmesi, ilmi taşıyanların (alimlerin) gitmesiyle olur" buyurdu.
İbnü'l-Müneyyir şöyle demiştir: İlmin göğüslerden (kafalardan, zihinlerden) silinmesi aslında Allah'ın kudreti dahilindedir. Ancak bu hadis, ilmin bu şekilde kaldırılmayacağını göstermektedir.
"Bilgisizce fetva verirler" ifadesi "kendi görüşleri ile fetva verirler" şeklinde de rivayet edilmiştir. Bu hadis ilmi ezberlemeye (korumaya) teşvik etmekte, cahil kişileri başkan seçmekten de sakındırmaktadır, Burada gerçek anlamda başkanlık demek fetva vermek demektir. Bilgisizce fetva vermeye kalkışanlar kınanmıştır.
Alimlerin çoğunluğu "belirli bir dönemde müctehid bulunmayabilir" şeklindeki görüşlerine bu hadisi delil getirmişlerdir. İşler Allah'ın elindedir, o dilediğini yapar.
Bu meseleye Kitap ve Sünnete Sarılmak konusunda yeniden döneceğiz.[bkz.7307.hadis]
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
5 Aralık 2018 Çarşamba
Hadise Karşı Hırslı Olmak
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
33. Hadise Karşı Hırslı Olmak
99- Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle soruldu [Burada soruyu soran Ebû Hureyre'nin kendisidir] "Ey Allah'ın Resulü! Kıyamet gününde senin şefaatinden dolayı en çok mutlu olacak olan kimdir?" Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Gerçekten senin hadise karşı olan hırsını bildiğim için bu soruyu senden önce hiç kimsenin sormayacağını tahmin ediyordum. Kıyamet gününde benim şefaatimden en çok mutlu olacak olan kişi samimi bir kalple (nefisle) "Lâ ilahe illallah" diyen kimsedir.[Hadisin geçtiği diğer yer:6570]
Açıklama
Bu hadis Ebû Hureyre'nin radıyallahu anh üstünlüğünü ve ilim öğrenmek için hırslı olmanın faziletini göstermektedir.
"Lâ ilahe illallah diyen kimse" ifadesi ile müşrik dışarıda bırakılmaktadır. Aslında burada "Muhammedün resûlullah" sözü de kasdedilmektedir. Ancak İman konusunda da geçtiği gibi "Lâ ilahe illallah" her ikisinin de şiarı olduğundan kelime-i şehadetin ilk bölümünü söylemekle yetinilmiştir.[İman,2., 8.hadis]
"Kalbinden samimi olarak" sözü ile münafık dışarıda bırakılmıştır.
Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem Şefaati
Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şefaatine nail olan herkes mutlu olmakla birlikte, ihlaslı mümin bu konuda en mutlu olan kişidir. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem mahşer halkı için, mahşer meydanının korkunçluklarının giderilmesi bazı kâfirlerin azabının hafifletilmesi için şefaat edecek. Nitekim amcası Ebû Talip bunlardandır. Cehenneme giren bazı müminlerin oradan çıkarılması, cehenneme girmeyi hak eden bazı müminlerin oraya girmemesi, bazı müminlerin cennete hesapsız olarak doğrudan girmeleri, ve bazı müminlerin cennette derecelerinin yükselmesi İçin şefaat edecek.
Bu sayılanların tümünün, şefaatten dolayı duyacakları mutlulukta ortak oldukları anlaşılmaktadır. Ancak bunlar İçinde en mutlu olan İhlaslı mümindir.
Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem "lâ ilahe illallah diyen kimse" sözü, kelime-i şehadeti söylemenin şart olduğunu göstermektedir.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
33. Hadise Karşı Hırslı Olmak
99- Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle soruldu [Burada soruyu soran Ebû Hureyre'nin kendisidir] "Ey Allah'ın Resulü! Kıyamet gününde senin şefaatinden dolayı en çok mutlu olacak olan kimdir?" Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: "Gerçekten senin hadise karşı olan hırsını bildiğim için bu soruyu senden önce hiç kimsenin sormayacağını tahmin ediyordum. Kıyamet gününde benim şefaatimden en çok mutlu olacak olan kişi samimi bir kalple (nefisle) "Lâ ilahe illallah" diyen kimsedir.[Hadisin geçtiği diğer yer:6570]
Açıklama
Bu hadis Ebû Hureyre'nin radıyallahu anh üstünlüğünü ve ilim öğrenmek için hırslı olmanın faziletini göstermektedir.
"Lâ ilahe illallah diyen kimse" ifadesi ile müşrik dışarıda bırakılmaktadır. Aslında burada "Muhammedün resûlullah" sözü de kasdedilmektedir. Ancak İman konusunda da geçtiği gibi "Lâ ilahe illallah" her ikisinin de şiarı olduğundan kelime-i şehadetin ilk bölümünü söylemekle yetinilmiştir.[İman,2., 8.hadis]
"Kalbinden samimi olarak" sözü ile münafık dışarıda bırakılmıştır.
Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem Şefaati
Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem şefaatine nail olan herkes mutlu olmakla birlikte, ihlaslı mümin bu konuda en mutlu olan kişidir. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem mahşer halkı için, mahşer meydanının korkunçluklarının giderilmesi bazı kâfirlerin azabının hafifletilmesi için şefaat edecek. Nitekim amcası Ebû Talip bunlardandır. Cehenneme giren bazı müminlerin oradan çıkarılması, cehenneme girmeyi hak eden bazı müminlerin oraya girmemesi, bazı müminlerin cennete hesapsız olarak doğrudan girmeleri, ve bazı müminlerin cennette derecelerinin yükselmesi İçin şefaat edecek.
Bu sayılanların tümünün, şefaatten dolayı duyacakları mutlulukta ortak oldukları anlaşılmaktadır. Ancak bunlar İçinde en mutlu olan İhlaslı mümindir.
Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem "lâ ilahe illallah diyen kimse" sözü, kelime-i şehadeti söylemenin şart olduğunu göstermektedir.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
4 Aralık 2018 Salı
Söylediği Söz Anlaşılsın Diye Üç Kere Tekrarlamak
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
30. Söylediği Söz Anlaşılsın Diye Üç Kere Tekrarlamak
İbn Ömer radıyallahu anh Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Tebliğ ettim mi?" sözünü üç kere tekrarladığını söylemiştir.
94- Enes radıyallahu anh şöyle demiştir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem selâm verdiğinde üç kere verirdi. Bir söz söylediğinde bunu üç kere tekrarlardı.[Hadisin geçtiği diğer yerler:95,6244]
95- Enes radıyallahu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bir söz söylediğinde, sözü anlaşılsın diye üç kere tekrar ederdi. Bir topluluğa uğrayıp da selam verdiğinde üç kere selam verirdi."
Açıklama
İsmâilî, Ebû Musa radıyallahu anh ve diğerlerinin rivayetinde Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem ve birinin evine girmek için izin İstemek maksadıyla selâm verdiğinde bunu üç kere tekrarladığını söylenmiştir. Ancak bir yere uğrayarak selâm verme durumunda Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem selamı tekrarlamadığı bilinmektedir.
Ben (İbn Hacer) derim ki: Buhârî de aynen bu şekilde düşündüğü için İzin isteme bölümünde bu hadisi, Ebû Musa'nın Hz. Ömer'le radıyallahu anhum arasında geçen konu ile ilgili diğer hadisle birlikte rivayet etmiştir. Ancak Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem selâmının duyulmadığını düşündüğü durumlarda da selâmını tekrarlamış olabilir.
96- Abdullah İbn Amr'ın radıyallahu anh şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Bir yolculukta Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bizden arkada kaldı. Sonradan bize yetişti. Namaz vakti gelmişti. Biz de abdest alıyor ve acele bitirelim diye ayaklarımıza mesh ediyorduk. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem en yüksek sesi ile iki veya üç kere şöyle bağırdı:
Ateşte yanacak topukların vay haline!"
Açıklama
"Iki veya üç kere bağırdı" İfadesinden anlaşıldığına göre, sözü üç kere tekrarlamak şart değildir. Tekrarın asıl maksadı bir şeyi karşı tarafa tam olarak kavratmaktır. Tekrar olmadan bu sağlanıyorsa tekrara gerek yoktur.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
30. Söylediği Söz Anlaşılsın Diye Üç Kere Tekrarlamak
İbn Ömer radıyallahu anh Hz. Peygamber'in Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Tebliğ ettim mi?" sözünü üç kere tekrarladığını söylemiştir.
94- Enes radıyallahu anh şöyle demiştir: "Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem selâm verdiğinde üç kere verirdi. Bir söz söylediğinde bunu üç kere tekrarlardı.[Hadisin geçtiği diğer yerler:95,6244]
95- Enes radıyallahu anh şöyle demiştir: Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bir söz söylediğinde, sözü anlaşılsın diye üç kere tekrar ederdi. Bir topluluğa uğrayıp da selam verdiğinde üç kere selam verirdi."
Açıklama
İsmâilî, Ebû Musa radıyallahu anh ve diğerlerinin rivayetinde Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem ve birinin evine girmek için izin İstemek maksadıyla selâm verdiğinde bunu üç kere tekrarladığını söylenmiştir. Ancak bir yere uğrayarak selâm verme durumunda Hz. Peygamberin Sallallahü Aleyhi ve Sellem selamı tekrarlamadığı bilinmektedir.
Ben (İbn Hacer) derim ki: Buhârî de aynen bu şekilde düşündüğü için İzin isteme bölümünde bu hadisi, Ebû Musa'nın Hz. Ömer'le radıyallahu anhum arasında geçen konu ile ilgili diğer hadisle birlikte rivayet etmiştir. Ancak Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem selâmının duyulmadığını düşündüğü durumlarda da selâmını tekrarlamış olabilir.
96- Abdullah İbn Amr'ın radıyallahu anh şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Bir yolculukta Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem bizden arkada kaldı. Sonradan bize yetişti. Namaz vakti gelmişti. Biz de abdest alıyor ve acele bitirelim diye ayaklarımıza mesh ediyorduk. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem en yüksek sesi ile iki veya üç kere şöyle bağırdı:
Ateşte yanacak topukların vay haline!"
Açıklama
"Iki veya üç kere bağırdı" İfadesinden anlaşıldığına göre, sözü üç kere tekrarlamak şart değildir. Tekrarın asıl maksadı bir şeyi karşı tarafa tam olarak kavratmaktır. Tekrar olmadan bu sağlanıyorsa tekrara gerek yoktur.
3 Aralık 2018 Pazartesi
Devlet Başkanı Ve Muhaddisin Yanında Diz Üstü Oturmak
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabb'il âlemin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
29. Devlet Başkanı Ve Muhaddisin Yanında Diz Üstü Oturmak
93- Zührî şöyle demiştir: Enes İbn Mâlik radıyallahu anh bana şunu haber verdi:
Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem minbere çıktı. Abdullah İbn Huzâfe radıyallahu anh ayağa kalkarak "Benim babam kimdir?" diye sordu. Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem Baban Huzâfe'dir" buyurdu. Sonra Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Bana sorunuz" sözünü çokça tekrarladı. Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh dizleri üzerine oturarak şöyle dedi; "Biz Rab olarak Allah'tan, din olarak İslam'dan ve peygamber olarak da Muhammed'den razıyız.[Hadisin geçtiği diğer yerler:540,749,4621,6362,6468,6486,7089,7090,7091,7294,7295]
Açıklama
İbn Battal, Hz. Ömer'in radıyallahu anh "Biz Rab olarak Allah'tan..." sözü ile ilgili olarak şöyle demiştir: Hz. Ömer radıyallahu anh, Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem sorulan bu soruların zorluk çıkarma (inat) veya şüphe sebebiyle sorulduğunu anlamış, bu sebeple bir ceza indirilmesinden korkarak bu sözü söylemiştir. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Hz. Ömer'in radıyallahu anh bu sözünden hoşnut olmuş ve susmuştur.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
"Fethu'l-Bari" (Sahih-i Buhari Şerhi)
3. BÖLÜM İLİM
29. Devlet Başkanı Ve Muhaddisin Yanında Diz Üstü Oturmak
93- Zührî şöyle demiştir: Enes İbn Mâlik radıyallahu anh bana şunu haber verdi:
Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem minbere çıktı. Abdullah İbn Huzâfe radıyallahu anh ayağa kalkarak "Benim babam kimdir?" diye sordu. Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem Baban Huzâfe'dir" buyurdu. Sonra Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem "Bana sorunuz" sözünü çokça tekrarladı. Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh dizleri üzerine oturarak şöyle dedi; "Biz Rab olarak Allah'tan, din olarak İslam'dan ve peygamber olarak da Muhammed'den razıyız.[Hadisin geçtiği diğer yerler:540,749,4621,6362,6468,6486,7089,7090,7091,7294,7295]
Açıklama
İbn Battal, Hz. Ömer'in radıyallahu anh "Biz Rab olarak Allah'tan..." sözü ile ilgili olarak şöyle demiştir: Hz. Ömer radıyallahu anh, Hz. Peygamber'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem sorulan bu soruların zorluk çıkarma (inat) veya şüphe sebebiyle sorulduğunu anlamış, bu sebeple bir ceza indirilmesinden korkarak bu sözü söylemiştir. Hz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Hz. Ömer'in radıyallahu anh bu sözünden hoşnut olmuş ve susmuştur.
Sallallahu ve sellem ve ala seyyidina Muhammed ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Ve’l hamdüli’llahi rabbi’l âlemin.
2 Aralık 2018 Pazar
AL-İ İMRAN SÛRESİ 169-175. ayetlerin tefsiri
Allah Yolunda Cihad Eden Şehitlerin Mevkii
169- Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar Rableri katında diridirler, rızıklanırlar.
170- Allah'ın lütfundan kendilerine verdiği ile sevinç içindedirler. Arkalarından henüz kendilerine katılamayanlara da, "Kendileri için hiç bir korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir" diye müjdelemek isterler.
171- Onlar Allah'tan bir nimet ve bir lütfu ile Allah'ın müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesini de vermek isterler.
172- Yaralandıktan sonra yine Allah'ın ve peygamberin çağrısına koşanlar, içlerinden iyilik yapanlar ve sakınanlar için büyük bir mükâfat vardır.
173- Onlar öyle kimselerdir ki insanlar onlara, "İnsanlar size karşı bir ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun" dediler ve bu, onların imanını artırdı ve, "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler.
174- Sonra da kendilerine hiç bir zarar dokunmaksızın Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler. Allah'ın rızasına da uydular. Allah pek büyük lütuf sahibidir.
175- İşte bu şeytandır, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, benden korkun! Eğer gerçek müminler iseniz.
Nüzul Sebebi
196. ayet olan, "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma" ayet-i kerimesinin nüzulü ile ilgili olarak Ahmed, Davud ve Hâkim, İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: Uhud'da kardeşleriniz isabet alınca Allah onların ruhlarını yeşil kuşların kursaklarına yerleştirdi. Bu kuşlar cennet nehirlerine varır ve oranın meyvelerinden yerler. Arş'ın gölgesinde altından bir takım kandillere doğru gider, sığınırlar. Yediklerinin, içtiklerinin güzel, dinlendikleri yerin iyi olduğunu görünce şöyle dediler: Keşke kardeşlerimiz Allah'ın bize yaptıklarını bilseler. Ta ki cihad konusunda gevşeklik göstermesinler, savaştan yüz çevirmesinler. Yüce Allah şöyle buyurdu: Sizin yerinize bunu onlara ben bildireceğim. Bunun üzerine, "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma..." ayeti ve ondan sonraki ayetler nazil oldu.
Yüce Allah'ın, "Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve peygamberin çağrısına koşanlar..." diye başlayan 172. ayet-i kerimenin nüzulü ile ilgili olarak İbni Cerir et-Taberî İbni Abbas'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Uhud günü meydana gelen olaylardan sonra Allah o gün Ebu Süfyan'ın kalbine korkuyu saldı; o da Mekke'ye geri döndü. Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Ebu Süfyan size bir parça zarar verdi. Artık geri dönmüş bulunuyor, Allah onun kalbine korkuyu saldı." Uhud vakası Şevval ayında olmuştu. Tüccarlar Medine'ye Zilkade ayında gelir ve küçük Bedir'de konaklarlardı. Bu sırada da Uhud vakasından sonra gelmiş bulunuyorlardı. Müminler yara almışlardı. Bundan dolayı da şikayette bulundular. Resulullah (s.a.) ise kendisiyle birlikte ashabının savaşa çıkmalarını teşvik etti. Şeytan geldi, kendi dostlarını korkuttu (onların dedikleri korkuyu salmaya çalıştı) ve dedi ki: "İnsanlar (müşrikler) sizin için ordu topladılar." Bunun üzerine Hz. Peygamberle birlikte gitmek istemediler. Resulullah (s.a.) da, "İsterse arkamdan hiç kimse gelmesin ben gidiyorum" diye buyuranca Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Zübeyr, Saad, Talha, Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Mes'ud, Huzeyfe b. el-Yeman ve Ebu Ubeyde b. el-Cerrah, yetmiş kişi ile birlikte (Allah hepsinden razı olsun) onunla birlikte yola çıktılar. Ebu Süf-yan'ı takip etmek üzere yola koyuldular. es-Safra denilen yere varıncaya kadar onu takip ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah, "Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve peygamberinin çağrısına koşanlar..." ayetini indirdi.
Taberanî sahih bir senedle İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Müşrikler Uhud'dan geri dönünce şöyle dediler: "Ne Muhammed'i öldürdünüz, ne de arkanıza yıldızları taktınız, siz ne kötü iş yaptınız, haydi geri dönünüz." Resulullah (s.a.) bunu işitince Müslümanların savaşa çıkmalarını istedi. Onlar da onunla birlikte savaşa çıktılar ve Hamrâul-Esed'e yahut da Ebu Utbe kuyusuna varıncaya kadar yola devam ettiler. Yüce Allah da, "Yara aldıktan sonra bile yine Allah'ın ve Peygamberinin çağrısına koşanlar..." ayetini indirdi. Ebu Süfyan Resulullah (s.a.)'a şöyle demişti: "Seninle sözleşme yerimiz arkadaşlarımızı öldürdüğünüz yer olan Bedir panayırıdır." Korkak kimseler geri döndü, kahraman ve yiğit kimseler ise savaş için gerekli hazırlığı yaptı, oraya gittiler ve orada kimseyi göremediler. Alışverişte bulundular. Bunun üzerine Yüce Allah, "Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler" ayetini indirdi.
İbni Merdûveyh, Ebu Râfi'den rivayetine göre Resulullah (s.a.) Hz. Ali'yi beraberindeki bir grup ile birlikte Ebu Süfyan'ı takip etmek üzere gönderdi. Huzaalılara mensup bir bedevi onlarla karşılaştı ve şöyle dedi: "Bunlar sizin için asker toplamış bulunuyorlar." Hz. Ali ve beraberindekiler, "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. [37]
Hamrâu'1-Esed Gazası:
Rivayet edildiğine göre Ebu Süfyan ve arkadaşları Uhud'dan geri dönüp -Mekke ile Medine arasında bir yer olan- er-Ravhâ denilen yere ulaştıklarında pişman oldular, geri dönmek istediler. Maksatları geri kalan müminleri de öldürmekti. Resulullah (s.a.) durumu haber alınca onları korkutmak, kendisinin ve arkadaşlarının gücünü onlara göstermek istedi. O bakımdan arkadaşlarını harbe çıkmaya çağırdı ve şöyle dedi: "Bizimle birlikte dün bizimle hazır bulunanların dışında kimse çıkmasın." Resulullah (s.a.) Ashabından bir grup ile yola koyuldu. -Medine'den 8 mil uzaklıkta bir yer olan- Hamrâul Esed diye bilinen yere ulaşıncaya kadar yola devam ettiler. Hz. Peygamberin arkadaşları yaralı idi. Bu sıkıntılara katlanmak için kendilerini zorladılar. Ta ki ecir ve mükâfattan mahrum kalmasınlar. Yüce Allah da müşriklerin kalplerine korku yerleştirdi. Bunun üzerine süratle Mekke'ye gittiler. Buna dair bu ayet-i kerime nazil oldu.
Bu olay Hamrâul-Esed gazası adını alır. Uhud gazasının tamamlayıcısıdır. [38]
Küçük Bedir Gazası:
İbni Abbas, Mücahid ve Ikrime, "İnsanlar kendilerine ... dediler." ayetinin Küçük Bedir gazası hakkında nazil olduğunu rivayet etmişlerdir. Bu gaza kısaca şöyledir: Ebu Süfyan Uhud'dan ayrılmak istediğinde şöyle demişti: "Ey Muhammed, dilediğin takdirde seninle buluşma vaktimiz gelecek Bedir panayırı olsun." Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu, "İnşaallah bu bizimle sizin buluşma vaktimiz olsun." Ertesi sene Ebu Süfyan Mekkelilerle birlikte yola çıktı. Merr ez-Zahrân taraflarında Micenne denilen yerde konakladı. Allah kalbine korku saldı. Geri dönmek istedi. Bu sırada Umre yapıp geri dönmüş bulunan Nuaym b. Mes'ud ile karşılaştı.
Ebu Süfyan ona şöyle dedi: "Ben Muhammed ve arkadaşlarıyla Bedir panayırında buluşmak üzere sözleşmiş idim. Bu yıl ise bir kıtlık yılıdır. Meraların bol olduğu ve bol bol süt içeceğimiz bir yıl dışında böyle bir işe kalkışmamız uygun değildir. Şimdiden geri dönmek kanaatine sahip oldum. Fakat Muhammed oraya gelirken benim gitmemem de hoşuma gitmez. Çünkü bu, onların cesaretlerini artıracaktır. Haydi Medine'ye git, onların çıkmalarını önleyecek şekilde cesaretlerini kıracak sözler söyle. Buna karşılık sana Süheyl b. Amr'ın yanında emanet olarak bırakacağım on deve var."
Nuaym Medine'ye vardığında Müslümanların Ebu Süfyan'a verdikleri söz için hazırlık yaptıklarını gördü. Onlara şöyle dedi: "Bu uygun bir görüş değildir. Onlar yurtlarınızda kaldığınız yerde size geldiler. Kaçanlar dışında sizden kimse kurtulamadı. Şimdi de onların karşısına çıkmak mı istiyorsunuz? Bu panayır yerinde size karşı pek çok asker toplamış bulunuyorlar. Allah'a yemin ederim, sizden kimse kurtulamayacaktır." Nuaym'ın söylediği bu sözlerin bazılarının üzerinde büyük bir etkisi oldu.
Resulullah (s.a.) ise şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, yalnız başıma olsam dahi mutlaka çıkacağım." Hz. Peygamber beraberinde yetmiş süvari ile birlikte, "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" diyerek yola çıktılar. Küçük Bedir'e, sözleştikleri yere ulaşıncaya kadar yollarına devam ettiler. Hz. Peygamber orada sekiz gün süre ile kaldı. Ebu Süfyan'ın gelmesini bekledi, kimse ile karşılaşmadı. Çünkü Ebu Süfyan ordusu ile birlikte Mekke'ye geri dönmüştü. Beraberinde bin kişi vardı. Mekkeliler bu orduya "Sevîk ordusu" adını verdi ve onlara "Sizler sevik içmek (yemek) için çıktınız" dediler.
Müslümanlar Bedir pazarına vardılar. Beraberlerinde para ve ticaret malları vardı. Bunları sattılar, bunların yerine yiyecek ve kuru üzüm aldılar. Bir dirheme iki dirhem kâr ettiler. Medine'ye esenlikle ve kâr elde etmiş olarak geri döndüler. [39]
Açıklaması
Ayet-i kerime Uhud şehitleri hakkındadır.
Yüce Allah şehitler hakkında dünyada öldürülmüş olsalar dahi ahiret yurdunda ruhlarının diri ve rızıklanır halde olduğunu haber vermektedir. Hitap Resulullah (s.a.)'a veya herkesedir. Anlamı şudur: Ey daha önce geçen münafıkların sözünü işiten kişi! Sen, Allah yolunda öldürülenleri, dünyada iken yapmış oldukları amelleri karşılığında mükâfat görmeyen ölüler sanmayasın. Bilakis onlar bir başka âlemde diridirler. Rableri katında yakınlaştırılmış mevki sahibidirler. Yüce Allah'ın, "Rabbinin yanında olanlar..." (Fussilet, 41/38) buyruğunda da işaret edildiği gibi. Sair canlılar nasıl nzıklanıyorlarsa onlar da öylece rızıklanırlar; yerler, içerler. Bu ise onların hayatta oluşlarını daha bir pekiştirmekte ve Allah'ın rızkı ile gelen nimetler içerisinde olduklarını ifade eden hallerini nitelendirmektedir.
Burada "Allah katında" olmakla kendilerinden söz edilmesi, onların üstünlüklerine, yüksek mevkilerine ve şereflerine bir işarettir. Oldukça yakın olmalarını gerektiren bir tabirdir. Yoksa burada "yanında olmak" mekân, mesafe, yakınlık ve sınır itibariyle değildir. Kur'an-ı Kerim'in şehitler hakkında tespit ettiği bu hayat, gaybî bir hayattır. Biz bunun hakikatini idrak edemeyiz. Ancak Kur'an-ı Kerim'in haber ettiği şekilde bu hayata iman ederiz. Yüce Allah'ın, "Rableri katında diridirler, rızıklanırlar" buyruğunda bir muzaf hazfedilmiştir ki, takdiri şöyledir: Rablerinin lütuflarının yanındadırlar.
Bu şehitler ebedî nimetler, büyük lütuflar, şehitlik sebebiyle başkalarına üstün kılınmak gibi orada gördükleri şeylerle sevinç içerisindedirler. Aynı şekilde onlar henüz Allah yolunda öldürülmemiş mücahit kardeşlerinin durumundan dolayı da sevinirler. Bunlar henüz şehit olmamakla birlikte, aynı yol üzerinde gitmektedirler. Kendilerinden önce giden şehit kafilelerinin izine uymaktadırlar. Bu şehitler Rablerinin kendileri için hazırlamış olduğu güzel mükâfatı gördüler. Hoşa gitmeyen şeylerden yana korkunun, kaybettiklerine üzülmenin bulandırmadığı ebedî hayattır bu mükâfat.
Bu şehitler aynı zamanda amelleri karşılığında kendilerine tekrarlanıp duracak şekilde verilen ecir ve sevaptan, Yüce Allah'ın cennetten ve cennetteki nimetlerden kendilerine verdiği ilâhî lütuftan dolayı da sevinirler. Bu ayet-i kerimede geçen lütuf, sözü geçen nimetlerdir. Allah onlara ecir verir. Yani onlar Allah'tan gelen nimetlerle sevinirler. Allah'ın müminlerin ecirlerini boşa çıkarmamasından dolayı da sevinç içindedirler.
Bu cümle daha önce geçen, "Kendileri için hiç bir korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir" şeklindeki ifadenin bir açıklaması şeklindedir. Çünkü Allah'ın nimeti içinde olan bir kimse ebediyyen üzülmez. İşlediği amellerin sevabı kendisi için (ecri verilmek üzere) saklanılan kimsenin akibetinden korkulmaz.
İşte bunlar cihada bir teşvik olup şehadet arzusuna özlem duyuran ifadelerdir. İmam Ahmed'in rivayetine göre İbni Abbas şöyle demiştir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: "Kardeşleriniz Uhud günü isabet alınca Allah onların ruhlarını yeşil kuşların kursaklarına yerleştirdi. Bunlar cennet ırmaklarına gidiyor, cennet meyvelerinden yiyor ve Arş'ın gölgesinde altından kandillerin altına sığınıyor..."
Daha sonra Yüce Allah sevaplarının artmasının sebebi olan güzel amel sahibi olmakla onları nitelendirmekte ve Resulullah (s.a.)'ın Uhud Gazası akabinde Hamrâu'1-Esed gazvesinde Ebu Süfyan ile karşılaşmak üzere gitmekle Peygamber (s.a.)'in çağrısını çabucak kabul eden bu mücahitler için cihad ve kahramanlıkları ile mütenasip büyük bir ecir sahibi olduklarını haber vermektedir. Bunlar Uhud günü aldıkları yaralara ve içinde bulundukları acılara rağmen, bu çağrılara icabet ederek oralara gitmişlerdi.
Yüce Allah'ın, "Onlardan" ifadesi bu çağrıyı kabul eden kimselerin büyük lütuf ve ecre nail olduğuna işaret etmektedir. Geri kalanların ise kendileri ile ilgili yahut aileleri dolayısıyla kabul edilebilir mani ve özürleri vardı.
Daha sonra Yüce Allah Uhud Gazasının ertesi yılında Küçük Bedir gazasına katılanların da şanını yüceltmektedir. Bunlar, insanlar kendilerine –yani halen müşrik olan Eşcalı Nuaym b. Mes'ud'un kendilerine- şu sözleri söylemesine rağmen gazaya çıkmışlardı:" İnsanlar yani Ebu Süfyan ve onun yardımcıları sizinle savaşmak üzere size karşı kalabalık ordular topladı. Onlardan korkun, çekinin, onlara karşı çıkmayın. "Bu sözler ise onların Allah'a olan imanlarını, onun vaadine güvenlerini, dini üzere sebatlarını artırmıştı. Çünkü onlar Allah'ın desteğine, yardımına, zaferine güvendiler. Tüm bunlardan önce ise niyetleri samimi idi. Sonuçlar ne olursa olsun müşriklerle karşılaşmak kararlılıkları daha da arttı. Bu da Yüce Allah'ın Hendek (Ahzab) gazvesinde müminleri niteleyici şu buyruklarını andırmaktadır: "Müminler ahzabı gördüklerinde dediler ki: "Allah'ın ve Rasulünün bize vaad ettiği işte budur. Allah ve Rasulü doğru söylemiştir. "O da onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırdı." (Ahzab, 33/22).
Müminler bu durumda Allah'a olan imanlarının doğruluk ve samimiyetini ifade ederek şöyle dediler: "Bu kalabalıklara karşı Allah bize yeter. İşlerimizi kendisine havale ettiğimiz Rabbimiz ne güzel vekildir! O ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır!" Aynı şekilde bu ateşe atıldığı vakit İbrahim (a.s)'ın söylediği sözdür.[40] Hz. Muhammed (s.a.) de bunu insanlardan birisi kendisine, "İnsanlar (müşrikler) sizin için ordu topladılar, onlardan korkunuz" demeleri üzerine söylemişti. Gam, musibet ve büyük sıkıntıların, belâların insanın etrafını kuşattığı sırada bu sözleri söylemek müstehaptır.
İbni Merdûveyh, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Büyük bir işe (sıkıntıya) düştüğünüz takdirde "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" deyiniz." [41]
İbni Ebi'd-Dünya'nın Hz. Aişe'den rivayetine göre, Hz. Peygamber kederi arttığında eliyle başını ve sakalını sıvazlar sonra da derin nefes alıp verir ve: (Hasbünallah ve ni'mel-vekil) = Allah bana yeter, o ne güzel vekildir, derdi.
Müslümanlar bu şekilde işlerini Allah'a havale edip ona tevekkül etmeleri üzerine dört türlü mükâfatı elde ettiler: Allah'tan bir nimet, Allah'ın lütfü, kötülüğün bertaraf edilmesi, Allah'ın razı olduğu şeye tabi olmaları sonucunda onun da onlardan razı olması. Yani onlar Allah'a tevekkül edip düşmanlarıyla karşılaşmak üzere çıktıkları vakit Allah da onların üzülüp endişesini duydukları şey hakkında onlara kâfi geldi. Onlara kötülük yapmak isteyenlerin bu imkânlarını geri çevirdi, onları korudu, ticaretlerinde kâr sağladılar. Onlara herhangi bir öldürme ya da eziyet isabet etmedi. Kurtuluşun dünya ve ahirette mutluluğun temeli olan Rasullerine itaat ve Rablerinin rızasını elde etmek niteliğine sahip oldular. Allah'ın bunda onlar üzerindeki lütfü pek büyüktür. Çünkü onlara imanlarını artırmak, cihada muvaffak kılmak, düşmanlarının sakladığı kötülüklerden onları korumak suretiyle lütufta bulunmuştur.
İşte bu geriye kalan ve oturanların (savaşa çıkmayanların) ziyanda olduklarına bir işarettir. Çünkü bunlar başkalarının elde ettikleri nimetlerden mahrum kaldılar. Yüce Allah'ın, "Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler" buyruğunun anlamı işte budur.
Beyhakî, İbni Abbas'tan Yüce Allah'ın, "Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler" buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir: Nimet, onların esenliğe kavuşmaları, bolluk da o panayır günlerinde gelen bir kervanı Resulullah (s.a.)'ın satın alması ve bundan önemli bir kâr sağlayıp bu kârını da arkadaşları arasında paylaştırmağıdır.
Taberî, es-Süddfden şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.), Küçük Bedir'e çıkınca ashabıma bir miktar gümüş para (dirhem) verdi. Onlar da bu panayırlarda alışveriş yaptılar ve pek çok kâr elde ettiler.
Daha sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: İşte bu şeytandır, ancak kendi dostlarını korkutur. Yani sizi kendi dostlarıyla korkutmak ister. Onların büyük bir güç ve kuvvet sahibi oldukları vehmini size vermeye çalışır. Size söylenen, "İnsanlar size karşı bir ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun" sözleri, ancak müşriklerden olan yardımcıları ile sizleri korkutmaya çalışan, onların sayılarının çok olduğu, büyük bir güç kuvvet sahibi oldukları vehmini vermeye çalışan ve bu bakımdan sizlere, "Onlara karşı çıkmayın" diyen şeytandan gelmedir.
Fakat ey müminler size düşen şudur: Şeytan size bir işi güzel gösterip bu konuda size vehim verdiğinde yalnızca bana tevekkül ediniz, bana sığınınız. Ben size yeterim, size yardım edeceğim. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah kuluna kâfi gelmez mi? Halbuki onlar seni ondan başkalarıyla korkuturlar... De ki: Allah bana yeter. Tevekkül edenler yalnız O'na tevekkül ederler." (Zümer, 39/36-38); "Allah, elbette ben ve peygamberlerim galip geleceğim diye yazdı. Muhakkak Allah güçlüdür, azizdir." (Mücadele, 58/21); "Allah kendi (dini)ne yardım edene elbette yardım edecektir." (Hac, 22/40); "Ey iman edenler, eğer sizler Allah'a (dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınıza sebat verir." (Muhammed, 47/7). Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz bizler peygamberlerimize ve müminlere dünya hayatında ve şahitlerin ayağa kalkacakları günde yardım ederiz. O gün kâfirlerin özürleri fayda vermez. Hem lanet ve hem de kötü yurt onlarındır." (Mümin, 40/51-52). [42]
173- Onlar öyle kimselerdir ki insanlar onlara, "İnsanlar size karşı bir ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun" dediler ve bu, onların imanını artırdı ve, "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler.
174- Sonra da kendilerine hiç bir zarar dokunmaksızın Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler. Allah'ın rızasına da uydular. Allah pek büyük lütuf sahibidir.
175- İşte bu şeytandır, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, benden korkun! Eğer gerçek müminler iseniz.
Nüzul Sebebi
196. ayet olan, "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma" ayet-i kerimesinin nüzulü ile ilgili olarak Ahmed, Davud ve Hâkim, İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedirler: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: Uhud'da kardeşleriniz isabet alınca Allah onların ruhlarını yeşil kuşların kursaklarına yerleştirdi. Bu kuşlar cennet nehirlerine varır ve oranın meyvelerinden yerler. Arş'ın gölgesinde altından bir takım kandillere doğru gider, sığınırlar. Yediklerinin, içtiklerinin güzel, dinlendikleri yerin iyi olduğunu görünce şöyle dediler: Keşke kardeşlerimiz Allah'ın bize yaptıklarını bilseler. Ta ki cihad konusunda gevşeklik göstermesinler, savaştan yüz çevirmesinler. Yüce Allah şöyle buyurdu: Sizin yerinize bunu onlara ben bildireceğim. Bunun üzerine, "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma..." ayeti ve ondan sonraki ayetler nazil oldu.
Yüce Allah'ın, "Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve peygamberin çağrısına koşanlar..." diye başlayan 172. ayet-i kerimenin nüzulü ile ilgili olarak İbni Cerir et-Taberî İbni Abbas'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Uhud günü meydana gelen olaylardan sonra Allah o gün Ebu Süfyan'ın kalbine korkuyu saldı; o da Mekke'ye geri döndü. Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Ebu Süfyan size bir parça zarar verdi. Artık geri dönmüş bulunuyor, Allah onun kalbine korkuyu saldı." Uhud vakası Şevval ayında olmuştu. Tüccarlar Medine'ye Zilkade ayında gelir ve küçük Bedir'de konaklarlardı. Bu sırada da Uhud vakasından sonra gelmiş bulunuyorlardı. Müminler yara almışlardı. Bundan dolayı da şikayette bulundular. Resulullah (s.a.) ise kendisiyle birlikte ashabının savaşa çıkmalarını teşvik etti. Şeytan geldi, kendi dostlarını korkuttu (onların dedikleri korkuyu salmaya çalıştı) ve dedi ki: "İnsanlar (müşrikler) sizin için ordu topladılar." Bunun üzerine Hz. Peygamberle birlikte gitmek istemediler. Resulullah (s.a.) da, "İsterse arkamdan hiç kimse gelmesin ben gidiyorum" diye buyuranca Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Zübeyr, Saad, Talha, Abdurrahman b. Avf, Abdullah b. Mes'ud, Huzeyfe b. el-Yeman ve Ebu Ubeyde b. el-Cerrah, yetmiş kişi ile birlikte (Allah hepsinden razı olsun) onunla birlikte yola çıktılar. Ebu Süf-yan'ı takip etmek üzere yola koyuldular. es-Safra denilen yere varıncaya kadar onu takip ettiler. Bunun üzerine Yüce Allah, "Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve peygamberinin çağrısına koşanlar..." ayetini indirdi.
Taberanî sahih bir senedle İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Müşrikler Uhud'dan geri dönünce şöyle dediler: "Ne Muhammed'i öldürdünüz, ne de arkanıza yıldızları taktınız, siz ne kötü iş yaptınız, haydi geri dönünüz." Resulullah (s.a.) bunu işitince Müslümanların savaşa çıkmalarını istedi. Onlar da onunla birlikte savaşa çıktılar ve Hamrâul-Esed'e yahut da Ebu Utbe kuyusuna varıncaya kadar yola devam ettiler. Yüce Allah da, "Yara aldıktan sonra bile yine Allah'ın ve Peygamberinin çağrısına koşanlar..." ayetini indirdi. Ebu Süfyan Resulullah (s.a.)'a şöyle demişti: "Seninle sözleşme yerimiz arkadaşlarımızı öldürdüğünüz yer olan Bedir panayırıdır." Korkak kimseler geri döndü, kahraman ve yiğit kimseler ise savaş için gerekli hazırlığı yaptı, oraya gittiler ve orada kimseyi göremediler. Alışverişte bulundular. Bunun üzerine Yüce Allah, "Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler" ayetini indirdi.
İbni Merdûveyh, Ebu Râfi'den rivayetine göre Resulullah (s.a.) Hz. Ali'yi beraberindeki bir grup ile birlikte Ebu Süfyan'ı takip etmek üzere gönderdi. Huzaalılara mensup bir bedevi onlarla karşılaştı ve şöyle dedi: "Bunlar sizin için asker toplamış bulunuyorlar." Hz. Ali ve beraberindekiler, "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. [37]
Hamrâu'1-Esed Gazası:
Rivayet edildiğine göre Ebu Süfyan ve arkadaşları Uhud'dan geri dönüp -Mekke ile Medine arasında bir yer olan- er-Ravhâ denilen yere ulaştıklarında pişman oldular, geri dönmek istediler. Maksatları geri kalan müminleri de öldürmekti. Resulullah (s.a.) durumu haber alınca onları korkutmak, kendisinin ve arkadaşlarının gücünü onlara göstermek istedi. O bakımdan arkadaşlarını harbe çıkmaya çağırdı ve şöyle dedi: "Bizimle birlikte dün bizimle hazır bulunanların dışında kimse çıkmasın." Resulullah (s.a.) Ashabından bir grup ile yola koyuldu. -Medine'den 8 mil uzaklıkta bir yer olan- Hamrâul Esed diye bilinen yere ulaşıncaya kadar yola devam ettiler. Hz. Peygamberin arkadaşları yaralı idi. Bu sıkıntılara katlanmak için kendilerini zorladılar. Ta ki ecir ve mükâfattan mahrum kalmasınlar. Yüce Allah da müşriklerin kalplerine korku yerleştirdi. Bunun üzerine süratle Mekke'ye gittiler. Buna dair bu ayet-i kerime nazil oldu.
Bu olay Hamrâul-Esed gazası adını alır. Uhud gazasının tamamlayıcısıdır. [38]
Küçük Bedir Gazası:
İbni Abbas, Mücahid ve Ikrime, "İnsanlar kendilerine ... dediler." ayetinin Küçük Bedir gazası hakkında nazil olduğunu rivayet etmişlerdir. Bu gaza kısaca şöyledir: Ebu Süfyan Uhud'dan ayrılmak istediğinde şöyle demişti: "Ey Muhammed, dilediğin takdirde seninle buluşma vaktimiz gelecek Bedir panayırı olsun." Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu, "İnşaallah bu bizimle sizin buluşma vaktimiz olsun." Ertesi sene Ebu Süfyan Mekkelilerle birlikte yola çıktı. Merr ez-Zahrân taraflarında Micenne denilen yerde konakladı. Allah kalbine korku saldı. Geri dönmek istedi. Bu sırada Umre yapıp geri dönmüş bulunan Nuaym b. Mes'ud ile karşılaştı.
Ebu Süfyan ona şöyle dedi: "Ben Muhammed ve arkadaşlarıyla Bedir panayırında buluşmak üzere sözleşmiş idim. Bu yıl ise bir kıtlık yılıdır. Meraların bol olduğu ve bol bol süt içeceğimiz bir yıl dışında böyle bir işe kalkışmamız uygun değildir. Şimdiden geri dönmek kanaatine sahip oldum. Fakat Muhammed oraya gelirken benim gitmemem de hoşuma gitmez. Çünkü bu, onların cesaretlerini artıracaktır. Haydi Medine'ye git, onların çıkmalarını önleyecek şekilde cesaretlerini kıracak sözler söyle. Buna karşılık sana Süheyl b. Amr'ın yanında emanet olarak bırakacağım on deve var."
Nuaym Medine'ye vardığında Müslümanların Ebu Süfyan'a verdikleri söz için hazırlık yaptıklarını gördü. Onlara şöyle dedi: "Bu uygun bir görüş değildir. Onlar yurtlarınızda kaldığınız yerde size geldiler. Kaçanlar dışında sizden kimse kurtulamadı. Şimdi de onların karşısına çıkmak mı istiyorsunuz? Bu panayır yerinde size karşı pek çok asker toplamış bulunuyorlar. Allah'a yemin ederim, sizden kimse kurtulamayacaktır." Nuaym'ın söylediği bu sözlerin bazılarının üzerinde büyük bir etkisi oldu.
Resulullah (s.a.) ise şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, yalnız başıma olsam dahi mutlaka çıkacağım." Hz. Peygamber beraberinde yetmiş süvari ile birlikte, "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" diyerek yola çıktılar. Küçük Bedir'e, sözleştikleri yere ulaşıncaya kadar yollarına devam ettiler. Hz. Peygamber orada sekiz gün süre ile kaldı. Ebu Süfyan'ın gelmesini bekledi, kimse ile karşılaşmadı. Çünkü Ebu Süfyan ordusu ile birlikte Mekke'ye geri dönmüştü. Beraberinde bin kişi vardı. Mekkeliler bu orduya "Sevîk ordusu" adını verdi ve onlara "Sizler sevik içmek (yemek) için çıktınız" dediler.
Müslümanlar Bedir pazarına vardılar. Beraberlerinde para ve ticaret malları vardı. Bunları sattılar, bunların yerine yiyecek ve kuru üzüm aldılar. Bir dirheme iki dirhem kâr ettiler. Medine'ye esenlikle ve kâr elde etmiş olarak geri döndüler. [39]
Açıklaması
Ayet-i kerime Uhud şehitleri hakkındadır.
Yüce Allah şehitler hakkında dünyada öldürülmüş olsalar dahi ahiret yurdunda ruhlarının diri ve rızıklanır halde olduğunu haber vermektedir. Hitap Resulullah (s.a.)'a veya herkesedir. Anlamı şudur: Ey daha önce geçen münafıkların sözünü işiten kişi! Sen, Allah yolunda öldürülenleri, dünyada iken yapmış oldukları amelleri karşılığında mükâfat görmeyen ölüler sanmayasın. Bilakis onlar bir başka âlemde diridirler. Rableri katında yakınlaştırılmış mevki sahibidirler. Yüce Allah'ın, "Rabbinin yanında olanlar..." (Fussilet, 41/38) buyruğunda da işaret edildiği gibi. Sair canlılar nasıl nzıklanıyorlarsa onlar da öylece rızıklanırlar; yerler, içerler. Bu ise onların hayatta oluşlarını daha bir pekiştirmekte ve Allah'ın rızkı ile gelen nimetler içerisinde olduklarını ifade eden hallerini nitelendirmektedir.
Burada "Allah katında" olmakla kendilerinden söz edilmesi, onların üstünlüklerine, yüksek mevkilerine ve şereflerine bir işarettir. Oldukça yakın olmalarını gerektiren bir tabirdir. Yoksa burada "yanında olmak" mekân, mesafe, yakınlık ve sınır itibariyle değildir. Kur'an-ı Kerim'in şehitler hakkında tespit ettiği bu hayat, gaybî bir hayattır. Biz bunun hakikatini idrak edemeyiz. Ancak Kur'an-ı Kerim'in haber ettiği şekilde bu hayata iman ederiz. Yüce Allah'ın, "Rableri katında diridirler, rızıklanırlar" buyruğunda bir muzaf hazfedilmiştir ki, takdiri şöyledir: Rablerinin lütuflarının yanındadırlar.
Bu şehitler ebedî nimetler, büyük lütuflar, şehitlik sebebiyle başkalarına üstün kılınmak gibi orada gördükleri şeylerle sevinç içerisindedirler. Aynı şekilde onlar henüz Allah yolunda öldürülmemiş mücahit kardeşlerinin durumundan dolayı da sevinirler. Bunlar henüz şehit olmamakla birlikte, aynı yol üzerinde gitmektedirler. Kendilerinden önce giden şehit kafilelerinin izine uymaktadırlar. Bu şehitler Rablerinin kendileri için hazırlamış olduğu güzel mükâfatı gördüler. Hoşa gitmeyen şeylerden yana korkunun, kaybettiklerine üzülmenin bulandırmadığı ebedî hayattır bu mükâfat.
Bu şehitler aynı zamanda amelleri karşılığında kendilerine tekrarlanıp duracak şekilde verilen ecir ve sevaptan, Yüce Allah'ın cennetten ve cennetteki nimetlerden kendilerine verdiği ilâhî lütuftan dolayı da sevinirler. Bu ayet-i kerimede geçen lütuf, sözü geçen nimetlerdir. Allah onlara ecir verir. Yani onlar Allah'tan gelen nimetlerle sevinirler. Allah'ın müminlerin ecirlerini boşa çıkarmamasından dolayı da sevinç içindedirler.
Bu cümle daha önce geçen, "Kendileri için hiç bir korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir" şeklindeki ifadenin bir açıklaması şeklindedir. Çünkü Allah'ın nimeti içinde olan bir kimse ebediyyen üzülmez. İşlediği amellerin sevabı kendisi için (ecri verilmek üzere) saklanılan kimsenin akibetinden korkulmaz.
İşte bunlar cihada bir teşvik olup şehadet arzusuna özlem duyuran ifadelerdir. İmam Ahmed'in rivayetine göre İbni Abbas şöyle demiştir: Resulullah (s.a.) buyurdu ki: "Kardeşleriniz Uhud günü isabet alınca Allah onların ruhlarını yeşil kuşların kursaklarına yerleştirdi. Bunlar cennet ırmaklarına gidiyor, cennet meyvelerinden yiyor ve Arş'ın gölgesinde altından kandillerin altına sığınıyor..."
Daha sonra Yüce Allah sevaplarının artmasının sebebi olan güzel amel sahibi olmakla onları nitelendirmekte ve Resulullah (s.a.)'ın Uhud Gazası akabinde Hamrâu'1-Esed gazvesinde Ebu Süfyan ile karşılaşmak üzere gitmekle Peygamber (s.a.)'in çağrısını çabucak kabul eden bu mücahitler için cihad ve kahramanlıkları ile mütenasip büyük bir ecir sahibi olduklarını haber vermektedir. Bunlar Uhud günü aldıkları yaralara ve içinde bulundukları acılara rağmen, bu çağrılara icabet ederek oralara gitmişlerdi.
Yüce Allah'ın, "Onlardan" ifadesi bu çağrıyı kabul eden kimselerin büyük lütuf ve ecre nail olduğuna işaret etmektedir. Geri kalanların ise kendileri ile ilgili yahut aileleri dolayısıyla kabul edilebilir mani ve özürleri vardı.
Daha sonra Yüce Allah Uhud Gazasının ertesi yılında Küçük Bedir gazasına katılanların da şanını yüceltmektedir. Bunlar, insanlar kendilerine –yani halen müşrik olan Eşcalı Nuaym b. Mes'ud'un kendilerine- şu sözleri söylemesine rağmen gazaya çıkmışlardı:" İnsanlar yani Ebu Süfyan ve onun yardımcıları sizinle savaşmak üzere size karşı kalabalık ordular topladı. Onlardan korkun, çekinin, onlara karşı çıkmayın. "Bu sözler ise onların Allah'a olan imanlarını, onun vaadine güvenlerini, dini üzere sebatlarını artırmıştı. Çünkü onlar Allah'ın desteğine, yardımına, zaferine güvendiler. Tüm bunlardan önce ise niyetleri samimi idi. Sonuçlar ne olursa olsun müşriklerle karşılaşmak kararlılıkları daha da arttı. Bu da Yüce Allah'ın Hendek (Ahzab) gazvesinde müminleri niteleyici şu buyruklarını andırmaktadır: "Müminler ahzabı gördüklerinde dediler ki: "Allah'ın ve Rasulünün bize vaad ettiği işte budur. Allah ve Rasulü doğru söylemiştir. "O da onların ancak imanlarını ve teslimiyetlerini artırdı." (Ahzab, 33/22).
Müminler bu durumda Allah'a olan imanlarının doğruluk ve samimiyetini ifade ederek şöyle dediler: "Bu kalabalıklara karşı Allah bize yeter. İşlerimizi kendisine havale ettiğimiz Rabbimiz ne güzel vekildir! O ne güzel dost ve ne güzel yardımcıdır!" Aynı şekilde bu ateşe atıldığı vakit İbrahim (a.s)'ın söylediği sözdür.[40] Hz. Muhammed (s.a.) de bunu insanlardan birisi kendisine, "İnsanlar (müşrikler) sizin için ordu topladılar, onlardan korkunuz" demeleri üzerine söylemişti. Gam, musibet ve büyük sıkıntıların, belâların insanın etrafını kuşattığı sırada bu sözleri söylemek müstehaptır.
İbni Merdûveyh, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Büyük bir işe (sıkıntıya) düştüğünüz takdirde "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" deyiniz." [41]
İbni Ebi'd-Dünya'nın Hz. Aişe'den rivayetine göre, Hz. Peygamber kederi arttığında eliyle başını ve sakalını sıvazlar sonra da derin nefes alıp verir ve: (Hasbünallah ve ni'mel-vekil) = Allah bana yeter, o ne güzel vekildir, derdi.
Müslümanlar bu şekilde işlerini Allah'a havale edip ona tevekkül etmeleri üzerine dört türlü mükâfatı elde ettiler: Allah'tan bir nimet, Allah'ın lütfü, kötülüğün bertaraf edilmesi, Allah'ın razı olduğu şeye tabi olmaları sonucunda onun da onlardan razı olması. Yani onlar Allah'a tevekkül edip düşmanlarıyla karşılaşmak üzere çıktıkları vakit Allah da onların üzülüp endişesini duydukları şey hakkında onlara kâfi geldi. Onlara kötülük yapmak isteyenlerin bu imkânlarını geri çevirdi, onları korudu, ticaretlerinde kâr sağladılar. Onlara herhangi bir öldürme ya da eziyet isabet etmedi. Kurtuluşun dünya ve ahirette mutluluğun temeli olan Rasullerine itaat ve Rablerinin rızasını elde etmek niteliğine sahip oldular. Allah'ın bunda onlar üzerindeki lütfü pek büyüktür. Çünkü onlara imanlarını artırmak, cihada muvaffak kılmak, düşmanlarının sakladığı kötülüklerden onları korumak suretiyle lütufta bulunmuştur.
İşte bu geriye kalan ve oturanların (savaşa çıkmayanların) ziyanda olduklarına bir işarettir. Çünkü bunlar başkalarının elde ettikleri nimetlerden mahrum kaldılar. Yüce Allah'ın, "Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler" buyruğunun anlamı işte budur.
Beyhakî, İbni Abbas'tan Yüce Allah'ın, "Allah'tan bir nimet ve bolluk ile döndüler" buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir: Nimet, onların esenliğe kavuşmaları, bolluk da o panayır günlerinde gelen bir kervanı Resulullah (s.a.)'ın satın alması ve bundan önemli bir kâr sağlayıp bu kârını da arkadaşları arasında paylaştırmağıdır.
Taberî, es-Süddfden şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.), Küçük Bedir'e çıkınca ashabıma bir miktar gümüş para (dirhem) verdi. Onlar da bu panayırlarda alışveriş yaptılar ve pek çok kâr elde ettiler.
Daha sonra Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: İşte bu şeytandır, ancak kendi dostlarını korkutur. Yani sizi kendi dostlarıyla korkutmak ister. Onların büyük bir güç ve kuvvet sahibi oldukları vehmini size vermeye çalışır. Size söylenen, "İnsanlar size karşı bir ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun" sözleri, ancak müşriklerden olan yardımcıları ile sizleri korkutmaya çalışan, onların sayılarının çok olduğu, büyük bir güç kuvvet sahibi oldukları vehmini vermeye çalışan ve bu bakımdan sizlere, "Onlara karşı çıkmayın" diyen şeytandan gelmedir.
Fakat ey müminler size düşen şudur: Şeytan size bir işi güzel gösterip bu konuda size vehim verdiğinde yalnızca bana tevekkül ediniz, bana sığınınız. Ben size yeterim, size yardım edeceğim. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah kuluna kâfi gelmez mi? Halbuki onlar seni ondan başkalarıyla korkuturlar... De ki: Allah bana yeter. Tevekkül edenler yalnız O'na tevekkül ederler." (Zümer, 39/36-38); "Allah, elbette ben ve peygamberlerim galip geleceğim diye yazdı. Muhakkak Allah güçlüdür, azizdir." (Mücadele, 58/21); "Allah kendi (dini)ne yardım edene elbette yardım edecektir." (Hac, 22/40); "Ey iman edenler, eğer sizler Allah'a (dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınıza sebat verir." (Muhammed, 47/7). Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz bizler peygamberlerimize ve müminlere dünya hayatında ve şahitlerin ayağa kalkacakları günde yardım ederiz. O gün kâfirlerin özürleri fayda vermez. Hem lanet ve hem de kötü yurt onlarındır." (Mümin, 40/51-52). [42]
[37] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/416-417.
[38] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/417.
[39] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/417-418.
[40] Buharî İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "İbrahim (a.s.)'in ateşe atılırken söylediği son söz, "Hasbunallah ve ni'mel-vekil= Allah bize yeter, o ne güzel vekildir! sözüdür."
[41] Bu, bu şekliyle garib bir hadistir. Ancak bunu destekleyen pek çok rivayet vardır. Bk. İbni Kesir, 1/430.
[42] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/418-421.
[38] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/417.
[39] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/417-418.
[40] Buharî İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "İbrahim (a.s.)'in ateşe atılırken söylediği son söz, "Hasbunallah ve ni'mel-vekil= Allah bize yeter, o ne güzel vekildir! sözüdür."
[41] Bu, bu şekliyle garib bir hadistir. Ancak bunu destekleyen pek çok rivayet vardır. Bk. İbni Kesir, 1/430.
[42] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 2/418-421.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)