25 Ekim 2021 Pazartesi

61- El-Muhyî, 62- El-Mümît ism-i şerifleri:


Muhyî, ölü spermayı diriltip ondan canlı bir varlık çıkarandır. Öldükten sonra ruhları tekrar iade ederek çürümüş bedenleri yeniden dirilten O’dur. Kalpleri marifet nuru ile aydınlatıp dirilten, ölümünden sonra üzerine yağmur yağdırarak toprağı yeniden dirilten ve ondan bitkiler çıkaran da O’dur.

Mümît ise, yeni canlılara yol açmak üzere eceli gelen canlının hayatiyetini alan demektir. Allâh (c.c.) ölüm ile sağlıklı ve güçlü olanların gücünü yok eder. O, her şeyi yaşatan ve öldüren, her şeye kadir olandır. Kur’an’ın ifadesiyle yaratma ve öldürme, uluhiyetin tanımında en önemli unsurlardır. (Yasin, 36/33; Duhan, 44/7-8.) Allâh, Muhyî oluşuyla övündüğü gibi, Mümît oluşuyla da övünmektedir. (Enam, 6/95.) Bu, hayır ve şerrin, yarar ve zararın yalnız O’ndan geldiğini, mülkünde hiçbir ortağı bulunmadığını, yalnız kendisinin bâki ve ebedi olduğunu, kendisinin dışındaki bütün varlıkların fani olduğunu bilmemiz içindir. Bu bakımdan bu iki gücü elinde tutanın yalnızca Allah olduğunu bilmek tevhit inancı açısından büyük önem arz eder. (Mülk, 67/1-2.)

Her Müslümân, mutlak olarak yalnız Allâh’ın yaşatan ve öldüren olduğunu bilmeli ve inanmalıdır. İbrahim aleyhisselam Nemrut’a gelip: “Benim Rabb’im, dirilten ve öldürendir” (Bakara s. 258) deyince, Nemrut:

“Ben de diriltir ve öldürürüm” (Bakara s. 258) demiş, sonra da zindandan ölüme mahkûm edilmiş bir mahkûmu çağırtıp serbest bırakmış, suçu olmayan birini de tutup öldürmüş ve:

“İşte bak! Ben de diriltip öldürdüm” (Bakara s. 258) demişti.

Oysa Nemrut, bu iddiasında yanılmıştı. Çünkü O, gerçekte diriltmemiş ve öldürmemişti. Kendisinden başka kimselerin de yapabileceği, insanın iradesine bağlı öldürme ve affetme fiilini işlemişti.

Bu iki ismin bir arada zikredilmesi evrendeki hayat-ölüm döngüsüne bir işaret olduğu gibi, birini anlamadan diğerinin anlaşılamayacağını da gösterir. Rabbimizin Kur’an’da dirilişten şüphe edenleri hep yaratılışa bakmaya davet etmesi bu yüzdendir. (Rum, 30/50; Fussılet, 41/39.)

Hayat, bir nimet; ölüm, Allah’a dönüş imkânı

Kur’an’a göre hayat bir nimettir, ama kâfirler bu nimete nankörlük ederler. (Bakara, 2/28.) Oysa hayat bütün nimetlerin temel sebebidir; hayat varsa nimetler de vardır. Hatta manevi nimetler bile hayat nimetine bağlıdır. Çünkü dünya nimetleri hayat olmadıkça tadılamayacağı gibi, manevi tekâmül imkânı da hayat devam ettiği sürece vardır. Her ne kadar bazıları “beni yaratırken bana sormadı ki!” gerekçesiyle yaşamanın bir nimet olduğunu görmezden gelse de insanın en temel duygusu, varlığını koruma içgüdüsüdür. Yaratıcı’yı inkâr etmek isteyenler O’ndan gelen temel nimetleri yok sayarak O’na minnet duymaktan kurtulmayı ve böylece vicdanlarını rahatlatmak isterler.

İnsanın bu dünyadaki sorumluluklarının sona erip çabalarının karşılığını görmesi ölmesine bağlı olduğu için ölüm, inanan ve düzgün işler yapan kişi için bir nimettir. 

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in tanımına göre dünya müminin zindanıdır. Sufiler bu hadisi esas alarak dünyaya nazaran ana karnı nasıl zindan gibiyse, mümin için ahirete nazaran dünya da öyledir, demişlerdir. Bu nedenle aşk yolunu tutanlar, ölümü kişinin sevdiğine kavuştuğu ve ruhun beden hapishanesinden azat olduğu bir düğün gibi görmüşlerdir.

Diğer taraftan Casiye,24. ayette buyurulduğu üzere, " Müşrikler dediler ki: Bu dünya hayatımızdan başka bir şey yoktur.; yaşarız ve ölürüz, bizi helak eden "dehr"(zaman) den başkası değildir."  Bu bakış tarzı ölüm denilen olayın hayatta kazanılan her türlü başarıya son noktayı koyan bir felaket olarak algılanmasına, nihai olarak hiç bir şeyin anlam ve değeri bulunmadığı şeklindeki bir inancın doğmasına dolayısıyla karamsar bir hayat görüşünün oluşmasına sebep olmuştur.

Kur’an’da Muhyî ve Mumît


Kur’an’da diriltme anlamındaki ihya kavramı fiil kalıbında kırk yedi; Muhyî de isim olarak iki yerde geçer. (Rum, 30/50; Fussılet, 41/39.) Bu ayetlerde ihya, “Can vermek, öldükten sonra tekrar diriltmek, yağmur indirmek suretiyle yeryüzünü bitkilerle donatıp ihya etmek, manevi açıdan ölü durumunda bulunan kalpleri ilahî hidayet ve marifetle canlandırmak, iman edip yararlı işler görenleri dünyada ve ahirette mutlu kılmak.” gibi manalar taşır.

Kur’an’da “imate/öldürme” fiili, hayat verme anlamındaki ihya ile beraber Rabbimizi tanımlamak üzere yirmi üç ayette Allah’a nispet edilmiştir. Ayrıca, “Ruhunu kabzetmek, hayatına son vermek” manasındaki “teveffî” kavramı da aynı anlamda kullanılmıştır. Kur’an’da kavuşmak anlamına gelen “likâ” kelimesinin de ölüm yerine kullanılmış olması dinimizde ölümün aslının bir kavuşma olarak görüldüğünü gösterir. (Araf, 7/51; Kehf, 18/110; Ankebut, 29/5.)

Muhyî ve Mumît tecelli ederse

Mahlukatta canlılığın alametleri çeşitlidir. Yerin yeniden bitirmeye başlaması, bitkilerin aşağıya doğru kök salıp yukarıya doğru uzamaları, hayvanların içgüdüleri gereği avlanmaları, üremeleri, insanın rızkının peşinden koşması vs. hep canlılık alametidir. Maddi dünya böyle olduğu gibi beynin öğrenmek, ruhun yükselmek istemesi de iç dünyamızın canlılığıdır. Ne zaman ki bilginin yerini vehimler almaya; yükselmenin yerini düşük ahlak ve davranışlardan haz duyma tutmaya başlar, işte o zaman iç dünyada ölüm başlamıştır. Kalbin ölümü küfürle, dirilişi de imanladır. (Enam, 6/122.) İnsanı imana davet eden vahiy de Kur’an’da bu nedenle hayat sebebi olarak nitelenmiştir. (Enfal, 8/24.)

Sufiler insanda canlılığı avunmak ve teselli bulmak olarak tarif ederler. Onlara göre hayat bir avunmadır. Bildiğiniz üzere insanın avunma ve teselli yeteneğini kaybetmesi depresyon olarak ortaya çıkar. İnsanı dibe çeken majör depresyon bütün teselli yollarının tükenmesi demektir. İşte bunları dikkate aldığımızda avunmanın nasıl bir canlılık belirtisi olduğunu daha iyi anlarız. Manevi açıdan insanlar arasındaki derece farkı da kişinin ne ile avunduğuna bakarak anlaşılır. Dünya ehli dünya ile, ahiret ehli ise ancak Rabbin rızasını kazandıran işler ile avunur. (Hud, 11/15-16; Hicr, 15/3; Muhammed, 47/12.)

Rabbimizin Muhyî oluşunun tecellileri arasında, bilinenlere ilaveten kalplerin iman nuruyla ihya edilmesini, üzüntü ve keder yüzünden ölüm derecesine gelmiş gönüllerin neşe ve sevinçle hayata kavuşturulmasını ve iyi insanların hatırasının yaşatılması da zikredilir. Zira ihya kelimesinde bir şeyi anarak gündemde tutmak anlamı da vardır. Yine bu kökten türeyen hayâ/ar kavramı insandaki manevi hayatın bir belirtisidir. Belki de bu nedenle Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hayâsı olmayanın imanı da olmayacağını söylemiştir.

Bu isimlerin muhtevasına tam bir teslimiyetle inanmak bizi Yüce Allah’ın kapısından başka bir yerde çare aramaktan kurtardığı gibi varlığın dönüşümü ile uyum içinde olmamızı da sağlar. Gelenin gideceğini bilmek ve bunun doğallığına rıza göstermek, bizi aşırı üzüntülerden korur. Bilmeliyiz ki kalplerin de bedenler gibi yaşam ve ölüm sebepleri vardır. 

Ölüm hakkındaki yaklaşımımız iyimser ya da kötümser bir karaktere sahip olmamızı belirleyen en güçlü etkendir. Hatta felsefi anlamda iyimser ve kötümser dünya görüşlerinin oluşmasında ölümle ilgili inanç ve düşüncelerin büyük payı vardır. İslam dini ölümü Allah’tan gelen bir varlığın yine O’na dönmesi olarak kabul eder (Bakara, 2/156.), hayatın gerçek anlam ve değerinin ancak bu şekilde anlaşılabileceğini vurgular. Ölüm Allah’ın kaçınılmaz emridir. Ondan korkmak, kişiyi ona hazırlanmaya teşvik etmelidir. Aksi hâlde yapılacak bir şey bulamadan sadece korkmak insanı hasta eden bir saplantıdır.

En Güzel İsimler 99 Esma Sonsuz Mana-Vaize Fatma Bayram 

Esmaü'l Hüsna şerhi Ali Osman Tatlısu
  
(Kurtubî, el sena fi rehi esmail hüsna, c.1 s.383-385;

Râzî, Şerhü’l Esmâ’ül Hüsnâ, s. 290-291)

Hiç yorum yok: