15 Ekim 2021 Cuma

52- El-Hakk ism-i şerifi:


Tartışmasız ve şüphesiz olan gerçeğe hak denir. Allah’ın hak olması, onun varlığının kesin olmasıdır. Allah-u Teâla Hakk’tır ve hakkın ta kendisidir. Varlığı zaruri, yokluğu asla düşünülemeyen, hem ezeli hem de ebedi olandır. İmam Gazâlî rahmetullahi aleyh, hakkı bu manasıyla zâtî isimlerden saymış ve onun Esmâ-i Hüsnâ içinde lafza-i celâlden hemen sonra geldiğini söylemiştir.

Allah-u Teala'nın varlığı daima sabittir. O'nun zatı, yokluğu kabul etmediği gibi, herhangi bir değişikliği de kabul etmez. Hakikaten var olan yalnız Allah’tır ve hiç değişmeyerek hakikaten sabit olan da O'dur. Çünkü O, varlığında zatından başkasına muhtaç değildir. Kainat dediğimiz başka varlıklar ise, Allah-u Teala’nın yaratması ile var olmuşlardır. Onların içinde varlığı, "ezeli ve kadîm" hiçbir mevcut yoktur. Hepsi de sonradan yaratılmış ve her birinin ömrü bir başlangıç ve bir son ile çevrilmiştir. Zamanın ancak bir parçasını işgal ederler. Sonra bütün kainat ve onun her zerresi, ömürleri boyunca bir hal üzere sabit değildir. Daima halden hale, tavırdan tavıra değişir dururlar.

İşte bütün kainatı kaplayan ezeli nizam budur. Allah’tan başka her şey değişir, yıkılır, tekrar yapılır; baki, ancak Hak'tır.

Allah’ın varlığı şu âlemdeki en büyük hakikattir. Her bir varlık, yokluktan varlık âlemine çıkmasıyla; hayat verilmesiyle, yaratılışıyla, rızıklandırılmasıyla Hak olan Allah’ı bizlere anlatmaktadır.

O’nun varlığı hak olduğu gibi isim ve sıfatları, sözleri ve fiilleri de haktır. Ne yapmışsa, ne emretmişse hepsi haktır. Gönderdiği peygamberler, indirdiği kitaplar haktır. Kısacası Allah’ın dini, peygamberi, emri, işi gibi O’na nispet edilen her şey haktır. Hak Allah olmasaydı hakikat diye bir şey olmazdı. Evrendeki gerçekliği O’nun varlığını hesaba katmadan anlayabilmek imkânsızdır. Bir şey hakikat olup da Allah-u Teala ile bir bağı olmaması imkânsızdır. Allah’tan kopuk çalışan bir akıl eğer ulaştığı hakikatin Allah ile ilişkisini kuramazsa o hakkaniyetli bir sistem ve toplum inşa edemez. 

İnsanların kendine göre bir hakikat ölçüsü vardır. Kimi faydası, kimi iyiliği, kimi de güzelliği ile belirler eşyanın değerini. Gerçeği sadece gerçek olduğu için beğenip seven azdır. Biz yaratıcımızın gerçekliğini O’nu dinleyerek öğreniriz. O’na ulaşmanın başka yolu yoktur çünkü.

Kur’an-ı Kerim’de hak kelimesi çeşitli formlarda kullanılır. Bu zengin kullanım içinde pek çok yerde Allah’a nispet edilir. Bunların bazısında doğrudan zat-ı ilahiyyeye izafe edilir. (Kehf, 18/44; Hac, 22/6, 62; Nur, 24/25; Lokman, 31/30.) Kur’an’da yüzlerce kez tekrarlanan hak kavramı Allah’tan başka Hz. Peygamber’in (Bakara, 2/119; Tevbe, 9/62; Neml, 27/79.) ve dinin (Tevbe, 9/29, 33; İsra, 17/81.) hak olduğunu da ortaya koyar. Hak aynı zamanda Kur’an’ın ismidir. (Bakara, 2/176; Yunus, 10/94.) Fussılet suresinin 42. ayetinde açıkça dile getirildiği üzere Kur’an baştan sona haktır; batıl onun yanına bile yaklaşamaz. Allah’ın indirdiği kitapların gerçekliğini göremeyenler aslında Allah’ın Hak oluşunu layıkıyla takdir edemeyenlerdir. (Enam, 6/91.) Hak ismi Kur’an’da Melik (Taha, 20/114; Mü’minun, 23/116.) ve Mevla (En’am, 6/62.) gibi otorite bildiren sıfatlarla birlikte gelerek Allah’a karşı hiçbir güçte gerçeklik görmemek gerektiği vurgulanır.

Kur’an’da “Hakk” kavramının neredeyse bütün boyutlarıyla ve kuvvetle vurgulandığı yer Yunus suresidir. Surenin 30. ayetinde kıyamet gününde Hakk olan Mevla’nın huzuruna çıkıldığında kendisine tanrı gibi muamele ettiği tüm varlıkların kişiyi tek başına bırakacakları hatırlatıldıktan sonra 31. ayette Hakk İlah’ın vasıfları sayılıyor ve kâinatın sevk ve idaresini yürüten, bütün işleri elinde tutan gerçek tanrıya neden kulluk edilmediği soruluyor. Esas olarak da 32. ayette ise önemle “Bu hakikat kabul edilmediğinde geriye sapıklıktan başka ne kalır?” diye sorularak iman meselelerinde yalnızca hak ve batılın olduğu; ikisinin arasında belirsiz bir alan olmadığı vurgulanıyor. 33 ve 34. ayetlerde Allah-u Teala hakkında yanlış inançlara sapanların hâlleri kısaca özetlendikten sonra 35. ayette “Sadece Allah insanı hakka/doğru yola iletir.” denilerek vahyin ışığı olmadan hakka ulaşmanın imkânsızlığı gösteriliyor.

Hakk’ın zıddı batıldır. Gerçek dışı ve asılsız anlamına gelir. Bir şey hak ise onun varlık içinde bir anlamı ve yeri vardır; batıl ise anlamsız ve amaçsızdır. O yüzden batıl yok olmaya mahkûmdur. (İsra, 17/81; Enbiya, 21/18; Şura, 42/24.) Halbuki Allah’ın yarattığı hiçbir şey batıl değildir. (Âl-i İmran, 3/191; Sad, 38/27.)

 Hakikate saygı duymayıp onu istediği gibi evirip çevirmeye kalkanlar Yüce Allah başta olmak üzere O’nun dinini, kitabını, peygamberini kendi arzu ettikleri gibi tanımlamak isterler. Böyle olunca da hakkı batılla karıştırmış olurlar. Oysa bir kez batıl ile karıştırılan hak, artık hak olma ve doğruya ulaştırma niteliğini yitirir. (Yunus, 10/30-35; Mü’minun, 23/7.) Hak geldikten sonra batılın ortaya bir şey koyma veya durumu haktan önceki hâle geri döndürme gücü asla yoktur. (Sebe, 34/49.) Kur’an-ı Kerim hak ile batılı karıştırmama konusunda bilhassa dikkatlerimizi çeker. (Bakara, 2/42.) Tarih boyunca hakkın karşısına batılla çıkarak onu yok etmeye çalışanların sonlarını haber vererek bu yola girmememizi söyler. (Kehf, 18/56; Mü’min, 40/4-6.) Bütün bunlara rağmen tek hedefi bu dünyanın gösterişli hayatı olduğu için batıl yollara sapanların öbür dünyada amellerinin batıl çıkacağını haber verir. (Hud, 11/15-16.) Pek çok yerde de malların batıl yollara başvurularak ele geçirilmesi eleştirilir. (Bakara, 2/188; Nisa, 4/29, 161; Tevbe, 9/34.)

Hakk’ın tecellisine mazhar olanlar için hak her şeyden yücedir. İbn Abbas radıyallahu anh’tan bir rivayette hakkın hatırının yüceliğini gösteren bir hatırlatma yapılır: “Sana hakkı getirenden hakkı kabul et! Küçük, büyük ya da hoşlanmadığın birinden de olsa. Batılı da reddet! Küçük, büyük veya hoşlanıp sevdiğin birinden de olsa.” 

Ayrıca İslam’a göre hakikat gizli saklı değildir. Gazali rahmetullahi aleyh’in de işaret ettiği gibi alenidir ve herkesin erişimine açıktır. Bu yüzden hakikate ulaşmak için bizi sırlı bilgilere erdirecek gizemli yollara ihtiyacımız yoktur.

Evet, bu ismin tecellisiyle bizler hakkı hak, batılı batıl olarak biliyoruz. Eğer Cenab-ı Hakk’ın bu isminin tecellisi olmasaydı bizler neyin hak, neyin batıl olduğunu hiçbir zaman bilemeyecektik.

Bu ism-i şerife karşı vazifemiz ise şudur;

Hak ile gönderilen Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e ve hakkın ezeli kelamı olan Kur’an’a tabi olmaktır. Ta ki bununla Hakk’ı hak bilip hakka tabi olalım batılı batıl bilip ondan yüz çevirelim.

Son olarak da;
Abdullah b. Abbas radıyallahu anh’ın rivayet ettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem teheccüd namazındaki duasında El Hakk ismiyle şöyle dua ettiğini aktarır: “Allah’ım! Sen haksın, vaadin hak, sözün haktır; sana kavuşmak haktır, cennet hak, cehennem haktır; peygamberler haktır; kıyametin kopması haktır.” (Buhârî, “Tevhîd”, 24, 35; Müslim, “Müsâfirîn”, 199)

Cenab-ı Hak bizleri hakkı gören, hakkı dinleyen ve hakkı söyleyen hakiki kullarından eylesin. Aminn.

En Güzel İsimler 99 Esma Sonsuz Mana-Vaize Fatma Bayram 

Esmaü'l Hüsna şerhi Ali Osman Tatlısu

Hiç yorum yok: