24 Mayıs 2016 Salı

661.Önce bir usulümüz olsun ki…-Faruk Beşer


Dinde olanı doğru anlama konusunda genel bir usulden bahsetmiş Faruk Beşer Hoca. Benim notlarıma girdi sizinle de paylaşmak istedim.

Söz konusu olan İslam ise onu anlamanın yolları bellidir. Çünkü o tamamıyla Allah'ın vahyi olan Kur'an-ı Kerim'den ve onun uygulamalı açıklaması olan sünnetten/hadislerden ibarettir. Bu her iki kaynaktaki metinlere biz nas diyoruz. O halde İslam'ın sabitesi/değişmezi naslarda söylenenlerden ibarettir. Ne var ki, nasların söyledikleri her zaman tartışılmayacak derecede açık olmayabilir. Bu sebeple İslam âlimleri nasları doğru anlamak için özel bir ilim/metot geliştirmişler, adına da usulü fıkıh demişler. Anlamanın esasları demek. Buna göre herkes bu ilmi öğrenip din adına doğru bilgiye ulaşabilme hakkına sahiptir ama bu olmadan naslardan aklına gelen bilgiyi çıkarıp bu İslam'dır diyemez. Öyle olsaydı karşımıza herkes için farklı ve göreceli bir din çıkardı.

Nasları doğru anlama konusunda usulü fıkhın söylediğinin özeti şudur:
*Nas bir konunun hükmünü ya doğrudan ve açık olarak söyler:ibare.

*Ya bir şeyi anlatırken diğerine de bir ucundan değinip onu da anlatmış olur:işaret.

Ya söylediği, zorunlu olarak başka bir şeyin olmasını da gerekli kılar:iktiza.

Ya bir şey söylerken o anlamda ondan daha açık olan zaten kendiliğinden anlaşılmış olur:delalet.

Ya da bir konuda hüküm verirken onun zıt anlamının öyle olmadığı anlaşılır:manay-ı muhalif.

Ancak naslar bu yollarla anlaşılanların dışında başka hiçbir mana içermez demek de doğru değildir. Ama bunu din söylüyor diyebileceğimiz bir mana naslardan sadece bu yollarla anlaşılandır. Çünkü diğer anlamaların objektif bir ölçüsü yoktur, böyle olmayınca da onun için, din bunu da söylüyor diyemeyiz. Naslardan bunlar dışındaki anlamalarda isabet edilmiş olur ya da olmaz ama edilmemiş olma ihtimali daha fazla olacağı için onlar zandan ve tahminden ibaret kalır ve hesaba katılmaz. Çünkü Kur'an-ı Kerim ifadesiyle “zan hakikat adına bir şey ifade etmez”. Bu sebeple sezgi ile naslardan yapılan batıni çıkarsamalarla, çağrıştırmalarla/tedailerle, baîd/uçuk tevillerle hakikate ulaşılamaz. Böyle anlamalar sözü edilen bu yollarla anlaşılanlara aykırı olmazlarsa en iyimser bakışla, belki de öyledir, muhtemeldir, olabilir denir ve geçilir. Kimseyi bağlamaz...


...Usulü fıkhın belirlediği anlama yollarına baştan itibaren tam anlamıyla bağlı kalanlar sadece fıkıhçılardır. Onun için İslam'ın tartışılmayan ana yorumu fıkıhtır. Fıkhın dışındaki ilimler kendilerini böyle bir sınırlamayla bağlı hissetmemişler ve akıllarına geleni söyleyebilmişlerdir. Kelam, nasları savunmada çok büyük bir hizmet verirken zaman zaman felsefeye kaymış ve felsefi yorumları da dinden sayabilmiştir. Tasavvuf ise züht, takva ve ibadet alanını bıraktığı anda zeki insanlar elinde kendine has bir varlık felsefesi geliştirmiş ve Muhittin ibn Arabî'de olduğu gibi miraca kadar çıkmıştır. Mesela vahdet-i vücud anlayışı onun gibi kıvrak bir zekânın, engin bir tasavvur gücünün eseri olduğu için, şahsen bendeniz onu uzun zaman İslam'ın ta kendisi sanmış, böyle büyük bir zat söylemişse doğrudur, vardır bir hikmeti diye düşünmüşümdür. Oysa bu, varlığın çok ileri boyutta sûfice bir felsefesinden ibarettir ama yanlış olduğunu yine İslam âlimleri ortaya koymuşlardır. Yani bir yorum felsefe alanına geçtikten sonra onun hakikati bulması değil, sadece araması önemlidir. Bizim yanılgımız tasavvuf erbabının söylediği her şeyi İslam ya da tasavvuf sanmamızdadır.

...Nasları doğru anlamanın kurallarına uymayan dini açıklamalar din değildir, tasavvuftan da gelseler felsefe olmayı öte geçemezler...

Yazının tamamı için:

Hiç yorum yok: