Bismillahirrahmanirrahim
Hz. Hud’a Kurulan Tuzak
Zulüm ve isyanları yüzünden başlarına gelen bu belâyı, Hazret-i Hud’a yükleyerek O’nu öldürmek niyetiyle kıskaca alan bu caniler güruhu, Hazret-i Hud’a bir şeyler sormayı ve ondan gücü yetmiyeceği bazı isteklerde bulunmayı planlamışlardı. Hazret-i Hud bu isteklere cevap veremeyince de, “Gördünüz mü? işte bu, yalancının biridir” diyerek halkı onun aleyhine tahrik edeceklerdi. Böylelikle de, kıtlık ve sıkıntıdan iyice moralleri bozulmuş olan halkı, bütün bütün yoldan çıkarıp Hz. Hud’u öldüreceklerdi. Bu planlarını tatbik mevkiine koyarak Hazret-i Hud’a şöyle dediler:
-“Ey Hud, söylediğin sözün doğruluğuna dair bize delil getirmedin ki biz sana inanıp itimat edelim. Öyle kuru iddialarla ne sana inanırız ve ne de dedelerimizden kalan putlarımızdan vazgeçeriz.”
Hz. Hud onların istekleri üzerine çeşitli mucizeler gösterdi. Putlara tapmamalarını söyledi. Halbuki onların niyetleri putları bırakıp imana gelmek olmayıp, Hz. Hud’a tasarladıkları planı tatbik ederek bir kötülük yapmaktı. Hazret-i Hud’un mucize göstermesi özerine planları suya düşmüş ve gururları rencide olmuştu. Bunu telafi etmek için:
-“Ya Hud, sana bir şey demeyiz. İçimizde büyümüş olduğun için her halini biliyoruz. Ve sana herhangi bir isnatta bulunmuyoruz. Fakat sen böyle akıl almaz havsalaya sığmaz davalarda bulunduğuna göre, olsa-olsa putlarımızı tahkir ettiğin ve bizi onlara tapmaktan menettiğin için, sana onlar tarafından delilik arız oldu" diyerek halka Hazret-i Hud’un deli olduğunu telkin etmeye başladılar. Bunun üzerine Hz. Hud, hiddetle yerinden fırladı. Ve onlara gür bir sesle şöyle hitab etti:
-“Ben şu kainatın yaratıcısı olan ve sizin gibi gaddar ve cebbar kavimleri yerle bir eden ve ibret için geride sadece o yerle bir olan kavimlerin harabelerini bırakan Allah’ı şahid tutarım ve siz de sözlerime ve hareketlerime bakarak şahit olun ki şu sizin tapageldiğiniz putlar, kimseye ne fayda ve ne de zarar veremezler. Şayet onlarda başkalarına tesir eden bir güç ve kuvvet varsa ne duruyorsunuz? Onlarla beraber hemen harekete geçin ve beni yok etmek için elinizden geleni yapın. Bunu hemen şimdi yaparak bana mühlet dahi vermeyin.”
Hz. Hud’un bu son derece cesaret ve şecaat dolu meydan okuyuşu onları oldukları yerde hayret içinde ve hareketsiz bıraktı. Donup kalmışlardı. O’ndan böylesine pervasızca bir cevap beklemiyorlardı. Hz. Hud onların bu şaşkınlığından istifade ile, sözlerine devam etti:
-“İşte gördünüz mü? Olduğunuz yerde çakılıp kaldınız. Halbuki siz kalabalık bir topluluksunuz. Ben ise bir ferdim. Bir tek şahsın, kalabalık bir topluluğa meydan okuması hayretinize gitmedi mi? Ben, vazifem hususunda üzerime düşeni yaptıktan sonra, Rabbim olan Allaha tevekkül ettim. İşlerimde onu vekil tuttum. İşte benim size meydan okumam, Allah’a olan imanım ve intisabım sayesindedir. Siz de iman edin, bütün korkulardan kurtulup kainata meydan okuyun.”
Gerçekten de hakiki imanı elde eden adam, kainata meydan okuyabilir. Hz. Hud, kavmini bu şekilde ilzam ettikten sonra, maksadının, defalarca söylediği gibi, onları hakka davetten başka bir şey olmadığını ve zaten bunun dışında başka bir şey istemek ve yapmak, vazifesi şümulüne girmediğini tekrar beyan etti.
Ad Kavmi Azabın Hemen Gelmesini İstiyor
Hz. Hud, kavminin iman etmesini temin için bu şekilde uzun uzun deliller serdediyor, onlara vaadlerde bulunuyor, sırası geldikçe de korkutuyordu. Hülasa, tebliğ için ne lazımsa yapmaktan geri durmuyordu. Kıtlık ve kuraklık devam ederken, yine bir gün onları hakka davet edip putları terketmelerini söyledi ve dehşetli bir azabın yaklaşmakta olduğunu bildirdi. Ad kavmi, Hz. Hud’un bu sözlerini tepkiyle karşıladılar:
-“Sen bizi mabutlarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer bu tehditlerin doğru ise, bize vadettiğin azabı getir de görelim" dediler. Hz. Hud’un artık sabrı kalmamış, kavminin İslahından iyice ümidini kesmişti. Onlara son sözlerini söylüyordu:
-“Azap zamanını tayin etmek Allah’a aittir. O, O’nun vazifesidir. Ben size bunu tekrar tekrar söylemiştim. Siz ise, hala azabı benim getirmemi istiyorsunuz. Benim vazifem, sadece size ulaştırmaya memur olduğum şeyleri tebliğ etmektir. Bu halinizle, ben sizi cehalet bataklığına batmış, hakikati görmeyen bir kavim olarak görmüyorum. İsteyip durduğunuz azabın gelmesini bekleyin. Muhakkak ben de sizinle bekleyeceğim. Bakalım batıl mabutlarınız, size gelip çatacak olan azaba karşı sizi koruyabilecekler mi?”
Bu sözleri söylediği esnada Hz. Hud’a, azabın ne zaman gelip çatacağı vahyedilmiş; bütün müşrikler helak olurken, mü’minlerin kurtulacakları müjdelenmişti. Hz. Hud vahiy gereği olarak, arapların Berdül-Acûz dedikleri, Türkçe’de “Kocakarı soğuğu” denilen Şevval ayının sondan bir evvelki Çarşamba günü fecirden sonra, müsait bir yerde ashabını etrafına topladı.
Müşriklerin ileri gelenlerinden bir kısmı da o civardaydı. Günün ağarması üzerinden çok geçmeden, ufukta siyah bir bulut peyda oldu.
-“Ey Hud, söylediğin sözün doğruluğuna dair bize delil getirmedin ki biz sana inanıp itimat edelim. Öyle kuru iddialarla ne sana inanırız ve ne de dedelerimizden kalan putlarımızdan vazgeçeriz.”
Hz. Hud onların istekleri üzerine çeşitli mucizeler gösterdi. Putlara tapmamalarını söyledi. Halbuki onların niyetleri putları bırakıp imana gelmek olmayıp, Hz. Hud’a tasarladıkları planı tatbik ederek bir kötülük yapmaktı. Hazret-i Hud’un mucize göstermesi özerine planları suya düşmüş ve gururları rencide olmuştu. Bunu telafi etmek için:
-“Ya Hud, sana bir şey demeyiz. İçimizde büyümüş olduğun için her halini biliyoruz. Ve sana herhangi bir isnatta bulunmuyoruz. Fakat sen böyle akıl almaz havsalaya sığmaz davalarda bulunduğuna göre, olsa-olsa putlarımızı tahkir ettiğin ve bizi onlara tapmaktan menettiğin için, sana onlar tarafından delilik arız oldu" diyerek halka Hazret-i Hud’un deli olduğunu telkin etmeye başladılar. Bunun üzerine Hz. Hud, hiddetle yerinden fırladı. Ve onlara gür bir sesle şöyle hitab etti:
-“Ben şu kainatın yaratıcısı olan ve sizin gibi gaddar ve cebbar kavimleri yerle bir eden ve ibret için geride sadece o yerle bir olan kavimlerin harabelerini bırakan Allah’ı şahid tutarım ve siz de sözlerime ve hareketlerime bakarak şahit olun ki şu sizin tapageldiğiniz putlar, kimseye ne fayda ve ne de zarar veremezler. Şayet onlarda başkalarına tesir eden bir güç ve kuvvet varsa ne duruyorsunuz? Onlarla beraber hemen harekete geçin ve beni yok etmek için elinizden geleni yapın. Bunu hemen şimdi yaparak bana mühlet dahi vermeyin.”
Hz. Hud’un bu son derece cesaret ve şecaat dolu meydan okuyuşu onları oldukları yerde hayret içinde ve hareketsiz bıraktı. Donup kalmışlardı. O’ndan böylesine pervasızca bir cevap beklemiyorlardı. Hz. Hud onların bu şaşkınlığından istifade ile, sözlerine devam etti:
-“İşte gördünüz mü? Olduğunuz yerde çakılıp kaldınız. Halbuki siz kalabalık bir topluluksunuz. Ben ise bir ferdim. Bir tek şahsın, kalabalık bir topluluğa meydan okuması hayretinize gitmedi mi? Ben, vazifem hususunda üzerime düşeni yaptıktan sonra, Rabbim olan Allaha tevekkül ettim. İşlerimde onu vekil tuttum. İşte benim size meydan okumam, Allah’a olan imanım ve intisabım sayesindedir. Siz de iman edin, bütün korkulardan kurtulup kainata meydan okuyun.”
Gerçekten de hakiki imanı elde eden adam, kainata meydan okuyabilir. Hz. Hud, kavmini bu şekilde ilzam ettikten sonra, maksadının, defalarca söylediği gibi, onları hakka davetten başka bir şey olmadığını ve zaten bunun dışında başka bir şey istemek ve yapmak, vazifesi şümulüne girmediğini tekrar beyan etti.
Ad Kavmi Azabın Hemen Gelmesini İstiyor
Hz. Hud, kavminin iman etmesini temin için bu şekilde uzun uzun deliller serdediyor, onlara vaadlerde bulunuyor, sırası geldikçe de korkutuyordu. Hülasa, tebliğ için ne lazımsa yapmaktan geri durmuyordu. Kıtlık ve kuraklık devam ederken, yine bir gün onları hakka davet edip putları terketmelerini söyledi ve dehşetli bir azabın yaklaşmakta olduğunu bildirdi. Ad kavmi, Hz. Hud’un bu sözlerini tepkiyle karşıladılar:
-“Sen bizi mabutlarımızdan çevirmek için mi geldin? Eğer bu tehditlerin doğru ise, bize vadettiğin azabı getir de görelim" dediler. Hz. Hud’un artık sabrı kalmamış, kavminin İslahından iyice ümidini kesmişti. Onlara son sözlerini söylüyordu:
-“Azap zamanını tayin etmek Allah’a aittir. O, O’nun vazifesidir. Ben size bunu tekrar tekrar söylemiştim. Siz ise, hala azabı benim getirmemi istiyorsunuz. Benim vazifem, sadece size ulaştırmaya memur olduğum şeyleri tebliğ etmektir. Bu halinizle, ben sizi cehalet bataklığına batmış, hakikati görmeyen bir kavim olarak görmüyorum. İsteyip durduğunuz azabın gelmesini bekleyin. Muhakkak ben de sizinle bekleyeceğim. Bakalım batıl mabutlarınız, size gelip çatacak olan azaba karşı sizi koruyabilecekler mi?”
Bu sözleri söylediği esnada Hz. Hud’a, azabın ne zaman gelip çatacağı vahyedilmiş; bütün müşrikler helak olurken, mü’minlerin kurtulacakları müjdelenmişti. Hz. Hud vahiy gereği olarak, arapların Berdül-Acûz dedikleri, Türkçe’de “Kocakarı soğuğu” denilen Şevval ayının sondan bir evvelki Çarşamba günü fecirden sonra, müsait bir yerde ashabını etrafına topladı.
Müşriklerin ileri gelenlerinden bir kısmı da o civardaydı. Günün ağarması üzerinden çok geçmeden, ufukta siyah bir bulut peyda oldu.
Sarsar
Aylardır yağmur yüzü görmeyen ve susuzluktan kıvranan Ad kavminin ileri gelenleri, ufukta görünen bu siyah bulutu görünce sevinçlerinden yerlerinde duramıyorlardı. Neş’e içinde adeta bayram yapıyorlardı. “Bakın, işte bu bulut, size bol-bol yağmur yağdıracak” diye kavminin sevinçten yüzlerinin gülmesine bedel, Hz. Hud’un rengi atmış, benzi solmuştu. Soğuk-soğuk terler döküyor, az sonra bu müşrik kavmin başına gelecekleri düşünüyordu. Onlar, sevinç içinde, “yağmur yağacak” diye bağırırlarken, Hz. Hud onlara son ikazını yapıyordu.
-“Hayır kavmim, yanlışsınız, aldanıyorsunuz! O gördüğünüz bulut değil, gelmesi için acele ettiğiniz ve sizi mahvedecek olan bulut şekline girmiş bir rüzgardır.”
Korkunç bir ses çıkararak vadiyi kaplayıp gelen bu nesne, gerçekten de bulut değil bir rüzgâr idi. Hızına ve soğukluğuna bir ölçü tayin etmek mümkün olmayan bu rüzgârın adı, Kur’a’n lisanıyla “Sarsar” dır.
Sarsar Dehşet Saçıyor
Putperest kavmin eza, cefa ve alaylarına aldırış etmeksizin, Hz. Hud’la omuz-omuza canları bahasına gayret gösteren müminlerle Hz. Hud, hep beraber bir yerde toplanmışlardı. Etrafa dehşet saçan bu rüzgâr onların kılını bile kıpırdatmadığı halde, “Bizden daha kuvvetli kim olabilir?” diye böbürlenen Âd kavmini, saman çöpü gibi savuruyordu.
Kimisi havaya savrulmamak için kalın kalın ağaçlara, köklü kayalara sarılıyor, kimisi de sağlamlığıyla iftihar ettikleri saraylarına sığınıyorlardı. Ama heyhat!.. Kayalarla, ağaçlarla birlikte havaya savrulmaktan kurtulamıyorlardı. Evlerin kapılarını ve pencerelerini uçuran bu rüzgâr, evin içindekileri tıpkı bir kül yığını gibi önüne katıp savuruyor, darmadağın ediyordu.
Âd kavmi, ansızın gelen bu rüzgârın ağız ve burun deliklerinden içeri girmesiyle, barsakları ve iç azaları boşalmış, kolları ve kafaları kopmuş bir halde, içi boş hurma kütükleri gibi yerlere uzanmışlardı. Bazıları kumların altında kalıyor, tekrar üzeri açılıyor ve metrelerce havaya fırlıyordu. O süslü saraylar, bağlar, bahçeler de sahipleri gibi, rüzgarın şiddet ve dehşeti karşısında bir harabeye dönmüştü.
Bütün bu olup bitenler karşısında, Hz. Hud ve onun sevgili ashabı, kurtuluşlarına mukabil Allah’a hamd ve şükrediyorlardı. Sarsar rüzgarı, Hud kavmi üzerinde 8 gün 7 gece hiç durmaksızın esti. Kur’anı Kerim’de, bu azap günlerine “Eyyam-ı Nahisat” denilir.
Nihayet bir hafta evvel, Çarşamba sabahı başlayan rüzgar, yine Çarşamba gününün akşamında son buldu. Hz. Hud ve beraberindeki dört bin kadar mümin, salimen kurtuldular. Müşrikler ise, perişan bir halde, yaptıklarına ceza olarak tamamen helak oldular. Ne kendilerinden ve ne de oturdukları yüksek ve sağlam binalardan, hiç bir iz ve eser kalmamıştı; her yer harabeye dönmüştü.
Sarsardan Sonra
Müşrikler yerleri ve yurtlarıyla birlikte tamamen helak olup 4000 kadar mümin de salimen kurtulduktan sonra, Hz. Hud ümmetini alarak Mekke civarına gitti ve vefat edinceye kadar orada ikamet etti. Bir rivayette ise, Umman denizi kıyılarına yerleştiği haber verilmiştir. Hz. Yusuf istisna edilecek olursa, sima bakımından Hz. Âdem’e en çok benzeyen insanoğlu Hz. Hud idi. Hz. Hud’un peygamber olarak gönderildiği ve Sarsar’la helak olan Âd kavmine, “Ad-i Ulâ” adı verilir. Bu kavmin helaktan kurtulan mümin efradından, “Âd-ı Sani” (İkinci Ad) diye anılan Semûd kavmi meydana gelecektir.
“peygamberler tarihi” ansiklopedisi
"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder