6 Şubat 2015 Cuma

437.HZ.HUD ( Aleyhisselam )-1-

“Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"
Bismillahirrahmanirrahim


Ad Kavmi
Nuh tufanından sonra dünyada yeniden bir hayat başlamış ve hızla çoğalan insanlar, Arap yarımadasının çeşitli bölgelerine yayılmaya başlamışlardı. Bu arada Hz. Nuh’un torunlarından biri olan Ad da, Yemen’de Hadramut civarında Ahkaf adıyla bilinen bir yere yerleşmişti. Ad’ın nesli çoğala çoğala nihayet büyük bir kavim oldu. Bu kavim, dedeleri Ad’a nisbetle, Ad Kavmi diye anılmaya başladı.

Ad Kavminin yaşadığı yerlerin suyu ve yağmuru bol ve toprağı çok verimli idi. Bağlar-bahçeler, yeşil-yeşil vadiler her tarafı çepeçevre sarmıştı. Bu kavmin insanlarının boyları uzun, cüsseleri de boylarına uygun olarak iriydi. Güçleri kuvvetleri, boyları ve cüsseleriyle meşhur olan bu insanlar, tuttuklarını koparacak ve kayaları kolaylıkla tuz-buz edecek bir yapıya sahiptiler. Bu maddi güçlerine bağ, bahçe, tarla, hayvan ve bereketli nesiller de ilave olunca, dünyada onlar için ulaşılacak daha üstün bir meziyet kalmıyordu.


Şükürden Şirke
Yavaş yavaş nesilce çoğalıp maddeten de zenginleşirken, peygamber devrinin epeyce arkada kalması ve tevhid dinine cehalet bulutlarının perde olması sebebiyle, Ad kavminin inanç ve itikatlarında bir takım sarsılmalar, zayıflamalar başlamıştı. Kendilerine bahşedilen bu kadar maddî-manevî imkanların birer nimet olduğunu unutmuşlar, ve o nimetler üzerinde o nimeti vereni görmedikleri için, zamanla şükrü bırakıp şirke düşmüşlerdi.

Nuh kavminin helak olmasına sebeb olan putlara tapmayı yeniden ihya etmişlerdi. Güç ve kuvvetin, maddî refahın verdiği gururla sarhoş olup sefahete dalmışlardı. İşlek yolların kenarına yüksek-yüksek kuleler, büyük-büyük kâşaneler ve binalar yaparak kendilerini buralarda tamamen oyun ve eğlenceye vermişlerdi.

Ad Kavmi böyle umumi yerlerden başka, yüksek tepelerde de kireçle dondurulmuş gayet sağlam ve muhteşem saraylar yapıyorlardı. Dünyada misli görülmemiş bir ihtişama sahip olan bu sarayların içlerinde ve bahçelerinde havuzlar vardı. Bunlar akıllara hayret verecek şekilde süslenmişti.

Ahlâkı ve insanlığı sukut etmiş bir cemiyetin elinde, kuvvetin ve maddî imkanların nasıl bir zulüm aleti olacağı açıktır. Ahlak ve insanlık namına ne varsa her şeylerini kaybeden Âd kavmi, ellerindeki maddî imkânlarla etrafa dehşet salmakta idiler. Fakir halkı komşu kabileleri zulümleri altında inletiyorlardı. Onları köle gibi çalıştırıyor, çeşit,çeşit işkencelere tabi tutuyorlardı. İşkence etmekten adeta zevk duyuyorlardı. Böylece, putlara tapıp Allah’a şirk koşmakla manevi hayatlarını; insanlara hunharca muamele etmekle de insani taraflarını kaybederek manen hayvanlardan daha aşağı bir dereceye düşmüşlerdi.

Hazret-i Hud’un Peygamber Oluşu
Bu zalim ve hunhar kavim içinde, halim-selim ve müşfik bîr kimse yaşıyordu ki, bu zatın nesli, bir kaç nesil öncesinde Hazret-i Nuh’a dayanıyordu. Ve ismi de Hud idi. Hud, temiz ve itibarlı bir aileye mensuptu. Doğruluğu, dürüstlüğü, cesareti, zekâsıyla kavmi içerisinde sevilir bir zat olmuştu. Halkın öylesine güvenini kazanmıştı ki, O’na “Emin” lakabını vermişlerdi. ‘

Hz. Hud, kavminin sapıklık ve zulümlerine son derece üzülüyor, fakat karşı da çıkamıyordu. Vaziyetin bu derece vahametine rağmen, içinde yine de bir ümit vardı. Ya o birşeyler bekliyor, veya Onu bir şeyler bekliyordu. Nihayet beklediği oldu. Diğer peygamberler gibi, Hazret-i Hud da, bu yoldan çıkmış kavmini iman ve istikamet yoluna getirmek için, nübüvvet vazifesiyle vazifelendirildi.

Hazret-i Hud Peygamber'in Mücadelesi

Hud Aleyhisselam, kavminin huy, ahlâk ve mizacını ve onların hassas ve zayıf damarlarını bildiği için, bu hususları göz önünde bulundurarak günün şartlarına uygun bir şekilde irşada ve tebliğe başlamıştı. Allahtan başka şeylere ibadet eden, maddî güç ve kuvvetleriyle gururlanan kavmini putlara tapınmayı terkederek, Allah’a iman etmeye davet ediyordu. Kavmine, sahip oldukları güç ve kuvvetin, Allah tarafından verildiğini hatırlatıyor; onları Allah’a karşı şükür ve ibadete, günahlardan tevbeye çağırıyordu. Fakat kavminin, Hud
( Aleyhisselam )’ı dinledikleri yoktu. Hz. Hud Peygamber, onların bu haksızlıklarını yüzlerine vurur, delalet ve sefahatte olduklarını ifade ederdi.

Hazret-i Hud’un 
( Aleyhisselam )  bu sözlerine kavminin tepkisi çok sert oluyordu:

-“Biz değil, asıl sen sefahattesin ve yalancısın, bu kadar ahali delalette, sefahattedir ve yalancıdır da, sadece sen mi doğru yoldasın? Şaşarız senin aklına.”
diyorlardı.

Hazret-i Hud
( Aleyhisselam ), onların bu sert cevablarına, yumuşaklıkla ve insaflarına hitab ederek karşılık verirdi:

-“Ey kavmim! Benim sefih olmadığımı siz de biliyorsunuz. Yalan söylemediğimi, emanete hıyanet etmediğimi sizler kendiniz söyleyerek bana “Emin” diyordunuz. Benim hayatım sizin içinizde geçti. Bana böylesine ithamlarda bulunmakla, kendi kendinizi itham etmiş olmuyor musunuz? Ben ancak alemlerin rabbı olan Allah’ın emirlerini tebliğ ederek sizi doğru yola davet eden bir peygamberim. Başka bir maksat ve gayem yoktur."

Hz. Hud
( Aleyhisselam ) bu gibi sözlerle kavmini hak ve istikamete davet ediyor, onların iman dairesine girmeleri için bütün gücüyle çabalıyordu. Fakat bütün bu çabalara rağmen, Ad kavmi Hz. Hud’a kulak vermiyor ve bildiklerinden şaşmıyordu. Onlar yine bina yapmakta birbirleriyle yarış etmeye, insanlara her türlü zulüm yapmaya, gelip geçenlerle alay etmeye devam ediyorlardı. İşlek yol kenarlarına kurdukları kale ve konaklardan Hz. Hud’un misafirleriyle de alay ederek insanları O’na gitmekten alıkoymak istiyorlardı.

Maddî Menfaat İçin mi?
Hakkı kuvvette bilen, menfaati hedef tutarak maddede boğulup manadan tamamen uzaklaşan Ad kavmi, Hz. Hud’un bu bitmez tükenmez gayret ve mücadelesine bir mana veremiyordu. Onlara göre, bunun altında mutlaka maddi bir menfaat yatmaktaydı. Aksi takdirde hiç kimse, bir hiç uğruna böyle ısrarlı bir mücadelenin içine girmezdi. Hud kavmi, bu kanaatlerini kendi aralarında konuştukları gibi, günün birinde Hz. Hud’a da söylediler.

Hz. Nuh’un 
( Aleyhisselam )  kavmi de Ona aynı isnatta bulunmamışlar mıydı? Bundan sonraki peygamberler de aynı ithamlara maruz kalacaklar ve hepsi de açık açık “yaptıkları tebliğ vazifesine mukabil kavimlerden hiç bir ücret istemediklerini, ücretlerinin ancak Allah’a ait olduğunu” ümmetlerine anlatacaklardır.

Hz. Hud 
( Aleyhisselam ) , kavminin bu ithamını şiddetle reddettikten sonra, sözlerine şöyle devam etti:

– “Ey kavmim, Siz hiç bir ihtiyacınız olmadığı halde, size kupkuru bir gurur vermekten başka bir faydası olmayan saraylar yapıyorsunuz. Sanki içinde ebedî kalacakmışsınız gibi, onları çok sağlam yapıyor ve havuzlarla, çiçeklerle israfa girecek şekilde süslüyorsunuz. Yol kenarlarında yapmış olduğunuz kulelerde ise, faydasız ve gayesiz oyunlar oynuyor, gelip geçenlerle ve bilhassa benim misafirlerimle alay ediyorsunuz. Ey kavmim, siz bununla da kalmayıp gücünüzün yettiği kimseleri zorbalıkla yakalıyor ve onlara hunharca işkenceler yapıyorsunuz. Böylesine zalim ve cebbar bir kavim, nasıl doğru yolda olur ve nasıl irşada muhtaç olmaz?”
Hazret-i Hud Peygamber bu sözleriyle onları insafla düşünmeye ve hatalarını kabule davet ediyordu. Bu hallerinden nasıl kurtulabileceklerini ise, şu şekilde izah etmekteydi:

-“Ey kavmim! Siz şunun,bunun değil, öyle bir zat-ı Zül Celalin emrine itaat edin ve yasaklarından kaçının ki, size sayılmayacak kadar çok develer, sığırlar, koyunlar ve bunları besleyecek ve siz öldükten sonra bunlara sahip olacak evlatlar, bağlar, bahçeler ihsan etti. Bütün bunlar bir şükür ve hamdi gerektirmez mi? Şayet siz Allah’a inanıp onu kulluk yaparak bunca nimetlerin şükrünü eda etmezseniz, sizi dünya ve ahiret nimetlerinden mahrum edecek şiddetli bir azabın gelip çatmasından korkarım."

Mücadele Devam Ediyor
Ad Kavmi, Allah’ın kendilerine verdiği güç, kuvvet, bereketli hayvanlar, münbit ve sulak topraklar, yeşil vadiler ve bol nesil sayesinde; iktisaden yüksek bir refah seviyesine ulaşmışlardı. Fakat bu durum, onları Allah’a şükre ve ibadete sevkedecekken, bilakis hırs ve tamahlarını ziyadeleştiriyor küfr ve tuğyanlarını artırıyordu. Zaman ilerledikçe azap ve helakı daha fazla hak ediyorlardı. Ad kavmine bu kadar nimetler ihsan eden Cenab-ı Hak, onlardan bu ihsanlarına karşı kendisini tanıyıp itaat etmelerini, verdiği nimetlere şükretmelerini istiyordu. Halbuki onlar ise isyan ve nankörlükte adeta yarış halindeydiler. Bu durum günün birinde artık Gazab-ı ilâhiyi celbedip helak olmalarını netice verebilirdi.

Kavminin bu tehlikeli durumunu gören Hz. Hud
( Aleyhisselam )  kendisine tevdi edilen nübüvvet vazifesini yerine getirmeye bütün gücüyle çalışıyor, kavmini ikaz ederek başlarına gelecek azabdan onları kurtarmaya gayret ediyordu. Hz. Hud’un aynı şeyleri tekrar etmekten vazgeçmediğini gören kavmi nihayet ona şöyle mukabele ettiler.

-“Ya Hud, sen ister vadet, istersen etme, Bizim için senin vadetmenle etmemen arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü sen bu işe başladın başlıyalı, bizim putlarımıza, saraylarımıza kulelerimize, halka ve yoldan gelip geçenlere yaptıklarımıza dil uzatıp dünya ve ahirette kahredici bir azaba duçar olacağımızı söyleyip duruyorsun. Halbuki bütün bu bizim eskiden beri yapıp geldiğimiz şeyler dedelerimizin yaptığından farklı bir şey değildir. Eğer bu hareketler bir azabı gerektiriyor ise, neden onlara bir şey olmadı da kabirlerinde rahat-rahat uyuyorlar. Öyle ise Ey Hud, bize de azap gelmeyecek ve biz dahi ne sana ve ne de senin Rabbine inanacağız. Hem de bildiğimiz gibi yaşayacağız."

Kuraklık ve Kıtlık Yılları
Ad kavmi, böylece Hz. Hud’a ve Cenab-ı Hakka açıkça İsyanlarını ilan ediyorlar, ve bulundukları bu hal üzere devam edeceklerini kesin olarak belirtiyorlardı. 400 sene gibi uzun zamandan beri risalet vazifesini çetin şartlar altında ifa eden Hazret-i Hud’u, bu sözler son derece üzmüştü. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu beldenin yağmurlarını kesti. Bağlar, bahçeler kurumaya, hayvanlar telef olmaya ve güçlü-kuvvetli kavimde dermansızlık zuhur etmeye başladı. Bu yüzden nesil de kesildi, devamlı olarak bunaltıcı ve kuru bir rüzgâr esiyor, halkın dudaklarını ve nefes borularını kurutuyordu. Nerede ise ağızlarını güçlükle açıyor, zor nefes alıyorlardı. Tozdan dumandan göz gözü görmüyordu.

Ad kavmi, bir rivayete göre, üç sene bu şekilde perişan bir hayat yaşadı. Hazret-i Hud bu fırsattan istifade ile onları, acz ve zaaflarını göstererek tevbe ve istiğfara davet ediyordu. Fakat Hazret-i Hud’un bu daveti, onları yumuşatacak yerde, tam tersine her seferinde kızgınlıklarını artırıyordu. Hatta bu hale gelmelerine onun sebeb olduğunu öne sürerek, bir keresinde O’nu öldürmeye bile kalkışmışlardı.


Devam edecek...

“peygamberler tarihi” ansiklopedisi

"Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim"

Tüm hata ettiklerim nefsimden, isabet ettiklerim Allah(cc)’dandır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH cc BİLİR

Hiç yorum yok: